Adil Yargılanma Hakkı İle İlgili Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/11-554
K. 2011/684
T. 23.11.2011
• TAŞIMA SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT ( Davalıya Usulsüz Tebligat Yapıldığı/Taraf Teşkili Sağlanmadan Hüküm Kurulamayacağı – Aksinin Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkının İhlali Olduğu/Önsorun Olarak İncelendiği )
• USULSUZ TEBLİGAT ( Dava Dilekçesi Duruşma Günü Bozma ve Karar Düzeltme İlamı Bozma Sonrası Duruşma Günü Direnme Kararı ve Temyiz Dilekçesinin İsim Benzerliğinden Dolayı Davalı Dışında Başka Şahsa Yapıldığı – Taraf Teşkili Sağlanmadığı )
• TEBLİGATIN DAVALI DIŞINDA BAŞKA ŞAHSA YAPILMASI ( Usulsüz Tebligat – Taraf Teşkili Sağlanmadan Hüküm Kurulamayacağı )
• TARAF TEŞKİLİ ( Taşıma Sözleşmesinden Kaynaklanan Tazminat/Davalıya İsim Benzerliğinden Dolayı Usulsüz Tebligat Yapıldığı – Davalının İddia ve Savunma Hakkının İhlal Edildiği )
• TUTUKLUYA TEBLİGAT ( Taşıma Sözleşmesinden Kaynaklanan Tazminat – Davalı Tutukluya Usulüne Uygun Tebligat Yapılmadığı ve Taraf Teşkili Sağlanmadığı )
• HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI ( Davalıya Tazminat Davasında Dava ve Temyiz Dilekçesi Bozma ve Karar Düzeltme İlamı Tebliğ Edilmediği – İddia ve Savunma Hakkını Kullanmayan Davalı Açısından Bu Hakkın Tam Olarak Kullanılmayarak Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Usulsüz Tebligat – Taraf Teşkili Sağlanmadan Yargılama Yapılmasının Bu Hakkı İhlal Edeceğinin Gözetileceği )
1086/m.73, 429, 434
6100/m.27, Geç.3
7201/m.10, 19
2709/m.36
Tebligat Tüzüğü m.25/2
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6
ÖZET : Dava, taşıma sözleşmesinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Taraf teşkili sağlanıp sağlanmadığı, taraf teşkili sağlanıp savunma hakkı tanınmadan karar verilmesinin mümkün olup olmadığı hususları ön sorun olarak ele alınmıştır. Taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır. Tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır. Dava dilekçesi ve duruşma günü, bozma ilamı, karar düzeltme ilamı, bozma sonrası duruşma günü, direnme kararı ve temyiz dilekçesinin isim benzerliğinden dolayı tutuklu davalı dışında başka şahsa yapılması iddia ve savunma hakkının, hukuki dinlenilme hakkının, adil yargılanma hakkının ihlalidir. Taraf teşkili usulünce sağlanmadan hüküm kurulması hukuka aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabul, kısmen reddine dair verilen 21.05.2008 gün ve 2006/136 E., 2008/180 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 15.12.2009 gün ve 2008/13385 E., 2009/12985 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacılar vekili, davalı İ… G…-G… Tic. A.Ş.nin maliki ve işleteni, davalı M. Y.’ın sürücüsü olduğu TED Ankara Koleji okul servisinde müvekkillerinin murisinin yolcu olarak okuluna gitmekte iken, araç sürücüsünün tam kusuru ile neden olduğu kazada vefat ettiğini, müvekkillerinin olay nedeniyle desteklerinden yoksun kaldıkları gibi derin acılar yaşadıklarını ileri sürerek, fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalması kaydıyla şimdilik, müvekkillerinden Müjde için 200.000 YTL.sı manevi ve sigorta tarafından karşılanmayan kısım için 5.000 YTL.sı maddi, Kamil Haldun için 200.000 YTL.sı manevi ve sigorta tarafından karşılanmayan kısım için 5.000 YTL.sı maddi, Caner için 100.000 YTL.sı manevi tazminatın olay tarihinden itibaren avans faizi ile davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı İ… G…- G… San. Tic. ve Araç Kiralama Hizmetleri ( Rent a Car ) vekili, dava konusu kazayı yapan aracın malikinin müvekkili olmasına karşın aracın 29.6.2004 tarihinde dava dışı C… Tur. Ltd. Şti.ne kiralandığını, olayında bu şirket tarafından aracın işletilmesi sırasında meydana geldiğini, anılan şirketle yapılan sözleşmenin 5.12 maddesi uyarınca trafik kazaları da dahil olmak üzere tüm maddi ve manevi zarar ve ziyandan C…-TUR Tur. Ltd. Şti.nin sorumlu olacağının düzenlendiğini, keza sürücünün de bu şirketin çalışanı olduğunu, sigorta şirketlerinin maddi tazminat taleplerini karşıladığını, talep edilen manevi tazminat miktarının fahiş olduğunu, yasal faiz istenebileceğini savunarak, davanın usul ve esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okul Müdürlüğü vekili, öğrenci servisinin veli ile yaptığı taşıma sözleşmesi ile hizmet verdiğini, aracın okula ait olmadığını, Okul Servis Araçları Hizmet Yönetmeliğinin 5. ve 7. maddelerinin olayda uygulanma yerinin bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma,toplanan kanıtlar, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, murisin okutulması bakım ve yetiştirilmesi için yapılan muhtemel masraf ile sigorta şirketleri tarafından ödenen tazminat miktarları indirildikten sonra davacıların karşılanmamış maddi tazminat hakkının kalmadığı, okul servisinin davalı TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okul Müdürlüğüne ait olmadığı, aracın okulun kullanımına tahsis edilmediği, servis hizmetinin velilerle yapılan taşıma sözleşmesi gereği yapıldığı, olayda kusursuz sorumluluk hallerinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, davalı TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okul Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine, davacı Müjde için 20.000 YTL.sı manevi, davacı Kamil Haldun için 20.000 YTL.sı manevi ve kardeş Caner için 10.000 YTL.sı manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılar İ… G…- G… San. Tic. ve Araç Kiralama Hizmetleri ( Rent a Car ) ve M. Y.’dan tahsiline, maddi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili ve davalı İ… G…- G… San. Tic. ve Araç Kiralama Hizmetleri ( Rent a Car ) vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve davacıların murisinin davalı taşıma şirketine ait araçta yolcu olması nedeniyle kusurunun olmamasına, murisin yetiştiği aile ortamı yüksek tahsil yapmaya yönlendirecek şart ve imkanlara sahip olması nedeniyle asgari ücretin üzerinde tazminata esas gelirin belirlenerek maddi tazminatın hesabında bir usulsüzlük bulunmamasına, taşıma sözleşmesinin davalı İ… G…- G… San. Tic. ve Araç Kiralama Hizmetleri ( Rent a Car ) ile yapılması nedeniyle aracın fiili taşıyana kiralanmasının bu davalının taşıyan olarak sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak olmasına ve ayrıca olay tarihinde geçerli Okul Servis Araçları Hizmet Yönetmeliğinin 7. maddesi hükmü uyarınca da TED Ankara Koleji vakfının taşıyan dışında bir başka sıfatla dahi sorumlu tutulması mümkün bulunmadığından hakkındaki davanın husumet yönünden reddinde de bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davalı İ… G…- G… San. Tic. ve Araç Kiralama Hizmetleri ( Rent a Car ) vekilinin tüm ve davacılar vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Davacılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince, dava, taşıma sözleşmesinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece karara esas alınan 19.03.2008 tarihli bilirkişi raporunda davacılara Ferdi Kaza Koltuk Sigorta Poliçesinden ödenen 50.000 YTL.sı hesap edilen destekten yoksun kalma tazminatından indirilmiş ise de, Ferdi Kaza Sigorta Sözleşmesinde yolcunun ölümü halinde sigortacı, bir meblağ sigortası bedeli olan ölüm tazminatını can sigortası ilkeleri uyarınca aynen ölenin yasal mirasçılarına ödemek yükümlülüğü altındadır. Bu itibarla mahkemece, Ferdi Kaza Koltuk Sigorta Poliçesinden ödenen 50.000 YTL.sının hesap edilen destekten yoksun kalma tazminatından indirilmek suretiyle ve bu durumda tazminat miktarının negatif bakiye verdiğinden bahisle davacı anne ve baba yönünden maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozulduktan sonra, bu kez davacılar vekilince reddedilen temyiz itirazları yönünden karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;
( … 1- Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair karar düzeltme itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davalı TED Ankara Koleji Vakfı ile davalı İ… G…-G… Sanayi Ticaret Taahhüt Taşımacılık ve Araç Kiralama Hizmetleri arasında önceden 22.08.2003 tarihinde sonradan da bu sözleşme yenilenerek 28.09.2004 tarihinde öğrencilerin taşınması hususunda anlaşma yapıldığı, kazanın 06.06.2005 tarihi itibariyle sözleşme süresi içerisinde meydana geldiği hususları tartışmasızdır. Sözleşme başlığı “Öğrenci, öğretmen ve personel taşıma sözleşmesi” olup sözleşmenin konusu başlıklı. 2. maddeye göre “TED Ankara Koleji Vakfı okulları, öğrenci, öğretmen ve personelinin Ankara içi ile İncek kampusu arasında evden okula, okulda eve götürülüp getirilmesi…” olduğu, 3. maddesinde; işin süresinin gösterildiği, 4. maddesinde; güzergahların, 5. maddesinde; alınacak ücretlerin, 6. maddesinde; ilgili aysonunda verilen hizmette bir aksama olması halinde kullanılmak üzere taşıyıcının vakfa 100.000 YTL güvence bedeli yatıracağı, 8.maddesinde; taşımacının 300.000 YTL tutarında kesin ve süresiz teminat mektubunu vakfa vereceği, 9. maddesinde; vergi, resim ve harçların, 10. maddesinde; fesih hususların düzenlendiği, öncelikle 7. maddesinde a ) bendinde; okul servis araçları yönetmeliği hükümlerine uyulacağı b ) bendinde; taşımacının vakıftan onay almadan herhangi bir değişim yapamayacağı, c ) bendinde; taşımacının vakfın belirleyeceği bir sigorta şirketine “Ferdi Kaza Sigortası” yaptırması zorunluluğu, d ) bendinde; 3.kişilere verilerek zararlardan dolayı vakfa rücu edilemeyeceği, m ) bendinde; taşımacının personelinin davalı çalışanlarına ait tüm kararlarına ve genelgelerine uymakla yükümlü olacağı hususları açıkça belirtildiği, davacı tanıklarının da; servis araçlarının kiralanması, taşımacılık işlerinde bulunulması, ihalenin yapılması ve araçların seçim ve denetiminde tamamen okul yönetiminin etkili ve yetkili olduğu, öğrenci ve velilerin söz sahibi olmadıkları yönündeki beyanları karşısında davalı vakfın söz konusu taşıma işini denetleme ve kontrol yetkisine sahip olduğu bu durumda vakfın da taşıyan olarak kabulü gerektiğinden davacı vekilinin bu yöne ilişkin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairenin temyiz bozma ilamının ( 1 ) nolu bölümünün bu hususa ilişen bölümünün ortadan kaldırılarak yerel mahkeme kararının bu nedenle de davacı yararına bozulması gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, taşıma sözleşmesinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçelerle bozulmuş; davacılar vekilinin karar düzeltme istemi üzerine yine yukarıda başlık bölümünde yer alan bozma nedeni de eklenmiştir.
Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davacılar vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca yapılan incelemede işin esasına geçilmeden önce, dosya kapsamına göre dava dilekçesi ve duruşma gününün davalı dışında başka bir kişiye tebliğ edilmiş olması karşısında, taraf teşkili sağlanıp sağlanmadığı, taraf teşkili sağlanıp savunma hakkı tanınmadan yargılamanın yürütülüp, karar verilmesinin mümkün olup olmadığı hususları ön sorun olarak ele alınmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır:
Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.
Bir dâvada davalının, davacının açmış olduğu dâvadan haberdar olması, dâvaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dâva dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.
Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
Mahkemenin, bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( HMK )’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK )’nun 429. maddesinin amir hükmü gereği, zorunludur.
Nitekim, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nun 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434’ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında mahkeme, bozma ilamını taraflara tebliğ edip; kendiliğinden tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve bozma sonrası taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece direnme ya da uyma kararı verilmesi olanaklı değildir ( HGK’nun 26.09.2007 gün ve 2007/11-652 E. -624 K; 02.07.2003 gün ve 2003/2-408 E.-467 K. sayılı ilamları ).
Hal böyle olunca, yargılamada yöntemine uygun olarak taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesine yönelik olarak, tebligata ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde de durulmalıdır:
7201 sayılı Tebligat Kanunu ( Teb.K )’nun 10. maddesinde; “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.” hükmü bulunmaktadır.
6099 sayılı Kanunla; bu maddenin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere “Bilinen son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır”düzenlemesi getirilmiştir.
Anılan Kanunun “Mevkuf ve mahkumlara tebligat” başlıklı 19. maddesinde: “Mevkuf ve mahkumlara ait tebliğlerin yapılmasını, bunların bulunduğu müessese müdür veya memuru temin eder.” hükmü yer almakta;
Tebligat Tüzüğünün 25. maddesinin 2. fıkrasının son cümlesinde de; “Mahkuma tebligat yapılamazsa, tebliğ mazbatasına, müdür veya memur tarafından sebebi gösterilmek suretiyle şerh verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın, usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.
Anılan Kanun ve Tüzüğün bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.
Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, Kanun ve Tüzük hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.
Taraf teşkili konusuna gelince;
Bir dâvada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede dâvada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ve iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler sayesinde verilir. Tebligat, yargılamanın makûl sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usûli işlemdir ( Mehmet Ruşen Gültekin, Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, ( Doktora Tezi ), Ankara 2006, s. 16, 17 ).
Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasasının 36. maddesi ile direnme kararının verildiği tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nun 73. maddesinde de ( 6100 sayılı HMK’nun 27. maddesi ) açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd ).
Çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. 01.10.2011 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 27. maddesi uyarınca Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin, duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir.
Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir ( HGK’nun 04.03.2009 gün ve 2009/9-52 E.-2009/105 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K. sayılı ilamları ).
Hukuki dinlenilme hakkına gelince:
Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nöe de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesi hükmüne göre:
” ( I ) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
( 2 ) Bu hak;
a ) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b ) Açıklama ve ispat hakkını,
c ) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira, insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gereklidir.
Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir.
Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir ( bkz. 6100 sayılı HMK.nun Hükümet Gerekçesi madde 32 ).
Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenmesi, başka kimsenin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar, yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı, doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Hukukî dinlenilme hakkı yargılamanın süjesi olan herkese aittir. Dava sonunda hukukî durumu etkilenecek olan kişilere, yargılamadaki durumlarına uygun şekilde bu hak tanınacaktır. Tanık ve bilirkişilerin kendileri ile ilgili bir sonuç doğması halleri dışında, hukukî dinlenilme hakkı bulunmamaktadır. Davada taraflar, çekişmesiz-yargı işlerinde ilgililer bu hakka sahip oldukları gibi, fer’i müdahilin de kendi hakkıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkı bulunmaktadır.
Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
Hukukî dinlenilme hakkına aykırılık -bir istinaf gerekçesi ve -temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlâlinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlâli çerçevesinde de Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi’ne başvurulabilir.
Kanunda da açıkça belirtildiği gibi, hukukî dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır ( 6100 sayılı HMK madde 27/2 ).
Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı” dır.
Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilerime hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usûlüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabî olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
Hukukî dinlenilme hakkının ikinci unsuru “Açıklama ve İspat Hakkı” dır.
Buna göre de, hak sahibinin bilgilendiği hususlarda açıklama hakkı tam olmalıdır. Açıklama hakkı kapsamına, yargılamanın temelini oluşturan vakıalar, bunların ispatına ilişkin faaliyet ve hukukî sebepler girmektedir. Bununla birlikte, açıklama hakkı sınırsız bir içini dökme hakkı değildir. Bu konuda hakkın özünü zedelemeyen, yargılamanın sağlıklı işlemesine yönelik sınırlamalar getirilebilir. Ancak, hakkı anlamsız kılacak sınırlamalar kabul edilemez. Bu çerçevede örneğin, makul kabul edilebilecek, iddia ve savunmayı genişletme yasağı ile delil gösterilmesi konusunda getirilen sınırlamalar hukukî dinlenilme hakkına aykırı sayılmaz. Burada, teksif ilkesi ve usûl ekonomisi ortaya çıkacak, hukukî dinlenilme hakkı ihlâli sonucunu doğurmayan, teksif ilkesine ve usûl ekonomisine uygun olan sınırlamalar kabul edilebilecektir. Açıklama hakkının ne şekilde kullanılacağını ise, kural olarak ilgili yargılama usûlü belirler.Açıklama hakkının kullanılması için ilgiliye gerekli ortam hazırlanmasına rağmen, kişi bu hakkı kullanıp kullanmamakta serbesttir, hakkını kullanmayarak haktan feragat edebilir.
Hukukî dinlenilme hakkının üçüncü unsuru “Dikkate Alınma Hakkı”dır.
Taraf açıklamalarını yargı organları, tam olarak dikkate alıp değerlendirmelidir. Ancak bu şekilde ilgililer gerçek anlamda yargılamayı etkileyen bir yargılama süjesî haline gelmiş olur. Aksi halde bilgilenme ve açıklama hakkı anlamsız kalacaktır. Bu sebeple, dikkate alma ve değerlendirme, yargı organı için mutlak bir yükümlülüktür ( Hakan Pekcanıtez- Oğuz Atalay- Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 272- 278 ).
Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silâhların eşitliği ilkesidir. Silâhların eşitliği ilkesi, yine, AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silâhların eşitliği ilkesi, dâvanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makûl bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Silâhların eşitliği ilkesi, AİHM’nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde geçmektedir.
Bu konuda AİHM’nin Türkiye’ye ilişkin bir değerlendirmesi Mehmet Göç/Türkiye kararında yer almıştır. AİHM, “mahkemece belirlenen tazminatı yetersiz bulan başvurucunun dâvasının, Yargıtay aşamasında devam etmekte olduğu bir sırada başvurucu, Yargıtay önündeki yargılamada başarı olanaklarını zayıflatacak her türlü sunumdan bilgi edinmek hakkına sahiptir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtay’a sunduğu tebliğnamesinin başvurucuya tebliğ edilmemesi, Sözleşmenin 6. maddesinin ihlâlidir” sonucuna varmıştır.
Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usûlde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir ( Mehmet Ruşen Gültekin, a.g.e., s. 17 vd. ).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında;
Mahkemece dava dilekçesi ve duruşma günü, bozma ilamı, karar düzeltme ilamı, bozma sonrası duruşma günü, direnme kararı ve temyiz dilekçesinin isim benzerliğinden dolayı davalı M. Y. dışında başka bir şahsa yapılmıştır.
Diğer taraftan, yerel mahkeme kararı ile temyiz dilekçesi de aynı tebligat zarfı içerisinde tutukevinde bulunan davalı M. Y.’ın tebliğ anında orada bulunmama nedeni gösterilmeden “yetkili müdüre” yapılmıştır. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun yukarıda açıklanan 19.maddesi ve ilgili tüzük hükmü gereğince, tutukevinde bulunan davalı M. Y.’a tebliğlerin yapılmasını, bulunduğu müessese müdür veya memurunun temin edip; tebligat yapılamazsa, bunlar tarafından sebebi gösterilmek suretiyle tebliğ mazbatasına şerh verilmesi gerekirken; buna uyulmamakla mahkeme kararı ve temyiz dilekçesinin de usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, dava dilekçesi ve duruşma gününün, bozma ilamının, karar düzeltme ilamının, bozma sonrası duruşma gününün, direnme kararı ve temyiz dilekçesinin isim benzerliğinden dolayı davalı M. Y. dışında başka bir şahsa yapılması; ilk kararın ve temyiz dilekçesinin de, açıklanan şekilde 7201 sayılı Kanunun 19. maddesi ve ilgili tüzük hükümlerine aykırı olarak tebliğ edilmiş olması; yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve ortaya konulan tüm ilkelerin ihlali anlamındadır.
O halde, davalıya dava dilekçesi ve duruşma günü, mahkeme kararı, temyiz dilekçesi, bozma ilamı, karar düzeltme ilamı ve bozma sonrası duruşma günü usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden, taraf teşkili usulünce sağlanmadan yargılamaya devam olunup, hüküm kurulması olanaklı değildir.
Yerel Mahkemece, dava dilekçesi ve duruşma günü, mahkeme kararı, temyiz dilekçesi, bozma ilamı, karar düzeltme ilamı ve bozma sonrası duruşma günü davalıya usulünce tebliğ edilmiş gibi işlem tesis edilip, taraf teşkili sağlanmadan duruşma açılarak; davalının yokluğunda ve ona hukuki dinlenilme hakkı tanınmadan, savunma ve adil yargılanma hakkını kısıtlar biçimde yargılama yapılıp sonlandırılması ve sonuçta da davalının aleyhine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle ön sorunun kabulü ile diğer hususlar incelenmeksizin kararın salt bu usulü nedenlerle bozulması gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 23.11.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/9-195
K. 2008/209
T. 23.9.2008
• YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI TEBLİĞNAMESİNİN SANIĞA TEBLİĞ EDİLMEMESİ ( Tebliğnamenin Tebliği İle Amaçlanan Tebliğnamedeki Görüşlerden Haberdar Edilme ve Karşı Görüşlerini Bildirme Olanağının İlgililere Tanınması Gerektiği )
• TEBLİĞNAMENİN TEBLİĞİ ( Tebliğnamedeki Görüşlerden Haberdar Edilme ve Karşı Görüşlerini Bildirme Olanağının İlgililere Tanınması Gerektiği )
• TEBLİĞNAMENİN AMACININ GERÇEKLEŞMEMESİ ( Tebliğnamenin Tebliği İle Tebliğnamedeki Görüşlerden Haberdar Edilme ve Karşı Görüşlerini Bildirme Olanağının İlgililere Tanınması Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Tebliğnamenin Tebliği İle Amaçlanan Tebliğnamedeki Görüşlerden Haberdar Edilme Ve Karşı Görüşlerini Bildirme Olanağı İlgililere Tanınması Gerektiği )
1412/m.316
5271/m.277, 297
ÖZET : Sanıklar müdafiine tebliğname 05.12.2007 tarihinde tebliğ edilmiş ise de, bu tebliğ yasanın aradığı bir tebliğin sonuçlarını gerçekleştirmekten uzaktır, zira Özel Dairece, henüz tebliğname tebliğ edilmeden hüküm incelenerek 03.12.2007 tarihinde düzelterek onama kararı verilmiş, dolayısıyla tebliğnamenin tebliği ile amaçlanan, tebliğnamedeki görüşlerden haberdar edilme ve karşı görüşlerini bildirme olanağı ilgililere tanınmamıştır.
DAVA : Sanıklar M. A., K. A., A. A., E. A., A. S. Y. ve F. A.’ın 765 sayılı TCY’nın 383/2 ve 59/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 6’şar ay hapis ve 75’er YTL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, sanıklar O. B., C. U., Ö. A. ve A. Ö.’ın beraatlerine ilişkin Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 11.04.2007 gün ve 19-131 sayılı hüküm, O yer C.Savcısı ile sanıklar K. A., A. A., E. A., A. S. Y., F. A. ve M. A. müdafileri ve katılan F. G. vekili tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 03.12.2007 gün ve 11002-8877 sayı ile;
“… 1- Sanıklar K. A., E. A., A. A. ve M. A. ile ilgili olarak;
Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanıklar müdafilerinin yerinde görülmeyen sair itirazlarının reddine ancak;
Şikayetçi olan F. G.’nun davaya katılmasına karar verilmediği halde sanıklar aleyhine vekalet ücretine hükmolunması,
Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenle bozulmasına, bu cihetin yeniden duruşma yapılmaksızın CMUK.nun 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasının vekalet ücretiyle ilgili kısmından, sanıklar K. A., E. A., A. A.. ve M. A. aleyhine vekalet ücretine hükmolunmasına ilişkin kısmın çıkarılması suretiyle, diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına,
2- Sanıklar F. A., A. S. Y. müdafileri ile C.Savcısının bu sanıklara yönelik temyizlerine gelince;
a ) S. A.Ş. yetkilisi olan sanık F. A.’ın; istasyonun tank ve pompaları arasındaki boruların değiştirilmesi, kaçak kontrolü için görevlendirildiğini ve yaptığı işin patlamanın meydana geldiği yer altındaki akaryakıt tankları ile ilgili olmadığını belirtmesi ve BP. Anonim Şirketinde Akaryakıt Satış Müdürü olan sanık A. S. Y.’in de savunmasında ileri sürdüğü B.P.A.Ş. ile B. A.Ş. arasındaki sözleşmeyi Yatırımlar Müdürü A. Y.’ın yaptığını beyan etmesi karşısında; belirtilen hususlar araştırılıp değerlendirilmeden eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm tesisi,
b ) Kabule göre de;
Şikayetçi olan F. G.’nun davaya katılmasına karar verilmemesine rağmen sanıklar aleyhine vekalet ücreti tayini…” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 22.07.2008 gün ve 155594 sayı ile;
“…5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 8.maddesi uyarınca yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nun 316.maddesine 4778 sayılı Yasanın 2.maddesi ile eklenip, 4829 Yasanın 20.maddesi ile değiştirilen 3.fıkrasında ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine dairesince tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevap verebilir’ hükmüne yer verilmiştir.
CMUK’nun 316/3.maddesindeki hüküm adil yargılama hakkı ve savunma hakkı ile ilgili ve buyurucu nitelikte olup uyulması zorunludur.
Anılan düzenleme, Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen, AİHS.nin 6.maddesi ile de ilgilidir.AİHM.nin 09.11.2000 gün ve 36590-97 sayılı Göç/Türkiye kararında,Yargıtay C.Başsavcılığı tebliğnamesinin tebliğ edilerek buna karşı görüş bildirme olanağının tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği sağlanmadığından adil yargılama hakkına aykırı davranıldığı kabul edilerek, sözleşmenin 6/1.maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılması üzerine, 2003 yılında Yasa Koyucu tarafından bu düzenleme Yargılama Yasamıza eklenmiştir.Nitekim 5271 sayılı CMK’nun 297.maddesinde de aynı hükme yer verilmiştir.
Dosya içeriğiyle; 08.11.2007 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımızca düzenlenen ve sanıklar müdafiine tebliğe çıkarılan tebliğnamenin 05.12.2007 tarihinde sanıklar müdafiinin sekreterine tebliğ edildiği, ancak Yargıtay 9.Ceza Dairesince tebligatın dönüşü beklenmeden ve dolayısıyla sanıklar müdafiinin 10.12.2007 tarihli tebliğnameye karşı cevap dilekçesi irdelenmeden 03.12.2007 tarihinde karar verilerek hükmün düzeltilerek onandığı anlaşılmaktadır.
Tebliğnamenin dönüşü beklenmeden ve sanıklar müdafiinin tebliğnameye karşı cevap dilekçesi irdelenmeden hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesinin adil yargılama hakkına ve savunma hakkına ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 316/3.maddesindeki yasal düzenlemeye aykırılık oluşturmaktadır, gerekçesiyle itiraz yasa yoluna başvurularak Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 03.12.2007 gün ve 11002-8877 sayılı düzelterek onama kararının kaldırılarak, hükmün yeniden incelenmek üzere dosyanın Yargıtay 9.Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, Yargıtay C.Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, 1412 sayılı Yasanın 316/3 fıkrasına uygun olarak sanıklar müdafiine tebliğ edilip edilmediği ve bu halin savunma hakkını kısıtlayan veya ortadan kaldıran bir hukuka aykırılık nedeni oluşturup oluşturmayacağının saptanmasına ilişkindir.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 316. maddesine 02.01.2003 gün ve 4778 sayılı Yasanın 2. maddesi ile eklenip, 19.03.2003 gün ve 4829 sayılı Yasanın 20. maddesiyle değiştirilen 3. fıkrası uyarınca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsî davacı veya vekillerine tebliği zorunludur.
Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen, AİHS’nin 6. maddesindeki adil yargılanma ilkesiyle ilgili olan bu hüküm, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 09.11.2000 gün ve 36590-97 sayılı Göç/Türkiye kararı ile 1412 sayılı usül yasamızda pozitif bir norm şeklinde düzenlenmiş olup, aynı hükme 5271 sayılı CYY nın 297. maddesinde de yer verilmiştir. Gerek uluslararası hukuk metinlerinde, gerekse ulusal yasalarda, adil yargılanma hakkının gereği olarak yer verilen bu hüküm buyurucu nitelikte olup, uyulması zorunludur.
İncelenen dosyada;
Yargıtay C.Başsavcılığınca düzenlenen, 08.11.2007 gün ve 228199 sayılı tebliğnamenin, sanıklar K. A., E. A. ve A. A. müdafisi, Avukat Z. B. K.’a 05.12.2007 tarihinde tebliğ edildiği, sanıklar müdafileri tarafından, 11.12.2007 havale tarihli dilekçe ile Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesine tebliğnameye karşı beyanları içeren 6 sayfalık dilekçe verildiği, bu dilekçenin 11.12.2007 tarihinde Yargıtay C.Başsavcılığına gönderildiği, henüz sanıklar müdafiine tebliğnamenin tebliğ edilmediği bir aşamada Yargıtay 9. Ceza Dairesince dosyanın incelenerek 03.12.2007 gün ve 11002-8877 sayı ile karara bağlandığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda, sanıklar müdafiine tebliğname 05.12.2007 tarihinde tebliğ edilmiş ise de, bu tebliğ yasanın aradığı bir tebliğin sonuçlarını gerçekleştirmekten uzaktır, zira Özel Dairece, henüz tebliğname tebliğ edilmeden hüküm incelenerek 03.12.2007 tarihinde düzelterek onama kararı verilmiş, dolayısıyla tebliğnamenin tebliği ile amaçlanan, tebliğnamedeki görüşlerden haberdar edilme ve karşı görüşlerini bildirme olanağı ilgililere tanınmamıştır. Bu itibarla İtirazın kabulü ile Özel daire düzelterek onama kararının kaldırılıp, tebliğnameye verilen cevaplar da değerlendirilmek suretiyle yeniden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 03.12.2007 gün ve 11002-8877 sayılı düzeltilerek onama kararının itiraza konu hükümlüler bakımından belirtilen usule aykırılık nedeniyle sair yönleri incelenmeksizin KALDIRILMASINA,
3-Dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 23.09.2008 günlü müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/2778
K. 2012/4081
T. 11.6.2012
• KOOPERATİF GENEL KURUL KARARININ İPTALİ ( Tarafların Tüm Delillerinin Açıkça Değerlendirilerek Davanın Hangi Gerekçeyle Reddedildiğinin Karara Yansıtılması Gerektiği – Yetersiz Gerekçe ile Hüküm Kurulmasının Hukuk Devleti İlkesi ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği )
• HUKUK DEVLETİ İLKESİ ( Kooperatif Genel Kurulu Kararı İptali İsteği – Yetersiz Gerekçe ile Hüküm Kurulmasının Hukuk Devleti İlkesi ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği )
• DAVANIN YETERSİZ GEREKÇE İLE REDDEDİLDİĞİ ( Karara Yansıtılması Gerektiği – Kooperatif Genel Kurulu Kararı İptali İstemi )
• HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI ( Kooperatif Genel Kurulu Kararı İptali – Yetersiz Gerekçe ile Hüküm Kurulmasının Hukuk Devleti İlkesi ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği )
• YETERSİZ GEREKÇE ( ile Hüküm Kurulmasının Hukuk Devleti İlkesi ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği – Kooperatif Genel Kurulu Kararı İptali Talebi )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Yetersiz Gerekçe ile Hüküm Kurulmasının Hukuk Devleti İlkesi ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkını İhlal Ettiği – Kooperatif Genel Kurulu Kararı İptali Davası )
1086/m.388/3
6100/m.27,297
2709/m.141/3
ÖZET : Dava, kooperatif genel kurul kararı iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, tarafların tüm delillerinin açıkça değerlendirilerek davanın hangi gerekçeyle reddedildiğinin karara yansıtılması gerekirken, yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması, Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. Somut olayda, mahkemenin “genel kurul kararının kanun ve kooperatif anasözleşmesine aykırılığının tespit edilemediği” şeklindeki gerekçesinin anılan ilkelere uygun ve yeterli bir gerekçe olarak kabulü mümkün olmadığından, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki kooperatif genel kurul kararının iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, 28.03.2010 tarihli genel kurulda divan başkanlığını ortaklıktan ihraç edilen ve davacı ile şahsi uyuşmazlıkları bulunan ortak F. B.’nin yaptığını, ortaklıktan ihraçları görüşülecek ortaklar genel kurul salonunda bulunmakta iken haklarında oylama yapıldığını, daha önce kooperatif ile ticari faaliyetleri bulunan ortakların da yönetim ve denetim kurulunun ibralarında, bilançonun kabul ve reddine oy kullandıklarını, önceki genel kurulda 40 ortaktan söz edildiği halde dava konusu genel kurula 20 ortak katıldığını, ortakların tespiti halinde bu genel kurulun yok hükmünde olduğunu, yeni yönetime olağanüstü genel kurul yapılacağı bilinmediği halde 2010 yılında yapılacak bir olağanüstü genel kurula kadar 20.000,00 TL harcama yetkisi verildiğini ileri sürerek, kooperatifin 28.03.2010 tarihli genel kurulunda alınan tüm kararların iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı temsilcisi, cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, alınan genel kurul kararının kanun ve kooperatif anasözleşmesine aykırılığı tespit edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı temyiz etmiştir.
1 ) Dava, kooperatif genel kurul kararı iptali istemine ilişkindir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesinin 3 ncü bendine ve temyiz inceleme tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c maddesine göre, hükmün, iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri de kapsaması gerektiği öngörülmüştür. Yine Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası hükmü de tüm mahkeme kararının gerekçeli olmasını amir bulunmaktadır. Kararlarda bulunması gereken gerekçeler sayesinde taraflar, hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi, karar aleyhine kanun yoluna başvurulduğunda da HUMK’ un 428 nci maddesi uyarınca Yargıtay incelemesi sırasında ancak bu gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı saptanabilecektir. Diğer bir anlatımla Yargıtay denetimi ancak bir kararın gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Açıklanmaya çalışıldığı üzere, mahkemece, tarafların tüm delillerinin açıkça değerlendirilerek davanın hangi gerekçeyle reddedildiğinin karara yansıtılması gerekirken, yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması, Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. Somut olayda, mahkemenin “genel kurul kararının kanun ve kooperatif anasözleşmesine aykırılığının tespit edilemediği” şeklindeki gerekçesinin anılan ilkelere uygun ve yeterli bir gerekçe olarak kabulü mümkün olmadığından, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
2 ) Bozma nedenine göre, davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2011/7298
K. 2011/5029
T. 29.6.2011
• CİNSEL SALDIRI ( Yargılamanın Yenilenmesi Talebini Farklı Bir Hakimin İncelemesi Gereği – İlk Yargılamada Görev Alan Mahkeme Başkanının Yargılamanın Yenilenmesi Talebinin Reddine Dair Kararda Görev Almaması Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Yargılamanın Yenilenmesi Talebini Farklı Bir Hakimin İncelemesi Gereği – İlk Yargılamada Görev Alan Mahkeme Başkanının Yargılamanın Yenilenmesi Talebinin Reddine Dair Kararda Görev Almasının Adil Yargılanma Hakkına Aykırı Olduğu )
• YARGILAMANIN YENİLENMESİ ( Talebin Farklı Bir Hakim Tarafından İncelenmesi Gerektiği – İlk Yargılamada Görev Alan Mahkeme Başkanının Yargılamanın Yenilenmesi Talebinin Reddine Dair Kararda Görev Almasının Adil Yargılanma Hakkına Aykırı Olduğu )
5237/m.102
5271/m.3
ÖZET : Cinsel saldırı suçunda; adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir hâkimin, yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerektiği cihetle, somut olayda ilk yargılamada görev alan mahkeme başkanının yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair kararda da görev almış olduğu gözetilmelidir.
DAVA : Cinsel saldırı suçundan sanığın, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/2, 102/3-d, 62/1. maddeleri uyarınca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 8.11.2005 tarihli ve 2005/37 esas, 2005/304 Sayılı kararının Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18.5.2010 tarihli ve 2006/8393 esas, 2010/3649 Sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesini müteakip, sanık vekili tarafından yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine ilişkin aynı Mahkemenin 23.8.2010 tarihli ve 2010/912 değişik iş sayılı kararına yapılan itirazın reddine dair Düzce Ağır Ceza Mahkemesi’nin 4.9.2010 tarihli ve 2010/985 değişik iş sayılı kararının;
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 23/3. maddesinde yer alan “… Yargılamanın yenilenmesi hâlinde önceki yargılamada görev yapan hâkim aynı işte görev alamaz.” şeklindeki düzenleme ile aynı Kanun’un 318/1. maddesindeki “… Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir.” biçimindeki düzenleme karşısında, ilk kararı veren hâkimin olayla ilgili kanaatinin oluştuğu, görüşünün ilk hükümle belirginleştiği, yeniden yargılama aşamasında ya da bu aşamaya götürecek talebin kabule değer olup olmadığına dair vereceği kararda önceki kanaat ve görüşünün etkisi altında kalabileceği, bu sebeple adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir hâkimin, yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerektiği cihetle, somut olayda ilk yargılamada görev alan mahkeme başkanının yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair kararda da görev almış olduğu gözetilmeden, itirazın bu yönden kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 17.4.2011 gün ve 19918 Sayılı kanun yararına bozmaya atfen C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:
KARAR VE SONUÇ : Kanun yararına bozma istemine dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarname içeriğinin yerinde olduğu. Hakim Şenol Demir’in ilk kararı veren heyette de yer aldığı anlaşıldığından, Düzce Ağır Ceza Mahkemesi’nin 4.9.2010 tarihli 2010/985 Değişik İş sayılı kararının C.M.K.nun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, dosyanın merciine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/1598
K. 2012/2197
T. 12.3.2012
• KADASTRO TESPİTİNDEN DOĞAN DAVA (Davaların Hangi Gerekçe İle Reddedildiği Konusunda Herhangi Bir Gerekçe Belirtilmeden Karar Oturumundaki Beyanlara Yollama Yapılmak Suretiyle Hüküm Kurulamayacağı)
• KARARLARIN GEREKÇELİ OLMA ZORUNLULUĞU (Kadastro Tespitinden Doğan Dava – Kararın Gerekçesi İle Hüküm Fıkrası Birbirine Sıkı Sıkıya Bağlı Olup Uyumlu Bulunmasının Zorunlu Olduğu)
• ADİL YARGILANMA HAKKI (Aleni Yargılanma Prensibi İle Hukuki Dinlenilme Hakkı Duruşmaların Açık Yapılması Kadar Hükmün Açık Duruşmada Tefhimini ve Kararların Gerekçeli Olmasını Zorunlu Kıldığı – Kadastro Tespitinden Doğan Dava)
2709/m.36,141
6100/m.27, 28, 297, 298
AİHS m. 6
ÖZET : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ‘nın 36. maddesinde kabul edilen adil yargılanma hakkının garantileri arasında aleni yargılanma ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkı da yer almaktadır. Aleni yargılanma prensibi ile hukuki dinlenilme hakkı, duruşmaların açık yapılması kadar hükmün açık duruşmada tefhimini ve kararların gerekçeli olmasını zorunlu kılmaktadır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrası birbirine sıkı sıkıya bağlı olup, uyumlu bulunması zorunludur. Dava konusu olayda davaların hangi gerekçe ile reddedildiği konusunda herhangi bir gerekçe belirtilmeden karar oturumundaki beyanlara yollama yapılmak suretiyle hüküm kurulması isabetsizdir.
DAVA : Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü:
KARAR : Kadastro sırasında 349 ada 3, 4, 5, 6 ve 8 parsel sayılı 421.58; 412.23; 824; 828.40 ve 413.56 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlardan, irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle 349 ada 3 parsel Gülser, 349 ada 4 parsel Turgut, 349 ada 5 parsel sayılı taşınmaz B.Ali, 349 ada 6 parsel Durali, 349 ada 8 parsel Sevgül adlarına, 349 ada 7 parsel sayılı taşınmaz ise kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle 349 ada 3, 4, 5, 6 ve 8 parsel maliklerinin müşterek metası olarak tespit edilmiştir. Davacı Ramazan, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle 349 ada 3, 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazların bir bölümü hakkında B.Ali, Emel, Emrah, Nuray, Nurten, Ayten, Öznur ve Aytekin’i davalı olarak göstermek suretiyle, davacı B.Ali ise irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle 349 ada 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların sınırlarının 08.08.2005 tarihli taksim krokisi gereğince belirlenmesi istemiyle dava açmışlardır. Mahkemece davalar birleştirilerek yapılan yargılama sonunda her iki davanın reddine, taşınmazların tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılardan Ramazan tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece Ramazan ile davalı-davacı B.Ali’nin karar oturumundaki beyanlar dikkate alınmak suretiyle davaların reddine karar verilmiş ise de, verilen karar dosya kapsamına uygun bulunmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkına yer verilmiştir. Adil yargılanma hakkının garantileri arasında aleni yargılanma ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkı da yer almaktadır. Anılan prensiplerin amacı, yargılama süresini ve kararın verilişini kamu denetimine açık tutmak suretiyle adaletin yerine getiriliş biçimini görünür kılmak, kamu eliyle karar verme süresini denetleyerek kişinin adil yargılanma hakkını güvence altına almak ve adalete güveni korumaktır. Aleni yargılama prensibi ile hukuki dinlenilme hakkı, duruşmaların açık yapılması kadar hükmün açık duruşmada tefhimini ve kararların gerekçeli olmasını zorunlu kılmaktadır. Anayasamızın 141, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddeleri ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27 ve 28. maddelerinde bu hususlara işaret edilmektedir. 1086 sayılı Yasa’nın 388. ve 389. maddeleri ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. ve 298. maddeleri kararın gerekçe içermesini zorunlu kılmaktadır. Anılan maddeler uyarınca gerekçe, “iki tarafın iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri” içermelidir. Başka bir deyişle gerekçe; hüküm fıkrasında yazılı sonuçlara nasıl varıldığının tereddüte yer bırakmayacak şekilde açıklanmasıdır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrası birbirine sıkı sıkıya bağlı olup uyumlu bulunması zorunludur. Açık duruşmada tefhim olunan hüküm fıkrasında varılan sonucun nedenlerini açıklamayan ifadelerin gerekçe olarak kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi gerekçenin farklı bir sonuca ilişkin bulunması da aleni yargılama prensibi ile hukuki dinlenilme hakkı ile doğrudan çelişmektedir.
SONUÇ : Dava konusu somut olayda belirtilen hususlar gözardı edilerek davaların hangi gerekçe ile reddedildiği konusunda herhangi bir gerekçe belirtilmeden karar oturumundaki beyanlara yollama yapılmak suretiyle hüküm kurulması isabetsiz olup, davacı Ramazan’ın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 12.03.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/13-250
K. 2011/190
T. 27.9.2011
• ADİL YARGILANMA HAKKI (Hırsızlık – Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Olarak Tebliğname Düzenleyip Görüş Bildirdiği Olayda Özel Dairede İşin Müzakeresine Katılıp Oy Kullanamayacağı/Böyle Bir Kararın Yok Hükmünde Sayılacağı)
• HAKİMİN DAVAYA BAKAMAYACAĞI HALLER (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Olarak Tebliğname Düzenleyip Görüş Bildirdiği Olayda Aynı Kişinin Özel Dairede İşin Müzakeresine Katılıp Oy Kullanamayacağı/Böyle Bir Kararın Yok Hükmünde Sayılacağı – Hırsızlık)
• YARGI YERİNİN TARAFSIZLIĞI KUŞKUSU (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Olarak Tebliğname Düzenleyip Görüş Bildirdiği Olayda Özel Dairede İşin Müzakeresine Katılıp Oy Kullanamayacağı/Böyle Bir Kararın Yok Hükmünde Sayılacağı – Hırsızlık)
• SAVCININ ÖZEL DAİRE KARARINDA HAKİM OLARAK GÖRÜŞ BİLDİRİMESİ (Aynı Kişi Aynı Davada Cumhuriyet Savcılığı Adli Kolluk Görevi Şüpheli veya Sanık Müdafiliği ya da Mağdur Vekilliği Yapmışsa Yargılamanın Devam Eden Sürecinde Hakimlik Görevi Yapamayacağı)
• YOK HÜKMÜNDEKİ ÖZEL DAİRE KARARI (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Olarak Tebliğname Düzenleyip Görüş Bildirdiği Olayda Özel Dairede İşin Müzakeresine Katılıp Oy Kullanamayacağı/Böyle Bir Kararın Yok Hükmünde Sayılacağı)
5271/m.22/1-g
2797/m.28/2
ÖZET : Sanıkların hırsızlık suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, tebliğname düzenleyen Yargıtay Cumhuriyet savcısının, Özel Dairesinde aynı işin temyiz incelemesinde görev yapmasının, 5271 Sayılı C.M.K.nın 22/1-g maddesi uyarınca, hakimin davaya bakamayacağı hal olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir. Aynı kişi aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adli kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği ya da mağdur vekilliği yapmışsa, yargılamanın devam eden sürecinde 5271 sayılı kanunun 22. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi uyarınca hakimlik görevi yapamayacaktır. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak tebliğname düzenleyip görüş bildirdiği somut olayda, Özel Dairede işin müzakeresine katılıp oy kullanarak kararın oluşmasını sağladığı anlaşıldığından, açıklanan ilkeler doğrultusunda Özel Dairenin kararı hukuken yok hükmünde olup sonuç doğurması olanaksızdır.
DAVA : Hırsızlık suçundan sanık H. T.’in 5237 Sayılı T.C.K.nın 142/1-e 143 ve 31/3. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis, aynı suçtan sanıklar C. D.ve A. S.’nin ise anılan Kanunun 142/1-e ve 143. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ilişkin, Hatay 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.12.2006 gün ve 504-788 Sayılı hükmün sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet savcısı Erdal Noyan tarafından düzenlenen 13.3.2007 gün ve 44357 Sayılı tebliğnameyle dosyanın gönderildiği Yargıtay 13. Ceza Dairesince 21.7.2011 gün ve 293-63 sayı ile;
“… Sanıklar A. S. ve C. D.hakkındaki hükümlerin 5237 Sayılı T.C.K.nın 53. maddesinin uygulanmasıyla ilgili bölümler yönünden düzeltilerek ONANMASINA, sanık H. T. hakkındaki kamu davasının da zamanaşımı sebebiyle 5271 Sayılı C.M.K.nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesine…”, karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 26.8.2011 gün ve 44357 sayı ile;
“… Dosyayla ilgili düzenlenen tebliğnamede C.savcısı Erdal Noyan’ın imzasının bulunduğu ve sözkonusu ilamda da yine bu kez üye sıfatıyla Erdal Noyan’ın karara iştirak ettiği görülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 3.3.2009 tarih ve 2009/3-21 esas ve 2009/46 karar sayılı ‘gerek soruşturma aşamasında yargılama konusu uyuşmazlık hakkında görüş beyan edip, tavsiyede bulunma hakkına sahip olan ve soruşturma sonucunda düzenlenen iddianameye görüldü yaparak ‘olur’ vermekle o görüşü benimseyen, gerekse kovuşturma aşamasında benimsediği bu görüşü sürdürecek C.savcısını da belirleme hak ve yetkisine sahip İl Cumhuriyet Başsavcısının, 5271 Sayılı C.M.K.nın 22/1-g maddesi uyarınca aynı davada C. savcısı olarak görev yapması nedeniyle, hakim olarak görev yapmasına olanak bulunmamaktadır. Böyle bir halin aynı zamanda Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen AİHS’nin 6/1. maddesinin ‘adil yargılanma hakkının ihlali’ niteliğinde olacağında kuşku yoktur’ şeklindeki kararı muvacehesinde, aynı şekilde temyize konu edilen uyuşmazlıkla ilgili C.savcısı olarak tebliğname düzenleyerek görüş bildiren Erdal Noyan’ın, daire görüşmelerinde aynı uyuşmazlıkla ilgili hükme iştirak etmemesi gerekir…”,
Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanıkların hırsızlık suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, tebliğname düzenleyen Yargıtay Cumhuriyet savcısının, Özel Dairesinde aynı işin temyiz incelemesinde görev yapmasının, 5271 Sayılı C.M.K.nın 22/1-g maddesi uyarınca, hakimin davaya bakamayacağı hal olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Halen Yargıtay 13. Ceza Dairesi Üyesi olarak görev yapan Erdal Noyan’ın, Yargıtay C.savcısı olarak görev yaptığı dönemde Hatay 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 27.12.2006 gün ve 504-788 Sayılı hükmüyle ilgili olarak 13.3.2007 tarihli tebliğnameyi düzenleyip görüş bildirdiği,
Aynı dosyanın Yargıtay 13. Ceza Dairesindeki temyiz incelemesi sırasında adı geçenin Yargıtay Üyesi olarak oy kullanmak suretiyle 21.7.2011 tarihli karara katıldığı, anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşmak için, konuya dair yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5271 Sayılı C.M.K.nın “Hakimin davaya bakamayacağı haller” başlıklı 22 nci maddesi;
“Hakim;
a-) Suçtan kendisi zarar görmüşse,
b-) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdurla aralarında evlilik, vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa,
c-) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise,
d-) Şüpheli, sanık veya mağdurla aralarında evlat edinme bağlantısı varsa,
e-) Şüpheli, sanık veya mağdurla aralarında 3. derece dahil kan hısımlığı varsa,
f-) Evlilik sona ermiş olsa bile, şüpheli, sanık veya mağdurla aralarında 2. derece dahil kayın hısımlığı varsa,
g-) Aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adli kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa,
h-) Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse,
Hakimlik görevini yapamaz” hükmünü içermektedir.
Buna göre, aynı kişi aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adli kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği ya da mağdur vekilliği yapmışsa, yargılamanın devam eden sürecinde anılan maddenin (g) bendi uyarınca hakimlik görevi yapamayacaktır.
Öte yandan, 2797 Sayılı Yargıtay Yasası’nın “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Başyardımcısıyla yardımcılarının görevleri” başlıklı 28. maddesinin 2 nci fıkrasında;
“…Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı yardımcıları, kendilerine verilen dosyaların tebliğnamelerini, karar düzeltme ve itiraz yoluna başvurma işlemlerini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı adına düzenler ve onun yerine imza ederler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının vereceği diğer işleri görürler…” hükmü yer almaktadır.
Anılan maddeye göre Yargıtay Cumhuriyet savcıları, kendilerine verilen dosyaların tebliğnamelerini, karar düzeltme ve itiraz yoluna başvurma işlemlerini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı adına düzenleme ve onun yerine imza etme hak ve yetkisine sahiptir. Bir başka anlatımla, Yargıtay Cumhuriyet savcısı, Yargıtay ilgili Dairelerince temyiz incelemesi yapılmadan önce, yerel mahkeme hükmünü usul ve esasa dair hukuka aykırılıklar yönünden inceleyip düzenlediği tebliğnameyle Başsavcı adına görüş bildiren makamdır.
Diğer taraftan, konunun Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” bağlamında da değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1.10.1982 gün ve 8692/79-56 Sayılı Piersack/Belçika kararında özetle; “Yargıçlardan birisinin, daha önce tahkikatı yürüten savcılık biriminin başı olarak görev yaptığı, bu dosyayla ilgilenen görevlilerin hiyerarşik üstü olarak mahkemeye sunulacak yazılı mütalaaları gözden geçirip düzeltme, olayda benimsenecek yaklaşımı tartışma ve hukuki noktalardan kendilerine tavsiyede bulunma hakkına sahip olmasının, böyle davranmadığı saptansa dahi suç isnadının esası üzerinde karar vermiş bir ‘yargı yerinin’ tarafsızlığının kuşkuya açık olabildiğini tespit etme bakımından yeterli olup, bunun da Sözleşme’nin 6/1. maddesinin (adil yargılanma hakkının) ihlali niteliğinde olduğu” sonucuna varılmıştır.
Bu kapsamda, Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada tebliğname düzenleyerek görüş bildiren kişinin, daha sonra Yargıtay üyesi seçilmesi halinde, Özel Dairede o işin müzakeresine katılması, 5237 Sayılı C.M.K.nın 22 nci maddesinin 1. fıkrasının (g) bendine göre hakimin davaya bakamayacağı hallerden olup, aynı zamanda AİHS’nin 6/1. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 8.6.1999 gün 1450-156 Sayılı ve 3.3.2009 gün 21-46 Sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada 13.3.2007 tarihli tebliğnameyi düzenleyip görüş bildiren Erdal Noyan’ın, daha sonra aynı hükmün temyiz incelemesi sırasında Yargıtay üyesi olarak görevli olduğu Yargıtay 13. Ceza Dairesinde müzakerede oy kullanmak suretiyle 21.7.2011 tarihli karara katılmasının 5271 Sayılı C.M.K.nın 22/1-g maddesine aykırılık oluşturduğunda ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen AİHS’nin 6/1. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde olacağında kuşku yoktur.
O halde, Erdal Noyan’ın Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak tebliğname düzenleyip görüş bildirdiği somut olayda, Özel Dairede işin müzakeresine katılıp oy kullanarak kararın oluşmasını sağladığı anlaşıldığından, açıklanan ilkeler doğrultusunda Özel Dairenin 21.7.2011 gün ve 293-63 Sayılı kararı hukuken yok hükmünde olup sonuç doğurması olanaksızdır.
Bu itibarla, itirazın kabulüyle Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün temyiz incelemesinin sağlanması için dosyanın yeniden Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2-) Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 21.7.2011 gün ve 293-63 Sayılı kararının kaldırılmasına,
3-) Dosyanın temyiz incelemesi yapılması için, Yargıtay 13. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 27.09.2011 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. CEZA DAİRESİ
E. 2012/1926
K. 2012/4933
T. 30.4.2012
• IRZ VE NAMUSA TASADDİDE BULUNMA (Sanığın Mağdureye Yönelik Eylemlerini Oyun Oynama Düşüncesi İle Yaptığını ve Suç Olduğunu Bilmediğini İddia Ettiği – Sosyal Çalışma Görevlisinden İşlediği Fiilin Hukuki Anlam ve Sonuçlarını Algılama ve Bu Fiille İlgili Olarak Davranışlarını Yönlendirme Yeteneğinin Bulunup Bulunmadığı Hususunda Rapor Alınacağı)
• KAPALI DURUŞMA (Hükmün Kapalı Duruşmada Açıklanmasının Duruşmanın Herkese Açıklığı İlkesine ve AİHS’nin 6/1. Md.sine Aykırı Olduğu – Irz ve Namusa Tasaddide Bulunma)
• CEZAİ EHLİYET (Irz ve Namusa Tasaddi – Sanığın Mağdureye Yönelik Eylemlerini Oyun Oynama Düşüncesi İle Yaptığını ve Suç Olduğunu Bilmediğini İddia Ettiği/Sosyal Çalışma Görevlisinden İşlediği Fiilin Hukuki Anlam ve Sonuçlarını Algılama ve Bu Fiille İlgili Olarak Davranışlarını Yönlendirme Yeteneğinin Bulunup Bulunmadığı Hususunda Rapor Alınacağı)
• ADİL YARGILANMA HAKKI (Irz ve Namusa Tasaddide Bulunma – Hükmün Kapalı Duruşmada Açıklanmasının Duruşmanın Herkese Açıklığı İlkesine ve AİHS’nin 6/1. Maddesine Aykırı Olduğu)
• SOSYAL ÇALIŞMA GÖREVLİSİ RAPORU (İşlediği Fiilin Hukuki Anlam ve Sonuçlarını Algılama ve Bu Fiille İlgili Olarak Davranışlarını Yönlendirme Yeteneğinin Bulunup Bulunmadığı Hususunda Rapor Alınması Gerektiği – Irz ve Namusa Tasaddide Bulunma)
• DURUŞMANIN HERKESE AÇIKLIĞI İLKESİ (Irz ve Namusa Tasaddide Bulunma – Hükmün Kapalı Duruşmada Açıklanmasının AİHS’nin 6/1. Md.sine Aykırı Olduğu)
5237/m.31
5271/m.182
5395/m.35
ÖZET : CMK’nın 182. maddesinin 2. fıkrası gereğince genel ahlakın gerekli kılması nedeniyle verilen duruşmanın kapalı yapılmasına ilişkin gerekçeli karar ile hükmün açık duruşmada açıklanacağına ilişkin aynı maddenin 3. fıkrasındaki buyurucu hükme aykırı olarak kapalı duruşmada açıklanması duruşmanın herkese açıklığı ilkesine ve AİHS’nin 6/1. maddesine aykırıdır.
Sanığın aşamalarda mağdureye yönelik eylemlerini oyun oynama düşüncesi ile yaptığını ve suç olduğunu bilmediğini iddia etmesi karşısında, 5395 sayılı Kanun’un 35. maddesine göre sosyal çalışma görevlisinden, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunup bulunmadığı hususunda rapor alınarak algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından belirlenmesi gerektiği gözetilmelidir.
DAVA : Irz ve namusa tasaddide bulunma suçundan sanık Gökbuğra’nın bozma üzerine yapılan yargılaması sonunda; atılı suçtan mahkumiyetine dair (Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesi)’nden verilen 09.06.2009 gün ve 2008/505 Esas, 2009/262 Karar sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelendi;
KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
CMK’nın 182. maddesinin 2. fıkrası gereğince genel ahlakın gerekli kılması nedeniyle verilen duruşmanın kapalı yapılmasına ilişkin gerekçeli karar ile hükmün açık duruşmada açıklanacağına ilişkin aynı maddenin 3. fıkrasındaki buyurucu hükme aykırı olarak, kapalı duruşmada açıklanması suretiyle duruşmanın herkese açıklığı ilkesinin ihlali ve bu suretle AİHS’nin 6/1. maddesine aykırı davranılması,
Sanığın aşamalarda mağdureye yönelik eylemlerini oyun oynama, düşüncesi ile yaptığını ve suç olduğunu bilmediğini iddia etmesi karşısında, 5395 sayılı Kanun’un 35. maddesine göre sosyal çalışma görevlisinden sanığın işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunup bulunmadığı rapor alınarak algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından belirlenmesi ve sonucuna göre;
Eylem sanık tarafından gerçekleştirilmişse;
a-) Algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği varsa 5237 sayılı TCK’nın 31/2. maddesine göre cezalandırılmasına,
b-) Algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yok ise ceza verilmesine yer olmadığına ve güvenlik tedbirine,
Hükmedilmesi gerekirken, Adli Tıp Kurumu’nun suça sürüklenen çocuğun TCK’nın 31. maddesinde öngörülen suçla ilgili algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin saptanması hususundaki raporuna dayanılarak hüküm kurulması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 30.04.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/9-181
K. 2007/184
T. 18.9.2007
• ADİL YARGILANMA HAKKI VE SAVUNMA HAKKI ( Yargıtay C. Başsavcılığı’nca Düzenlenen Tebliğnamenin Hükmü Temyiz Etmeleri veya Aleyhlerine Sonuç Doğurabilecek Görüş İçermesi Halinde Sanık veya Müdafii İle Şahsi Davacı veya Vekillerine Tebliğinin Zorunlu Olduğu )
• CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NCA DÜZENLENEN TEBLİĞNAME ( Hükmü Temyiz Etmeleri veya Aleyhlerine Sonuç Doğurabilecek Görüş İçermesi Halinde Sanık veya Müdafii İle Şahsi Davacı veya Vekillerine Tebliğinin Zorunlu Olduğu )
• TEBLİĞNAMENİN TEBLİĞİ ZORUNLULUĞU ( Yargıtay C. Başsavcılığı’nca Düzenlenen Tebliğnamenin Hükmü Temyiz Etmeleri veya Aleyhlerine Sonuç Doğurabilecek Görüş İçermesi Halinde Sanık veya Müdafii İle Şahsi Davacı veya Vekillerine Tebliğinin Zorunlu Olduğu )
1412/m.316
5271/m.297
5320/m.8
ÖZET : 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nin 316. maddesinin 3. fıkrası ile aynı hükme benzer şekilde yer veren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın 297. maddesinin 3. fıkrası gereğince, adil yargılanma hakkı ve savunma hakkının bir gereği olarak, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca düzenlenen tebliğnamenin, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile, şahsi davacı veya vekillerine tebliği zorunludur.
DAVA : Sanıklar İbrahim ve Cevat’ın 765 sayılı TCY’nin 383/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına ilişkin ( Kocaeli İkinci Ağır Ceza Mahkemesi ) ‘nce verilen 04.10.2006 gün ve 201-361 sayılı hükmün onanmasına ilişkin Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi’nin 16.02.2007 gün ve 1897-1147 sayılı ilamı, Yargıtay C.Başsavcılığı’nca; 06.07.2007 tarih ve 2007/17263 sayı ile hükmü temyiz eden sanıklar müdafiine tebliğnamenin tebliğ edilmeksizin inceleme yapılmasının 1412 sayılı CYUY’nin 316. maddesine aykırılık oluşturduğu gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna konu edilmekle, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, Yargıtay C.Başsavcılığı’nca düzenlenen tebliğnamenin sanıklar müdafiine tebliğ edilmeksizin inceleme yapılmasının, adil yargılanma ilkesine ve 1412 sayılı CYUY’nin 316/3. fıkrasına aykırılık oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nin 316. maddesinin 3. fıkrasında; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine Dairesince tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevap verebilir.” hükmüne, adil yargılanma ve savunma hakkının bir gereği olarak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları doğrultusunda yer verilip, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın 297. maddesinde de aynı hüküm korunmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nca düzenlenen tebliğname, sanıklar İbrahim ve Cevat müdafiisine tebliğ edilmeksizin Özel Dairece inceleme yapılarak karar verilmesi, CYUY’nin 316/3. maddesinin buyurucu hükmüne aykırılık oluşturduğundan, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılarak, tebliğnamenin sanıklar müdafiine tebliğinden sonra süresinde sunmaları halinde tebliğnameye yazılı olarak verecekleri cevap da değerlendirilerek temyiz incelemesinin icrasıyla bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi’nin 16.02.2007 gün ve 1897-1147 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- Karar uyarınca gereğinin ifası için dosyanın Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi’ne gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, 18.09.2007 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/10-182
K. 2011/204
T. 11.10.2011
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Sanığın Türkçe’yi Bildiğini Beyan Ettiği ve Bu Hususun Tespit Edildiği/Daha Sonra Türkçe Bilmediğini İddia Ederek Tercümandan Yararlanamayacağı – Suçun Alt Sınırı 5 Yıldan Fazla Olmadığından Zorunlu Müdafii Atanması Gerekmediği )
• TÜRKÇE BİLDİĞİNİ BEYAN EDEN SANIĞIN DAHA SONRA TERCÜMAN GÖREVLENDİRİLMESİNİ TALEP ETMESİ ( Tercümandan Yararlanamayacağı – Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak )
• TERCÜMAN GÖREVLENDİRİLMESİ ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak – Sanığın Kovuşturma ve Soruşturma Aşamasında Türkçe’yi Bildiğini Beyan Ettiği ve Bu Hususun Tespit Edildiği/Daha Sonra Türkçe Bilmediğini İddia Ederek Tercümandan Yararlanamayacağı )
• ANA DİLDE SAVUNMA HAKKININ KAPSAMI ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak – Sanığın Kovuşturma ve Soruşturma Aşamasında Türkçe’yi Bildiğini Beyan Ettiği ve Bu Hususun Tespit Edildiği/Daha Sonra Türkçe Bilmediğini İddia Ederek Tercümandan Yararlanamayacağı )
• ADİL YARGILANMA HAKKININ KAPSAMI ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak – Sanığın Kovuşturma ve Soruşturma Aşamasında Türkçe’yi Bildiğini Beyan Ettiği ve Bu Hususun Tespit Edildiği/Daha Sonra Türkçe Bilmediğini İddia Ederek Tercümandan Yararlanamayacağı )
• ZORUNLU MÜDAFİİ ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak Suçu – Suçun Alt Sınırı 5 Yıldan Fazla Olmadığından Zorunlu Müdafii Atanması Gerekmediği )
• ALT SINIRI BEŞ YILDAN FAZLA OLMAYAN SUÇ ( Uyuşturucu Madde Ticareti/Zorunlu Müdafii Atanması Gerekmediği – Sanığın İstemi Üzerine Baro Tarafından Görevlendirilen Müdafiinin Zorunlu Müdafii Konumunda Olmadığı/Duruşmaya Katılmadığından Temyiz Süresinin Sanığa Tefhimle Başlayacağı )
• TEMYİZ BAŞVURUSU ( Uyuşturucu Madde Ticareti/Zorunlu Müdafii Atanması Gerekmediği – Sanığın İstemi Üzerine Baro Tarafından Görevlendirilen Müdafiinin Zorunlu Müdafii Konumunda Olmadığı/Temyiz Süresi Sanığa Tefhimle Başladığından Sürenin Geçirildiğinin Kabulü Gerektiği )
5237/m. 188
5271/m. 150/1-3, 202
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m.6
ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçunda uyuşmazlıklar; Yabancı uyruklu olan ve Türkçe bilmediğini ileri sürmesi nedeniyle kendisine yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, istemi üzerine atanan müdafiin “zorunlu müdafi” konumunda bulunup bulunmadığı,
Beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı,
Bu hususlara bağlı olarak da sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Soruşturma veya kovuşturma sırasında çeşitli adli makamlar önünde yapılan işlemlerde, Türkçe bildiği hususu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde anlaşılan şüpheli veya sanıkların, daha sonradan Türkçe bilmediklerini ileri sürerek tercüman görevlendirilmesini istemeleri halinde bu kişilerin AİHS ve CMK bağlamında tercümandan yararlanma hakları bulunmadığı gibi bu tür davranışların savunma hakkının kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa, müdafii görevlendirilmesi zorunluluğu yoktur. Sanığın istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen müdafiin, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle, tüm oturumlarda hazır bulunmasının zorunluluğu yoktur. Bu madde uyarınca görevlendirilen müdafiin, vekaletname ile sanık veya şüpheli tarafından savunma görevi için belirlenen müdafiden herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Hükmün sanığa tefhimi ile temyiz süresi işlemeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da sanık müdafiinin, temyiz isteminin süresinden sonra yapıldığının kabulü gerekir.
DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık J.A.M.’in 5237 sayılı TCY’nin 188/3, 62, 52, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 2.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, ( Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi)’nce verilen 31.08.2010 gün ve 405-225 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi’nce 31.05.2011 gün ve 5609-4743 sayı ile;
“… Sanık için görevlendirilmiş olan müdafiin Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ( AİHS’nin) 6. maddesinin 3. fıkrasının ( c) bendi ve CMK’nın 150. maddesi uyarınca zorunlu müdafi’ konumunda bulunması, CMK’nın 188. maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa rağmen müdafiinin yokluğunda verilen hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olmak üzere geçerli bir tefhim olarak kabul edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle; sanık müdafiinin, hükmün kendisine tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden 05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu kabul edilerek inceleme yapılmıştır.
CMK’nın 150. maddesinin 1. fıkrasında, seçebilecek durumda olmadığını beyan edip istemesi halinde sanığa bir müdafi görevlendirileceği öngörülmüştür.
AİHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının ( c) bendine göre, kendisini savunamayan veya mali olanağı olmadığı için avukat tutamayan sanık, adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma hakkına sahiptir.
CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrasında, “150. madde hükümlerine göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hakim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemleri yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir’ hükmü yer almaktadır.
CMK’nın 188. maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu belirtilmiştir.
Yabancı uyruklu olan ve Türkçe bilmeyen sanığa talebi üzerine görevlendirilmiş olan müdafi AİHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının ( c) bendi ve CMK’nın 150. maddesi uyarınca ‘zorunlu müdafi’ konumundadır. Sanığın sorgusu bu müdafi huzurunda yapılmış, ancak son oturuma katılmayan müdafi ile ilgili olarak CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılmadan sanık hakkında hüküm kurulmuştur.
Açıklanan durumlara göre; CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılması gerektiği gözetilmeden ve ay m Kanun’un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması…”,
İsabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nca 05.07.2011 gün ve 2011/39538 sayı ile;
“… A- Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında hukuki uyuşmazlık, CMK’da kabul edilen “zorunlu müdafilik’ statüsü ile buna bağlanan hukuki sonuçlara ilişkindir.
B-1) Dosya incelendiğinde görüleceği üzere; Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce 31.08.2010 tarihinde tesis edilen hüküm duruşmada bulunan sanığa tefhim edilmiş; kararın içeriği ile temyiz süresi ve bunun yöntemi tercüman aracılığıyla bütün hususları içerecek şekilde açıklanıp anlatılmıştır.
2) Sanık usulüne uygun şekilde 31.08.2010 tarihinde yapılan tefhime rağmen süresi içinde herhangi bir temyiz isteminde bulunmamış; ancak müdafii, gerekçeli kararın 29.09.2010’da tebliği üzerine 05.10.2010 tarihli temyiz dilekçesini sunmuştur.
3) Doktrin ile yargısal uygulamalarda istikrarlı şekilde ve tam bir uyum içinde benimsendiği üzere, müdafii veya vekille temsil edilen işlerde; sanık, katılan, malen sorumlu veya diğer tarafların yüzüne karşı verilen hükümlerde kanunda öngörülen süreler kural olarak tefhimden itibaren işlemeye başlamaktadır. Zorunlu müdafii örneğinde olduğu gibi, duruşmada hazır bulunması emredici şekilde öngörülen süjeler açısından ( bkz. CMK md. 188/1) ise bu süreler, usulüne uygun şekilde yapılmış tebliğden itibaren işleyecektir.
C- 1) Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi, CMK’nın 150/1. maddesine göre sanığın istemi üzerine Baroca atanan avukatın ‘zorunlu müdafii’ statüsünde olduğundan hareketle; duruşmada hazır bulunmasının mecburi olduğunu kabul etmiş ve buna bağlı olarak da sanığa yapılan tefhimi temyiz süresinin başlangıcına esas almamıştır.
2) Yasa koyucuların benimsediği sisteme göre, ceza muhakemesinde sanığın müdafii tarafından savunulması ‘ihtiyari’ veya ‘zorunlu ( mecburi)’ olabilmektedir. Bu bağlamda müdafii aracılığıyla savunma yapma hakkının/olanağının şüpheli veya sanığa bırakıldığı hallerde görev yapan müdafie “ihtiyari müdafi” görevlendirilmesi konusunda şüpheli veya sanığın iradesinin herhangi bir önem taşımadığı hallerde görev yapana ise 1 zorunlu/mecburi müdafi’ denmektedir. İhtiyari ( isteğe bağlı) veya zorunlu savunma, sanığın seçeceği müdafi tarafından yapılabileceği gibi ( seçilmiş müdafii), soruşturma veya kovuşturma organının istemiyle Baroca görevlendirilen bir müdafii ( atanmış müdafii) tarafından da yapılabilecektir ki ( Nur Başar Centel, Ceza Muhakemesinde Müdafii, İstanbul 1984, s. 4-7; Sinan Kocaoğlu, Müdafii, Ankara 2011, s. 121); bu durum savunma yapacak avukatı zorunlu müdafii konumuna sokmayacaktır ( Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, İstanbul 2010, s. 176-178; Hakan Karakehya, Ceza Muhakemesinde Zorunlu Müdafilik, Uğur Aiacakaptan’a Armağan, Cilt 1, İstanbul 2008, s. 422).
3) CGK’nın 17.02.2009 tarih, 2008/1-172 esas ve 2009/26 karar sayılı içtihadında da açıkça belirtildiği üzere; Türk yasa koyucusu belli başlı/sınırlı hallerde ( zorunlu/mecburi müdafiliği’ kabul etmiştir. Buna göre; a) şüphelinin/sanığın 18 yaşını doldurmamış olması ( CMK md. 150/2), b) şüphelinin/sanığın sağır ve dilsiz olması ( CMK md. 150/2), c) şüphelinin/sanığın kendisini savunamayacak derecede malul olması ( CMK md. 150/2), d) soruşturma ve kovuşturma yapılan suçun cezasının ait sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi ( CMK md. 150/3), e) şüphelinin/sanığın tutuklanma talebiyle sorguya sevk edilmesi ( CMK md. 101/3), f) kaçak sanık hakkında duruşma yapılması ( CMK md. 247/3), g) şüphelinin/sanığın resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilmesi ( CMK md. 74/2) ve ğ) sanığın duruşmanın düzenini bozduğu hallerde yargılamaya yokluğunda devam edilmesi ( CMK md. 204) hallerinde, şüphelinin sanığın müdafii yoksa istemi olup olmadığına bakılmaksızın ve hatta istememesi halinde Baro tarafından bir müdafii görevlendirilir ki ( karş. Hans- Meyer Ladevvig, Adil Yargılanma Hakkı-II ( Çev. Hakan Hakeri), Adil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku, Ankara 2004, s. 96), buna1 zorunlu ( mecburi) müdafii’ denir ( Cumhur Şahin, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, Ankara 2005, s. 484-485; Centel/Zafer, s. 177; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2011, s. 223-227; Veli Özer Özbek vd., Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2011, s. 542-543; Osman Yaşar, Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, Cilt 1, 4. Baskı, Ankara
2009, s. 1187-1189; Kubiiay Taşdemir/Ramazan Özkepir, Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, Ankara 2007, s. 599; Karakehya, s. 422). Belirtelim ki, maddenin Hükümet ve Komisyon Tasarısına ilişkin gerekçelerinde de bu tespitleri teyit eder şekilde; [Madde, ceza soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel esasları içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan yararlanılabilmesi temel bir haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin koşullarıyla orantılıdır./ Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde kendilerine 156. madde uyarınca avukat seçilir ve atanır./ İkinci fıkra, zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir. Bunlar, şüpheli veya sanığın:/1. Onsekiz yaşını doldurmamış,/ 2. Sağır veya dilsiz,/ 3. Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır./ Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır ( Hük. Tas. m. 150/ Gerekçe; ‘ Tasarının 150. maddesi, başlığı ‘ Müdafiin görevlendirilmesi’ şeklinde değiştirilmek, maddeye üçüncü fıkra olarak, belli bir cezanın üzerindeki suçlarda zorunlu müdafi/iği öngören bir düzenleme eklenmek suretiyle kabul edilmiştir ( Koms. Tas. m. 150/Gerekçe)] ifadelerinin yer aldığını görüyoruz.
4) 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik CMK’nın 151/1. maddesine göre; öncelikle ‘ Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi…’ istenecek; şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi…’ görevlendirilecektir. Görüldüğü gibi burada müdafii atanıp atanmaması konusunda belirleyici olan şüpheli veya sanığın iradesi olup; soruşturma veya kovuşturma organının herhangi bir takdir hakkı bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu müdafilik statüsü zorunlu değil, “atanmış ihtiyari müdafilik’tir. ( Ünver/Hakeri, s. 223; Centel/Zafer, s. 178-180). Nitekim Yargıtay CGK ile Özel Dairelerin süregelen uygulamasında CMK’nın 151/1. maddesi gereğince atanan müdafii zorunlu müdafii olarak kabul edilmediğinden, yokluğunda hüküm verilmesi bozma nedeni olarak görülmemektedir.
D- 1) Yüksek Daire’nin bozma kararına esas aldığı AİHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrası V bendindeki düzenleme; müdafii atanmasında hangi hallerin adaletin selameti açısından zorunlu kabul edilmesi gerektiğine ilişkin tahdidi bir düzenleme getirmediğinden ve ‘zorunlu müdafiiik’ hallerinin belirlenmesini taraf devletlerin takdirine bıraktığından ( Karakehya, s. 424- 425), somut olayımıza uymamaktadır. Zira yasa koyucu, adaletin selameti açısından zorunlu müdafilik hallerini sınırlı şekilde tespit ederken, anılan kurumu yukarıda “II/C-3” başlığı altında zikredilen hallere özgülemiş ve konumuzla bağlantılı olarak CMK’nın 151/1. maddesindeki durumu bu kapsamda mütalaa etmemiştir.
2) Sanık J.A.M. yabancı olmakla birlikte; çocuk, sağır dilsiz veya kendisini savunamayacak derece malul olamadığından CMK’nın 150/2; kendisine isnat edilen suç için öngörülen cezanın ait sınırı 5 yıldan fazla olmadığından ise CMK’nın 150/3. maddeleri gereğince zorunlu müdafii atanması söz konusu değildir. O halde yargılama konusu dosyada sanığın istemi üzerine CMK’nın 150/1. maddesine göre atanan müdafi, zorunlu değil, atanmış ihtiyari müdafii olduğundan, sanık tarafından seçilmiş ihtiyari müdafiden farklı bir hukuki statüye sahip değildir. Bu nedenle yokluğunda karar verilmesi CMK’nın 151/1 ve 188/1. maddesini ihlal etmemekte ( bkz. CMK md. 289/1-e), bununla bağlantılı olarak, usulüne uygun şekilde sanığın yüzüne karşı verilen hükümde temyiz süresinin başlamasına engel oluşturmamakta ve son oturumda hazır bulunması zorunluluğu da bulunmamaktadır…”,
Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin süresinde olmayan temyiz isteminin CYUY’nin 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
KARAR : Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- ) Yabancı uyruklu olan ve Türkçe bilmediğini ileri sürmesi nedeniyle kendisine yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, CYY’nin 150/1. maddesi uyarınca istemi üzerine atanan müdafiin “zorunlu müdafi” konumunda bulunup bulunmadığı,
2- ) Beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY’nin 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY’nin 150/3. maddesi uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı,
Bu hususlara bağlı olarak da sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
10.11.2009 günü Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan gözaltı giriş raporunda; kolluk olmadan yalnız kalındığında sanığın herhangi bir fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmadığını beyan ettiği,
Aynı gün ifadesinin alındığı kollukta, Türkçe bildiğini, tercümana gerek olmadan ifade vermek istediğini ve müdafii istemediğini söylediği,
Aynı gün tutuklama istemiyle sevkedildiği Bakırköy Dördüncü Sulh Ceza Mahkemesi’nde hakim huzurunda aynen; “haklarımı ve sorumluluklarımı arıladım. Müdafii istemiyorum savunmamı kendim yapacağım, Türkçe biliyorum ben 7 yıldır Türkiye’deyim. Türkçeyi iyi biliyorum. Avukat da tercüman da istemiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu ve bu beyanının altını imzaladığı,
İddianamenin tebliği için cezaevine yazılan yazı üzerine düzenlenen ve dosyada onaysız fotokopisi bulunan “yabancı uyruklular için isticvap zaptında” müdafii ve Kürtçe bilen tercüman istediğini beyan ettiği, bunun üzerine Baroya müdafii görevlendirilmesi için yazı yazıldığı,
Mahkemeye gönderdiği Türkçe elyazısı ile yazılmış 26.02.2010 tarihli dilekçede Türkçe bilmediğini beyan ettiği, aynı gün yapılan oturumda müdafii görevlendirilmediği için sanığın savunmasının alınmadığı, yerel mahkemece ayrıca tercüman görevlendirilmesi için de yazı yazıldığı,
Sanığa müdafii olarak görevlendirilen Av. İzzet’in 05.05.2010 tarihinde yapılan oturuma katıldığı, aynı celsede müdafii ve tercüman huzurunda savunmanın alındığı, sanığın Türkçe bilmediğini ve 7-8 aydır Türkiye’de olduğunu söylediği, C.Savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunmasının ardından sanık müdafiinin savunma için süre istediği,
30.06.2010 tarihinde sanığın tercüman vasıtasıyla 2-3 aydır ülkemizde bulunduğunu söylediği, müdafiin savunma için tekrar süre istemesi üzerine mahkemenin kendisine kesin olarak gelecek oturuma kadar süre verdiği,
30.08.2010 tarihinde yapılan oturuma sanık müdafiinin gelmediği, kararın sanığın yüzüne karşı tefhim edildiği, yasa yolu bildiriminin tercüman vasıtasıyla sanığa anlatıldığı ve bu hususun tutanağa yazıldığı,
Sanık müdafiinin gerekçeli kararın 29.09.2010 tarihinde kendisine tebliği üzerine hükmü 05.10.2010 tarihinde temyiz ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının çözüme kavuşturulması açısından sırasıyla değerlendirilmelerinde yarar bulunmaktadır.
1-) Türkçe bilmediği gerekçesiyle yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, istemi üzerine CYY’nin 150/1. maddesi uyarınca Baro tarafından atanan müdafiin “zorunlu müdafi” konumunda bulunup bulunmadığı,
Savunma hakkı Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi müdafii aracılığı ile de kullanabilir. Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkının asgari koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Her sanık ezcümle: …c) Kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii veya eğer bir müdafi tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek, …haklarına sahiptir” denilmek suretiyle sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında müdafii tayin etme yetkisi ile belirli koşullarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafii de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır”.
5271 sayılı CYY’nin 2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanan müdafii, öğretide ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısı olarak kabul edilmektedir ( Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları, İstanbul 2010, s. 165; Bahri Öztürk/M.Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. bası, Seçkin Yayınları, Ankara 2006, s. 310-311). Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hallerde görev yapan müdafie ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hallerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafiidir. Bu bağlamda, sanığın istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilmiş olması da ihtiyari müdafii, zorunlu müdafii haline getirmemektedir. Görüldüğü gibi müdafiinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir ( Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları, İstanbul 2010, s. 176-179; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 222-223).
1412 sayılı CYUY, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş, sınırlı bazı hallerde ise zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CYY ise zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. Bu Yasa’ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması ( 150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi ( 150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması ( 74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi ( 101/3. md.), davranışları nedeniyle hazır bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ( 204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması ( 247/3. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CYY’nin “Müdafiin Görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesinde; ( 1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
( 2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
( 3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
( 4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliği’nin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir”,
“Müdafi Görevini Yerine Getirmediğinde Yapılacak İşlem ve Müdafilik Görevinden Yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin 1. fıkrasında; 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hakim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir”,
“Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddenin l/a maddesinde
” 150. maddede yazılı olan hallerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hakimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilir…”
“Duruşmada Hazır Bulunacaklar” başlıklı 188. maddenin 1. fıkrasında;
( 1) Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet Savcısı ile zabıt katibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiin hazır bulunması şarttır”,
5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nin “Kanuna Muhalefet Halleri” başlıklı 308. maddesinde; “Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
…5- Cumhuriyet Müddeiumumisi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması…”
Şeklinde hükümler bulunmaktadır.
CYY’nin 150. maddesinin hükümet gerekçesinde de; “Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde kendilerine 156. madde uyarınca avukat seçilir ve atanır.
İkinci fıkra, zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir.
Bunlar, şüpheli veya sanığın:
1- On sek iz yaşını doldurmamış,
2- Sağır veya dilsiz,
3- Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır.
Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır” denilmektedir.
Diğer taraftan Özel Daire’ce sanığa tercüman görevlendirilmiş olması karşısında bu hususun üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3/e bendinde; “Her sanık ezcümle: …e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak, …haklarına sahiptir”,
5271 sayılı CYY’nin “Tercüman Bulundurulacak Haller” başlıklı 202. maddesinin birinci fıkrasında; “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir”,
“Yargılama Giderleri” başlıklı 324. maddesinin 5. fıkrasında; “Türkçe bilmeyen ya da engelli olan şüpheli, sanık, mağdur veya tanık için görevlendirilen tercümanın giderleri, yargılama gideri sayılmaz ve bu giderler Devlet Hazinesi’nce karşılanır”,
Şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse 5271 sayılı CYY, tercüman görevlendirilmesi konusunu savunma hakkı çerçevesinde ele almıştır. Buna göre, ücretsiz olarak tercüman görevlendirilmesi için AİHS, kişinin yargılamanın yapıldığı ülkenin vatandaşı veya yabancı olması ölçütünü değil “duruşmada kullanılan dili anlamaması veya konuşamaması” nı esas alırken, Ceza Yargılaması Yasası da aynı yaklaşımla, kişinin “meramını anlatabilecek derecede Türkçe bilmemesini” gerekli görmüştür. Bunun sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla birlikte meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi savunma hakkının kullanılması açısından zorunlu iken, ülkemiz vatandaşı olmasa bile savunmasını yapabilecek derecede ve yeterlilikte Türkçe bilen şüpheli veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Soruşturma veya kovuşturma sırasında çeşitli adli makamlar önünde yapılan işlemlerde, Türkçe bildiği hususu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde anlaşılan şüpheli veya sanıkların daha sonradan Türkçe bilmediklerini ileriye sürerek tercüman görevlendirilmesini istemeleri halinde bu kişilerin AİHS ve CYY bağlamında tercüman yardımından yararlanma hakları bulunmadığı gibi bu tür davranışların savunma hakkının kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Yargıtay Özel Dairelerinin uygulamaları da bu doğrultudadır ( Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 23.06.2011 gün ve 3883-3498 ile Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 13.06.2011 gün ve 3885- 4674 sayılı kararları),
Bununla birlikte gerek CYY’de gerekse diğer yasalarımızda Türkçe bilmediği gerekçesiyle tercüman görevlendirilen sanığa, ayrıca müdafii görevlendirilmesi zorunluluğu bulunduğuna ilişkin bir düzenleme de yer almamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yargılama aşamasında CYY’nin 150/1 ve 156. maddeleri uyarınca sanığın istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilen müdafiin, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle, aynı Yasa’nın 188/1. maddesi kapsamında, yapılan tüm oturumlarda hazır bulunması zorunluluğu yoktur. Bu madde uyarınca görevlendirilen müdafiin, vekaletname ile sanık veya şüpheli tarafından savunma görevi için belirlenen müdafiden herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Aksinin kabulü halinde, herhangi bir yasal dayanağı olmamasına karşın şüpheli veya sanığın istemde bulunması nedeniyle kendisine Baro tarafından görevlendirilen müdafie, vekaletname ile seçilen müdafie göre ayrıcalıklı bir konum verilmiş olunacaktır. Bununla birlikte, vekaletname ile belirlenen müdafiden farklı olarak, CYY’nin 150/1. maddesine göre görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği durumlarda, mahkemece yerine 151/1. maddesi uyarınca başka bir müdafii görevlendirilecektir.
5271 sayılı CYY’nin 151. maddesindeki düzenleme, tek başına ve diğer maddelerden bağımsız olarak değil, aynı Yasa’nın 150 ve 188/1. maddeleri ile 150. maddenin gerekçesiyle birlikte ve aynı zamanda Yasa’nın bütünlüğü içinde ele alınmalı ve yorumlanmalıdır. Somut olayda, sanığa istemi üzerine görevlendirilen müdafii, biri sanığın savunmasının alındığı 05.05.2010 tarihli oturum olmak üzere iki oturuma katılmış, böylece sanık, savunmasını görevlendirilen müdafii huzurunda yapmıştır. Bu durumda, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle yapılan bütün oturumlara katılma mecburiyeti bulunmayan sanığa istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği söylenemez.
Öte yandan, soruşturma aşamasında gözaltı raporunun alınması esnasında doktor, ifadesinin alınması sırasında kolluk ve en önemlisi sorgusu için sevkedildiği hakim huzurunda yapılan işlemlerde, Türkçeyi, savunmasını yapabilecek ölçüde ve iyi derecede konuşabildiği ve anlayabildiği açıkça anlaşılan sanığa, yargılama aşamasında AİHS’nin 6/3-e ve Ceza Yargılaması Yasası’nın 202. maddeleri uyarınca tercüman görevlendirilmesi de zorunlu değildir.
2-) Beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY’nin 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY’nin 150/3. maddesi uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı:
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CYY’nin 150. maddesinin 3. fıkrasının ilk hali; “Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır” şeklinde iken, 06.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 21. maddesi ile; “Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır” olarak değiştirilmiştir.
Anılan yasa maddesinde açıkça “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır.
Bununla birlikte aynı Yasa’nın 196. maddesinin 2. fıkrasındaki; “sanık ait sınırı beş yıl ve daha fazla hapis”, istinafa ilişkin 272/1. maddesindeki; “onbeş yıl ve daha fazla hapis”, temyize ilişkin 286. maddenin 2. fıkrasının a ve b bentlerindeki; “beş yıl veya daha az hapis”, aynı fıkranın f bendindeki; “on yıl veya daha az hapis”, temyizde duruşmaya ilişkin 299. maddedeki; “on yıl veya daha fazla “şeklindeki ifadeler gözönüne alındığında, yasa koyucunun bu ifade tarzını, bilinçli olarak tercih ettiği ve alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren suçları zorunlu müdafilik kapsamına almadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna öngörülen ceza miktarının “beş yıldan onbeş yıla kadar hapis” olduğu gözönüne alındığında, CYY’nin 150/3. maddesi kapsamında müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bu nedenle, sanığın istemi üzerine CYY’nin 151/1 ve 156. maddeleri uyarınca görevlendirilen ve vekaletnameli müdafiden hukuken hiçbir farkı bulunmayan müdafiin yokluğunda duruşma yapılarak hüküm verilmesinde bir isabetsizlik olmadığından, hükmün sanığa tefhimi ile temyiz süresi işlemeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da sanık müdafiinin, temyiz isteminin süresinden sonra yapıldığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, sanık müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nin 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
Sanığa, istemi üzerine Baro tarafından atanan müdafiin “zorunlu müdafi” konumunda bulunmadığına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Ali Kınacı;
” …A) İTİRAZIN VE TARTIŞMANIN KONUSU:
Yabana uyruklu olan sanığa isnat olunan suç 5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen “uyuşturucu madde satma “dır. Sanık Türkçe bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini istemiş; mahkeme tarafından CMK’nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince sanık için müdafi görevlendirilmiştir. Sanığın sorgusu bu müdafiin huzurunda ve atanan tercüman aracılığı ile yapılmıştır. 31.08.2010 tarihli son oturuma tutuklu olan sanık getirtilmiş, ancak sanık müdafii katılmamıştır. Mahkeme tarafından CMK’nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince duruşmaya katılıp görevini yapması konusunda müdafiye bir tebligat yapılmadan ve başka bir müdafi de görevlendirilmeden sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Hükmün tefhiminden itibaren bir haftalık süre içinde temyiz talebinde bulunulmamış, ancak hükmün kendisine tebliğ edilmesi üzerine sanık müdafii tebliğden itibaren bir haftalık süre geçmeden hükmü temyiz etmiştir.
Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi’nce;
a) Sanık için görevlendirilen müdafiin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ( AİHS’nin) 6. maddesinin 3. fıkrasının ( c) bendi i/e Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ( CMK’nın) 150 ve 151. maddeleri uyarınca “zorunlu müdafi” konumunda bulunması, CMK’nın 188. maddesinin 1. fıkrasında zorunlu müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa rağmen müdafiinin yokluğunda verilen hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olmak üzere geçerli bir tefhim olarak kabul edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle, sanık müdafiinin, hükmün kendisine tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden 05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu kabul edilmiş ve temyiz incelemesi yapılmıştır.
b) CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılması gerektiği gözetilmeden ve aynı Kanun’un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması yasaya aykırı görülerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, sanık için görevlendirilen müdafiin “zorunlu müdafi” değil “ihtiyari müdafi” olduğunu, bu nedenle duruşmada bulunmasına gerek bulunmadığını, sanığın yüzüne karşı verilip tefhim edilen hükmün sanığın müdafiine tebliğinin gerekmediğini, sanık müdafiinin tefhimden itibaren bir haftalık süre geçtikten sonra yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek, Daire kararına itiraz etmiştir.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlığın konusu; yabancı uyruklu olan ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini isteyen sanığa mahkeme tarafından CMK’nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafiin, CMK’nm 151. maddesinin 1. fıkrası ve 188. maddesinin 1. fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi kapsamında zorunlu müdafi olup olmadığı ve buna bağlanan hukuki sonuçlarla ilgilidir.
B) AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ İLE CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NUN KONUYA İLİŞKİN HÜKÜMLERİ:
1- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrası:
Bir avukat tayin etmek için mali olanağı yoksa ve adaletin selameti gerektiriyorsa, sanık, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma hakkına sahiptir. Başka bir ifadeyle, bu durumdaki sanığın talebi halinde, mahkemenin kendisine bir müdafi görevlendirmesi zorunludur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımın itirazında belirtildiği gibi, 6. maddenin 3. fıkrasındaki bu düzenleme ile, zorunlu müdafilik hallerinin belirlenmesinin taraf devletlerin takdirine bırakıldığını kabul etmek mümkün değildir. Gerek sözü edilen maddede, gerekse Sözleşme’nin başka bir maddesinde, bu anlama gelebilecek hiçbir ibare yer almamaktadır. Aksine Sözleşme ‘nin başlangıç bölümü ile 53. maddesine göre;
a) Sözleşme insan haklarını ve temel özgürlükleri asgari ölçüde koruyan bir sözleşmedir. Zamanla koruma sınırlarının genişletilmesi amaçlanmıştır.
b) Sözleşmeye taraf olan devletler, iç hukuklarında insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyacak düzenlemeler yapabilirler veya bu konuda başka bir sözleşmeyi kabul edebilirler. Sözleşme ‘nin hiçbir hükmü, bu nitelikteki düzenlemelere aykırı düşecek şekilde yorumlanamaz. Başka bir anlatımla, Sözleşmeye taraf olan devletlerin, iç hukuklarında veya kabul ettikleri başka bir sözleşmede yer alan insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyan hükümlerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılığı ileri sürülemez.
2- Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150. maddesi:
Şüpheli veya sanık için müdafi görevlendirilmesi üç şekilde olmaktadır:
a) Müdafii bulunmayan ve müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederek bir müdafi görevlendirmesini talep eden şüpheli veya sanık için bir müdafi görevlendirilir.
b) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk ise veya kendisini savunamayacak kadar malul ya da sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
c) Şüpheli veya sanığa isnat olunan suçun cezasının alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiriyorsa, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
150. maddenin 1. fıkrasına göre sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını söyleyip müdafi görevlendirilmesini istediğinde; mahkemenin, müdafi görevlendirip görevlendirmeme konusunda bir takdir yetkisi olduğu iieri sürülebilir mi? Buna imkan yoktur. Bu durumda mahkemenin bir müdafi görevlendirmesi zorunludur. O halde, görevlendirilen bu müdafiye “ihtiyari müdafi” denemez.
150. maddede öngörülen üç durumda da, soruşturma veya kovuşturma makamının şüpheli veya sanık için müdafi görevlendirmesi zorunludur. Bu zorunluluğu sadece 150. maddenin 2 ve 3. fıkraları ile sınırlamak ve 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafii bunun dışında tutmak mümkün değildir.
3- Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 151. maddesinin 1. fıkrası:
150. maddenin öngördüğü üç durumdan hangisine göre görevlendirilmiş olursa olsun, bu madde gereğince görevlendirilen müdafi duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak çekilir veya görevini yapmaktan kaçınırsa, hakim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.
Bu maddenin gerekçesi şöyledir:” Madde, 150. madde gereğince atanan avukatın görevine ilişkindir. Bu avukat duruşmaları noksansız izleyecek, görevinin gereklerini yerine getirecektir. Görevini gereğince yerine getirmeyerek duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilecek olursa hakim veya mahkeme hemen başka bir avukat atayacaktır. Böylece 156. maddeye bir istisna getirilmekte ve avukatın atanması ile birlikte seçimi de hakim veya mahkeme tarafından yapılmaktadır. Bu hal duruşmanın ertelenmesi nedeni de olabilecektir.”
151. maddenin 1. fıkrası, hiçbir ayırıma yer vermeden, 150. maddeye göre görevlendirilen müdafiin görevini yapmaması durumunda, mahkemenin derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmasını bir zorunluluk olarak öngörmektedir.
Buna rağmen, bu zorunluluğun sadece 150. maddenin 2 ve 3. fıkraları gereğince görevlendirilen müdafiiler için geçerli olduğunu ve 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafi için böyle bir zorunluluk bulunmadığını savunmak sözü edilen hükümlerin gerek sözüne gerekse özüne açıkça aykırıdır ve kabul edilemez.
4- Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 188. maddesinin 1. fıkrası:
Kanunun zorunlu müdafi/iği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunması şarttır.
150. maddenin 1, 2 ve 3. fıkralarından hangisi uyarınca görevlendirilmiş olursa olsun, bu madde hükümlerine göre görevlendirilen müdafi zorunlu müdafidir. Bu şekilde görevlendirilen müdafiin duruşmada bulunması zorunludur.
150. maddeye göre görevlendirilen müdafileri iki gruba ayırmanın, bu maddenin 1. fıkrasına göre görevlendirilen müdafiin “atanmış ihtiyari müdafi”, 2 ve 3. fıkralarına göre görevlendirilen müdafiin ise “zorunlu müdafi” olduğunu ileri sürmenin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Tersine, her üç fıkraya göre görevlendirilen müdafiier aynı hükümlere tabi tutulmuştur.
C) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN KONUYLA İLGİLİ KARARLARI:
1- Çuaranta-İsviçre davası ( 24 Mayıs 1991):
“Mahkeme, adaletin selametinin başvurucunun parasız avukat yardımından yararlanmasını gerektirip gerektirmediğini saptamak için birkaç kritere bakacaktır… Her şeyin başında, Bay Quaranta’ya isnat edilen suçun ciddiyetine ve çarptırılabileceği cezanın ağırlığına bakmak gerekir… Bu kıstasa davanın karmaşıklık derecesi de eklenmelidir.” ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler; Avrupa Konseyi Yayınları, Kasım 2007Ankara, s. 268)
2- Biba-Yunanistan davası ( 26 Eylül2000):
AİHM bu davada, maddi imkanı bulunmayan ve yabancı uyruklu olan sanığın, avukat yardımına ilişkin talebinin reddedilmesiyle, Sözleşme’nin 6/3-c hükmünün ihlal edildiğini kabul etmiştir, ( age, s. 268)
3- Kamasinski-Avusturya davası ( 19 aralık 1989):
“Kuşkusuz adli yardım yoluyla bir savunma avukatının tayini, tek başına 6. maddenin 3. fıkrasının ( c) bendinin gereklerine uyma sorununu çözmüş demek değildir… AİHS, hakları kuramsal ve hayali değil, uygulanabilir ve etkin tarzda güvence altına almayı amaçlamıştır… Adli yardım amacıyla avukat tayini kendi başına etkili bir yardım sağlayamaz; zira … tayin edilen avukatın … uzunca bir dönem boyunca görevini yapmasına engeller çıkabilir veya avukat bu görevleri yapmaktan kaçınabilir. Yetkili merciler durumdan haberdar oldukları takdirde, ya bu avukatın yerine başkasını tayin etmeli, ya da onu görevlerini yerine getirmeye zorlamalıdır.” ( age, s. 267)
D) SOMUT OLAYIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
1- Sanık yabancı uyrukludur ve ana dili Türkçe değildir. Kendisine isnat olunan suç on beş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezasını gerektirmektedir.
Avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini isteyen sanığa mahkeme tarafından CMK’nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafi, gerek CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile 188. maddesinin 1. fıkrası, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi kapsamında zorunlu müdafidir.
Sanığın soruşturma aşamasında Türkçe bildiğini belirterek tercüman ve müdafi istemediğini söylemesi; hakkında dava açıldıktan sonra ise, yeterince Türkçe bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek tercüman ve müdafi görevlendirilmesini talep etmesi bu durumu değiştirmez.
2- Sanığa bu şekilde görevlendirilen müdafiin, gerek CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile 188. maddesinin 1. fıkrasına gerekse Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarına göre duruşmada bulunması şarttır. Duruşmada hazır bulunmadığı veya görevini yapmaktan kaçındığı takdirde mahkemenin CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapması zorunludur.
3- Belirtilen zorunluluğa rağmen, görevlendirilen müdafiin yokluğunda kurulan hükmün, hazır bulunan sanığa tefhim edilmesi, kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olamaz. Sanık müdafiinin hükmün kendisine tebliğ edilmesi üzerine, tebliğ tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden verdiği dilekçesindeki temyiz isteği süresindedir.
4- CMK’nın 151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılmadan ve aynı Kanun’un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda mahkumiyet hükmü kurulması He sanığın savunma hakkı kısıtlanmış ve adil yargılanma hakkı zedelenmiş olup, bu durum mutlak bozma nedenidir.
Açıkladığım nedenlerle; Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi’nin kararının tümüyle doğru olduğu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesini taşıdığımdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum…”
Görüşüyle, yine aynı uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle itirazın kabulü gerektiği görüşüyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi’nin 31.05.2011 gün ve 5609-4743 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.10.2011 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 11.10.2011 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/11672
K. 2011/16946
T. 25.10.2011
• BOŞANMA DAVASI ( Davalar Birleştirilse Dahi Tarafların Her Dava İçin Ayrı Delil ve Tanık Listesi İbraz Edebileceği – Davalı Davacı Kocanın Kendi Açtığı Dava İçin Gösterdiği Tanıkların Hukuki Dinlenilme Hakkına Uygun Olarak Dinlenmesi Gereği )
• BİRLEŞTİRİLEN BOŞANMA DAVASI ( Tarafların Her Dava İçin Ayrı Delil ve Tanık Listesi İbraz Edebileceği – Davalı Davacı Kocanın Kendi Açtığı Dava İçin Gösterdiği Tanıklar Dinlenmeden Karar Verilemeyeceği )
• DELİL VE TANIK LİSTESİ ( Boşanma Davaları Birleştirilse Dahi Tarafların Her Dava İçin Ayrı Delil ve Tanık Listesi İbraz Edebileceği – Davalı Davacı Kocanın Kendi Açtığı Dava İçin Gösterdiği Tanıkların Hukuki Dinlenilme Hakkına Uygun Olarak Dinlenmesi Gereği )
• ADİL YARGILANMA VE HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI ( Boşanma Davaları Birleştirilse Dahi Tarafların Her Dava İçin Ayrı Delil ve Tanık Listesi İbraz Edebileceği – Davalı Davacı Kocanın Kendi Açtığı Dava İçin Gösterdiği Tanıkların Dinleneceği )
6100/m. 27, 240
1086/m. 274
ÖZET : Boşanma davasında; birleştirilmiş bile olsa, tarafların her dava için ayrı ayrı delil ve tanık listesi vermesine yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalı-davacı kocanın kendi açtığı dava için gösterdiği tanıkları dinlenmeden karar verilmesi adil yargılanma hakkı ( TC.Anayasası md.36 ) kapsamındaki “hukuki dinlenilme hakkı”na aykırılık teşkil eder.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan 25.10.2011 gününde duruşmalı temyiz eden davalı-davacı H. ile vekili gelmedi. Karşı taraf davacı-karşı davalı A. vekili geldi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davalı-davacı kocanın 04.01.2010 tarihli dilekçeyle bildirmiş olduğu tanıklar davacı-davalı kadın tarafından açılan boşanma davası için bildirilmiş ve bu davaya yönelik olarak dinlenmiştir. Davalı-davacı koca tarafından açılan boşanma davası 11.03.2010 tarihinde davacı-davalı kadın tarafından açılan ilk dava dosyası ile birleştirilmiş; birleşen dava dosyası için taraflara delillerini sunmaları için 11.03.2010 tarihinde süre verilmesi üzerine davalı-davacı koca 29.03.2010 tarihli dilekçesiyle kendi açtığı boşanma davası için tanık bildirmiştir. Mahkemece ikinci tanık listesi verilemeyeceği gerekçesiyle tanıkların dinlenmesi talebi reddedilmiştir. Davalı-davacı kocanın kendi davasının ispatı için vermiş olduğu 29.03.2010 tarihli tanık listesi ikinci tanık listesi yasağına ( 1086 s.HUMK.md.274, 6100 s.HMK.md.240 ) tabi değildir. Birleştirilmiş bile olsa, tarafların her dava için ayrı ayrı delil ve tanık listesi vermesine yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalı-davacı kocanın kendi açtığı dava için gösterdiği tanıkları dinlenmeden karar verilmesi adil yargılanma hakkı ( TC.Anayasası md.36 ) kapsamındaki “hukuki dinlenilme hakkı” nın ( HMK.md.27 ) kısıtlanması sonucunu doğuran eksik incelemeyle verilmiş karar niteliğinde olup; bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacı-davalı kadının boşanma davasına yönelik olan temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/3702
K. 2012/19080
T. 4.6.2012
• İCRA EMRİNİN İPTALİ ( Mahkeme İlamında Dava Konsusu Aracın Ayıpsız Misli ile Değiştirilmesine Karar Verildiği/Ancak İcra Emrinin İlama Aykırı Olarak Düzenlendiği İddiası – Gerekçe Gösterilmeksizin Şikayetin Reddine Karar Verilmemesi Gereği )
• GEREKÇE GÖSTERİLMEDEN HÜKÜM VERİLEMEMESİ ( Yasanın Aradığı Anlamda Oluşturulacak Kararın Açık Anlaşılır ve Uygulanabilir Olması Gereği – Borçlu Tarafından İleri Sürülen İtiraz Sebeplerinin Gerekçede Tek Tek Sonuca Bağlanması Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA VE HUKUKİ DİNLENME HAKKI ( Borçlu Tarafından İleri Sürülen İtiraz Sebeplerinin Gerekçede Tek Tek Sonuca Bağlanacağı – İtiraz Sebeplerinin Tek Tek Tartışılacağı/Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gereği/İcra Emrinin İptali Davası )
6100/m. 27,297
2709/m. 36
Avrupa insan Hakları Sözleşmesi/m. 6
ÖZET : İlamda dava konusu aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesine karar verilmesine rağmen icra emrinin ilama aykırı olarak düzenlendiğinden bahisle icra emrinin iptali istemine ilişkin dava açılmıştır. Hukuki dinlenme hakkı ve adil yargılanma ile ilgili bulunan ve borçlu tarafından ileri sürülen itiraz sebeplerinin gerekçesiyle birlikte tek tek tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, gerekçe gösterilmeksizin şikayetin reddine karar verilmesi isabetsizdir. Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların ve hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olması gereklidir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Pınar Çirci tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklı tarafından Ceyhan 2.Asliye Hukuk ( Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla ) Mahkemesi’nin 4.12.2008 tarih ve 2009/207 E. – 2010/102 K. sayılı ayıplı aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesine ilişkin kararının ilamlı takip konusu yapıldığı, borçlu vekilinin şikayetinde, dayanak ilamda dava konusu aracın ayıpsız misli ile değişimine karar verildiğini, faiz hükmünün yer almadığını tebliğ edilen icra emrinde ise, aracın değiştirilmesi bu mümkün olmadığı takdirde satım tarihi itibariyle bedelinin yasal faizi ile birlikte tahsilinin talep edildiğini, ilama aykırı olarak düzenlenen icra emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 Sayılı HMK’nun 27 ve 297. maddeleri işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, bazen bir mahkeme kararının, başka bir dava yönünden kesin hüküm veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi konularda yapılacak hukuksal değerlendirmelerin sağlıklı olabilmesi de, o kararın yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür ( Hukuk Genel Kurulu’nun 18.10.2006 tarih ve 2006/1 1620 esas, 2006/659 karar sayılı kararı ).
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde “Hukuki dinlenilme hakkı” düzenlenmiştir. Buna göre davanın taraflarının, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olma, açıklama ve ispat hakkı bulunmaktadır. Maddenin gerekçesinde açıklandığı üzere bu hak, Anayasanın 36 ve Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E. – 238 K. sayılı usulden bozmayı kapsayan ilamının gerekçesinde aynen; “Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir” ifadelerine yer verilmiştir.
Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan; “Gerekçenin, ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği, yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama, gerek yargı erki ile yargıcın, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak. saygın ve güvenilir olması ilkesi ile bağdaşmaz.
Belirtilen anayasal ve yasal düzenlemeler doğrultusunda, borçlu tarafından ileri sürülen itiraz sebeplerinin gerekçesiyle birlikte tek tek tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, gerekçe gösterilmeksizin şikayetin reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.’nun 366. ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.06.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.