Adli Tıp Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2011/3181
K. 2011/5977
T. 17.10.2011
• KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS ( Sanığın Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Madde Bağımlılığından Kaynaklanan Ağrılar Nedeniyle Suçu İşlediğini İddia Ettiği – Sanığın Ceza Sorumluluğunun Tespiti İçin Gözlem Altına Alınacağı )
• GÖZLEM ALTINA ALMA ( Kasten Öldürmeye Teşebbüs/Sanığın Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Madde Bağımlılığından Kaynaklanan Ağrılar Nedeniyle Suçu İşlediğini İddia Ettiği – Sanığın Ceza Sorumluluğunun Tespiti İçin Gözlem Altına Alınması Gereği )
• MADDE BAĞIMLILIĞI ( Kasten Öldürmeye Teşebbüs/Sanığın Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Madde Bağımlılığından Kaynaklanan Ağrılar Nedeniyle Suçu İşlediğini İddia Ettiği – Sanığın Ceza Sorumluluğunun Tespiti İçin Gözlem Altına Alınması Gereği )
• ADLİ TIP GENEL KURULU ( Gözlem Altına Alma/Kasten Öldürmeye Teşebbüs – Gözlem İhtisas Dairesi İle 4. İhtisas Kurulu Raporları Arasında Çelişki Olması Durumunda Sanığın Adli Tıp Genel Kuruluna Gönderileceği )
• CEZA SORUMLULUĞU ( Kasten Öldürmeye Teşebbüs/Sanığın Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Madde Bağımlılığından Kaynaklanan Ağrılar Nedeniyle Suçu İşlediğini İddia Ettiği – Sanığın Akıl Hastası Olup Olmadığının Tespiti İçin Gözlem Altına Alınacağı )
5237/m.32, 34, 35, 81
ÖZET : Kasten öldürmeye teşebbüs suçunda; madde bağımlılığı tanısıyla yatarak tedavi gören, orak hücre anemi hastası olan ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunan sanığın, hastalığı sebebiyle kullanmak zorunda olduğu ilaçları kullanamadığından dolayı ağrılarının arttığını ve ağrılarının etkisiyle suçu işlediğini ileri sürmesi karşısında; sanığın tedavi evrakları ve dava dosyasıyla birlikte İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk edilerek, Gözlem İhtisas Dairesi’nde müşahade altına aldırılması, suçu işlediği tarihte ve halen akli durum ve cezai ehliyeti konusunda 4. İhtisas Kurulu’ndan rapor aldırılması, Gözlem İhtisas Dairesi’nin raporu ile 4. İhtisas Kurulu’nun raporları arasında çelişki çıkması halinde, sanığın Adli Tıp Genel Kurulu’na gönderilerek, muayenesi yapıldıktan sonra Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor aldırılması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir.
DAVA : N.K.’yu kasten öldürmeye teşebbüsten, tehditten, hakaretten ve izinsiz silah taşımaktan sanık İ. Y.’un yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne dair ( tarsus ) Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 05.10.2010 gün ve 190/297 Sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi C.Savcısıyla sanık müdafii taraflarından istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğnameyle Dairemize gönderilmekle; incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Sanık hakkında hakaret suçundan verilen 1.740,00 TL adli para cezası C.M.U.K.nun 305. maddesi uyarınca kesin nitelikte olup, temyiz kabiliyeti bulunmadığından sanık müdafiinin bu suça yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
Sanık İ. Y.’un kasten öldürmeye teşebbüs, tehdit ve 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçlarından kurulan hükümler yönünden yapılan incelemede;
Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde 01.11.2006 – 13.11.2006 tarihleri arasında madde bağımlılığı tanısıyla yatarak tedavi gören, orak hücre anemi hastası olan ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunan sanığın, hastalığı sebebiyle kullanmak zorunda olduğu ilaçları kullanamadığından dolayı ağrılarının arttığını ve ağrılarının etkisiyle suçu işlediğini ileri sürmesi karşısında; sanığın tedavi evrakları ve dava dosyasıyla birlikte İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk edilerek, Gözlem İhtisas Dairesi’nde müşahade altına aldırılması, suçu işlediği tarihte ve halen akli durum ve cezai ehliyeti konusunda 5237 Sayılı T.C.K.nun 32 ve 34. maddeleri kapsamında 4. İhtisas Kurulu’ndan rapor aldırılması, Gözlem İhtisas Dairesi’nin raporu ile 4. İhtisas Kurulu’nun raporları arasında çelişki çıkması halinde, sanığın Adli Tıp Genel Kurulu’na gönderilerek, muayenesi yapıldıktan sonra Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor aldırılması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken, müşahade altına alınmaksızın muayene sonucu düzenlenen Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinin raporuna itibar edilerek, eksik inceleme sonucu hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin ve Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, sanık hakkında kurulan hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), 17.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1982/8-211
K. 1982/262
T. 3.5.1982
• EVİNDE MUŞTA YAKALANAN SANIK ( Sanığın Evinde Yakalanan Aletin Muşta Olup Olmadığının Tesbiti İçin Adli Tıp Fizik Şubesine Başvurulacağı )
• ADLİ TIP FİZİK ŞUBESİNE BAŞVURULMASI ZORUNLULUĞU ( Suça Konu Aletin Muşta Olup Olmadığının Tesbiti İçin )
• MUŞTA OLDUĞU BİLİRKİŞİCE BELİRTİLEN ALETİN MUŞTA OLUP OLMADIĞININ TESBİTİ ( Adli Tıp Fizik Şubesine Başvurulması Zorunluluğu )
6136/m.15,4
ÖZET : Suça konu aletin 6136 sayılı yasanın 2249 sayılı yasa ile değişik 4. maddesinde yer alan muşta veya özel nitelikteki benzerlerinden olup olmadığı adli tıp fizik şubesi’nden sorulmalıdır. Bu konuda uzmanlığı şüpheli emniyet bekçisinin düşüncesiyle yetinilemez.
DAVA : 6136 sayılı Kanuna Muhalefeten sanık Hacı’nın hükümlülüğüne dair ( Ceyhan Asliye Ceza Mahkemesi )’nden verilen 21.10.1981 gün ve 390/352 sayılı hükmün, sanık vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Sekizini Ceza Dairesi’nce incelenerek 18.3.1982 gün ve 645/1405 sayılı ilamı ile bozulmasına krar verilmiştir.
C. Başsavcılığının CMUK.nun 322. maddesi uyarınca özel dairenin bozma kararına itiraz etmesi, bozma kararının kaldırılmasını ve Hükmün onanması istemini bildiren 16.4.1982 gün ve 79 sayılı itiraznamesiyle dosyanın Birinci Başkanlığa gönderilmesi üzerine, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 6136 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık Hacı’nın anılan yasanın 15/1, TCK.nun 59, 36. maddeleri gereğince beş ay süre ile hapis ve 2500 lira ağır para cezasıyla tecziyesine suçun işlenmesindeki suret, şekil ve hususiyetlere nazaran 647 sayılı Yasanın 4 ve 5. maddelerinin uygulama talebinin reddine; sanık vekili verilecek cezanın tecilini talep etmiş ise de, sanığın geçmişteki hali ve ahlaki temayülü itibariyle ileride suç işlemekten çekineceğine dair mahkemeye kanaat vermediğinden tecil talebinin reddine, suç mevzuu muştanın zoralımına ilişkin hükmü özel daire: ( 1 – Suça konu aletin 6136 sayılı Kanunun 2249 sayılı Kanunla değişik 4. maddesinde yer alan muşta veya özel nitelikteki benzerlerinden olup olmadığı Adli Tıp Fizik Şubesi’nden sorulması gerekirken uzmanlığı şüpheli emniyet bekçisinin düşüncesiyle yetinilerek eksik inceleme ile hüküm kurulması 2 – Bir kamu işyerinde işçi statüsünde fiilen bekçilik yapan, geçmiş hükümlülüğü bulunmayan, 6 çocuklu sanığın bu hali ve davacı tarafından da doğrulanan savunması içeriğine göre, bir cezaevi firarisini yakalatmaktaki çabası da değerlendirilerek uygulama yapılması gerekirken, soyut bir gerekçeyle 647 sayılı Kanununun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmamasına karar verilmesi ) isabetsizliğinden bozmuştur.
Bu karara karşı itiraz yoluna başvuran C. Başsavcılığı’nca: ( Bilirkişi Bekçi İsmail’in mütalaası açık ve oluşa uygundur. Sanığın evinde bulunan muşta herkes tarafından bilinen bir alettir. Bekçi ve polisler görevleri icabı daha da iyi bilirler. Adli Tıp Meclisi’nden mütalaa alınmasına gerek yoktur. Keza kararda 647 sayılı Kanunun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmamasına dair gerekçe yasaldır. Sanık Hacı cezaevi firarisi olan Remzi’yi müştekilerle arası açık olduğu için ihbar etmiştir ve müştekilerin evini gözetlediği, röntgencilik yaptığı iddia edilmektedir. Hükmü veren mahkeme bu hususları değerlendirerek sanığın paraya çevirme ve tecil talebini reddetmiştir. Açıklanan nedenlerle özel daire bozma kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi ) talep olunmuştur.
Dosyaya, oluşa ve mevcut delillere göre: Evli, altı çocuklu ve bir inşaatta gece bekçiliği yapan sanık, olay tarihinden bir ay kadar önce jandarmaya ihbarda bulunarak çeşitli suçlardan aranan cezaevi firarisi Remzi’yi yakalattırmıştır. Çalıştığı inşaatın karşısındaki evde Remzi’nin kardeşleri, Ayhan ve Emine oturmaktadırlar.
8.9.1981 günü Ceyhan C. Savcılığına dilekçe veren sanık: ( Remzi’nin kardeşlerinin “Diyarbakır’dan adam getirttik. Seni öldüreceğiz” diye tehdit ettiklerini, bu nedenle hayatının korunmasını ) istemiştir. Aynı gün, aynı savcılığa şikayet dilekçesi veren Emine’nin ( Sanığın kendisini ölümle tehdit ettiğini, aynı zamana pencerelerinin boyasını kazıyarak evlerini dikizlediğini ) iddia etmesi üzerine sanığın evinde yapılan aramada, sedir üzerindeki sandığın içinde bir adet muşta bulunmuştur. Sanık, bu muştayı olay tarihinden 2-3 gün önce yolda bulduğunu, herhangi bir suçta kullanmadığını iddia etmektedir. Gerek hazırlık tahkikatı sırasında yemini yaptırılmadan bilirkişi olarak rapor düzenleyen Polis Memuru Nafiz, gerekse Mahkeme huzurunda yeminli bilirkişi olarak bilgisine başvurulan bekçi İsmail niteliklerini açıkladıkları aletin özel olarak yapılmış muşta olduğunu, 6136 sayılı Kanunun kapsamına girdiğini belirtmektedirler.
Emine’nin kardeşi Remzi’yi jandarmaya yakalattıran ve ölümle tehdit edildiği iddiasıyla C. Savcılığına başvuran sanık hakkında “evlerini dikizlediği, kendisini ölümle tehdit ettiği” yolundaki, başka delillerle doğrulanmayan iddialarının hükme dayanak yapılmasına olanak bulunmamaktadır.
Her olayın özelliği dikkate alınarak verilecek cezanın suçlunun kişiliğine ve suça uydurulması suretiyle daha insancıl ve dengeli adaletin gerçekleştirilmesi amacı ile yasaya konulan şahsileştirme müesseselerinin; niteliği yukarıda açıklanan olayda tatbiki hakkaniyete uygun düşer.
Şu hale göre; yasadaki deyimlerin tekrarı, CMUK.nun 32 ve Anayasanın 135/son maddesinde yazılı olaya uygun ve inandırıcı gerekçe olarak kabul edilemez.
Nitekim 7.6.1976 günlü İçtihadı Birleştirme Kararında “.. gösterilecek gerekçenin sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etme niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir..” denilmektdir.
İçtihadı Birleştirme Kararındaki bu açıklamalar yasa koyucunun amacına göz atmakta da konunun değerlendirilmesi yönünden yarar ve hatta zorunluluk vardır.
Yasa tasarısının gerekçesinde benimsenen ( prensipler ) başlığı altındaki 4. maddede “kısa süreli hapis cezalarında suçlunun kendi kendini islah imkan vermek ve mümkün olduğu kadar bu cezalar yerine elastiki bir para cezası veya buna paralel diğer tedbirlerin uygulanması” denilmektedir.
Metinde yer alan “mümkün olduğu kadar” deyimi genişletici bir uygulamanın kanun va’zınca amaçlandığını açıkça göstermektedir. Keza gerekçede vurgulanan, bu tür suçlardan cezaevine girenlerin fazlalığı ve bunun Devlete yüklediği ağır külfetin giderilmesi, cezaevine girme korkusunun ve bu korkunun sağldığı suç işlemeyi önleyici hassanın yıkılmaması, bu suretle şahsın ve toplumun korunması ilkelerinin gerçekleştirilmesi, bu nev’i suç faillerinin ağır cezalı suç fiilleri ile birarada kalmalarından doğacak birçok sakıncaların önlenmesi maksadına matuf yasal düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.
Şu hale göre, sözü edilen yasa hükümlerinin uygulanmaması yönündeki gerekçelerin, yukarıda sayılan faydaların bulunmadığını gösterecek kişisel ve olaysal ögeleri içermesi gerekir.
Yasadaki deyimlerin tekrarlanması bu anlamda bir gerekçe olarak kabul edilemez.
Olayın, sanığın evindeki sedir üzerindeki sandığın içinde bir adet muşta bulundurmaktan ibaret oluşu; sanığın, 51 yaşında, evli, altı çocuklu, bir inşaatta gece bekçiliği yapan, olaydan kısa bir süre önce güvenlik kuvvetlerince aranan bir cezaevi firarisini yakalatan bir kişi olması gibi olgular karşısında, yerel mahkeme kararındaki 647 Sayılı Yasanın 4 ve 6. maddelerinin uygulanmaması için gösterilen gerekçeyi, sözü edilen maddelerin yasa koyucu tarafından kabul edilişindeki amaç ve espiriye ve yukarıda yapılan açıklamalara uygun görmeye olanak bulunmadığı gibi, “Aliminyumdan” yapıldığı uzmanlığı şüpheli bilirkişilerce belirtilen suç konusu aletin, 6136 Sayılı Yasanın 4. maddesinde yer alan “muşta veya özel nitelikteki benzerlerinden olup olmadığının Adli Tıp Fizik Şubesi’nden sorulduktan sonra hüküm kurulmasında da zorunluluk bulunduğundan, C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, C. Başsavcılığı itirazının reddine, sanığın evinde bulunan aletin “muşta” olup olmadığının Adli Tıp Fiik Şubesi’ne incelettirilmesi gerekip gerekmediği konusunda oybirliğiyle; sanığa 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddelerinin uygulanmaması hususunda gösterilen gerekçelerin yasal olup olmadığı konusunda üçte ikiyi geçen çoğunlukla 31.5.1982 günü karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Çoğunluk görüşüne katılmıyan bir üye : ( Sanık hakkında 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddelerinin uygulanmaması hususunda yerel mahkemece gösterilen gerekçeyi yerinde bulduğunu, bu yönden itirazın kabulü gerektiğini; diğer bozma nedenine kendisinin de katıldığını ) ileri sürerek bu yolda oy kullanmıştır.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/31197
K. 2011/12267
T. 9.6.2011
• İMZAYA İTİRAZ ( Bonodaki Keşideci İmzasının Borçlunun Eli Ürünü Olup Olmadığına Dair Çelişkili Raporların Olduğu – Yeniden Uzman Bilirkişilerden Oluşacak Kuruldan Mütalaa Alınacağı )
• GRAFOLOG BİLİRKİŞİ ( İmzaya İtirazda Bonodaki Keşideci İmzasının Borçlunun Eli Ürünü Olup Olmadığı – İcra Mahkemesince Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi ve Ceza Davası Sırasında Başka Bilirkişiden Alınan Raporların Çeliştiği )
• ADLİ TIP FİZİK İHTİSAS DAİRESİ ( Grafolog Bilirkişilerden Alınan Raporların İmzanın Borçlunun Eli Ürünü Olup Olmadığına Dair Alınan Raporların Çeliştiği/Adli Tıp Kurumu Grafoloji Bölümünün İmza İncelemesinde Son Mercii Olmadığı – Yeniden Uzman Bilirkişilerden Oluşacak Kuruldan Mütalaa Alınması Gerektiği )
• BORÇLUNUN ELİ ÜRÜNÜ ( İmzaya İtiraz Davası – Çelişkili Grafolog Bilirkişi Raporları Mevcut Olduğu )
2004/m.168/4
ÖZET : Bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibine başlanmış, icra mahkemesi nezdinde imzaya itiraz edilmiş, icra mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda grafolog bilirkişiden alınan raporda , bonodaki keşideci imzasının borçlunun eli ürünü olduğu bildirilmiştir. Hazırlık soruşması sırasında alınan başka bir grafolog bilirkişinin düzenlediği raporda ise bonodaki keşideci imzasının borçlunun eli ürünü olduğu bildirildiği halde, aynı bilirkişiden ceza davası sırasında alınan raporda borçlunun eli ürünü olmadığı rapor edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi’nden alınan raporda ise, bonodaki keşideci imzasının muteriz borçlunun eli ürünü olmadığının açıklandığı görülmektedir. Adli Tıp Kurumunun Grafoloji bölümü imza incelemesinde son mercii olmadığından bu rapora itibar olunarak hüküm tesisi doğru değildir. Raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesini teminen yeniden, konusunda uzman bilirkişilerden oluşacak bir kuruldan mütalaa alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibine başlandığı, borçluya 10 örnek ödeme emri tebliği üzerine İ.İ.K.nun 168/4. maddesinde öngörülen yasal 5 günlük sürede icra mahkemesi nezdinde imzaya itiraz edilmiş, icra mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda grafolog bilirkişi A.B.’den alınan 8.9.2008 tarihli raporda , bonodaki keşideci imzasının borçlunun eli ürünü olduğu bildirilmiştir. Hazırlık soruşması sırasında cumhuriyet savcılığınca alınan grafolog bilirkişi M.K.’nin düzenlediği 31.3.2008 tarihli raporda ise bonodaki keşideci imzasının borçlunun eli ürünü olduğu bildirildiği halde, aynı bilirkişiden ceza davası sırasında alınan 23.2.2009 tarihli bilirkişi raporunda, bonodaki keşideci imzasının borçlunun eli ürünü olmadığı rapor edilmiştir.
Raporlar arasındaki çelişki üzerine Asliye Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi’nden alınan 30.4.2010 tarihli raporda ise, bonodaki keşideci imzasının muteriz borçlunun eli ürünü olmadığının açıklandığı görülmektedir. Adli Tıp Kurumunun Grafoloji bölümü imza incelemesinde son mercii olmadığından bu rapora itibar olunarak hüküm tesisi doğru değildir.
Mahkemece, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesini teminen yeniden, konusunda uzman bilirkişilerden oluşacak bir kuruldan mütalaa alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, Adli Tıp Kurumundan alınan rapora itibar edilerek eksik inceleme ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 9.6.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2010/30978
K. 2012/2008
T. 29.2.2012
• UYUŞTURUCU VE UYARICI MADDE ARASINDA YER ALMAYAN İLAÇ ( İlacın Konu İle İlgili Uluslararası ve İç Hukuk Mevzuatında Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Olarak Yer Almadığı – Satışının Yetkili Tabip Tarafından Düzenlenen Reçeteye Bağlı Olup Olmadığının Tespit Edileceği )
• UYUŞTURUCU VE UYARICI MADDE ETKİSİ DOĞURAN MADDENİN TİCARETİ ( İlacın Konu İle İlgili Uluslararası ve İç Hukuk Mevzuatında Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Olarak Yer Almadığı – Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu ‘ndan Rapor Alınacağı )
• ADLİ TIP 5. İHTİSAS KURULU RAPORU ( Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Etkisi Doğuran İlaç Ticareti/lacın Konu İle İlgili Uluslararası ve İç Hukuk Mevzuatında Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Olarak Yer Almadığı – Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu ‘ndan Rapor Alınacağı )
5237/m. 188
Uyuşturucu Maddelere Dair 1961 Tek Sözleşmesi
ÖZET : Uyuşturucu Maddelere Dair 1961 Tek Sözleşmesi’nin 1 ve 2 numaralı cetvellerinde ve konu ile ilgili mevzuatta uyuşturucu ve uyarıcı maddeler arasında yer almaması nedeniyle uyuşturucu veya uyarıcı madde olarak kabul edilmesine olanak bulunmayan “clonazepam” aktif maddesini içeren R… isimli ilaç olarak belirtilen tabletin, “Uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran” bir madde olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu ‘ndan rapor alınmalı; üretiminin resmi makamların iznine veya satışının yetkili tabip tarafından düzenlenen reçeteye bağlı olup olmadığı, sanığın eyleminin “uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran maddenin ticaretini yapma” suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılmalıdır.
DAVA : Dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İ… Kriminal Polis Laboratuarının 02.04.2008 tarihli raporuna göre, sanığın evinde bulunan 140 adet tabletin “clonazepam” aktif maddesini içeren R… isimli ilaç olduğu, “clonazepam” isimli maddenin 5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasında, 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun’da, 3298 sayılı Uyuşturucu Maddelerle İlgili Kanun’da, Uyuşturucu Maddelere Dair 1961 Tek Sözleşmesi’nin 1 ve 2 numaralı cetvellerinde, 2313 ve 3298 sayılı Kanunların verdiği yetki uyarınca çıkarılan Bakanlar Kurulu kararlarında sayılan uyuşturucu ve uyarıcı maddeler arasında yer almaması nedeniyle uyuşturucu veya uyarıcı madde olarak kabul edilmesine olanak bulunmadığı dikkate alınarak, İ… Kriminal Polis Laboratuarının 02.04.2008 tarihli raporunda “clonazepam” aktif maddesini içeren R… isimli ilaç olarak belirtilen tabletin, 5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin altıncı fıkrasında belirtildiği şekilde;
a) “Uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran” bir madde olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu’ndan rapor alınması,
b) Üretiminin resmi makamların iznine veya satışının yetkili tabip tarafından düzenlenen reçeteye bağlı olup olmadığının, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü’nden sorulması,
Sonucuna göre eyleminin TCK’nın 188. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenen “uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran maddenin ticaretini yapma” suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılarak, sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün ( BOZULMASINA), bozma nedenine ve tutuklu kaldığı süreye göre sanığın salıverilmesine, başka suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde serbest bırakılmasının sağlanması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına, 29.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. CEZA DAİRESİ
E. 2011/760
K. 2011/2041
T. 29.9.2011
• TAKSİRLE YARALAMA ( Sanığın İki Kişinin Nitelikli Şekilde Taksirle Yaralanmasına Sebep Olduğu – Eylemin Suç Tarihinde Yürürlükte Olan 765 S.K. ‘nın 459/2. Maddesine Uyduğunun Gözetileceği )
• TAZMİNAT MİKTARININ HESAPLANMASI ( Taksirle Yaralama – Kusur Oranında İndirim Yapılacağı )
• MESLEKTE KAZANMA GÜCÜ KAYBI ( Taksirle Yaralama/Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun Bilimsel ve Teknik Görüşlerini Mahkemelere Bildirmekle Görevli Kılındığı – Kuruldan Rapor Alınması Gereği )
• ADLİ TIP 3. İHTİSAS KURULU ( Taksirle Yaralama/Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun Bilimsel ve Teknik Görüşlerini Mahkemelere Bildirmekle Görevli Kılındığı – Katılanın Yaşı ve Mesleği Belirtilerek Kuruldan Rapor Alınması Gereği )
• TALEPLE BAĞLILIK İLKESİ ( Katılan Vekilinin Faiz Talebinin Daha Sonra Dilekçe İle Belirtildiği – Sanığın İtirazının Bulunmaması Karşısında Talep Tarihi İtibariyle Faize Hükmedileceği/Taksirle Yaralama )
• FAİZ ( Katılan Vekilinin Faiz Talebinin Daha Sonra Dilekçe İle Belirtildiği – Sanığın İtirazının Bulunmaması Karşısında Talep Tarihi İtibariyle Faize Hükmedileceği )
5237/m.89
2659/m.16
765/m.459
ÖZET : Taksirle yaralama suçunda sanığın iki kişinin nitelikli şekilde taksirle yaralanmasına sebep olduğu kabul edilmesi karşısında eylemin suç tarihinde yürürlükte olan 765 Sayılı T.C.K.nın 459/2. maddesine uyduğu gözetilmelidir.
Kusur oranında tazminat miktarından indirim yapılması,
Meslekte kazanma gücü kaybı hususunda Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu bilimsel ve teknik görüşlerini mahkemelere bildirmekle görevli kılınmıştır. Katılanın yaşı ve mesleği belirtilerek Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan rapor alınması,
Katılan vekilinin faiz talebinin daha sonra dilekçe ile belirtildiği gözetildiğinde sanığın itirazının bulunmaması karşısında talep tarihi itibariyle faize hükmedilmesi gerekir.
DAVA : Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Hükmün gerekçesinde sanığın iki kişinin nitelikli şekilde taksirle yaralanmasına sebep olduğu kabul edilmesi karşısında eylemin suç tarihinde yürürlükte olan 765 Sayılı T.C.K.nın 459/2. maddesine uyduğu gözetilmeksizin, 765 Sayılı T.C.K.nın 459/3. maddesine girdiği kabul edilerek teşdiden ceza tayin edildiği de belirtilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi,
Katılan vekilinin 15.07.2004 tarihli dilekçede aracın tamir bedeli olarak 4.500 TL istemiş ve 14.10.2004 tarihli dilekçesinde mali sorumluluk sigortasından 2.812 TL ve aracın hurda olarak satışından 1.200 TL aldıklarını beyan etmiş olması ve kusur oranında tazminat miktarından indirim yapılması gerektiği de gözetildiğinde buna yönelik istemin reddi yerine kabulüne karar verilmesi,
2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 16/2. maddesi c bendi gereğince Adli Tıp Kurumu 3. ihtisas kurulu “meslekte kazanma gücü kaybı” hususunda bilimsel ve teknik görüşlerini mahkemelere bildirmekle görevli kılınmıştır. Anılan bu hüküm de gözetilerek katılanın yaşı ve mesleği belirtilerek Adli Tıp Kurumu 3. ihtisas Kurulundan rapor alınması gerektiği gözetilmeyerek eksik inceleme ile hüküm tesisi,
Katılan vekilinin 15.07.2004 tarihli dilekçesinde faiz talep etmediği, faiz talebinin 04.12.2008 tarihli dilekçede belirtildiği gözetildiğinde, sanığın itirazının bulunmaması karşısında talep tarihi itibariyle faize hükmedilmesi gerekirken olay tarihi itibariyle faize hükmedilmesi.
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanığın ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, 29.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/1234
K. 2011/2414
T. 28.2.2011
• MALULLÜK AYLIĞINA HAK KAZANDIĞININ TESPİTİ ( Tüm Tedavi Evrakının Davacıdan ve İlgili Kurumlardan Sorularak Temini İle Adli Tıp Genel Kurulundan Çelişkileri Giderecek Şekilde Yeniden Rapor Alınması Gerektiği )
• ÇELİŞKİLİ RAPOR ( Malullük Aylığına Hak Kazandığının Tespiti – Tüm Tedavi Evrakının Davacıdan ve İlgili Kurumlardan Sorularak Temini İle Adli Tıp Genel Kurulundan Çelişkileri Giderecek Şekilde Yeniden Rapor Alınması Gerektiği )
• ADLİ TIP GENEL KURULU KARARI ( Çelişkileri Giderecek Şekilde Yeniden Rapor Alınarak Davacının İşe Başladığı Tarihte Maluliyetini Gerektirir Derecede Rahatsız Olup Olmadığı Hususu Tereddüde Yer Vermeyecek Şekilde Belirlenmesi Gerektiği )
• İŞE BAŞLADIĞI TARİHTEKİ MALULİYETİNİN TESPİT EDİLEMEMESİ ( Sigortalı Olarak İlk Defa Çalışmaya Başladığı Tarihte Malul Sayılmayı Gerektirecek Derecede Hastalık veya Arızasının Bulunmadığının Kabul Edilmesi Gerektiği )
506/m.53
ÖZET : Davacı, malullük aylığına hak kazandığının tespitine ve aylıklarının faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece yapılacak iş; tüm tedavi evrakının davacıdan ve ilgili kurumlardan sorularak temini ile, Adli Tıp Genel Kurulundan çelişkileri giderecek şekilde yeniden rapor alınarak, davacının işe başladığı tarihte maluliyetini gerektirir derecede rahatsız olup olmadığı hususu tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmeli, davacının işe başladığı tarihteki maluliyetinin tespit edilememesi halinde, sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızasının bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu aşamadan sonra, davacının halihazırda maluliyet durumu ve maluliyetin başladığı tarih belirlenmeli, davacının çalışma gücü kaybı oranı kesin biçimde tespit edilerek, karar verilmelidir.
DAVA : Davacı, 6.6.2003 tarihinden itibaren malullük aylığına hak kazandığının tespitine ve aylıklarının faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, Dairemizin bozma ilamına uyularak, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hasan Özcan tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Davanın yasal dayanağı, 506 Sayılı Kanunun 53. maddesi olup, anılan madde ‘Kurum hastanelerince düzenlenecek usulüne uygun sağlık kurulu raporları ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu çalışma gücünün en az 2/3’ünü yitirdiği… Kurumca tespit edilen sigortalı malullük sigortası bakımından malul sayılır… Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte, malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık ve arızalarının bulunduğu önceden veya sonradan tespit edilen sigortalılar bu hastalık veya arızaları nedeni ile malullük sigortası yardımlarından yararlanamazlar/’ düzenlemesini içermektedir.
Uyuşmazlık, davacının anılan yasal düzenleme çerçevesinde, sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızasının bulunup bulunmadığı hakkındadır. Mahkemece , davanın ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 21.10.2005 tarihli raporunda, sigortalının işe giriş tarihinde maluliyetini gerektiren hastalık ve arızası ile işe girmiş olduğunun bildirildiği, 4.1.2008 tarihli Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporunda ise, hali hazırda beden çalışma gücünün 2/3’ünü kaybetmiş sayılacağı, hastalığın 1990 yılından önce başlamış olabileceğinin bildirildiği görülmektedir. Anılan Yasa maddesinin B bendinde “… Bu Kanun kapsamında ilk defa çalışmaya başladıkları tarihte mevcut hastalık veya arızası bulunanlar bu hastalık veya arızasının malul sayılmayı gerektirecek düzeyde olmadığını Kurum veya Kurum dışındaki hastanelerden işe girmeden önce alınmış, usulüne uygun sağlık raporu ve dayanağı tıbbi belgelerle kanıtlamakla yükümlüdürler…” hükmü öngörülmüştür. Bu yasal düzenleme karşısında, davacının işe başladığı tarihte maluliyetini gerektirir derecede rahatsız olduğunun, tereddüde yer vermeyecek şekilde tespiti zorunludur. Mahkemece bozma ilamına uyularak , Dokuz Eylül Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim dalından rapor alınarak karar verilmiş ise de; anılan rapor, önceki raporlar arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmadığı gibi, maluliyetin başlangıç tarihi hususunda yeterli içeriğe sahip olmadığından hüküm kurmaya elverişli değildir.
Mahkemece yapılacak iş; tüm tedavi evrakının davacıdan ve ilgili kurumlardan sorularak temini ile, Adli Tıp Genel Kurulundan çelişkileri giderecek şekilde yeniden rapor alınarak, davacının işe başladığı tarihte maluliyetini gerektirir derecede rahatsız olup olmadığı hususu tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmeli, davacının işe başladığı tarihteki maluliyetinin tespit edilememesi halinde, sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızasının bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu aşamadan sonra, davacının halihazırda maluliyet durumu ve maluliyetin başladığı tarih belirlenmeli, davacının çalışma gücü kaybı oranı kesin biçimde tespit edilerek, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeksizin, eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 28.2.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/11004
K. 2011/2006
T. 8.3.2011
• İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM ( Manevi Tazminat – Adli Tıp İhtisas Kurulu Raporuna İtiraz Edilmesine Göre Karinenin Aksinin İspatlandığının Kabul Edilemeyeceği )
• ADLİ TIP İHTİSAS KURULU RAPORUNA İTİRAZ EDİLMESİ ( Edilmesine Göre Karinenin Aksinin İspatlandığının Kabul Edilemeyeceği )
• İLLİYET BAĞI ( Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan İş Kazası İle Ölüm Olayı Arasında Tıbbi İlliyet Bağının Bulunup Bulunmadığına İlişkin Rapor Alınmak Gerekirken Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Raporuyla Yetinilerek Sonuca Gidilmesinin İsabetsizliği )
506/m.23
ÖZET : Dava, meydana gelen iş kazası sonucu % 76 oranında meslekte kazanma güç kaybına uğrayan sigortalının, iş kazasına bağlı olarak öldüğünden bahisle hak sahiplerinin manevi tazminat istemine ilişkindir. 506 Sayılı Kanunun 23. maddesi uygulanmak suretiyle hak sahiplerine iş kazası kolundan ölüm geliri bağlanmış olup bu durum iş kazası ile ölüm olayı arasında ilişki bulunduğuna dair karinedir. Adli Tıp ihtisas Kurulu raporuna itiraz edilmesine göre karinenin aksinin ispatlandığının kabul edilmesi mümkün değildir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan iş kazası ile ölüm olayı arasında tıbbi illiyet bağının bulunup bulunmadığına ilişkin rapor alınmak gerekirken Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporuyla yetinilerek sonuca gidilmesi isabetsizdir.
DAVA : Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı sebeplerle davanın reddine ilişkin hükümün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 8.3.2011 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacılar adına gelen olmadı. Davalılar vekili geldi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi B. Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dava, 18.12.1989 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 76 oranında meslekte kazanma güç kaybına uğrayan sigortalının, 28.8.2006 tarihinde iş kazasına bağlı olarak öldüğünden bahisle hak sahiplerinin manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davacılar murisinin ölümüyle iş kazası arasında illiyet bağı bulunmadığından davanın reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar murisinin 18.12.1989 tarihinde iş kazası geçirdiği ve bu kaza sonunda %76 oranında sürekli iş göremezlik sebebiyle gelir bağlandığı, 28.8.2006 tarihinde öldüğü, ölüm sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hak sahiplerine ölüm geliri bağladığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık 18.12.1989 tarihinde meydana gelen iş kazası ile 28.8.2006 tarihli ölüm olayı arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Mahkemece Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 4.11.2009 tarihli raporundaki “ölümle kaza arasında illiyet bağını gösterecek tıbbi delil bulunmadığına” ilişkin görüşe değer verilerek davanın reddine karar verilmişse de varılan bu sonucun eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olduğu anlaşılmaktadır.
Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu 3. ihtisas Kurulu raporuna davacı tarafça itiraz edilmiştir. Öte yandan 506 Sayılı Kanunun 23. maddesi uygulanmak suretiyle hak sahiplerine iş kazası kolundan ölüm geliri bağlanmış olup bu durum iş kazası ile ölüm olayı arasında ilişki bulunduğuna dair karinedir. Adli Tıp ihtisas Kurulu raporuna itiraz edilmesine göre karinenin aksinin ispatlandığının kabul edilmesi mümkün değildir. Hal böyle olunca Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan iş kazası ile ölüm olayı arasında tıbbi illiyet bağının bulunup bulunmadığına ilişkin rapor alınmak gerekirken Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporuyla yetinilerek sonuca gidilmesi isabetsizdir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacılara iadesine, 8.3.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/7475
K. 2011/9462
T. 27.6.2011
• HİZMET TESPİTİ ( Davacı İle Aynı Dönemde Birlikte Çalıştığı İşveren ve Kurum Kayıtları Esas Alınarak Belirlenecek ve Çalışmanın Kime Ait Olduğunu Bilebilecek Durumda Bulunan Çalışma Arkadaşları Dinlenerek Karar Verilmesi Gerektiği )
• ADLİ TIP İNCELEMESİ ( Hizmet Tespiti – İmza ve Fotoğraf İncelemesi Yaptırılmalı ve Ayrıca Davacı İle Aynı Dönemde Birlikte Çalıştığı İşveren ve Kurum Kayıtları Esas Alınarak Belirlenecek ve Çalışmanın Kime Ait Olduğunu Bilebilecek Durumda Bulunan Çalışma Arkadaşları Dinlenerek Karar Verileceği )
• İMZA VE FOTOĞRAF İNCELEMESİ ( Yaptırılarak Ayrıca Davacı İle Aynı Dönemde Birlikte Çalıştığı İşveren ve Kurum Kayıtları Esas Alınarak Belirlenecek ve Çalışmanın Kime Ait Olduğunu Bilebilecek Durumda Bulunan Çalışma Arkadaşları Dinlenerek Karar Verileceği – Hizmet Tespiti İstemi )
506/m.79
ÖZET : Dava, hizmet tespitine ilişkindir. Adli Tıp Kurumu marifetiyle imza ve fotoğraf incelemesi yaptırılmalı, ayrıca davacı ile aynı dönemde birlikte çalıştığı işveren ve Kurum kayıtları esas alınarak belirlenecek ve çalışmanın kime ait olduğunu bilebilecek durumda bulunan çalışma arkadaşları, müdür, şef gibi kişiler tanık sıfatıyla dinlenip tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle, çekişme konusu hizmetlerin, gerçekte kime ait olduğu hiçbir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak biçimde belirlendikten sonra, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hatice Kamışlık tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Mahkemece, bozma ilamına uyularak karar verilmiş ise de, bozma ilamının gereği tam olarak yerine getirilmemiştir. Bu tür sigortalı hizmetlerin saptanmasına ve aidiyete ilişkin davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan, özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu çerçevede, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde resen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Eldeki dava dosyasına konu olayda, mahkemece yapılan araştırma ve inceleme, hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Mahkemece, öncelikle, ihtilaf konusu olan 3501008926961 ve 4801200502307 sigorta sicil numarasında kayıtlı çalışmalara ait sicil dosyaları ve hizmet dökümleri celp edilmeli, davalı Kurumdan hangi çalışmaların davacıya mal edildiği sorularak, davacının kendisine ait olduğunu iddia ettiği ihtilaf konusu çalışmalar tereddütsüz belirlenmeli, sonrasında, ihtilaf konusu çalışmalara ait işe giriş bildirgeleri, dönem bordroları ve benzeri tüm ilgili evrak davalı Kurumdan celp edilmeli, Nüfus Müdürlüğünden işe giriş bildirgelerinde ismi geçen kişi yada kişilerin varlığı araştırılmalı, mevcudiyeti halinde, yargılama sonunda verilecek kararın, bu kişilerin hukuki menfaatlerini etkilemesi ihtimaline binaen, yöntemince davada davalı sıfatıyla taraf olmaları sağlanmalı, taraf teşkili sağlandıktan sonra, davacıya ve işe giriş bildirgesinde ismi geçen kişi, ya da, kişilere ait hizmet dökümünü içeren şahsi sicil dosyaları celp edilmeli, ihtilaf konusu çalışmaların geçtiği işyerinden imza ve fotoğraflarını içeren dilekçeler ve ücret tediye bordrolarıyla sair tüm belge asılları celbedilerek, bu belgeler ile bildirgelerde ismi geçen kişi yada kişilerin mümkün oldukça niza konusu dönemlerdeki imzaları istikdaba esas alınmak üzere celbedilmek suretiyle, Adli Tıp Kurumu marifetiyle imza ve fotoğraf incelemesi yaptırılmalı, ayrıca davacı ile aynı dönemde birlikte çalıştığı işveren ve Kurum kayıtları esas alınarak belirlenecek ve çalışmanın kime ait olduğunu bilebilecek durumda bulunan çalışma arkadaşları, müdür, şef gibi kişiler tanık sıfatıyla dinlenip tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle, çekişme konusu hizmetlerin, gerçekte kime ait olduğu hiçbir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak biçimde belirlendikten sonra, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme sonucu, yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 27.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/13512
K. 2011/6283
T. 12.7.2011
• İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞGÖREMEZLİK ( Maddi ve Manevi Tazminat – Sigortalının Ölümünün İş Kazası Sonucu Meydana Gelip Gelmediği Konusunda Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan Rapor Alınması Gerektiği)
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( İş Kazası Sonucu Sürekli İşgöremezlik – Sigortalının Ölümünün İş Kazası Sonucu Meydana Gelip Gelmediği Konusunda Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan Rapor Alınması Gerektiği)
• ADLİ TIP KURUMU ( Aracılığıyla İş Kazası İle Ölüm Arasında Tıbbi İlliyet Bağının Bulunup Bulunmadığına Dair Rapor Alınması ve Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği)
• İLLİYET BAĞI ( İş Kazası Sonucu Sürekli İşgöremezlik/Maddi ve Manevi Tazminat – Adli Tıp Kurumu Aracılığıyla İş Kazası İle Ölüm Arasında Tıbbi İlliyet Bağının Bulunup Bulunmadığına Dair Rapor Alınması ve Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği)
506/m.109
5510/m.95
ÖZET : Dava, meydana gelen iş kazası sonucu %60 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının, iş kazasına bağlı olarak öldüğünden bahisle hak sahiplerinin maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Yapılacak iş, 506 Sayılı Kanunun 109. ve 5510 Sayılı Kanunun 95. maddesinde öngörülen prosedür uyarınca sigortalının ölümünün, iş kazası sonucu meydana gelip gelmediği konusunda, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor alınmak, bu rapora karşı somut verilere dayanan bir itiraz olursa, Adli Tıp Kurumu, giderek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu aracılığıyla iş kazası ile ölüm arasında tıbbi illiyet bağının bulunup bulunmadığına dair rapor alınmak ve sonucuna göre bir karar verilmekten ibarettir.
DAVA : Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı sebeplerle 70.182,26 TL maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine dair hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 12.7.2011 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı vekili geldi. Karşı taraf adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi B. Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü, ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dava 1.8.1997 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu %60 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının, 8.12.1998 tarihinde iş kazasına bağlı olarak öldüğünden bahisle hak sahiplerinin maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece davacının maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar murisinin 1.8.1997 tarihinde iş kazası geçirdiği ve bu kaza sonunda %60 oranında sürekli iş göremezliğe uğradığı, 8.12.1998 tarihinde, ölümü sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hak sahiplerine ölüm geliri bağladığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık 1.8.1997 tarihinde meydana gelen iş kazası ile 8.12.1998 tarihli ölüm olayı arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Her ne kadar hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından iş kazası kolundan ölüm geliri bağlanmış ise de, kurumun bu işlemi 506 Sayılı Kanunun 23/son maddesindeki “İş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün %50 veya daha fazlasını kaybederek sürekli iş göremezlik geliri almakta iken ölüm halinde, ölümün maluliyete esas olan iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olup olmadığına bakılmaksızın hak sahiplerine gelir bağlanacağına dair düzenlemenin bir sonucudur. Somut olayda iş kazası sonucunda sağ kolun dirsek altından kesilmesi ile sol el parmaklarındaki doku kaybı sebebiyle sigortalının sürekli iş göremezliği tespit edilmiştir. Oysa defin ruhsatında, sigortalının ölüm nedeni, pnömani olarak açıklandığı gibi, Sosyal Güvenlik Kurumu da sigortalının ölümünün iş kazasından kaynaklanmadığını mahkemeye cevaben bildirmiştir. Hal böyle olunca, sigortalının ölüm olayının iş kazasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunda ortaya çıkan tereddütün giderilmesi, diğer bir ifadeyle, iş kazası ile ölüm arasında tıbbi illiyet bağının bulunup bulunmadığı yöntemince araştırılması gerekirken, hak sahiplerine S.G.K.nun gelir bağlaması yeterli görülerek sonuca gidilmesinin isabetsiz olduğu ortadadır.
Yapılacak iş: 506 Sayılı Kanunun 109 ve 5510 Sayılı Kanunun 95. maddesinde öngörülen prosedür uyarınca sigortalının 8.12.1998 tarihinde gerçekleşen ölümünün, 1.8.1997 tarihindeki iş kazası sonucu meydana gelip gelmediği konusunda. Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor alınmak, bu rapora karşı somut verilere dayanan bir itiraz olursa, Adli Tıp Kurumu, giderek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu aracılığıyla iş kazası ile ölüm arasında tıbbi illiyet bağının bulunup bulunmadığına dair rapor alınmak ve sonucuna göre bir karar verilmekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeple BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının ilerde incelenmesine, davalı yararına takdir edilen 825.00 TL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istenmesi halinde davalıya iadesine, 12.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/5-207
K. 2011/206
T. 11.10.2011
• KÜÇÜĞÜN IRZINA GEÇME ( Katılanın Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Belirlenmesine Dair Raporun Yerel Mahkeme Tarafından Adli Tıp Kurumu Yerine Gazi Üniversitesinden Alınmasında Bir İsabetsizlik Bulunmadığı – Zorunlu Olarak Çocuk Psikiyatrisi Bulunan En Az Beş Kişilik Bir Bilirkişi Heyetinden Rapor Alınması Gerektiği )
• ADLİ TIP KURUMU ( Katılanın Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Belirlenmesine Dair Raporun Yerel Mahkeme Tarafından Gazi Üniversitesinden Alınmasında Bir İsabetsizlik Bulunmadığı – Zorunlu Olarak Çocuk Psikiyatrisi Bulunan En Az Beş Kişilik Bir Bilirkişi Heyetinden Rapor Alınması Gerektiği )
• YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARINDAN ALINAN RAPOR ( Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunda Yer Alması Gereken Uzmanlık Dallarında Görevli Uzmanlar Arasından Seçilecek ve İçerisinde Zorunlu Olarak Çocuk Psikiyatrisi Bulunan En Az Beş Kişilik Bir Bilirkişi Heyetinden Rapor Alınması Gerektiği )
• BİLİRKİŞİ HEYETİ ( Küçüğün Irzına Geçme – Tek Psikiyatr Hekim Tarafından Düzenlenmiş/Koşullarının Saptanabilmesi Açısından Son Derece Yetersiz Rapor Esas Alınmak Suretiyle Hüküm Kurulmasının Yanlış Olduğu )
5271/m.62
2659/m.7,31
765/m.418
5237/m.103/6
ÖZET : Uyuşmazlık, sanığın eylemi sonucunda katılanda oluşan rahatsızlığın 765 Sayılı T.C.K.nın 418/2 nci maddesindeki ‘mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası’ niteliğinde bulunup bulunmadığı ve 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/6. maddesinin uygulanmasını gerektirir şekilde beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususlarında Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir. Katılanın ruh sağlığının bozulup bozulmadığının belirlenmesine dair raporun yerel mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu yerine 2659 Sayılı Kanunun 31. maddesi uyarınca Gazi Üniversitesinden alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de, anılan maddede Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin adli tıp mevzuatı çerçevesinde görev yapacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekirken, tek psikiyatr hekim tarafından düzenlenmiş, gerek 765 Sayılı T.C.K.nın 418/2., gerekse 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/6 ncı maddelerinin uygulanma koşullarının saptanabilmesi açısından son derece yetersiz rapor esas alınmak suretiyle hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
DAVA : Cebir ve şiddet kullanmak suretiyle 15 yaşını bitirmeyen küçüğün ırzına geçme suçundan sanık Ş. Ö.’ün 765 Sayılı T.C.K.nın 414/1-2, 80, 418/2, 31 ve 33. maddeleri uyarınca 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına dair Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.10.2009 gün ve 51-328 Sayılı resen temyize tabi olan hükmün, o yer Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 3.3.2010 gün ve 14136-1780 sayı ile;
“… 17.9.2009 tarihli oturumda kapalılık kararı alınmadığı halde, oturumun kapalı yapılması isabetsiz ise de; sonraki oturumlarda aynı işlemlerin tekrarlanması ve C.Savcısının yeniden mütalaa vermiş bulunması karşısında, bu husus bozma nedeni yapılmamıştır. Dosyanın içinde mağdurenin kızlığının bozulup bozulmadığını saptayan alınmış bir rapor bulunmadığı anlaşıldığından, öncelikle bu konuda raporunun alınması; Gazi Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalınca düzenlenen 17.3.2009 tarihli raporla ‘Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Depresyon Tanısı’ konulan mağdureye ait tedavi evrakları getirtilip dava dosyasıyla birlikte Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek, mağdurede saptanan bu durumun 765 Sayılı T.C.K.nun 418/2 nci maddesindeki ‘mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası’ niteliğinde bulunup bulunmadığı, 5237 Sayılı T.C.K.nun 103/6 ncı maddesinin uygulanmasını gerektirir şekilde beden veya ruh sağlığında bozulmaya sebep olup olmadığı hususunda raporunun temin edilmesi, her iki yasa karşılaştırılması sırasında oranlılık ilkesine de uyularak, 5237 Sayılı T.C.K.nun 43. maddesindeki ‘değişik zamanlarda gerçekleşmiş’ olma koşulunun bulunmadığı da gözetilip, keza 765 Sayılı T.C.K.nun lehe kabulü halinde Ruh Sağlığının Bozulması sebebiyle 418. maddeyle yapılan artırımın temel ceza üzerinden değil hasıl olan ceza üzerinden uygulanması gerektiği de dikkate alınarak lehe Kanunun ve sanığın hukuki durumunun buna göre tayin ve takdir olunması gerekirken noksan araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması…”,
İsabetsizliğinden BOZULMASINA karar verilmiştir.
Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi ise 13.7.2010 gün ve 255-217 sayı ile;
“… kısmen direnme kısmen uyma sonucu yapılan yargılama sonunda verilen kararda 5237 Sayılı T.C.K.nun uygulanması durumunda anılan Kanunun 43. maddesinin uygulanma olanağı bulunmaması sebebiyle bu Kanunun sanık lehine sonuç doğurduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizin önceki kararında 765 Sayılı T.C.K.nun uygulanması sırasında mağdurenin kızlık zarının bozulmasının T.C.K.nun 418/2 nci maddesinin uygulanmasının gerekçe olarak gösterilmemiş olması Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 29.1.2007 gün ve 2006/12533 esas, 2007/312 karar sayılı ilamında açıklandığı üzere mağdurenin sıhhatine sair büyük bir nakise olarak değerlendirilmesi sebebiyle ruh sağlığının bozulması durumunda T.C.K.nun 418/2 nci maddenin uygulanmasının mümkün bulunduğu yolundaki ilamı karşısında önceki kararda 418/2 nci maddenin artırılma gerekçesi ruh sağlığının bozulması olarak değerlendirildiğinden bu sebeple kızlık raporu alınmasına gerek görülmemiştir.
Bozma kararındaki 2. sebep ise mağdurenin ruh sağlığının bozulup bozulmadığının İstanbul Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden rapor alınmaması olup, mahkememiz aşağıda açıklanacak sebeplerle bozma ilamının bu bölümüne karşı da direnme kararı vermiştir.
Mağdure maruz kaldığı bu olaydan sonra olayı aile içi bir huzursuzluğa sebep olmaması için ve 2. evliliğini yapmış olan annesinden olayı gizlemiştir. Ancak arkadaşlarına konuyu açtığında onların yardımıyla tanık psikolog ile tanıştırılmış ve bu kişiyle görüşmeleri uzun süre devam etmiş ve yine adı geçenin yönlendirmesiyle ailesinin öğrenmesinden sonra da Gazi Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığında uzun bir süre tedavi sürdürülmüştür. Henüz suç tarihinde 15 yaşını doldurmamış olan mağdurenin maruz kaldığı bu saldırı sonunda birkaç kez intihara teşebbüs etmesi, hayata küsmesi ve tedavi süresince hakkında düzenlenen Gazi Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalındaki belgeler mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu yolundaki raporun mahkememiz için kanaat verici nitelikte olduğu görülmüş, ayrıca İstanbul Adli Tıp 6. İhtisas Kurulundan rapor alınması yoluna gidilmemiştir.
Zira Adli Tıp Kurumu C.M.K.nun 62 ve izleyen maddeler uyarınca resmi bilirkişi olarak belirlenmiştir. Yargılama sürecinde bilirkişilere çözüm uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde başvurulmaktadır. Bilirkişinin atanması mahkemeye aittir. İstanbul Adli Tıp Kurumunun 6. İhtisas Kurulu dışında 5237 Sayılı T.C.K.nun 103/6 ncı maddedeki ruh sağlığının bozulup bozulmadığı yolunda başkaca hiçbir şubesi bulunmamaktadır. Yani rapor alınacak tek merci bu kurul olup, mahkememizde bilinen ve talep edilen yazışmalar sonucu gelen cevaplarda anılan kurul mağdurenin muayenesinin yapılabilmesi için en erken olarak 2 yıl gibi bir süre sonrasına randevu verebilmektedir. Ayrıca bu süreçten sonra mağdurenin muayenesi sonunda da düzenlenen rapor yaklaşık 6 ay sonra mahkemeye ulaşabilmektedir. Tutuklu olarak sürdürülen kamu davasında bu kadar uzun süre sadece rapor beklenmek amacıyla duruşmaların ertelenmesi ve kararın gecikmesi kamuoyunda haklı olarak gecikmiş adaletin adalet olmayacağı inancını ve kaygısını artıracaktır. Mahkeme için önemli olan somut olayda kişinin maruz kaldığı eylem sebebiyle mağdurenin ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığının yeterli ve uzman bilirkişilerce saptamasını sağlamaktır. Bilirkişi raporuna itibar olunup olunmayacağı, mahkemeye kanaat verip vermediği, mahkemenin kanaat ve yetkisindeki bir durumdur. Gazi Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalında mağdure hakkında verilen raporu düzenleyen hekimlerin bu konuda yetkin ve yeterli oldukları aşikardır. Mağdure olaydan sonra çok uzun bir süreç anılan üniversitenin psikiyatri bilim dalında gözlem altında tutulmuş tedavisi sürdürülmüş ve sonrada hakkındaki iş bu rapor düzenlenmiştir. Yine bilinen bir gerçek İstanbul Adli Tıp 6. ihtisas kurulunda mağdurenin sevki halinde muayenesi dakikalar ya da saatlerle söylenebilecek miktarlarda kısa zamanda ya da en çok 1 haftalık bir süre gözlem altında tutularak rapor düzenlenebilmektedir. Oysa Gazi Üniversitesinde bu süreç çok uzun zamandan beri devam etmektedir ve rapor bu süreçten sonra düzenlenmiştir. Bunun dışında yine bilinen bir gerçekte ciddi bir travmaya maruz kalan mağdurelerin ruh sağlığının bozulup bozulmadığı yolunda İstanbul Adli Tıp Kurumuna yollanması gerek mağdure, gerekse aile bireyleri açısından yeniden olayı yaşamak gibi algılanmakta, yeni bir travmaya sebep olmaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere mağdurenin olaydan sonra birkaç kez intihara teşebbüs etmesi, yaşama küsmesi, çevresiyle ilişkileri göz önüne alındığında ve olayın işleniş biçimi itibariyle henüz 15 yaşını bitirmemiş olan mağdurenin kendisine karşı bu denli ürkütücü ve teselsül eden ( anal ve vajinal yoldan ) cinsel saldırılar karşısında ruh sağlığının bozulduğu yolundaki Gazi Üniversitesinden verilen bu rapora itibar etmemiz mümkün görülmektedir. Bu sebeple mahkememiz mağdureyi ruh sağlığının bozulup bozulmadığı yolunda İstanbul Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kuruluna sevk etmeden Gazi Üniversitesi Psikiyatri dalından verilen raporla yetinmiş ve mağdurenin maruz kaldığı eylem sebebiyle ruh sağlığının bozulduğu kanısına varılmıştır…”,
Gerekçesiyle, Özel Dairenin 5237 Sayılı T.C.K.nın 43. maddesine dair bozma nedenine uyulmuş, diğer bozma nedenine ise direnilerek sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/1-a, 103/2, 103/4, 103/6 ncı maddeleri uyarınca 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir
Re’sen temyize tabi olan bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istekli 23.10.2010 gün ve 233347 Sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilen dosya, 24.1.2011 gün ve 9488-276 sayıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına tevdi edilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın, nitelikli cinsel istismar suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemi sonucunda katılanda oluşan rahatsızlığın 765 Sayılı T.C.K.nın 418/2 nci maddesindeki ‘mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası’ niteliğinde bulunup bulunmadığı ve 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/6 ncı maddesinin uygulanmasını gerektirir şekilde beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususlarında Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Yerel mahkemenin istemi üzerine Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı tarafından 20.4.2009 gün ve 179 Sayılı yazı ekinde gönderilen, 11.11.1997 tarihli psikiyatri polikliniği hasta izlem kartında, mağdurenin intihar girişimleri ve annesiyle tartışma şikayetiyle başvurduğunda “depresyon ve kimlik karmaşası” tanılarının konulduğu, Doç. Dr. S. A. tarafından düzenlenen 17.3.2009 tarihli “seçenekli anamnez soru listesi” başlıklı imzasız belgede tanı olarak “tssb+depresyon” teşhisinin yazıldığı, aynı hekim tarafından düzenlenen aynı gün ve 22890 Sayılı raporda da; “11.11.1997-16.4.1998 tarihleri arasında kliniğimizde ayaktan tetkik ve tedavisi yapılmıştır” açıklamasıyla, “depresif nöbet” tanısının konulduğu, yerel mahkemece bu raporların esas alınması suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Adalet işlerinde resmi bilirkişi olarak görevlendirilen Adli Tıp Kurumunun kuruluş ve çalışma şekli 25.2.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak, yayımından üç ay sonra yürürlüğe giren 4810 Sayılı Yasayla köklü değişikliklere uğramış bulunan 2659 Sayılı Yasayla düzenlenmiştir.
Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca varılabilmesi için 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Yasasının, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarla ilgili olarak rapor düzenlemekle görevli Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu başta olmak üzere İhtisas Kurullarının kuruluş şekli ve çalışma düzeni hakkındaki düzenlemelerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Anılan Yasanın, “Adli Tıp İhtisas Kurulları” başlıklı 7 nci maddesinde;
“Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile;
…f ) Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
– Kadın Hastalıkları ve Doğum,
– Radyoloji,
– Üroloji,
– Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
– Çocuk Psikiyatrisi,
– Adli Antropoloji,
– Çocuk Cerrahisi,
Uzmanlarından oluşur.
İhtisas Kurullarında yeteri kadar raportör bulundurulur”,
“Adli Tıp Genel Kurulunun ve İhtisas Kurullarının Çalışması” başlıklı 23. maddesinde;
“…B ) Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması:
Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en az dört üye ile toplanır ve oyçokluğuyla karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy çokluğunu sağlamış sayılır.
Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça müzakere edilemez…”,
“Adli Tıp Kurumunda bilirkişi dinlenmesi ve toplantılara katılma” başlıklı 24. maddesinde ise;
“I- Adli Tıp Genel Kurulu ve adli tıp ihtisas kurullarıyla adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak Adli Tıp Kurumunda bulunmayan tıp ve diğer uzmanlık dallarında Adli Tıp Kurumu dışından uzmanların bilirkişi olarak davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler oy hakları olmamakla beraber görüşlerini bir raporla Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulu veya adli tıp ihtisas dairesi başkanlığına bildirirler.
Bilirkişilere yönetmelikteki esaslara göre Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulu ve adli tıp ihtisas dairesi başkanlığınca yaptıkları çalışmaya uygun ücret takdir olunur.
II- a ) Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurullarıyla adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak kendi kurul veya dairelerinde bulunmayan, Adli Tıp Kurumundaki diğer kurul veya dairelerde bulunan uzmanların davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler, o olayla ilgili toplantıya katılır ve oy kullanırlar” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Bu düzenlemelere göre, anılan Kanunun 7 nci maddesinin ( f ) bendi uyarınca, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile birer kadın hastalıkları ve doğum, radyoloji, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk psikiyatrisi, adli antropoloji ve çocuk cerrahisi uzmanından oluşacağı, aynı Kanunun 23. maddesinin ( B ) bendi uyarınca da ihtisas kurulunun başkan ve işin niteliğine göre bu uzmanlardan en az dört üyenin katılımıyla toplanacağı, ancak incelenecek konunun ilgili uzman üyenin hazır bulunmaması halinde ise müzakerenin yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Diğer yandan, anılan Kanunun “Diğer Adli Ekspertiz Kurumları” başlıklı 31. maddesinde yer alan;”Yükseköğretim Kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında ve diğer adli konularda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmi bilirkişi sayılır. Bu birim ve kliniklerde tetkik edilecek adli tıp ile ilgili işler yönetmelikte belirlenir” şeklindeki düzenlenlemeyle de, Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli konularda Ceza Yargılaması Yasasına göre resmi bilirkişi sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
1982 doğumlu olup suç tarihinde 15 yaşını tamamlamamış olan katılan S. Ş.’e karşı gerçekleştirilen nitelikli cinsel istismar eyleminin, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı T.C.K.nın 418/2 nci maddesi kapsamında “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası” niteliğinde olup olmadığı ve sonradan yürürlüğe giren 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/6 ncı maddesi kapsamında katılanın ruh sağlığının bozulup bozulmadığının belirlenmesine dair raporun yerel mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu yerine 2659 Sayılı Kanunun 31. maddesi uyarınca Gazi Üniversitesinden alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de, anılan maddede Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin adli tıp mevzuatı çerçevesinde görev yapacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekirken, tek psikiyatr hekim tarafından düzenlenmiş, gerek 765 Sayılı T.C.K.nın 418/2., gerekse 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/6 ncı maddelerinin uygulanma koşullarının saptanabilmesi açısından son derece yetersiz rapor esas alınmak suretiyle hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla yerel mahkemece, yasaya aykırı olarak düzenlenmiş yetersiz bir raporun hükme esas alınması suretiyle sanık hakkında suç nitelemesi ve lehe yasa değerlendirmesi yapılarak karar verilmesi isabetsiz olup usul ve yasaya aykırı olan direnme hükmünün BOZULMASINA, yerel mahkemece bozmaya uyulan kısmın bu aşamada Özel Dairece incelenmesinde hukuki yarar bulunmadığından dosyanın mahalline iadesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- ) Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13.7.2010 gün ve 255-217 Sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 11.10.2011 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/13911
K. 2011/2297
T. 2.3.2011
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Husumetin Dava Şartı Olduğu/Temlik İşlemini Yapan Babaya Davacı Olmayan Diğer Oğlun Vasi Olarak Atandığı – Vasinin Davaya İcabeti Sağlandıktan Sonra Vesayet Makamından İzin Alınarak Davanın Sürdürüleceği )
• ADLİ TIP KURUMU ( Tapu İptali ve Tescil Davası – Akit Tarihinde Ehliyetsiz Olduğu İddia Edilen Baba Hakkında Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden Rapor Alınacağı )
• DAVA ŞARTI ( Husumetin Dava Şartı Olduğu/Dava Açıldığı Tarihte Davacının Babasının Vasisi Olmadığı – Yargılama Sırasında Diğer Oğlun Vasi Atandığı/Vasiye Tebligat Yapılarak Davaya İcabeti Sağlanacağı )
• VESAYET MAKAMINDAN İZİN ( Tapu İptali ve Tescil Davası/İptali İstenen Temlik İşlemini Yapan Babaya Yargılama Sırasında Vasi Atandığı – Vasiye Tebligat Yapılarak Davaya İcabeti Sağlanacağı/Vesayet Makamından İzin Alınarak Davanın Sürdürüleceği )
• İCABET ( Hukuki Ehliyete Sahip Olmayan Baba Tarafından Taşınmazın Satış Yoluyla Davalıya Temlik Edildiği/Davada Husumetin Dava Şartı Olduğu – Yargılama Sırasında Babaya Vasi Atandığı/Vasiye Tebligat Yapılarak Davaya İcabeti Sağlanacağı )
• HUKUKİ EHLİYET ( Tapu İptali ve Tescil Davası – Akit Tarihinde Ehliyetsiz Olduğu İddia Edilen Baba Hakkında Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden Rapor Alınacağı )
4721/m.462/8
2659/m.7, 16
ÖZET : Davacı, hukuki ehliyete sahip olmayan babası tarafından taşınmazın satış yoluyla davalıya temlik edildiğini, yapılan temliki işlemin ehliyetsizlik ve muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptali ile babası adına tescilini istemiştir. Davada husumet dava şartıdır. Davanın açıldığı tarihte davacı babasının vasisi değilse de, yargılama sırasında babaya diğer oğlu vasi olarak atandığına göre, vasiye tebligat yapılarak davaya icabeti sağlandıktan sonra, vesayet makamından izin alınarak davanın sürdürülmesi, akit tarihinde ehliyetsiz olduğu iddia edilen baba hakkında, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden babanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması ve işin esası bakımından karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada:
Davacı, hukuki ehliyete sahip olmayan babası A.B. tarafından 733 parsel sayılı taşınmazın satış yoluyla davalıya temlik edildiğini, yapılan temliki işlemin ehliyetsizlik ve muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptali ile babası A.B. adına tescilini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Şükran Dağlı İlgün’ün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Dava, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; davacı İ., babası A.’nin, çekişme konusu 733 parsel sayılı taşınmazını davalıya satış suretiyle temlik ettiği 28.2.2008 tarihinde hukuki muamele yapma ehliyetinin bulunmadığını, işlemin geçersiz olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmış ve davacı İ. tarafından yargılama sırasında açılan vesayet davası sonucunda, davacının babası A.’ye oğlu E. vasi olarak atanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; davada husumet dava şartıdır. Başlangıçta bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde, dava ekonomisi yönünden davanın tedvir ve intaç edilmesi zorunludur.
Her ne kadar, davanın açıldığı tarihte davacı İ., babası A.’nin vasisi değilse de, yargılama sırasında A.’ye oğlu E. vasi olarak atandığına göre, vasiye tebligat yapılarak davaya icabeti sağlandıktan sonra, T.M.K.nun 462/8 maddesi hükmü uyarınca vesayet makamından izin alınarak davanın sürdürülmesi, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerin toplanması, davada hukuki ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayanıldığı gözetilerek 2659 Sayılı Kanunun 7. ve 16. maddeleri gereğince akit tarihinde ehliyetsiz olduğu iddia edilen A. hakkında, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden A.’nin ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ondan sonra işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükümün açıklanan sebepten ötürü H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 2.3.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/7035
K. 2008/9614
T. 6.5.2008
• İMZAYA İTİRAZ ( C. Başsavcılığınca Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarından İcra Mahkemesince Adli Tıp Kurumundan Alınan Raporların Çelişmesi – Yeniden ve Ehil Bilirkişilerden Oluşacak Bir Kuruldan Mütalaa Alınması Gerektiği )
• ADLİ TIP KURUMU GROFOLOJİ BÖLÜMÜ ( İmza İncelemesinde Son Mercii Olarak Kabul Edilemeyeceği – Raporunun Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Raporu İle Çelişmesi )
• İMZA İNCELEMESİNDE RAPORLARIN ÇELİŞMESİ ( C. Başsavcılığınca Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarından İcra Mahkemesince Adli Tıp Kurumundan Alınan – Yeniden ve Ehil Bilirkişilerden Oluşacak Bir Kuruldan Mütalaa Alınması Gerektiği )
2004/m. 170
ÖZET : Bonoya dayalı olarak icra takibine geçilmiş, borçlu imzaya itiraz etmiştir.
C. Başsavcılığınca Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarından alınan raporla, İcra Mahkemesince Adli Tıp Kurumundan alınan rapor çelişmiştir.
Adli Tıp Kurumunun Grofoloji bölümünün imza incelemesinde son mercii olarak kabulü mümkün bulunmadığından bu rapora üstünlük tanınarak sonuca gidilemez. Mahkemece çelişkinin giderilmesi için yeniden ve ehil bilirkişilerden oluşacak bir kuruldan mütalaa alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki her iki taraf vekilleri tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklı vekili tarafından bonoya dayalı olarak icra takibine geçildiği, borçluya örnek 10 numaralı ödeme emri tebliği üzerine İİK.nun 168/4. maddesinde öngörülen yasal 5 günlük sürede İcra Mahkemesine yaptığı başvuruda, imzaya itirazını bildirdiği görülmüştür.
Uşak Cumhuriyet Başsavcılığınca 2006/2434 soruşturma nolu dosya nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarından alınan raporda bonodaki imzaların borçlu İsmail A.’ın eli ürünü olduğu belirtilirken İcra Mahkemesince Adli Tıp Kurumundan alınan raporda ise takibe konu bono üzerinde atılı bulunan imzanın borçluya ait bulunmadığı sonucuna varıldığı görülmektedir.
Adli Tıp Kurumunun Grofoloji bölümünün imza incelemesinde son mercii olarak kabulü mümkün bulunmadığından bu rapora üstünlük tanınarak sonuca gidilemez. Mahkemece her iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi için yeniden ve ehil bilirkişilerden oluşacak bir kuruldan mütalaa alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre borçlu vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 06.05.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2011/2961
K. 2011/4705
T. 13.6.2011
• BEDEN VE RUH SAĞLIĞINI BOZACAK ŞEKİLDE BASİT CİNSEL İSTİSMAR ( Suçun Sonucunda Beden veya Ruh Sağlığında Bozulma Meydana Gelip Gelmediğinin Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan Görüş Alınarak Saptanacağı )
• ADLİ TIP KURUMU İHTİSAS KURULU RAPORU ( Beden ve Ruh Sağlığını Bozacak Şekilde Basit Cinsel İstismar – Beden veya Ruh Sağlığında Bozulma Meydana Gelip Gelmediğinin Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan Görüş Alınarak Saptanması Gerektiği )
• BASİT CİNSEL İSTİSMAR ( Beden ve Ruh Sağlığını Bozacak Şekilde – Beden veya Ruh Sağlığında Bozulma Meydana Gelip Gelmediğinin Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan Görüş Alınarak Saptanması Gerektiği )
• TEŞEBBÜS ( Katılanı Saçından Çekerek Çamlık Alana Götürmeye ve Elindeki Cep Telefonunu Almaya Çalışan Sanığın Tanığın Gelmesi Üzerine Kaçtığı – Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma ve Yağma Eylemlerinin Teşebbüs Aşamasında Kalıp Kalmadığının Araştırılacağı )
5237/m.103
5271/m.232
ÖZET : Beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı, cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma suçlarından suça sürüklenen çocuk hakkında; suçun sonucunda beden veya ruh sağlığında bozulma meydana gelip gelmediğinin Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan görüş alınarak saptanması gerekir.
Dosya kapsamına göre, katılanı saçından çekerek çamlık alana götürmeye ve elindeki cep telefonunu almaya çalışan sanığın, tanığın olay yerine gelmesi üzerine katılanı bırakarak yanından uzaklaştığı anlaşılan suça sürüklenen çocuğun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma eylemlerinin teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığı karar yerinde tartışılmalıdır.
DAVA : Beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı, cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma suçlarından suça sürüklenen çocuk G. K.’un yapılan yargılanması sonunda; atılı suçlardan mahkumiyetine dair, İzmir 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 9.6.2010 gün ve 2009/134 Esas, 2010/129 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı Yargıtay C. Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Gerekçeli karar ve suretlerinin mahkeme mührü ile mühürlenmemesi suretiyle C.M.K.nun 232/7. maddesine muhalefet edilmesi,
5237 Sayılı T.C.K.nun 103/6. maddesinde öngörülen cezanın miktarı da gözetilerek, suçun sonucunda beden veya ruh sağlığında bozulma meydana gelip gelmediğinin Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan görüş alınarak saptanması gerekirken, Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalından alınan rapor ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Katılanın aşamalardaki beyanları, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamına göre, katılanı saçından çekerek çamlık alana götürmeye ve elindeki cep telefonunu almaya çalışan, tanık Ş.’in olay yerine gelmesi üzerine katılanı bırakarak yanından uzaklaştığı anlaşılan suça sürüklenen çocuğun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma eylemlerinin teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığı karar yerinde tartışılmadan tamamlandığından bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek 1412 Sayılı C.M.U.K. nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, 13.06.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2011/1672
K. 2011/3245
T. 19.4.2011
• BASİT CİNSEL İSTİSMAR ( Sanığın Mağdureyi Bıçak Zoruyla Öpüp Okşadığı – Sanığın Eylemin Tamamlanan Kısmı İtibariyle Çocuğun Basit Cinsel İstismarı Suçunu Oluşturduğu/Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan Rapor Alınarak Bir Karar Verilmesi Gerektiği )
• ADLİ TIP KURUMU İLGİLİ İHTİSAS KURULU RAPORU ALINMASI GEREĞİ ( Mağdurenin Eylem Nedeniyle Posttravmatik Stres Bozukluğuna Düçar Olup Ruh Sağlığının Bozulduğu – Sanığın Mağdureyi Bıçak Zoruyla Öpüp Okşadığı/Sanığın Eylemin Çocuğun Basit Cinsel İstismar Suçunu Oluşturduğu )
• RUH SAĞLIĞININ BOZULMASI ( Basit Cinsel İstismar – Sanığın Mağdureyi Bıçak Zoruyla Öpüp Okşadığı – Sanığın Eylemin Tamamlanan Kısmı İtibariyle Çocuğun Basit Cinsel İstismarı Suçunu Oluşturduğu/Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan Rapor Alınarak Bir Karar Verilmesi Gerektiği )
5237/m.103/1,110
ÖZET : Sanığın okula gitmek için yolda yürümekte olan mağdurenin yanında aracıyla durduktan sonra bıçak zoruyla bağırmaması için tehditle aracına bindirdiği, yol boyunca araçtan atlamak isteyen mağdureyi engellediği, bilahare el ve ayaklarını iple bağlayıp baraj kıyısına götürdüğü, burada yine bıçak zoruyla öpüp okşadığı mağdurenin “senin anan bacın yok mu” demesi üzerine başkaca şehevi harekette bulunmaksızın salıverdiği anlaşılmakla eylemin tamamlanan kısmı itibariyle 5237 sayılı Kanunun 103/1. maddesinde düzenlenen çocuğun basit cinsel istismarı suçunu oluşturduğu anlaşıldığından ve dosya içeriğinde bulunan tıbbi raporlarda mağdurenin eylem nedeniyle posttravmatik stres bozukluğuna düçar olup ruh sağlığının bozulduğu da belirtildiğinden bu hususta Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alındıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından sanığın yapılan yargılanması sonunda; ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı suçundan açılan davada 5237 sayılı TCK.nun 36. maddesi uyarınca ceza tertibine yer olmadığına, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan mahkümiyetine dair, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 08.06.2010 gün ve 2010/42 Esas, 2010/184 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi O Yer C.Savcısı ile sanık ve müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 5237 sayılı TCK.nun 110. maddesinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu için düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için sanık hakkında bu suç nedeniyle soruşturmaya başlanılmasından önce mağdurun şahsına zarar dokunmaksızın ve onun kendiliğinden güvenli bir yere bırakılmasının gerektiği ve maddedeki “şahsa zarar” kavramının, sadece vücut bütünlüğüne verilen maddi zararı değil bundan daha geniş olarak fiziki yapıya da etkili olan manevi zararları da kapsadığı ayrıca sanığın mağdureyi öpüp okşadığı da nazara alınarak tebliğnamede bu yönde bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.
Delillerle iddia ve savunma duruşma gözönünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş sübutu kabul olunan fiilin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan sanık müdafiin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
Sanık hakkında ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;
Tüm dosya kapsamına göre; sanığın okula gitmek için yolda yürümekte olan mağdurenin yanında aracıyla durduktan sonra bıçak zoruyla bağırmaması için tehditle aracına bindirdiği, yol boyunca araçtan atlamak isteyen mağdureyi engellediği, bilahare el ve ayaklarını iple bağlayıp baraj kıyısına götürdüğü, burada yine bıçak zoruyla öpüp okşadığı mağdurenin “senin anan bacın yok mu” demesi üzerine başkaca şehevi harekette bulunmaksızın salıverdiği anlaşılmakla eylemin tamamlanan kısmı itibariyle 5237 sayılı Kanunun 103/1. maddesinde düzenlenen çocuğun basit cinsel istismarı suçunu oluşturduğu anlaşıldığından ve dosya içeriğinde bulunan tıbbi raporlarda mağdurenin eylem nedeniyle posttravmatik stres bozukluğuna düçar olup ruh sağlığının bozulduğu da belirtildiğinden bu hususta Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alındıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken gönüllü vazgeçme koşullarının varlığından bahisle ceza tertibine yer olmadığına karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, O Yer C. Savcısı ile sanık ve müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 19.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/10604
K. 2012/2968
T. 27.2.2012
• MENFİ TESPİT ( Benimsenen Adli Tıp Kurumu Raporuna Göre Kredi Sözleşmesi ve İpotek Akit Tablosundaki İmzaların Davacının Eli Ürünü Olmadığının Anlaşıldığı – Takip Dosyası Nedeniyle Davacının Davalıya Borçlu Olmadığının Tespitine Karar Verildiği )
• ADLİ TIP KURUMU RAPORU ( Kredi Sözleşmesi ve İpotek Akit Tablosundaki İmzaların Davacının Eli Ürünü Olmadığının Anlaşıldığı – Menfi Tespit İsteminin Kabulün İsabetli Olduğu )
• İMZA ( Menfi Tespit Talebi – Toplanan Deliller ve Benimsenen Adli Tıp Kurumu Raporuna Göre Kredi Sözleşmesi ve İpotek Akit Tablosundaki İmzaların Davacının Eli Ürünü Olmadığının Anlaşıldığı/Davacının Davalıya Borçlu Olmadığının Tespitine Karar Verildiği )
2004/m.72
ÖZET : Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen Adli Tıp Kurumu raporuna göre; kredi sözleşmesi ve ipotek akit tablosundaki imzaların davacının eli ürünü olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, takip dosyası nedeniyle davacının, davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilen hüküm usul ve kanuna uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı tarafından müvekkili aleyhinde başlatılan takibe konu kredi sözleşmesi ve ipotek belgesindeki imzaların müvekkiline ait olmadığını, davalıya borcunun bulunmadığını bildirerek, müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen Adli Tıp Kurumu raporuna göre; kredi sözleşmesi ve ipotek akit tablosundaki imzaların davacının eli ürünü olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, takip dosyası nedeniyle davacının, davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
SONUÇ : Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 27.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/5-828
K. 2012/1824
T. 31.10.2012
• ÇOCUĞUN CİNSEL İSTİSMARI ( Çocuğun Ruh ve Beden Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespitinde Adli Tıp Kurumu Yerine Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığından Rapor Alınabileceği – Aralarında Çocuk Psikiyatrisi Bulunan En Az Beş Kişilik Bir Bilirkişi Heyetinden Rapor Alınacağı )
• TIP FAKÜLTESİ ADLİ TIP ANABİLİM DALINDAN RAPOR ALINMASI ( Çocuğun Ruh ve Beden Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespitinde Adli Tıp Kurumu Yerine Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığından Rapor Alınabileceği )
• RUH VE BEDEN SAĞLIĞININ BOZULUP BOZULMADIĞININ TESPİTİ ( Cinsel İstismar/Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı Tarafından Hazırlanan Raporda Mağdurede Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniğince Tespit Edilen Rahatsızlıkların Etkisi Olup Olmadığının Tespit Edilmediği – Hukuka Aykırı Olduğu )
• ADLİ TIP KURUMUNDAN RAPOR ALINMAMASI ( Cinsel İstismar – Çocuğun Ruh ve Beden Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Tespitinde Adli Tıp Kurumu Yerine Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığından Rapor Alınabileceği )
5237/m.103
2659/m.7
ÖZET : Çocuğun cinsel istismarı suçunda uyuşmazlık; mağdurenin ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir. Suç tarihinde 15 yaşını tamamlamamış olan mağdurenin, gerçekleştirilen eylem sonucunda ruh sağlığının bozulup bozulmadığına ilişkin raporun yerel mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu yerine Üniversitenin Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığından alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de, Adli Tıp Kurumu Altıncı İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekmektedir. Bu düzenlemeye kısmen aykırılık oluşturacak şekilde, ilgili İhtisas Kurulu uzmanlık dalları arasında sayılmamış ve ne tür bir gerekçe ile uzmanlıklarına başvurulduğu belirlenemeyen “Nöroloji Anabilim Dalı” ve “Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı” uzmanlarının heyete dahil edilerek, beş kişi tarafından düzenlenmiş olan ve aynı zamanda, mağdurede Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniğince tespit edilen rahatsızlıkların, bu olaydan ötürü gerçekleştiği belirtilen “ruh sağlığının bozulması” durumuna etkisinin olup olmadığı konusunda görüş belirtilmeyen ve bu nedenle içerik itibarıyla da yetersiz bulunan rapor esas alınarak hüküm kurulması isabetsizdir.
DAVA : Çocuğun cinsel istismarı suçundan sanık T. P.’ın 5237 sayılı TCY’nın 103/1-3, 43, 103/6 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.04.2010 gün ve 381-172 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 29.06.2011 gün ve 2906-5021 sayı ile;
“… Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Dairemizce de benimsenen 20.11.2007 gün ve 2007/5-142 Esas, 2007/240 sayılı Kararında belirtildiği üzere sanığın zincirleme biçiminde gerçekleşen eylemlerinin 103/6. maddeden öncekilerin olması nedeniyle 43. maddesi uyarınca yapılacak artırımın 103/1 ve 103/3. maddeleri ile belirlenen ceza üzerinden 43/1. madde uygulanarak bulunacak miktarın, 103/6. madde ile tayin edilecek ceza süresine eklenmesi suretiyle hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle eksik ceza tayini karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Mağdureye ilişkin olarak …Devlet Hastanesi tarafından verilen 18.09.2009 günlü cevabi yazı ekindeki raporlarda depresif nöbet, sinirlilik, stres bulgularına yer verilmesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 10.02.2010 tarihli raporda da travma sonrası stres bozukluğu zemininde gelişen majör depresyonun devam etmekte olduğu ve tedavisinin planlandığının belirtilmesi karşısında, maruz kaldığı cinsel istismar eylemleri sonucunda 5237 sayılı TCK.nun 103/6. maddesinde belirtildiği şekilde mağdurenin ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığı konusunda bir kere de Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alınmasından sonra oluşacak sonuca göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 22.11.2011 gün ve 451-412 sayı ile;
“… Kıygının ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin mahkememizce alınan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 10.02.2010 tarihli bilirkişi kurulu raporunun uzman bilirkişilerce gerekli inceleme ve yeterli açıklama yapılarak düzenlendiği, hüküm kurmaya yeterli olduğu…”,
Gerekçesiyle 5237 sayılı TCY’nın 43. maddesindeki uygulamayı değiştirmek suretiyle direnilmesine ve sanığın anılan Yasanın 103/1-3-6, 43, 62 ve CYUY’nın 326/son maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının “onama” istekli 25.04.2012 gün ve 58547 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 318. maddesinde, Ceza Genel Kurulunda incelemenin duruşmalı yapılabileceğine ilişkin bir hüküm yer almadığından, sanık müdafiinin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına dair isteminin CYUY’nın 318. maddesi uyarınca reddine karar verilerek inceleme dosya üzerinden yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mağdurenin ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık T. P. hakkında, “yanında çalışmakta olan mağdure A. Ö.’in, kendisine yaptığı bir işi göstermek istediği sırada önce omzunu ve sırtını okşamaya başladığı, daha sonra da koltuk altından göğsüne dokunduğu, olay günü de sandalyede oturmakta olan mağdurenin yanına sandalyesi ile yaklaşarak bacaklarını okşadığı ve kot pantolonunun üzerinden cinsel organına dokunduğu, mağdurenin kalkarak oradan uzaklaştığı” iddiasıyla kamu davası açıldığı, yerel mahkemece de olayın bu şekilde gerçekleştiğinin kabul edildiği,
Mağdurenin olay tarihinden önce …Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniğinde tedavi gördüğüne ilişkin …Devlet Hastanesinin 18.09.2009 tarihli yazısı ekinde gönderilen “ayakta epikriz” raporlarına göre, mağdurenin;
1 )06.06.2008 tarihinde …Devlet Hastanesi Nöroloji Polikliniğine “sinirlilik, stres” şikayeti ile başvurduğu ve kendisine “depresif epizodlar” tanısı konulduğu,
2 )19.02.2009 tarihinde aynı polikliniğe “sol omuz ağrısı, baş ağrısı, sinirlilik, bacaklarda ağrı ve uyuşma” şikayeti ile başvurduğu ve kendisine “gerilim, başağrısı, miyalji, depresif nöbet” tanısı konulduğu,
3 )23.03.2009 tarihinde yine aynı polikliniğe “baş ağrısı, sol kolda ve sağ bacakta yanma, sinirlilik, boyun ağrısı” şikayeti ile başvurduğu ve “gerilim başağrısı, baş ağrısı diğer sendromları, depresif nöbet” tanısı konulduğu,
Antalya Adli Tıp Şube Müdürlüğünün Adli Tıp Uzmanı tek hekim tarafından 02.07.2009 tarihinde düzenlenen raporunda; kendisinde panik, güvensizlik, korku hali şeklinde ruhsal değişim bulguları mevcut olup, fiil nedeniyle ruh sağlığında menfi yönde değişiklik ( bozulma ) meydana geldiği, herhangi bir zeka geriliği, psikiyatrik sendrom arazı tespit edilemediği, ırzına yönelik fiilin anlam ve sonuçlarını kavrayabilecek, ruhen kendisini savunabilecek psikobiyolojik gelişim içerisinde olduğu kanaatine varıldığının belirtildiği,
Akdeniz Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığının 10.02.2010 günlü, nöroloji, çocuk nörolojisi, psikiyatri, çocuk psikiyatrisi, adli tıp uzmanının katılımıyla 5 kişilik heyet tarafından hazırlanan raporunda; sonuç olarak travma sonrası stres bozukluğu zemininde gelişen majör depresyonun devam etmekte olduğu ve tedavisinin planlandığı, beden sağlığının bozulmadığı, ruh sağlığının ise bozulduğu kanaatine yer verildiği,
Ayrıca yargılama aşamasında yerel mahkemece Adli Tıp Kurumundan mağdurenin ruh sağlığının bozulup bozulmadığının belirlenmesi amacıyla randevu istendiği, 23.06.2010 günü randevu verildiği, ancak mağdurenin rapor alınmak üzere bu kuruma gönderilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca varılabilmesi için, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Yasasının, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile ilgili olarak rapor düzenlemekle görevli Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu başta olmak üzere İhtisas Kurullarının kuruluş şekli ve çalışma düzeni hakkındaki düzenlemelerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Adalet işlerinde resmi bilirkişi olarak görevlendirilen Adli Tıp Kurumunun kuruluş ve çalışma şekli 4810 sayılı Yasa ile köklü değişikliklere uğramış bulunan 2659 sayılı Yasa ile düzenlenmiştir.
Anılan Yasanın, “Adli Tıp İhtisas Kurulları” başlıklı 7. maddesinde;
“Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile;
…f ) Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
– Kadın Hastalıkları ve Doğum,
– Radyoloji,
– Üroloji,
– Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
– Çocuk Psikiyatrisi,
– Adli Antropoloji,
– Çocuk Cerrahisi,
Uzmanlarından oluşur.
İhtisas Kurullarında yeteri kadar raportör bulundurulur”,
“Adli Tıp Genel Kurulunun ve İhtisas Kurullarının Çalışması” başlıklı 23. maddesinde;
“…B ) Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması:
Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en az dört üye ile toplanır ve oyçokluğu ile karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy çokluğunu sağlamış sayılır.
Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça müzakere edilemez…”,
“Adli Tıp Kurumunda bilirkişi dinlenmesi ve toplantılara katılma” başlıklı 24. maddesinde ise;
“I- Adli Tıp Genel Kurulu ve adli tıp ihtisas kurulları ile adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak Adli Tıp Kurumunda bulunmayan tıp ve diğer uzmanlık dallarında Adli Tıp Kurumu dışından uzmanların bilirkişi olarak davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler oy hakları olmamakla beraber görüşlerini bir raporla Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulu veya adli tıp ihtisas dairesi başkanlığına bildirirler.
…II- a ) Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulları ile adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak kendi kurul veya dairelerinde bulunmayan, Adli Tıp Kurumundaki diğer kurul veya dairelerde bulunan uzmanların davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler, o olayla ilgili toplantıya katılır ve oy kullanırlar” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Bu düzenlemelere göre, anılan Yasanın 7. maddesinin ( f ) bendi uyarınca, Adli Tıp Kurumu Altıncı İhtisas Kurulunun, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile birer kadın hastalıkları ve doğum, radyoloji, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk psikiyatrisi, adli antropoloji ve çocuk cerrahisi uzmanından oluşacağı, aynı Yasanın 23. maddesinin ( B ) bendi uyarınca da ihtisas kurulunun başkan ve işin niteliğine göre bu uzmanlardan en az dört üyenin katılımıyla toplanacağı, incelenecek konunun ilgili uzman üyenin hazır bulunmaması halinde ise müzakerenin yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan Yasanın “Diğer Adli Ekspertiz Kurumları” başlıklı 31. maddesinde yer alan; “Yükseköğretim Kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında ve diğer adli konularda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmi bilirkişi sayılır. Bu birim ve kliniklerde tetkik edilecek adli tıp ile ilgili işler yönetmelikte belirlenir” şeklindeki düzenlenmeyle de Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli konularda Ceza Yargılaması Yasasına göre resmi bilirkişi sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Suç tarihinde 15 yaşını tamamlamamış olan mağdurenin, gerçekleştirilen eylem sonucunda ruh sağlığının bozulup bozulmadığına ilişkin raporun yerel mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu yerine 2659 sayılı Yasanın 31. maddesi uyarınca Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığından alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de, anılan maddede Yükseköğretim
Kurumları veya birimlerinin adli tıp mevzuatı kapsamında görev yapacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, Adli Tıp Kurumu Altıncı İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekmektedir. Bu düzenlemeye kısmen aykırılık oluşturacak şekilde, ilgili İhtisas Kurulu uzmanlık dalları arasında sayılmamış ve anılan Yasanın 24. maddesine göre ne tür bir gerekçe ile uzmanlıklarına başvurulduğu belirlenemeyen “Nöroloji Anabilim Dalı” ve “Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı” uzmanlarının heyete dahil edilerek, beş kişi tarafından düzenlenmiş olan ve aynı zamanda, mağdurede …Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniğince tespit edilen rahatsızlıkların, bu olaydan ötürü gerçekleştiği belirtilen “ruh sağlığının bozulması” durumuna etkisinin olup olmadığı konusunda görüş belirtilmeyen ve bu nedenle içerik itibarıyla da yetersiz bulunan rapor esas alınarak hüküm kurulması yerinde değildir.
Bu itibarla yerel mahkemece, yasaya aykırı olarak düzenlenmiş ve içerik olarak da yetersiz olan bir raporun hükme esas alınması suretiyle, sanık hakkında suç nitelemesi yapılarak mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsiz olup, usul ve yasaya aykırı olan direnme hükmünün bozulmasına, ayrıca 01.07.2009 tarihinden bu yana tutuklu bulunan sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ile bozma nedeni gözönüne alınarak tahliyesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.11.2011 gün ve 451-412 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Sanık T. P.’ın tutuklu bulunduğu bu suçtan TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için yazı yazılmasına,
3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.10.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/15122
K. 2012/32245
T. 1.10.2012
• FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE İSTEMİ ( Kaza Anı İle Kandaki Etanol Oranı ve Bu Oranın Tespit Edildiği Zaman da Gözetilerek Davacının Kaza Anında Alkollü Olup Olmadığının Tereddütsüz Şekilde Belirlenmesi Gerektiği )
• ADLİ TIP RAPORU ( Feshin Geçersizliği ve İşe İade İstemi – Dosyada Yer Alan Rapor ve Eklerinin İncelemeye Yetkin Adli Tıp Uzmanı Tarafından İncelenerek Davacının Kaza Anında Alkollü Olup Olmadığının Belirlenmesi Gerektiği )
• İŞE İADE İSTEMİ ( Kaza Anı İle Kandaki Etanol Oranı ve Bu Oranın Tespit Edildiği Zaman da Gözetilerek Davacının Kaza Anında Alkollü Olup Olmadığının Tereddütsüz Şekilde Belirlenmesi Gerektiği )
• TAŞIT KİRALAMA SÖZLEŞMESİ ( Alkollü Araç Kullanmaktan Dolayı Meydana Gelen Hasarın Sigorta Kapsamında Olmaması ve Kiralayan Şirketin de Bu Nedenle Davalı Şirkete Rücu Etmesi – Kaza Anında Davacının Alkollü Olup Olmadığının Belirlenmesi Gerektiği )
• ALKOLLÜ ARAÇ KULLANMA ( İşe İade İstemi – Kaza Anı İle Kandaki Etanol Oranı ve Bu Oranın Tespit Edildiği Zaman da Gözetilerek Davacının Kaza Anında Alkollü Olup Olmadığının Tereddütsüz Şekilde Belirlenmesi Gerektiği )
• TRAFİK KAZASI SONUCU VERİLEN HASAR ( Taşıt Kiralama Sözleşmesi – Alkollü Araç Kullanmaktan Dolayı Meydana Gelen Hasarın Sigorta Kapsamında Olmaması ve Kiralayan Şirketin de Bu Nedenle Davalı Şirkete Rücu Etmesi/Kaza Anında Davacının Alkollü Olup Olmadığının Belirlenmesi Gerektiği )
4857/m.21,25/2-i
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Her ne kadar iş sözleşmesi meydana gelen hasarın davacının 30 günlük ücretini aşması nedeniyle 4857 sayılı Yasanın 25/2-i bendi uyarınca feshedilmiş ise de; feshin asıl nedeni uzun süreli taşıt kiralama sözleşmesinin 15 ( b ) maddesi uyarınca alkollü araç kullanmaktan dolayı meydana gelen hasarın sigorta kapsamında olmaması ve kiralayan şirketin de bu nedenle davalı şirkete rücu etmesi oluşturduğundan kaza anında davacının alkollü olup olmadığı önem arzetmektedir. Dosyada yer alan rapor ve eklerinin incelemeye yetkin adli tıp uzmanı tarafından incelenerek kaza anı ile kandaki etanol oranı ve bu oranın tespit edildiği zaman da gözetilerek davacının kaza anında alkollü olup olmadığının tereddütsüz şekilde belirlenerek sonucuna göre feshin haklı nedenlere dayanıp dayanmadığı ya da geçerli fesih olup olmadığı irdelenmek suretiyle hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi İ.Moroğlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : A ) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı işçi, davalıya ait işyerinde belirsiz süreli hizmet akdi ile çalışmakta iken 27/12/2010 tarihinde şirket aracını kullanırken yapmış olduğu trafik kazası sonucu Malatya Devlet Hastanesince yapılan tetkikler sonucunda kaza esnasında alkollü olduğu ve kanında etanol seviyesinin 10 mg dl olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedildiğini, feshin haksız yapıldığını bu nedenle davalı tarafça yapılan feshin geçersizliği ile davacının yasal hakları ile birlikte işe iadesini talep etmiştir.
B ) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının kendisine tahsis edilen araç ile kaza yaptığını, kaza sonucunda 7643,54 TL lik hasar meydana geldiğini, aracın kiralık olduğunu, kiralayan ile yapılan sözleşmenin 15 ( b ) maddesi uyarınca ” taşıtı kullanan ehliyet sahibi kişi alkollü, uyuşturucu veya benzeri maddelerin etkisi altında ise” aracın sigorta teminatı dışına çıkacağının belirtildiğini, hasarın davacının 30 günlük ücretini aştığı için iş sözleşmesinin bildirimsiz olarak feshedildiğini, feshin haklı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C ) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davacının iş verene ait araç ile trafik kazası yaptığı, yeterli gerekçeyi içerir, denetime elverişli uzman bilirkişi heyet raporuna göre davacının kazanın meydana gelmesinde birinci derecede kusurlu olduğu, kaza saatine göre kan alkol düzeyinin kazaya sebebiyet verecek düzeyde olduğu, alkollü araç kullanmanın kasko sigortası kapsamında bulunmadığı, meydana gelen zararın miktarının davacının 30 günlük ücretinden fazla olduğuna ilişkin uyuşmazlık olmadığı anlaşıldığından, davacının rapora itirazının raporun yeterli gerekçeyi içerir nitelikte olması nedeniyle, zarar olmadığına zira aracın kaskolu olduğuna,bu konuda rapor alınmasına ilişkin talebinin ise alkollü araç kullanmanın kasko kapsamında bulunmadığına ilişkin genel hukuk uygulamasına göre reddi ile, hazırlık dosyasında davacı kusursuz denilmiş ise de dosyanın kapsamına göre takipsizlik kararının mahkememizi bağlayıcı olmadığı, uzman bilirkişinin davacının kaza sırasında alkollü olduğunu belirttiği, davacının iş yerine ait araç ile kusurlu hareketi sonucu kaza yapıp iş yerinin 30 günlük ücretinden fazla zararına neden olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
D ) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.
E ) Gerekçe:
Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının iş sözleşmesinin feshi noktasında toplanmaktadır.
Taraflar arasında şirket tarafından kiralanmış olup davacıya tahsis edilen araç ile trafik kazası yaptığı hususu çekişmesizdir. Uyuşmazlık kaza sırasında davacının alkollü olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacı, sevk ve idaresindeki 34 … … plakalı araç ile 23.11.2010 günü tek taraflı yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasına neden olmuştur. Kaza sonrasında Malatya Devlet Hastanesince alınan rapor uyarınca etanol seviyesinin <10 mg/dl olduğu tespit edilmiştir.
Malatya C.Başsavcılığınca yürütülen soruşturma neticesinde davacının kasıtlı kural ihlallerinde bulunmadığı, alkollü olmadığı, bilinçli taksir düzeyinde kusurunun bulunmadığından bahisle 15.12.2010 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
Davacı vekili, aşamalarda ve temyiz dilekçesinde 10 mg/dl etanol tespiti karşısında davacının alkollü olduğu ve kazaya sebebiyet verdiği değerlendirmesinin hatalı olduğunu, zira <10 mg etanolun 0,01 promile eşdeğer olup Devlet Hastanesinde Biokimya Laboratuvarı olmadığından 0-9 arası değerlerin ölçülemediğini bu nedenle <10 mg etanol olarak gösterildiğini iddia etmiştir.
Mahkemece alınan bilirkişi raporunda nöroloji uzmanı, ” …şahsın kaza sonrası kan alkol düzeyinin yaklaşık 2 saat sonra tespit edilmiş olup bu süre zarfında kan alkol düzeyinde 30-40 mg/100 ml lik düşüş beklendiğini, kaza saatindeki alkol düzeyinin 30 mg/100 ml üzerinde olacağının beklendiği, bu seviyde araba kullanma gibi kompleks hünerlerde bozukluğa yol açacağını, sonuç olarak sürücünün kaza saati itibariyle kan alkol düzeyinin kazaya sebebiyet vereceğini ” belirtmiştir.
Dosyada mevcut uzun süreli taşıt kiralama sözleşmesi uyarınca davalı şirketin dava dışı kiralayan şirketten araç kiraladığı anlaşılmış olup anılan sözleşmenin 15/ ( b ) bendinde, ” taşıtı kullanan ehliyet sahibi kişi alkollü, uyuşturucu veya benzeri maddelerin etkisi altında ise” meydana gelecek hasarın sigorta teminatı dışında olacağı düzenlenmiştir.
Kiralayan şirket tarafından 21.12.2010 tarihinde davalı şirkete gönderilen e-mail ile kaza sonrası düzenlenen alkol raporu uyarınca davacının 10 mg etanol tespit edilmesi nedeniyle meydana gelen hasar bedelinin şirkete rücu edileceğinin bildirilmesi üzerine davalı şirket tarafından ” 23.11.2010 tarihinde şirket aracı ile trafik kazası sonucu hastane tarafından yapılan incelemelerde aracı kullanırken alkollü olduğu ve kanında etanol seviyesinin 10 mg IdI olduğu belirlendiği ve trafik raporu ile kusurlu olduğunun tespit edildiği, araca gelen zararın kiralama şirketi tarafından 21.12.2010 tarihinde bildirildiğini, uzun süreli taşıt kiralama sözleşmesinin 15 ( b ) maddesi uyarınca kiralanan araca gelecek zarar ziyanın taşıtı kullananın alkollü olması durumunda sigorta kapsamı dışında olduğundan şirket aracını alkollü kullanmak suretiyle meydana gelen hasarın sigorta tarafından karşılanmamakta olup 7643,54 TL+KDV tutarındaki hasarın ödenmesi için araç kiralama şirketi tarafından rücu edildiği, dolayısıyla şirketin bu miktarda zarara uğradığından iş sözleşmesinin 4857 sayılı Yasanın 25/2-i bendi uyarınca haklı nedenle feshettiğini” bildirmiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere her ne kadar iş sözleşmesi meydana gelen hasarın davacının 30 günlük ücretini aşması nedeniyle 4857 sayılı Yasanın 25/2-i bendi uyarınca feshedilmiş ise de; feshin asıl nedeni uzun süreli taşıt kiralama sözleşmesinin 15 ( b ) maddesi uyarınca alkollü araç kullanmaktan dolayı meydana gelen hasarın sigorta kapsamında olmaması ve kiralayan şirketin de bu nedenle davalı şirkete rücu etmesi oluşturduğundan kaza anında davacının alkollü olup olmadığı önem arzetmektedir.
Bu bağlamda mahkemece, davacı iddiası da dikkate alınarak Malatya Devlet Hastanesine müzekkere yazılarak Biokimya Laboratuvarı olup olmadığı, kandaki etanolün 0-9 arası ölçülüp ölçülemediği, söz konusu alkol raporunda <10 mg etanol miktarının gerçek değer mi yoksa 10 mg’dan küçük olması nedeniyle ölçülememe durumuna işaret ettiğinin gerçek değer ise nasıl tespit edildiği ve tespit edilen bu miktar dikkate alınarak alkollü olup olamayacağı hususları sorularak müzekkere cevabı ile dosyada yer alan rapor ve eklerinin incelemeye yetkin adli tıp uzmanı tarafından incelenerek kaza anı ile kandaki etanol oranı ve bu oranın tespit edildiği zaman da gözetilerek davacının kaza anında alkollü olup olmadığının tereddütsüz şekilde belirlenerek sonucuna göre feshin haklı nedenlere dayanıp dayanmadığı ya da geçerli fesih olup olmadığı irdelenmek suretiyle hüküm kurulması gerekirken mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 01.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.