Aralıksız Çalışma Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/40990
K. 2008/17074
T. 23.6.2008
• İŞE İADE DAVASI ( Geçici İşçi Çalıştırılması İçin Vize Vermekle Görevli Olan İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği Gibi Kurumlardan Davacının Geçici İşçi Statüsünde Olup Olmadığının Geçici İşçi Kadrosunda Uzun Bir Süre Aralıksız Çalıştırmasının Duruma Etkisinin Sorulması Gerektiği )
• GEÇİCİ İŞÇİ ( Çalıştırılması İçin Vize Vermekle Görevli Olan İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği Gibi Kurumlardan Davacının Geçici İşçi Statüsünde Olup Olmadığının Geçici İşçi Kadrosunda Uzun Bir Süre Aralıksız Çalıştırmasının Duruma Etkisinin Sorulması Gerektiği – İşe İade Davası )
• ARALIKSIZ ÇALIŞMA ( Geçici İşçi Çalıştırılması İçin Vize Vermekle Görevli Olan İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği Gibi Kurumlardan Davacının Geçici İşçi Statüsünde Olup Olmadığının Geçici İşçi Kadrosunda Uzun Bir Süre Aralıksız Çalıştırmasının Duruma Etkisinin Sorulması Gerektiği – İşe İade Davası )
4857/m.17,18
5393/m.49
5620/m.2
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Uyuşmazlık, davacının geçici işçi statüsünde çalıştırılıp çalıştırılmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacının işyeri sicil dosyasındaki yazışmalarda geçici işçi kadrosunda çalıştırıldığı belirtilmiş, davacı da yıllık izin talep ederken geçici işçi olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte, işyerinde 6 günlük bir ara dönemi hariç, 17 yıldan fazla aralıksız çalıştırıldığı anlaşılan davacı işçinin geçici işçi olduğunun kabulü tereddütlere yol açmaktadır. Sağlıklı bir sonuca varmak bakımından davacı işçinin çalıştığı dönemde işverenin sürekli işçi kadrosu ile geçici işçi pozisyonu durumunun araştırılması, geçici işçi çalıştırılması için vize vermekle görevli olan İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği gibi kurumlardan davacının geçici işçi statüsünde olup olmadığının, geçici işçi kadrosunda uzun bir süre aralıksız çalıştırmasının duruma etkisinin sorulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi S.Göktaş tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı işçi, iş sözleşmesinin işverence geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.
Davalı işveren, geçici işçi statüsünde çalışan davacının iş sözleşmesinin 5620 sayılı Kanunun 2.maddesinin ( 2 ) nolu bendi gereğince emekliliğe hak kazanması nedeni ile feshedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının 5620 sayılı Kanun kapsamına girmesi nedeni ile anılan kanun uyarınca iş sözleşmesinin feshedildiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğine göre davacının davalıya ait işyerinde 19.2.1990–25.7.2007 tarihleri arasında 6 gün hariç, toplam 17 yıl 3 ay 4 gün aralıksız olarak çalıştığı, iş sözleşmesinin 5620 sayılı Kanunun 2.maddesi ( 2 ) nolu bendi gereğince emekliliğe hak kazandığı gerekçesi ile İş Kanunun 17.maddesi uyarınca feshedildiği anlaşılmaktadır.
21.4.2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4.4.2007 tarih ve 5620 sayılı Kanunun 2.maddesinin ( 1 ) Bendinin c alt bendinde kapsama dahil geçici işçilerden; “Bu Kanunun 1 inci maddesinin ( c ) bendinde belirtilen kurum ve kuruluşlarda çalıştırılanlardan, 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen görevlerde çalışmakta olup, bu görevlere ilişkin olarak norm kadro çerçevesinde ihdas edilmiş kadro unvanlarına atanabilmek için gerekli olan şartları taşıyanlar istekleri halinde aynı fıkra hükümlerine uygun olarak sözleşmeli personel statüsüne, norm kadro çerçevesinde ihdas edilmiş kadro unvanlarına atanabilmek için gerekli olan şartları taşımayanlar ile durumuna uygun boş kadro olmayanlar sürekli işçi kadrolarına geçirilir” kuralına yer verilmiş; 2.maddesinin ( 2 ) bendinde ise “Bu Kanunun 1 inci maddesi kapsamındaki idare, kurum ve kuruluşlarda çalışan geçici işçilerden bu Kanunun yayımı tarihi itibarıyla; bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık veya emeklilik aylığı bağlanmasına hak kazanmış olanlardan bu tarih itibarıyla kadınlarda 56, erkeklerde 58 yaşını doldurmuş olanlar, sürekli işçi kadrolarına veya sözleşmeli personel statüsüne geçirilmezler, bunların iş sözleşmeleri tüm yasal hakları ödenmek suretiyle sona erdirilir” hükmü öngörülmüştür. Anılan Kanunun 3.maddesinin ( 1 ) ve ( 2 ) bentlerine göre bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren 1 inci madde kapsamındaki idare, kurum ve kuruluşlarda geçici iş pozisyonlarında işçi çalıştırılamaz. Ancak mevsimlik ve kampanya işleri ile orman yangınıyla mücadele hizmetlerinde bir malî yılda 6 aydan az olmak üzere vize edilecek geçici iş pozisyonlarında işçi çalıştırılabilir.
Somut olayda davacı geçici işçi olmadığı için sözü edilen kanun kapsamına girmediğini ve dolayısıyla emekliliğe hak kazandığı için iş sözleşmesinin feshedilemeyeceğini ileri sürerken, davalı belediye davacının geçici işçi kadrosunda çalıştırıldığını ve anılan kanun uyarınca emekliliğe hak kazandığı için iş sözleşmesinin feshedilmek durumunda kalındığını savunmuştur. Buna göre uyuşmazlık, davacının geçici işçi statüsünde çalıştırılıp çalıştırılmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacının işyeri sicil dosyasındaki yazışmalarda geçici işçi kadrosunda çalıştırıldığı belirtilmiş, davacı da yıllık izin talep ederken geçici işçi olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte, işyerinde 6 günlük bir ara dönemi hariç, 17 yıldan fazla aralıksız çalıştırıldığı anlaşılan davacı işçinin geçici işçi olduğunun kabulü tereddütlere yol açmaktadır. Sağlıklı bir sonuca varmak bakımından davacı işçinin çalıştığı dönemde işverenin sürekli işçi kadrosu ile geçici işçi pozisyonu durumunun araştırılması, geçici işçi çalıştırılması için vize vermekle görevli olan İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği gibi kurumlardan davacının geçici işçi statüsünde olup olmadığının, geçici işçi kadrosunda uzun bir süre aralıksız çalıştırmasının duruma etkisinin sorulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 23.06.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/21-215
K. 2008/222
T. 5.3.2008
• HİZMET AKTİ ( Dayalı Aralıksız Çalışmanın Tespiti – Davadan Feragat Edilemeyeceği/Takipsiz Bırakılması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilebileceği )
• ARALIKSIZ ÇALIŞMANIN TESPİTİ ( Hizmet Tespiti Davaları Kamu Düzeninden Olduğundan Bu Nevi Davalardan Feragat Edilemeyeceği – Takipsiz Bırakılması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilebileceği )
• FERAGAT ( Hizmet Tespiti Davaları Kamu Düzeninden Olduğundan Bu Nevi Davalardan Feragat Edilemeyeceği – Takipsiz Bırakılması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilebileceği )
• DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI ( Hizmet Tespiti Davasının Takipsiz Bırakılması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilebileceği – Hak Düşürücü Süre İçinde Yeniden Dava Açılabileceği )
2709/m.12, 60
506/m.6
1086/m.91, 237, 409
ÖZET : Dava, hizmet akdine dayalı aralıksız çalışmanın tespiti istemine ilişkindir. Sigortalılık hakkından vazgeçilemez. Hizmet tespiti davaları kamu düzeninden olduğundan bu nevi davalardan feragat edilemez. Davadan feragat edilse dahi hakimin davayı reddetmeyip delilleri toplayarak esas hakkında karar vermesi gerekir. Davadan feragat nedeniyle davanın reddi kararı ile davanın takipsiz bırakılması nedeniyle davanın açılmamış sayılması kararı sonuçları bakımından tamamen birbirinden farklıdır. Davadan feragat edilmekle hakkın özünden vazgeçilmekte, o hak bir daha talep edilememektedir. Buna karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde hak düşürücü süre içinde yeniden dava açılabilmektedir. Açıklanan nedenlerle hizmet tespiti davasının takipsiz bırakılması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilebilir.
DAVA : Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 06.04.2006 gün ve 864-429 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 09.04.2007 gün ve 7046-6156 sayılı ilamı ile;
( … Dava, davacının askerlik süresi hariç 1992 yılı başından itibaren 25.09.2003 tarihine kadar aralıksız olarak davalıya ait işyerinde hizmet akdine dayalı olarak geçen ve kuruma kayıt ve tescil edilmeyen çalışmalarının tesbiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, istemin kabulüne karar verilmiştir.
Oysa, 21.07.2005, 10.11.2005 ve 09.02.2006 tarihli oturumlarda davacı vekili oturumlara gelmediği ve oturuma gelen davalılar davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri için dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409. maddesi son fıkrası uyarınca işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakıldığı taktirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmelidir. Somut olayda davanın ilk yenilemeden sonra ikinci kez takipsiz bırakıldığı 09.02.2006 tarihli oturumda açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, hizmet aktine dayalı olarak aralıksız çalışmanın tespiti istemine ilişkindir.
Davacı, 1992 yılında davalı işyerinde çalışmaya başladığını, 10.06.1995-16.10.1996 tarihleri arasında askerlik yaptığını, askerlik dönüşü aynı işyerinde yeniden işe başlayıp 25.09.2003 tarihine kadar çalıştığını, ancak çalışmasının eksik gösterildiğini beyanla, askerlik süresi dışında aralıksız olarak davalı işyerinde çalıştığının tespitini talep ve dava etmiştir.
Davalı davanın reddini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Yapılan yargılama sırasında davacı vekili 21.07.2005, 10.11.2005 ve 09.02.2006 günlü duruşmalara geçerli bir mazeret sunmaksızın katılmayarak dosyanın müracaata bırakılmasına neden olmuştur.
09.02.2006 tarihli oturumda üçüncü kez davanın takipsiz bırakılmasına karşın, mahkemece HUMK. m. 409/son gereğince herhangi bir işlem yapılmaksızın, yine dosyanın müracaata bırakılmasına karar verilmiş, davacı vekili 15.02.2006 tarihli dilekçesi ile davanın yenilenmesini talep etmiş, mahkemece davanın yenilenmesine karar verilmiş, yargılamaya devam edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Öncelikle belirtelim ki, adil yargılanma ve dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakim, taraflara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmalarını bildirmek için imkan vermeli, tarafları usulüne uygun bir biçimde duruşmaya davet etmelidir. Fakat tarafların kendilerine tanınan bu imkana rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davalarında duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden kaldırılması ( HUMK. m. 409 )veya yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesidir ( HUMK. m. 213, 377 ).
Öncelikle iki taraf da mazeretsiz duruşmaya gelmezse, dava dosyası işlemden kaldırılır. Taraflardan yalnız biri duruşmaya gelir, diğer taraf gelmez ve gelen taraf davayı takip etmeyeceğini bildirirse, dava dosyası yine işlemden kaldırılır ( HUMK. m.409 ).
İkinci olarak, taraflardan yalnız biri duruşmaya gelir ve davayı takip edeceğini bildirirse, davaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir.
Bu şekilde işlemden kaldırılan dosya üç ay daha derdest olmaya devam eder. tık bir ay içinde dava harç yatırılmaksızın, sonraki iki ay içinde harç yatırılarak tarafların birinin başvurusu ile yenilenebilir ( HUM K. m. 409 ). HUMK. 409/3. maddesinde ” … tarafların birinin başvurusu üzerine yenilenebilir” hükmünü içermektedir.
Kanunun açık ifadesi karşısında taraflardan her birinin yenileme talebinde bulunabileceği konusunda bir duraksamanın bulunmaması gerekir.
Gerek kanunda, gerek öğretide ve uygulamada davanın yenilenmesi için; taraflardan birinin dilekçe ile; bir ay içinde harç yatırmadan, sonraki iki ay içinde harç yatırarak toplam üç ay içinde mahkemeye başvurup, davetiye masrafını yatırması dışında herhangi başka bir koşul öngörülmemiştir.
Bununla birlikte, mahkemeden yapılan her talepte olduğu gibi, yenilenme talebinde bulunulabilmesi için, hukuki yararın bulunması bir zorunluluktur ( Y.H.G.K.’nun 21.03.2007 gün 2007/8-161 Esas ve 2007/155 Karar sayılı ilamı ).
İkiden fazla takipsiz bırakılan ya da üç ay içerisinde yenilenmeyen dosyaya uygulanması gereken prosedür ( müeyyide )yine HUMK.’nun 409/5-son maddesinde açıklanmıştır. Böyle bir durumda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409. maddesi emredici bir hükümdür.
Kanunlarda açıkça yazmadıkça ( 3402 sayılı Kadastro Kanunu m. 29 ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 18 )aksine uygulama yapılması yasal olarak olanaklı değildir.
İkinci olarak hizmet tespiti davalarının kamusal niteliğinin söz konusu olması nedeniyle HUMK. m. 409/son hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı hususunun tartışılması gerekir.
Hukukumuzda bir davanın konusu kamu düzeni ile ilgili olsa da, kanunda açıkça hakimin kendiliğinden işi inceleyip sonuçlandırması gerektiği şeklinde bir kural öngörülmemiştir. Diğer bir deyişle bir davanın açılması ve davaya devam edebilmesi için tarafların katılımı gereklidir. Bu durumda HUMK. 409/son maddesinin “Hizmet Tespiti” davasında da uygulanması zorunludur ( YHGK.’nun 04.02.1 998 gün ve 1998/9-840 Esas, 1998/3 Karar sayılı ilamı ).
Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise açılan hizmet tespiti davalarından feragat edilemeyeceğine dair istikrar
kazanmış Yargıtay uygulaması ( YHGK’nun 21.12.2005 gün ve 2005/10-694 Esas, 20051761 Karar sayılı ilamı; 11.02.2004 gün ve 2004/21-54 Esas, 2004/54 Karar sayılı ilamı )karşısında durumun ne olması gerektiği konusudur.
Hemen belirtelim ki, davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, davanın taraflarından birinin ( davacının )netice-i talebinden vazgeçmesidir ( HUMK. 91 ). Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi ( HUMK. 79 ), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir. Ancak bazı istisna hallerinde feragat davayı sona erdirmez. Hakim, feragate rağmen davaya devam etmekle yükümlüdür.
Bu istisnalardan biri de sosyal sigortalılık süresinin tespiti için açılan hizmet tespiti davalarındandır. ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İst. 2001, c: IV sh. 3654 ).
Bilindiği gibi feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz ( Prof. Dr. t.Ejder Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 1975, Altıncı Bası, sh. 479 ). 1982 Anayasasının 12. maddesine göre “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere sahiptir”. 60. maddede ise “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Bu iki hüküm birlikte değerlendirilecek olursa sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve feragat edilemez bir hak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 6. maddesinde de bu ilke aynen benimsenerek, çalışanların işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olduğu, bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği, sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamayacağı belirtilmiştir. Bu haliyle sigortalı olmak, kişi bakımından sadece bir hak olmayıp aynı zamanda bir yükümlülüktür ( M.Çemberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, 1985, sh. 90 ).
Bu nedenle, sigortalılık hakkından feragat edilemez. Kamu düzenini ilgilendiren bu tür tespit davalarında hakimin feragat nedeniyle davayı reddetmeyip özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Zira, sigortalı hizmet tespiti davasının açılması ile Sosyal Sigortalar Kurumu bir çalışma ilişkisinden haberdar olacak, gerektiğinde müfettiş incelemesi yaparak resen prim tahakkuk ettirip, tahsil edecektir. Görüldüğü gibi hizmet tespiti davaları kurumun hak alanını da doğrudan ilgilendirmektedir.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunmasıdır. Bu nedenle, bu davadan feragat eden davacı sadece açtığı davadan değil, “sigortalı olduğunun tespitinden” yani “sosyal güvenlik hakkından” vazgeçmektedir ( Barış Duman, Ankara 2002, 506 sayılı SSK’na Göre Hizmetlerin Tespiti, Yüksek Lisans Tezi, sh. 108 ). ( Y.HG.K.’nun 11.02.2004 gün ve 2004/21-54 Esas, 2004/54 Karar sayılı ilamı ).
Yapılan açıklamalarda da görüleceği üzere, davadan feragat nedeniyle davanın reddi kararı ile, davanın takipsiz bırakılması durumunda verilen davanın açılmamış sayılması kararı sonuçlan itibariyle tamamen birbirinden farklı kararlardır. Davadan feragat halinde kesin hükmün hukuki sonuçlan doğuracağından hakkın özünden vazgeçilmekte, artık Anayasal hak ve yükümlülük olan sosyal güvenlik hakkının mahkemeler önünde ileri sürülme imkanı ortadan kalkmaktadır. Buna karşın 506 Sayılı Kanunun 79. maddesine göre hizmet tespiti davasının açılması için öngörülen 5 yıllık sürenin geçirilmemesi koşuluyla, açılmamış sayılmasına karar verilen bu tür davaların her zaman yeniden açılabilme imkanı mevcuttur. Feragat nedeniyle davanın reddi kararının aksine, kesin hüküm oluşturmaz. Dolayısı ile hizmet tespiti davasından feragat edilmeme kuralı ile bu tür davaların takipsiz bırakılması durumunda açılmamış sayılması gerektiği kuralı birbiri ile çelişmemektedir. Aksi düşünülse idi, Yerel Mahkeme’nin de işlemden kaldırma yönünde ara kararı vermemesi gerekirdi.
Hal böyle olunca, davadan feragat ile davanın açılmamış sayılması müesseselerinin birbirinden tamamen farklı müesseseler olması, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde kanunlarda öngörülen süreler içerisinde her zaman yeniden dava açılabilmesinin olanaklı bulunması, HUMK. m. 409’da açıklanan kuralın emredici bir kural olması ve kanunlarda açıkça bir istisna getirilmemiş olması nedeniyle iki defadan fazla takipsiz bırakılan davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, yargılamaya devam edilerek davanın esastan sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.
Bu durumda, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının davalılardan şirkete geri verilmesine, 05.03.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Davacı, davalıya ait işyerinde askerlik süresi hariç, 1992 yılından, 25.09.2003 tarihine kadar aralıksız çalıştığını, ancak çalışmaların eksik gösterildiğini ve 3600 gün dolmadığından yaşlılık aylığı bağlanamadığını, askerlik süresi ile çakışan 180 günlük sürenin dışlanarak, arta kalan eksik sürelerin tespitine karar verilmesini talep etmiş, mahkemece, davacının istemi doğrultusunda, hizmetlerinin tespitine karar verilmiştir.
Davalılar vekillerince davanın temyiz edilmesi üzerine, Yüksek 21 ‘inci Hukuk Dairesi’nce yapılan temyiz incelemesi sonunda mahkemenin kararı, esastan değil; “21.07.2005, 10.11.2005 ve 09.02.2006 tarihli oturumlara davacı vekilinin gelmediği, oturuma katılan davalıların da, davayı takip etmeyeceklerini bildirdiklerinden, HUMK.’nun 409’uncu maddesi gereğince, yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ve sonradan yenilenmiş olsa da, ilk yenilemeden sonra ikinci kez takipsiz bırakılan davanın, 09.02.2006 tarihli oturumda açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirir” denilerek hükmün usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, Yüksek Daire’nin bozma gerekçesi yerinde bulunmayıp, davanın konusu hizmet tespiti olduğundan, davacısı tarafından davadan feragat hakkına sahip bulunulmadığından, anayasal bir hak niteliğindeki sosyal güvenlik hakkından feragat edilemeyeceğinden, davanın kamusal niteliğine uygun düşmeyen HUMK’nun 409’uncu maddesinin 5’inci fıkrası ile ilgili tutulan bozma gerekçelerine itibar edilmeyerek ilk kararda ısrar edilmiştir.
Mahkemece verilen ısrar kararı isabetlidir. Şöyle ki; öteden beri 21 ‘inci Hukuk Dairesi’nin kökleşmiş kararlarında, davacıların hizmet tespitine ilişkin açtıkları davalarda hiçbir aşamasında davadan feragat ilkesi kabul görmemektedir. Bu tür davalarda davacının davadan feragat taleplerini kabul ederek davanın reddine karar veren mahkeme kararları, Yüksek Dairece bozma şeklinde sonuçlandırılmıştır. Gerekçe olarak; “Sosyal güvenlik hakkı anayasal bir hak olup, sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez” denilmektedir.
Bu nedenle, davasından feragat eden davacının yargılama sırasında bu istemi değerlendirilmeyerek klasik hukukun aksine davacının iradesine itibar edilmeyerek, mahkemece resen, mevcut deliller ve taraflarca ileri sürülmese de gerekli olan ve ihtiyaç duyulan tüm deliller toplanıp değerlendirilerek sonuca gidilmektedir.
Bu tip araştırma yapılmasının nedeni ise, bireyin sosyal güvenlik hakkına sahip çıkmak, sağlamak ve kollamak, Devletin kamusal bir görevidir. Bu unsur Anayasa’nın 60’ıncı maddesinde yer almaktadır. Devlet bu ödevini gerçekleştirmek için üç erkten birisi olan yargı organlarından yararlanır. Yargılamada kamu unsuru ve yararı bulunduğundan, deliller mahkemece resen toplanmakta, yargılama resen yürütülmektedir.
Bu anlatılanların ışığında somut olaya bakıldığında, davacının davadan feragat etmesi söz konusu değildir. Eğer böyle olsa idi, mahkemece yapılacak iş, bu feragati dikkate almayarak yargılamayı sürdürüp, eksik olan delilleri resen toplayarak davayı sonuçlandırmaktan ibaret olacaktı. Nitekim mahkeme de bu yolu izlemiştir. Davacının toplam üç kez duruşmalara katılmamış olması, mahkemenin yargılamayı sürdürüp sonuçlandırmasına engel teşkil etmemiştir.
Oysa ki, Yüksek Dairece, yargılama sürecinde, davacı tarafın duruşmalara iki kez katılmadığı göz önünde bulundurularak, HUMK.’nun 409/5 gereğince üçüncü ve son oturumda dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği halde mahkemece bu hususa uyulmadığından bahisle, yerel mahkemenin esasa ilişkin kabul hükmü bozulmuştur.
Yerel Mahkeme, “Sigortalılık hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemez” ilkesini benimsemiş olduğundan, duruşmalara ikiden fazla katılmamış olan davacının davasını ve isteklerini, mevcut ve resen topladığı delillerle birlikte değerlendirerek sonuca gitmiştir.
Bunun anlamı, mahkemeye intikal eden hizmet tespiti ve kamusal nitelikli davanın özelliği gereği duyarlı ve çok isabetli davranarak, Yargıtay’ın yerleşmiş daire içtihadını özümsemiş biçimde, bilinçli olarak, yargılamayı ortada ve sürüncemede bırakmayarak “resen araştırma” ilkesinin gereği ve olması gereken biçimde sonuçlandırmıştır.
İçtihadın konusu olan “hizmet tespiti davasından feragat edilemez” ilkesinin, HUMK. 91 ve devamı maddelerde yer alan usul hükümlerinin aksine uygulanmasının nedeni, davanın niteliği gereği olup, bu maddeye ilişkin uygulamadaki haklılık payı ne ise, aynı gerekçelerle HUMK. 409’da yer alan “davanın işlemden kaldırılmasına” dair usul hükmünün aksinin uygulanmasının haklılık payı aynı derecede geçerlidir.
Yüksek Daire’nin, “hizmet tespiti davasından feragat edilemez” ilkesinin altında yatan anlayış ve gerekçesi, “yargılama sırasında dosya işlemden kaldırılamaz” şeklinde de tezahür edip, aynı hukuk görüşü ile benimsenmeliydi. Ancak Dairenin bozma gerekçesinde bu görüş yer almamaktadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki “Davadan Feragat” müessesesi, yaptırımları, “dosyanın işlemden kaldırılarak neticede davanın açılmamış sayılmasına” dair uygulama usulünden daha net, daha katı ve çok daha geniştir. “çoğun içinde azı vardır” kuralı burada da ele alınıp, davasını, yalnızca muntazam takip edememiş olan davacının bu ihmalinin, sonuçlan, “davadan feragat etmekten” daha ağır ve aleyhe olmamalıdır. Her iki müessese de, Sosyal Güvenlik Hukuku uygulamalarında, “Hakkın özünden vazgeçmeme” ilkesini korumaya yönelik uygulama olarak yer almaktadır, amaçlar aynıdır.
Hizmet tespiti davalarının yapısı incelendiğinde; davalı taraflarından birisi gerçek kişi, diğeri kamu kurumu ( SSK )olması nedeniyle davanın konusu Devleti, dolayısıyla kamuyu ilgilendirmekte olup, dava sonucunda davacının hizmet tespiti istemi kabul edildiğinde, süresinde sigortalıyı kuruma bildirmeyen ve primlerini ödemeyen işverenden primler cezalı olarak tahsil edileceğinden, SSK’nın aktüeryal dengelerini düzenleyen ve besleyen bir akçeli özellik de taşımaktadır. Bu nedenle mahkemeye intikal eden işlerde, bu iddiaya muttali olunduğundan, kamunun ( mahkemelerin )olaya resen el koyma olgusu başladığından, davacının davadan feragat veya davayı muntazam takip etmemesi halinde dahi bu tür alacakların ( prim aslı ve gecikme cezalarının )tahsili ve sigortalının sosyal güvenlik hakkını ( prim ödeme gün sayısının belirlenmesi ve yaşlılık ay lığına katkıda bulunulması )korumak ve kollamak adına, yargılamayı kesintiye uğratmadan ( açılmamış sayılmasına karar vermek vb. )sonuçlandırmak mecburiyeti vardır. Bunun sonucunda, kayıt dışı çalışma önlendiği gibi, kamusal bütçeye de katkıda bulunulmuş olacaktır.
Mahkemece, bu gerçekler benimsenerek, davacının duruşmalara devamsızlığına rağmen dava yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Yüksek Daire ise, istikrarlı görüşünden dönerek, kendi koyduğu ilkeyi göz ardı ederek, hükmü bozmuştur. 21′ inci Hukuk Dairesi’nin 28.06.2004 tarihli 2004/6261 Esas ve 2004/6324 karar sayılı ilamı da, işbu davanın konusu itibarıyla yerel mahkemenin görüşü ile birebir örtüşen nitelik arz etmektedir. Bu içtihatta görüldüğü üzere, Yüksek Mahkeme, geçmişte bu nedenle; “HUMK. 409’a göre yerel mahkemece davanın takipsiz bırakılmasını ve açılmamış sayılmasına karar verilmesini”, şimdiki uygulamasının tam tersi bozma sebebi yapmıştır.
Diğer bir olumsuzluk da, 506 Sayılı Yasanın 79’uncu maddesi gereğince, hizmet tespiti davalarının açılma süresi; işten ayrılış tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre ile sınırlıdır. Dairenin bozma kararında olduğu gibi, usulü işlemlerle verilen kararlar bozulduğunda, hak düşürücü süre kesintiye uğramadığından, yeniden bir dava açmak için yasanın tanıdığı 5 yıllık sürenin kaçırılması gibi bir olumsuzluk da davacıları bekleyen ihtimaller dahilindedir. Ayrıca bu uygulama, davalarda uygulanan usul ekonomisine de aykırı durum sergilemektedir.
Yukarıda anlatılan bu nedenlerle yerel mahkemenin kararını isabetli bulduğumdan, Yüksek 21 ‘inci Hukuk Dairesi’nin bozma kararını benimseyen Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk bozma kararına katılamamaktayım.
Asuman CELKAN
9. Hukuk Daire Üyesi
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/7736
K. 2005/11444
T. 14.11.2005
• ARALIKSIZ ÇALIŞMANIN TESPİTİ ( Davacının Çalışmasına İlişkin İşveren Tarafından Verilip Verilmediği ya da Çalıştıklarının Kurumca Tespit Edilip Edilmediğinin Yöntemince Araştırılması Gerektiği )
• İŞYERİNİN VAR OLUP OLMADIĞI ( İşyerinin O Dönemde Gerçekten Var Olup Olmadığı Kanunun Kapsamında veya Kapsama Alınacak Nitelikte Bulunup Bulunmadığı Eksiksiz Bir Şekilde Belirlenmesi Gerektiği – Çalışmanın Tespiti )
506/m.79/10
ÖZET : Davacı 1.1.1998, 15.9.2000 tarihleri arasında davalı işveren yanında aralıksız çalıştığının tesbitini istemiştir. Öncelikle davacının çalışmasına ilişkin işveren tarafından verilip verilmediği ya da çalıştıklarının kurumca tespit edilip edilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu yasal koşul oluşmuşsa işyerinin o dönemde gerçekten var olup olmadığı kanunun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır.
DAVA : Davacı davalılardan işverene ait işyerinde 1.1.1998-15.9.2000 tarihleri arasında geçen ve Kurum’a bildirilmeyen çalışmalarının tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacı ile davalılardan Kurum vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M.Altan Çeliker tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Davacı 1.1.1998, 15.9.2000 tarihleri arasında davalı işveren yanında aralıksız çalıştığının tesbitini istemiştir.
Mahkeme davacının 1.2.1999-31.10.1999 tarihleri arasında aralıksız çalıştığının tesbitine, 1.2.1999 tarihinden önceki istemin hak düşürücü süreden 1.11.1999-15.9.2000 tarihleri arasındaki dönemde kanıtlanamadığından reddine karar vermiştir.
506 sayılı Yasanın 79/10.maddesinde yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigrtalılar, çalışmalarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse bu çalışmaların kurumca dikkate alınacağı belirtilmiştir. Maddede gösterildiği üzere, 5 yıllık hak düşürücü sürenin hizmetin geçtiği yılı sonundan başlatılması gerekir. Davacının davalı işyerinde 1.2.1999-31.10.1999 tarihleri arasında geçen çalışmaları kuruma bildirilmiştir. Tesbiti istenen 1.1.1998-31.1.1999 tarihleri arasındaki dönemle ilgili olarak kuruma yasanın aradığı şekilde bildirim yapılmamıştır. Bu dönemin sonu 31.12.1999 tarihi olduğuna göre dava tarihi olan 11.3.2004 tarihine kadar 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmediği, bu durumda davacının istemi itibariyle 1.1.1998 tarihinde 15.9.2000 tarihine kadar yöntemince araştırma yapılması gerektiği ortadadır.
Yasal dayanağı 506 sayılı yasanın 79/10 maddesi olan bu tür davalarda öncelikle davacının çalışmasına ilişkin işveren tarafından verilip verilmediği ya da çalıştıklarının kurumca tespit edilip edilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu yasal koşul oluşmuşsa işyerinin o dönemde gerçekten var olup olmadığı kanunun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilirse de çalışmanın konusu sürekli veya kesintili mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ile alınan ücret konularında tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işverenle, işçiyle ve işyeriyle ilişkileri dikkate alınmalı, tanıklar buna göre isticvap olunmalı, işyerinin kapsam,kapasite ve niteliğiyle bu beyanlar kontrol edilmeli, mümkün oldukça işyerinin müdür, amir,şef gibi görevlileri ve o işyerinde çalıştıkları kayıtlarda mevcut olan öteki çalışanlar ile o işyerine komşu ve yakın işyerlerinde çalıştıkları belgelenen tanıklar dinlenmeli, çalışma olgusu hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde sağlıklı bir biçimde belirlenmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.6.1999 gün ve 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün ve 1999/21-549-555, 5.2.2003 gün ve 2003/21-35-64, 10.11.2004 gün ve 2004/21-538 sayılı kararlarında bu yön açıkça belirtilmiştir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yapılan araştırma, inceleme ve özellikle bilirkişinin hatalı değerlendirilmeleri itibariyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekili ile davalı kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davacıya iadesine, 14.11.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/1013
K. 2005/4568
T. 2.5.2005
• ÇALIŞMANIN TESPİTİ TALEBİ ( Murisin Davalı İşyerinde İlgili Tarihlerde Aralıksız Çalıştığının Tespiti Talebi – Bordrodaki 17 Günlük Eksik Bildirim Yönünden Davanın Reddi Gereği )
• ARALIKSIZ ÇALIŞMA İDDİASI ( Ücret Bordrosundaki 17 Günlük Eksik Bildirim Yönünden Davanın Reddi Gereği – Çalışmanın Tespiti Talebi )
• EKSİK BİLDİRİM ( Murisin Davalı İşyerinde İlgili Tarihlerde Aralıksız Çalıştığının Tespiti Talebi – Bordrodaki 17 Günlük Eksik Bildirim Yönünden Davanın Reddi Gereği )
506/m.79
ÖZET : Davacı murisi Malik Ejder Kabartaş’ın davalılardan işverene ait işyerinde 01.05.1995- 31.01.1998 tarihleri arasında aralıksız olarak geçen çalışmalarının tesbitine karar verilmesini istemiştir.1996/Kasım ayına ait ücret ödeme bordrosundaki imza davacıya aittir. Söz konusu aya ilişkin 17 günlük eksik bildirim yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı murisi Malik Ejder Kabartaş’ın davalılardan işverene ait işyerinde 01.05.1995- 31.01.1998 tarihleri arasında aralıksız olarak geçen çalışmalarının tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Nurten Mursal tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Uyuşmazlık, 1.5.1995-31.1.1998 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalışıldığının tespiti istemine ilişkindir. 1996/Kasım ayına ait ücret ödeme bordrosundaki imza davacıya aittir. Söz konusu aya ilişkin 17 günlük eksik bildirim yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden, 1.6.1996-31.1.1998 tarihleri arasında 216 gün değil, 199 günün tespitine karar verilmelidir. Kararın gerekçesinde de bu yönden, dava kısmen kabul edildiği halde hüküm fıkrasında istem gibi “1.6.1996-31.1.1998 tarihleri arasında SSK kapsamında işçi olarak çalışıldığının tespitine” karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden H.U.M.K.’nun 438/7. maddesi uyarınca hüküm bozulmamalı düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü hüküm fıkrasının 1. bendi silinerek yerine “Davanın kısmen kabulü ile davacıların murisi Malik Ejder Kabartaş’ın, davalı Süreyya Karataş’a ait işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen 1.6.1996-31.1.1998 tarihleri arasındaki 199 günlük hizmetinin tespitine” rakam ve sözcüklerinin yazılmasına ve hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalı Süreyya Karataş’a yükletilmesine, 2.5.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/2055
K. 2006/11857
T. 1.5.2006
• ARALIKSIZ ÇALIŞMANIN TESPİTİ ( İşyeri Puantaj Kayıtları Celbedilip SSK Kayıtlarıyla Birlikte Değerlendirilerek Sonuca Gidilmesi Gerektiği – İhbar Kıdem Tazminatı İle Ücretli İzin Alacağı )
• KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ( Aralıksız Çalışmanın Tespiti – İşyeri Puantaj Kayıtları Celbedilip SSK Kayıtlarıyla Birlikte Değerlendirilerek Sonuca Gidilmesi Gerektiği )
• İŞÇİLİK ALACAKLARI ( İşyeri Puantaj Kayıtları Celbedilip SSK Kayıtlarıyla Birlikte Değerlendirilerek Sonuca Gidilmesi Gerektiği – İhbar Kıdem Tazminatı İle Ücretli İzin Alacağı )
4857/m. 8, 17, 53
1475/m. 14
ÖZET : Mahkemece hükme esas alınan rapor, davacının aralıksız çalıştığını kabul etmektedir.
Davacı Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne ait öğrenci yurtlarında çalışmış olup, SSK kayıtlarına göre giriş çıkışlarla çalışmaya yaz aylarında ara vermek söz konusudur. Davacı tanıkları davacının sürekli çalıştığını beyan etmemiştir. İşyeri puantaj kayıtları celbedilip SSK kayıtlarıyla birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekir.
DAVA : Davacı, ihbar ve kıdem tazminatı ile ücretli izin alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 1 – Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının aralıksız çalıştığı kabul edilerek istekler hüküm altına alınmıştır.
Davacı Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne ait öğrenci yurtlarında çalışmıştır. SSK kayıtlarında giriş çıkışlar mevcut olup yaz ayları için ara vermeler söz konusudur.
Dinlenen davacı tanıkları da aralıksız çalıştığını beyan etmemişlerdir. Davalı tarafın bu yöndeki somut itirazlarına rağmen alınan ek bilirkişi raporunda da dosya içeriğine uygun tatmin edici açıklamalarda bulunulmamıştır. Bu nedenle 2003 yılı öncesi işyeri puantaj kayıtları celbedilip SSK kayıtlarıyla birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile somut bir olguya dayanılmaksızın aralıksız çalıştığı kabul edilerek hüküm kurulması hatalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 1.5.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/11214
K. 2004/1932
T. 15.3.2004
• ARALIKSIZ ÇALIŞMANIN TESPİTİ TALEBİ ( Müfettişler ve Yoklama Memurları Tarafından Tutulan Tutanaklar Aksi Sabit Oluncaya Kadar Geçerli Olduğu )
• MÜFETTİŞLER VE YOKLAMA MEMURLARI ( Tuttukları Tutanakların Aksi Sabit Oluncaya Kadar Geçerli Olduğu – Aksinin Aynı Güç ve Nitelikteki Delillerle Kanıtlanmış Olması Gereği )
• TUTANAKLARIN DELİL NİTELİĞİ ( Müfettişler ve Yoklama Memurları Tarafından Tutulan Tutanaklar Aksi Sabit Oluncaya Kadar Geçerli Olduğu – Çalışmanın Tespiti )
506/m.130
1475/m.89
ÖZET : Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 01.04.1980 – 30.07.1992 tarihleri arasında asgari ücretle, aralıksız olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 130.ncu ve İş Kanununun 89. maddesine göre müfettişler ve yoklama memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Bu tutanakların aksinin aynı güç ve nitelikteki delillerle kanıtlanmış olması gerekir.
DAVA : Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 01.04.1980 – 30.07.1992 tarihleri arasında asgari ücretle, aralıksız olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalılardan Sosyal Sigortalar Kurumu Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Aydın Eser tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Davalı işyerinde 27.04.1983, 27.07.1983, 30.04.1991 ve 31.10.1991 tarihlerinde sigorta müfettişinin yaptığı denetimler sonucu tutulan tutanaklarda bütün çalışanlar tespit edilip imzaları alındığı halde tutanak tarihlerinde davacının çalıştığına ilişkin bir tespit yoktur.
Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 130. ncu ve İş Kanununun 89. maddesine göre müfettişler ve yoklama memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Bu tutanakların aksinin aynı güç ve nitelikteki delillerle kanıtlanmış olması gerekir. Somut olayda davacının anılan nitelikte herhangi bir delil getirmediği anlaşılmaktadır. Kaldı ki talep edilen dönemde 01.06.1990 – 16.07.1990 tarihleri arası 44 gün bir başka işyerinde çalışmış olduğu, keza 01.06.1991 – 30.06.1991 tarihleri arasında isteğe bağlı sigortalı olduğu anlaşılmaktadır. Davacının talebinde samimi olmadığı anlaşıldığı halde davanın reddine karar verilmesi gerekirken salt tanık sözlerine dayanılarak yazılı şekilde karar verilmiş bulunması usul ve yasaya aykırı olup bozulmalıdır.
O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, 15.03.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.