Alacak Davaları Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/15-444
K. 2004/551
T. 20.10.2004
• TASARRUFUN İPTALİ TALEBİ ( Taşınmazın Alacağa Mahsuben ve Bedelsiz Devredilmiş Olması – Mutad Ödeme Vasıtası Kabul Edilememesi ve Tasarrufun Butlanla Malul Olması )
• ALACAĞA MAHSUBEN TAŞINMAZ DEVRİ ( Mutad Ödeme Vasıtası Olarak Kabul Edilememesi ve Yapılan Satış Batıl Olduğundan Tasarrufun İptali Gereği )
• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMAK ( Alacağa Mahsuben Taşınmaz Devrinin Mutad Ödeme Vasıtası Kabul Edilememesi – Tasarrufun İptali Gereği )
2004/m.279/2,280/2
ÖZET : Davacı banka, banka hesaplarının kat edilmesinden sonra taşınmazların mal kaçırma kastıyla devredildiğini iddia ederek tasarrufların iptalini talep etmiştir. Alacağa mahsuben yapılan tasarruflar anılan yasanın 279. maddesinin 2. fıkrası uyarınca mutat ( olağan ) ödeme vasıtası kabul edilmemektedir. Dairemizin süregelen uygulaması da bu yönde olup, alacağa mahsuben satışların butlanına karar verilmektedir. Kaldı ki, yine İİK.nın 280. maddesinin 2. bendi uyarınca borçlunun ızrar kastıyla yaptığı bu tasarrufları diğer davalıların bildikleri kendi savunmalarıyla ortada iken, var olan borcun ödenmesine ilişkin gerçek bir satış olduğu gerekçesiyle davanın tümüyle reddi usul ve yasaya aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 03.04.2003 gün ve 2000/217 E. – 2003/420 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 30.09.2003 gün ve 2003/3452 E., 4429 K. sayılı ilamı ile; ( …Dava, İİK’nun 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Davada, borçlu A’nın banka hesaplarının kat edilmesinden sonra davalı T’ye 08.10.1998 tarihinde, onun da 11.12.1998 tarihinde davalı M. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye devrettiği Gebze, Tepecik köyünde bulunan 30,31,32,34 parsel nolu taşınmazların devrinin mal kaçırmak kastıyla yapıldığı, her iki tasarrufun da iptaline karar verilmesi istenilmiştir. Davalı T. vekili cevabında, bu taşınmazların satış bedellerini ödeyemediklerinden bizzat borçlu A’nın talebi üzerine, alacaklısı bulunan M. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye devrettiklerini bildirmiş, M. A.Ş.vekili de cevabında, alacağına mahsuben dava konusu 4 adet parseli devir aldığını beyan etmiş, her iki savunma, borçlu vekilince de tekrarlanıp, doğrulanmıştır. Görülüyor ki, T. ve M. A.Ş.’nin borçlunun durumunu bilerek, bedel ödemeden taşınmazları satın aldıkları, kendi ikrarlarıyla sabittir. Alacağa mahsuben yapılan tasarruflar anılan yasanın 279. maddesinin 2. fıkrası uyarınca mutat ( olağan ) ödeme vasıtası kabul edilmemektedir. Dairemizin süregelen uygulaması da bu yönde olup, alacağa mahsuben satışların butlanına karar verilmektedir. Kaldı ki, yine anılan yasanın 280. maddesinin 2. bendi uyarınca borçlunun ızrar kastıyla yaptığı bu tasarrufları diğer davalıların bildikleri kendi savunmalarıyla ortada iken, var olan borcun ödenmesine ilişkin gerçek bir satış olduğu gerekçesiyle davanın tümüyle reddi usul ve yasaya aykırıdır. Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekir”… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.”nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 20.10.2004 gününde, oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/24063
K. 2009/4484
T. 3.3.2009
• TAHSİL HARCI ( Bankaların Kullandırdıkları Kredilerin Geri Dönüşü Amacıyla Başlattıkları İcra Takiplerinde Alacağa Mahsuben Yapılan İhalelerle Yapılan Tahsilatlar Tahsil Harcından İstisna Olduğu )
• ALACAĞA MAHSUBEN YAPILAN İHALELERLE YAPILAN TAHSİLATLAR ( Bankaların Kullandırdıkları Kredilerin Geri Dönüşü Amacıyla Başlattıkları İcra Takiplerinde – Tahsil Harcından İstisna Olduğu )
• BANKALARIN KULLANDIRDIKLARI KREDİLERİN GERİ DÖNÜŞÜ AMACIYLA BAŞLATTIKLARI İCRA TAKİPLERİ ( Alacağa Mahsuben Yapılan İhalelerle Yapılan Tahsilatlar Tahsil Harcından İstisna Olduğu )
• BANKANIN HARÇTAN MUAFİYETİ ( Bankaların Kullandırdıkları Kredilerin Geri Dönüşü Amacıyla Başlattıkları İcra Takiplerinde Alacağa Mahsuben Yapılan İhalelerle Yapılan Tahsilatlar Tahsil Harcından İstisna Olduğu )
492/m.123
ÖZET : Bankaların kullandırdıkları kredilerin geri dönüşü amacıyla başlattıkları icra takiplerinde, alacağa mahsuben yapılan ihalelerle yapılan tahsilatlar tahsil harcından istisnadır.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Şikayetçi banka vekilinin, kredi alacaklarının tahsili amacıyla borçlu hakkında icra takibine geçtiklerini, takip sırasında borçluya ait taşınmazın ( taşınmazların ) ihale yoluyla satıldığını, icra müdürlüğünce ihale bedelinden cezaevi ve tahsil harcı kesildiğini, yapılan işlemin 492 sayılı Harçlar Kanununun 123/son maddesine aykırı olduğunu öne sürerek iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.
1- Cezaevi harcının, 492 sayılı Harçlar Kanununun kapsamı dışında kaldığı anlaşıldığından ve dolayısıyla bu konudaki mahkeme kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, anılan harca yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Tahsil harcına yönelik şikayete gelince:
06.06.2008 tarihinde yürürlüğe giren 04.06.2008 tarih ve 5766 sayılı Kanunun 11/ç maddesiyle,492 sayılı Harçlar Kanununun 123/son maddesi yeniden düzenlenmiş ve son fıkrada yer alan ”harca tabi tutulmaz” ibaresi, ”bu Kanun’ da yazılı harçlardan müstesnadır” şeklinde değiştirilmiştir.Yapılan bu son değişiklikle, bankalar, yurtdışı kredi kuruluşları ve uluslar arası kurumlarca kullandırılacak kredilerin temini ve bunların teminatları ile geri ödemelerine ilişkin işlemler,borçlu alacaklı ayrımı yapılmaksızın 492 sayılı Harçlar Kanununda yer alan yargı harçlarından da müstesna tutulmuştur. Nitekim maddenin gerekçesinde bu değişiklik ”492 sayılı Harçlar Kanununun 123. maddesinde kredilere ilişkin istisna hükmünün yargı harçlarını da kapsamı içine aldığı hususu açıklığa kavuşturularak uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır” şeklinde ifade edilmiştir. Diğer taraftan bu durum Yüksek Danıştay 9.Dairesi’nin bu yöndeki yerleşmiş bir çok kararı ile de kabul edilmiş bulunmaktadır. ( Danıştay 9.Dairesi 20.10.2008 T. 2006/4958 E, 2008/4769 K, 15.10.2008 T. 2007/3486 E, 2008/4610 K, 15.10.2008 T. 2005/3203 E, 2008/4591 K, 15.10.2008 T. 2006/84 E, 2008/4597 K. ). Açıklanan v yeni oluşan bu durum karşısında, bankalar, yurtdışı kredi kuruluşları ve uluslar arası kurumlarca kullandırılacak kredilerin temini ve bunların teminatları ile geri ödemelerine ilişkin olarak icra dairelerinde yapılacak işlemlerin, 492 sayılı Harçlar Kanununda yazılı harçlardan ve aynı Kanun’ da yer alması nedeniyle de tahsil harcından müstesna olduğunun kabulü gerekir.
Somut olayda, şikayetçi banka tarafından, borçluya kullandırılan kredinin geri ödenmesini temin amacıyla icra takibi yapıldığı anlaşıldığından ve dolayısıyla yukarıda anılan yasa hükmü gereğince, ihale bedeli, tahsil harcından müstesna olduğundan, bu yöndeki şikayetin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin tahsil harcına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda ( 2 ) no’lu bentte belirtilen nedenlerle İİK 366 ve HUMK’ nun 428 maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ),03.03.2009 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Medeni usul hukukunda olduğu gibi icra hukukunda harç ve giderler sonuçta haksız çıkan tarafa yükletilir. Harç yapılan bir hizmet karşılığı olarak Devletin aldığı bir paradır. Tahsil harcıda bu amaca yönelik olup sorumlusu İİK.nun 15. maddesi uyarınca borçlu olup kendisinden tahsil edilir. Tahsil harcı 492 sayılı Harçlar Kanunun 28/b maddesi uyarınca alacağın ödenmesi sırasında yatırılan paradan tahsil olunur. Aynı kanunun 32. maddesinde ‘yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağı’ belirtilmiştir. Yine bu madde uyarınca ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf ödeyip işlemin yapılmasını sağlayabilir. Ödenen bu para daha sonra isteğe gerek olmaksızın hükümde dikkate alınır.
492 sayılı Harçlar Kanunun 123.maddesi ‘genel muaflıklar ve istisnalar’ başlığını taşımakta olup bu maddenin 3 nolu bendinde bankalarca kullandırılacak kredilerin temini ve bunların teminatları ile geri ödemelerine ilişkin işlemlerin bu kanunda yazılı harçlardan müstesna olduğu belirtilmiştir. Kanunda daha önce yazılı olan harca tabi tutulmaz ibaresi 04.06.2008 tarihli 5766 sayılı kanunla harçlardan müstesnadır şeklinde değiştirilmiştir. Kelime olarak farklı bir durum ( anlam ) yaratmamıştır. Bu maddedeki muafiyet bankaca söz konusu kredi alacağının geri ödenmesi sırasında yapılacak işlemlere ilişkin olup takip hukukuna ilişkin işlemleri kapsamaz. Çünkü maddede bu harçları kapsayacağı şeklinde bir düzenleme bulunmamaktadır. Zira 5737 sayılı Vakıflar Kanunun 77/1. maddesinde ‘genel müdürlüğün tüm iş ve işlemlerinin her türlü vergi resim ve harçtan müstesna olduğu vurgulandığı halde yüksek genel kurulca 24.12.2008 tarih, 2008/18-77 E.2008/788 sayılı kararda da belirtildiği üzere hükmün yargı harçlarını kapsamadığı Vakıflar genel müdürlüğünün muaf olmadığı açıkça belirtilmiştir. Yasa koyucu yargı harçlarının muafiyetini öngörse idi bunu yasada açıkça belirtirdi. Örneğin 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 23/2. maddesinde Tüketici Mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve bakanlıkça açılacak davaların her türlü resim ve harçtan muaf olduğu belirtilmiştir. Bu durumda muafiyet açıkça açılacak davalara ilişkin olduğundan buna ilişkin harçlardan muafiyet mahkemelerce uygulanmaktadır. Bir an muafiyetin varlığı kabul edilse dahi bu muafiyet bankalara tanınmış olup somut olayımızda olduğu gibi borçluyu kapsamaz. Bu hüküm bankalara ilişkin bir düzenlemedir.Bu durumda da tahsil harcının sorumlusu borçlu olduğundan alacaklı konumda olan bankanın bu harçtan sorumluluğu bulunmadığından muafiyeti de söz konusu olamaz.Aksi taktirde bu muafiyet sorumlu olan borçluyu da kurtarır.Borçlunun sorumlu olduğu bir harçtan alacaklının muaf tutulabilmesi için bununda yukarıda belirttiğimiz gibi yasada açıkça düzenlenmesi gerekir.Zira buna ilişkin olarak da 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 140. maddesinin 1.fıkrasında yasa koyucu fonunun her türlü resim ve harçtan muaf olduğu vurgulandıktan sonra 2.fıkrada açıkça fonun dava ve takiplere ilişkin olarak her türlü vergi resim ve harçtan muaf olduğu tekrar belirtilmiş ve 3.fıkrada da ‘borçlu tarafından ödenmesi gereken tahsil harcı dahil her türlü vergi resim ve harç bu alacaktan mahsup edilemez’ denilerek açık düzenleme yapılmıştır. Bu açıklamalar karşısında 492 sayılı harçlar kanununda borçlu nun sorumlu olduğu tahsil harcına ilişkin alacaklının muafiyetine ilişkin bir açık düzenleme yer almadığından 492 sayılı kanunun 123/son maddesinin harçlardan müstesna olduğuna ilişkin hüküm tahsil harcını kapsamaz.Aksinin kabulü yasa koyucunun maksadını aşar.Bu nedenlerle alacaklı bankanın tahsil harcından sorumlu olduğuna ilişkin Mahkeme kararı doğru olup onanması görüşündeyim.
KARŞI OY :
Harç, yapılan bir hizmet karşılığı olarak Devletin aldığı paradır.
İİK.’nun 15.maddesinde kanunda aksine hüküm bulunmadıkça bütün harç ve masrafların borçluya ait olduğu 492 sayılı Harçlar Kanununun 28/b maddesinde tahsil harcının alacağın ödenmesi sırasında yatırılan paradan tahsil edileceği, Harçlar Kanununun 32.maddesinde ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer tarafın ödeyeceği 127.maddesinde yargı işlemlerinden alınan harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağı düzenlenmiştir. İİK’ nun 12.maddesine göre ise borçlunun borcu yatırılan paradan kesilerek ödenen tahsil harcı kadar devam eder.Alacaklının ödediğini zannettiği harç miktarı kadar, takibe devam hakkı vardır. Bu düzenlemelere paralel olarak Devletin harçla ilgili kaybını önlemek Harçlar Kanununun 128.maddesindeki memur mesuliyetini azaltmak amacı ile ileride borçludan alınmak üzere tahsil harcının alacaklıya ödeme yapıldığı sırada alacaklıdan alınacağı belirtilmiştir. HGK. 22.09.2004 tarih 2004/12-491 2004/413 sayılı kararında, ödeme ister tümden ister kısmen olsun tahsil harcının, alacağın tahsili sırasında alınmasını öngörmektir.
492 sayılı Harçlar Kanununun 123.maddesinde genel muaflıklar ve istisnalar başlığı altında 3 no’lu bendinde ”Bankalarca kullandırılacak kredilerin tümü ve bunların teminatları ile geri ödemelerine ilişkin işlemlerin bu kanunda yazılı harçlardan müstesna olduğu belirtilmiştir. Maddedeki muafiyet banka tarafından söz konusu kredi alacağının geri ödenmesi ile ilgili kendisinin yapacağı işlemleri kapsamakta olup, kredinin icra yoluyla geri ödenmesi alacaklının yapacağı takiple mümkün olur. Alacaklı bu geri ödeme ile ilgili takipte alacaklı sıfatı ile sorumlu olduğu harçlardan muaf ise de sorumluluğun borçluda olduğu tahsil harcı kendisine ödenen paradan öncelikle kesilmelidir. Bu miktar içinde alacaklının takibe devam hakkı vardır. Aksinin kabulü borçluyu tahsil harcından kurtarmak olur ki, kanun bunu amaçlamamıştır. Bir başka anlatımla borçlunun ödeyeceği tahsil harcının da alacaktan öncelikle kesilemeyeceği amaçlansa idi 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 140.maddesinin 3.fıkrasında fon alacakları için getirilen düzenleme gibi açık bir düzenleme getirilmesi gerekirdi. Tahsil harcının alacaklı bankaya yapılan ödemelerden öncelikle kesileceği hususu Harçlar Yasasının diğer hükümleri ile paralellik teşkil edeceğinden mahkeme kararının onanması görüşündeyim.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/8143
K. 2012/467
T. 18.1.2012
• ÜCRET SÖZLEŞMESİ ( Alacak Davası – Davacı ve Davalı Arasında İmzalanan Ücret Sözleşmesinde Kararlaştırılan Aylık %10 Faiz Oranı Yönünden Gabin Hükümlerinin Uygulanıp Uygulanmayacağı Yönünde Araştırma ve İnceleme Yapılarak Karar Verileceği )
• ALACAĞA UYGULANAN FAİZ ORANI ( Aylık %10 Faiz Oranının Fahiş Olduğu – Ücret Sözleşmesinde Kararlaştırılan Aylık %10 Faiz Oranı Yönünden Gabin Hükümlerinin Uygulanıp Uygulanmayacağı Yönünde Araştırma ve İnceleme Yapılarak Karar Verileceği )
• GABİN ( Alacak Davası – Davacı ve Davalı Arasında İmzalanan Ücret Sözleşmesinde Kararlaştırılan Aylık %10 Faiz Oranı Yönünden Gabin Hükümlerinin Uygulanıp Uygulanmayacağı Yönünde Araştırma Yapılacağı )
818/m.21
1136/m.165
ÖZET : Her ne kadar mahkemece, davacı ile davalılardan A. L. arasında imzalanan ücret sözleşmesinin 7. maddesinin son cümlesinde yer alan “temerrüt halinde alacağa aylık %10 temerrüt faizi tahakkuk eder” hükmü dikkate alınarak … TL vekalet ücreti alacağının dava tarihinden itibaren sözleşmedeki faiz oranı olan aylık %10 faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiş ise de; alacağa uygulanan aylık %10 faiz oranı fahiştir. Mahkemece, Avukatlık Kanunu’ nun 165. maddesi gereğince davalının da sorumlu tutulduğu sadece davacı ve davalı A. L. arasında imzalanan ücret sözleşmesinde kararlaştırılan aylık %10 faiz oranı yönünden gabin hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönünde araştırma ve inceleme yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı Z. L. tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalılar ayrıldıktan sonra 1/2′ şer hisseye sahip oldukları taşınmaz ile ilgili davalı A. L. vekili olarak diğer davalı aleyhine ortaklığın giderilmesi davası açtığını, bu davada bilirkişi tarafından belirlenecek değerin %20′ oranında vekalet ücreti ödenmesi hususunda davalı A. L. ile 10.03.2009 tarihli avukatlık ücret sözleşmesi imzaladıklarını, 06.05.2009 tarihinde davalıların birlikte elerek yeniden evleneceklerini ve davayı takip etmeyeceklerini bildirmeleri üzerine avukatlık ücreti olarak 4.000.00.TL ödenmesi eğer bu bedelin 12.05.2009 tarihine kadar ödenmemesi halinde sözleşmeden ve davadan kaynaklanan tüm avukatlık ücretlerinin ferileri ile birlikte talep edileceğini hüküm altına alan anlaşma tutanağının davalılarla birlikte imzalamalarına rağmen ödeme yapılmadığını belirterek sözleşmeden doğan ve yargılama gideri mahiyetindeki karşı taraf vekalet ücreti olarak toplam 12.000.00.TL vekalet ücreti alacağının aylık %10 faizi il birlikte tahsiline karar verilmesi istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın kabulü ile 12.000.00.TL vekalet ücreti alacağının dava tarihinden itibaren sözleşmedeki faiz oranı olan aylık %10 faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı Z. L. tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Z. L.’ nun aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Her ne kadar mahkemece, davacı ile davalılardan A. L. arasında imzalanan 10.03.2009 tarihli ücret sözleşmesinin 7. maddesinin son cümlesinde yer alan “temerrüt halinde alacağa aylık %10 temerrüt faizi tahakkuk eder” hükmü dikkate alınarak 12.000.00.TL vekalet ücreti alacağının dava tarihinden itibaren sözleşmedeki faiz oranı olan aylık %10 faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiş ise de; alacağa uygulanan aylık %10 faiz oranı fahiştir. Mahkemece, Avukatlık Kanunu’ nun 165. maddesi gereğince davalı Z. L.’ nun da sorumlu tutulduğu sadece davacı ve davalı A. L. arasında imzalanan 10.03.2009 tarihli ücret sözleşmesinde kararlaştırılan aylık %10 faiz oranı yönünden gabin hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönünde araştırma ve inceleme yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı Z. L.’ nun sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı Z. L. yararına BOZULMASINA, peşin alınan 180,00 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 18.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5750
K. 2012/8757
T. 12.6.2012
• ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ ( Dava Konusu Edilen Taşınmazların Borca Yetecek Kadarının Satılmasına Karar Verilmesi Gerektiği )
• İŞTİRAKLİ ORTAĞIN BORCU ( Ortaklığın Giderilmesi – Taşınmazların Borca Yetecek Kadarının Satılacağı/Alacaklının Alacağını Karşılayacak Miktara Ulaştığında Satışa Son Verilmesinin Doğru Olmadığı )
• ALACAĞI KARŞILAYACAK MİKTAR (Ortaklığın Giderilmesi – Taşınmazların Borca Yetecek Kadarının Satılacağı)
• ORTAKLIĞIN SATIŞ YOLUYLA GİDERİLMESİ ( Alacaklının Alacağını Karşılayacak Miktara Ulaştığında Satışa Son Verilmesinin Doğru Olmadığı )
4721/m.699
ÖZET : Dava, yedi adet taşınmazın ortaklığının giderilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili iştiraklı ortağın borcundan dolayı icra mahkemesinden aldığı yetkiye dayanarak dava konusu edilen taşınmazların satılarak ortaklığının giderilmesini istemiştir. Dava konusu edilen taşınmazların borca yetecek kadarının satılmasına karar verilmesi gerekirken infazda tereddüt yaratacak şekilde satışda davacı alacaklının alacağını karşılayacak miktara ulaştığında satışa son verilmek kaydıyla ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verilmesi doğru olmamıştır.
DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı ortaklığın giderilmesi davasına dair karar, davalılardan V. Ç. tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, yedi adet taşınmazın ortaklığının giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı V. Ç. tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili iştiraklı ortağın borcundan dolayı icra mahkemesinden aldığı yetkiye dayanarak dava konusu edilen taşınmazların satılarak ortaklığının giderilmesini istemiştir. Olayımızda, dava konusu edilen taşınmazların borca yetecek kadarının satılmasına karar verilmesi gerekirken infazda tereddüt yaratacak şekilde satışda davacı alacaklının alacağını karşılayacak miktara ulaştığında satışa son verilmek kaydıyla ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 12.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/32440
K. 2011/13238
T. 27.6.2011
• İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ( Nakte Çevrilmesi İşleminde Usulsüzlük Olmadığı – Haciz Teminat Mektubu Üzerine Konmamış Dosya Alacağı Üzerine Konduğu/Dosyada Bulunan Paranın Derece Kararı Yapılması Amacıyla Haciz Koyduran Alacaklı Takip Dosyasına Gönderilmesine Engel Teşkil Etmediği )
• ALACAĞI ÜZERİNE HACİZ KOYAN ALACAKLI ( Nakte Çevrilmesi Talebinde ve Nakte Çevrilmesi İşleminde Usulsüzlük Olmadığı – Dosyada Bulunan Paranın Derece Kararı Yapılması Amacıyla Haciz Koyduran Alacaklı Takip Dosyasına Gönderilmesine Engel Teşkil Etmediği )
• DOSYA ALACAĞI ÜZERİNE HACİZ KOYAN ALACAKLI ( Nakte Çevrilmesi Talebinde ve Nakte Çevrilmesi İşleminde Usulsüzlük Olmadığı – Dosyada Bulunan Paranın Derece Kararı Yapılması Amacıyla Haciz Koyduran Alacaklı Takip Dosyasına Gönderilmesine Engel Teşkil Etmediği )
2004/m.67
ÖZET : Şikayetçi haciz koyduran alacaklı vekili icra müdürlüğüne müracaatla, teminat mektubun nakte çevrilerek dosya hesabında beklediğini, dosya alacağı üzerinde birinci sırada hacizleri bulunduğunu, paranın derece kararı yapılması için dosyalarına gönderilmesini talep etmiştir. İcra müdürlüğünce talep reddedilince, icra mahkemesine şikayet edilmiş, mahkemece , önceki mahkeme kararı sebebiyle istemin reddine karar verilmiştir. Haciz konduktan sonra, borçlu tehiri icra için teminat mektubu ibraz etmiş, ilamın onanmasıyla risk gerçekleştiğinden teminat mektubu bedeli dosya alacağı niteliğini almıştır. Bu sebeple dosya alacağı üzerine haciz koyan alacaklının nakte çevrilmesi talebinde ve nakte çevrilmesi işleminde usulsüzlük yoktur. Haciz teminat mektubu üzerine konmamış, dosya alacağı üzerine konmuştur. Elazığ 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nin karanca bu nedenlerle, dosyada bulunan paranın, derece kararı yapılması amacıyla haciz koyduran alacaklı takip dosyasına gönderilmesine engel teşkil etmez.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Elazığ 2. icra Müdürlüğü’nün 2007/2314 esas sayılı takip dosyasında G. D. genel haciz yolu ile ilamsız takip başlatmış, borçlusu Şeker Bank A.Ş.nin itirazı üzerine Elazığ 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde itirazın iptali davası açmış, mahkemece 16.10.2008 de itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilmiştir. Bu karardan sonra Elazığ 2. İcra Müdürlüğü’nün 2008/4911 esas sayılı ( G. aleyhinde yapılan ) takip dosyasında gönderilen 17.10.2008 tarihli müzekker ile borçlu G.’in dosyadaki alacağı üzerine haciz konduğu bildirilmiştir.
Borçlu tarafından itirazın iptali ilamının tehiri icrası için, 14.1.2009 tarihli teminat mektubu dosyaya ibraz edilmiştir. İlam 20.10.2009 da onanmıştır. Onamadan sonra dosya alacağına haciz koyan alacaklı vekili talebiyle icra müdürlüğünce teminat mektubunu nakte çevrilmesini ilgili bankadan istenmiş ve nakte çevrilerek icra dosyası hesabına aktarılmıştır.
Borçlu vekili teminat mektubunun üçüncü kişi talebi ile nakte çevrilmesi işlemini şikayet etmiş, Elazığ 1. İcra Hukuk Mahkemesi 10.8.2010 tarih ve 2010/310 esas, 332 Sayılı kararıyla, ‘teminat mektubunun alacaklının üçüncü kişiye olan borcu sebebiyle haciz edilemeyeceği” gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir.
Şikayetçi haciz koyduran alacaklı vekili 14.9.2010 tarihinde icra müdürlüğüne müracaatla, teminat mektubun nakte çevrilerek dosya hesabında beklediğini, dosya alacağı üzerinde birinci sırada hacizleri bulunduğunu, paranın derece kararı yapılması için dosyalarına gönderilmesini talep etmiştir. İcra müdürlüğünce talep reddedilince, icra mahkemesine şikayet edilmiş, mahkemece, önceki mahkeme kararı sebebiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Dosya alacağı üzerine 17.10. 2008 tarihinde haciz konduktan sonra, borçlu tehiri icra için teminat mektubu ibraz etmiş, ilamın onanmasıyla risk gerçekleştiğinden teminat mektubu bedeli dosya alacağı niteliğini almıştır. Bu sebeple dosya alacağı üzerine haciz koyan alacaklının nakte çevrilmesi talebinde ve nakte çevrilmesi işleminde usulsüzlük yoktur. Haciz teminat mektubu üzerine konmamış, dosya alacağı üzerine konmuştur. Elazığ 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2010/ 310 esas sayılı karanca bu nedenlerle, dosyada bulunan paranın, derece kararı yapılması amacıyla haciz koyduran alacaklı takip dosyasına gönderilmesine engel teşkil etmez.
Bu durumda mahkemece yukarda açıklanan gerekçelerle şikayetin kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K. 366. ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 27.6.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2005/12-387
K. 2005/428
T. 29.6.2005
• İTİRAZIN KALDIRILMASI ( Alacağın Alacaklı Vekilince Dayanılan ve Borçlu Belediyece Düzenlenen Belgede Kabul Edilen Miktarlardan Daha Fazla Olduğu Hususu Kanıtlanamadığından Reddi Gereği )
• ALACAĞIN BELGE İLE KANITLANAMAMASI ( İtirazının Kaldırılması İsteminin Reddi Gereği )
• TAZMİNATIN ASIL ALACAK ÜZERİNDEN TAKDİRİ GEREĞİ ( Faizin de Dahil Olduğu Miktar Üzerinden Taktirinin Doğru Görülmediği )
2004/m.67,68
ÖZET : Takipte talep edilen 2000 ve 2001 yılları alacağının alacaklı vekilince dayanılan ve borçlu belediyece düzenlenen 11.2.2002 tarihli belgede kabul edilen miktarlardan daha fazla olduğu hususu İİK.nun 68.maddesinde sayılan belgelerden birisi ile kanıtlanamadığından ve alacağın tahsili yargılamayı gerektireceğinden mahkemece bu yıllara ait borçlunun kısmi itirazının kaldırılması isteminin reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir. Kabule göre de tazminatın itiraz edilen asıl alacak yerine faizinde dahil olduğu miktar üzerinden taktiri de doğru görülmemiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;İzmir 8.İcra Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.6.2004 gün ve 2003/64 E. 2004/357 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 9.11.2004 gün ve 19289-2315 sayılı ilamı ile;
( … 1-Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz sebeplerinin REDDİNE,
2-Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
3289 Sayılı Yasanın 14/2. maddesinde belediyelerin bir sene evvelki gelir toplamlarının yüzde birini bütçelerinin tasdikini takip eden ( 6 ) ay içinde İl Spor Müdürlüğüne aktaracakları öngörülmüştür. Alacaklı, takip talepnamesinde anılan yasa hükmü uyarınca kuruma ödenmesi gerekli 1999,2000 ve 2001 yıllarına ilişkin alacağı talep ettiğini belirtmiş borçlu 1999 yılına ait borcun ödendiğini ileri sürmüş ayrıca 2000 ile 2001 yılları yönünden borca kısmen itiraz etmiştir. Alacaklı vekilince borçlu belediyece düzenlenmiş 11.2.2002 tarihli belgeye dayanılarak itirazın kaldırılması istenmiştir. Bu belgede 1999 yılına yönelik alacağın varlığına ilişkin bir kayıt yok ise de, borçlunun icra dairesine verdiği itiraz dilekçesinde ( borcun ödendiğinin ) ileri sürüldüğü görülmektedir. Borçlu, borç doğuran hukuki ilişkiyi kabul edip itirazını “ödeme olgusuna” dayandırdığına göre, itirazın kaldırılması isteminin icra mahkemesinde incelenmesi sırasında, alacaklının artık İİK.nun 68/1 maddesinde belirtilen bir belgesinin mevcut olup olmadığı üzerinde durulmasına gerek ve yer yoktur. Borçlu 1999 yılı alacağına yönelik ödeme iddiasını İİK.nun 68.maddesinde sayılan belgelerle ispatlayamadığından bu alacak kalemine yönelik itirazın kaldırılmasına karar verilmesi açıklanan nedenle doğru olup borçlu vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Takipte talep edilen 2000 ve 2001 yılları alacağının alacaklı vekilince dayanılan ve borçlu belediyece düzenlenen 11.2.2002 tarihli belgede kabul edilen miktarlardan daha fazla olduğu hususu İİK.nun 68.maddesinde sayılan belgelerden birisi ile kanıtlanamadığından ve alacağın tahsili yargılamayı gerektireceğinden mahkemece bu yıllara ait borçlunun kısmi itirazının kaldırılması isteminin reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir. Kabule göre de tazminatın itiraz edilen asıl alacak yerine faizinde dahil olduğu miktar üzerinden taktiri de doğru görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.06.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2002/19-710
K. 2002/782
T. 9.10.2002
• ALACAK DAVASI ( Menfi Tespit Davası Açılması ile Zamanaşımının Kesilmemesi-Zira Zamanaşımının Kesilmesi Alacaklı Lehine Getirilmiş Bir Müessese Olup Ancak Alacaklının Yok Olduğu İddia Edilen Alacağın Varlığını Cevap Olarak İleri Sürmesi ile Kesilmesi )
• MENFİ TESPİT DAVASI ( Kural Olarak Bu Davanın Açılması ile Zamanaşımının Kesilmemesi-Zamanaşımının Kesilmesi Alacaklının Yok Olduğu İddia Edilen Alacağın Varlığını Cevap Olarak İleri Sürmesi ile Kesilmesi )
• ZAMANAŞIMI ( Alacak Hakkının Belli Bir Süre Kullanılmaması Yüzünden Dava Edilebilme Niteliğinden Yoksun Kalmasını İfade Etmesi-Sonucu Alacak Hakkına Son Verme Değil Onu Eksik Borç Haline Getirme Olarak Ortaya Çıkması-Alacağın Muaccel Olduğu Tarihten Başlaması )
• SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME ( Haksız Surette Mal İktisabından Dolayı İkame Olunacak Davanın Mutazarrır Olan Tarafın Verdiğini İstirdada Hakkı Olduğuna Ittılaı Tarihinden İtibaren Bir Sene Müruriyle ve Her Halde Bu Hakkın Doğduğu Tarihten İtibaren On Senenin Müruriyle Sakıt Olması )
• ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ ( Kesilmede Durmadan Farklı Olarak Kesilme Tarihine Kadarki Sürenin Yanması Kesilme Tarihinden Sonra Sürenin Yeniden Başlamasının Söz Konusu Olması-Kural Olarak Kesilmeden Sonra da Aynı Zamanaşımı Süresinin İşlemeye Başlaması )
• ALACAĞIN BELGEYE DAYANMASI ( Kural Olarak Zamanaşımının Kesilmesinden Sonra Aynı Zamanaşımının İşlemeye Başlaması-Ancak Borcun Bir Senetle İkrar Edilmiş Olması veya Bir Hükümle Sabit Olması Hallerinde yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımının Daima On Sene Olması )
818/m.60,66,132,135
6762/m.662
2004/m.143
ÖZET : Kural olarak; zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. Bilindiği gibi, BK.nun 132 maddesinde durma, 133. maddesinde de zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Ayrıca Türk Ticaret Kanununun 662 maddesinde, 6183 sayılı yasada ve İİK.nun 143. maddesinde de Borçlar Kanunundan ayrı olarak zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Kesilmede, durmadan farklı olarak kesilme tarihine kadarki sürenin yanması, kesilme tarihinden sonra sürenin yeniden başlaması söz konusudur. Kural olarak; kesilmeden sonra da aynı zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Bu kural BK.135/I maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Ancak BK.135/II maddede bu ilkeye iki istisna getirilmiştir. Bunlar borcun bir senetle ikrar edilmiş olması veya bir hükümle sabit olması halleridir. Bu hallerde yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresinin daima on sene olacağı maddede ifade edilmiştir.
Kural olarak ; menfi tespit davası açılması ile zamanaşımı kesilmez. Zira, Zamanaşımının kesilmesi alacaklı lehine getirilmiş bir müessese olup, ancak alacaklının yok olduğu iddia edilen alacağın varlığını cevap olarak ileri sürmesi ile kesilir ve mahkemece verilecek tespit hükmü ile bu savunma gibi alacağın varlığı kabul edilirse, bu halde borç daha kısa zamanaşımına tabi olsa bile yeni işlemeye başlayacak olan zamanaşımı süresi daima on sene olmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 8.Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.04.1999 gün ve 1996/1026-1999/477 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.05.2000 gün ve 2000/202-3627 sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili müvekkili şirketin davalıdan 12.4.1989 tarihi itibariyle 4.721.627.135.- TL alacağı bulunduğunu, İstanbul 1.İcra Müdürlüğünün 1989/4684 sayılı dosyası üzerinden başlatılan takibin itiraz üzerine durduğunu, daha sonra davalı tarafından açılan menfi tespit davasının 27.4.1994 tarihinde sonuçlandığını ve derecattan geçerek kesinleştiğini, müvekkilinin faiziyle birlikte alacağının 23.387.836.195.-TL’na ulaştığını ileri sürerek bu miktarın davalıdan reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevabında, taraflar arasında 6.1.1989 tarihinde ihracat işbirliği sözleşmesi akdedildiğini. müvekkilinin açtığı menfi tespit davası sonucunda sözleşmenin geçersizliğine karar verildiğini, bu durumda davacı alacağını ancak sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre bir yıl içinde isteyebileceğini bu sürede istenmeyen alacağın zamanaşımına uğradığını, esasen alacağı da bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece taraflar arasındaki sözleşmelerin geçersiz olduğunun menfi tespit davasında verilen kararla kesin hükme bağlandığı, menfi tespit davasına verilen cevapla zamanaşımı kesilmişse de, temyize cevap verildiği 27.9.1994 tarihinden kararın onandığı 25.10.1995 tarihine kadar zamanaşımını kesen bir işlem yapılmadığından, bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
23.387.836.195.-TL’nın tahsili amacıyla açılan davaya karşı süresinde cevap veren davalı, zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Davacı Çukurova AŞ’nin İstanbul 1.İcra Müdürlüğünün 1989/4684 sayılı dosyasından başlattığı icra takibi Rova AŞ’nin itirazı üzerine durmuş ve Rova AŞ söz konusu edilen alacak sebebiyle 21.4.1989 tarihinde menfi tespit davası açmıştır. Çukurova AŞ. vekili bu davaya verdiği cevabında alacaklı olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir. Taraflar arasında görülen menfi tespit davasında sözleşmenin geçersiz olduğu kabul edilmek suretiyle karar tesis edilmiş bulunduğundan, taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilirler. BK.nun 133/2. maddesine göre alacaklının defi zımnında hakkını ileri sürmesi halinde de zamanaşımı kesilir. Davalının menfi tespit davasına karşı düzenlediği cevapla zamanaşımı kesilmiş, Çukurova AŞ’nin Rova AŞ’den 4.721.627.135. TL. alacağı bulunduğu gerekçesiyle Rova AŞ’nin açtığı menfi tespit davası 27.4.1994 tarihli kararla reddedilmiştir. BK.nun 135/2. maddesinde borcun bir senetle ikrar edilmiş olması veya bir hükümle sabit olması halinde yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresinin daima on sene olduğu hükme bağlanmıştır. Menfi tespit davası sonunda, davalı Çukurova A.Ş’nin davacı Rova A.Ş’den alacaklı olduğu saptanarak söz konusu dava bu yönden reddedilmiş bulunduğundan borcun bir hüküm ile sabit olduğunun kabulü gerekir. Davacı 27.4.1994 tarihli karardan itibaren on yıl içinde bu davayı açtığından davalının zamanaşımı savunması reddedilerek işin esası incelenmelidir. Mahkemece bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı vekili 02.10.1996 tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 12.4.989 tarihi itibariyle davalı zimmetindeki 4.721.627.135 TL alacağı için İstanbul 1.İcra Dairesinin E.989/4684 sayılı dosyasında icra takibine giriştiğini, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu ve ayrıca davalının davacı aleyhine İstanbul Asliye 4.Ticaret Mahkemesinin E. 989/422 sayılı dosyasında Menfi Tespit davası açtığını, mahkemenin 27.4.994 tarihli ilamı ile müvekkilinin 4.721.627.135 TL alacaklı olduğunu sabit görerek Menfi tespit davasını reddettiğini ve bu kararın derecattan geçtiğini, İİK.nun 67. maddesindeki 1 yıllık süre geçtiğinden artık itirazın iptali davası açılamadığını, bu alacak davasının açılması zorunluluğu doğduğunu, tarafların tacir olup alacağın da ticari ilişkiden doğduğunu, alacağın 12.04.1989 tarihinde dava tarihine kadar işleyen 18.666.209.060 TL faizi ile birlikte 23.387.836.195 TL’ye ulaştığını, davalı şirketin bu alacağı ödemediği gibi, tahsilini güçleştirecek çabalara girdiğini, ileri sürerek mezkur alacağın dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini, munzam zarar talep haklarının saklı tutulmasını istemiştir.
Davalı vekili cevabında; Davacının dava dilekçesinde alacak konusunu ticari ilişkiye dayandırmakta ise de daha önce kendilerinin davacıya karşı açtığı menfi tespit davasında bu ilişkiyi reddederek, sözleşmenin geçersiz ve müvekkili yönünden alınan bedellerin dayanaktan yoksun olduğu, sebebinin bulunmadığı savunmasında bulunduğunu, İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1989/422 E., 1994/482 K. sayılı kararı ile taraflar arasında akdedilen 6.1.1989 tarihli ihracat işbirliği sözleşmesi ve ek sözleşmenin geçersizliğine karar vererek borçlu bulunmadıkları yönündeki davaları ile tazminat davalarının reddedildiğini, sözleşmenin geçersiz bulunduğuna dair bu mahkeme kararı karşısında müvekkiline sözleşmeye dayalı olarak ödenen miktarların da herhangi bir sebebinin kalmadığını, davacının sebepsiz zenginleşme nedeni ile istirdada ilişkin davasının BK.nun 66/f-1 maddesi uyarınca öğrenme tarihini müteakip bir yıllık zamanaşımına tabi olup bunun da dolduğunu, davacının öğrenme tarihinin menfi tespit davasında sözleşmenin geçersizliğini iddia ettiği cevap dilekçelerini hazırlayıp, mahkemeye takdim ettiği 29.5.1989 tarihi olduğunu, kendilerince açılan menfi tespit davasının zamanaşımını kesmeyeceğini, buna göre davanın zamanaşımı yönünden reddini savunmuştur.
Yerel Mahkeme; “Davacının 4.721.627.135 TL alacağı için İstanbul 1. İcra Dairesinin E. 989/4684 sayılı dosyasında icra takibine giriştiğine göre BK.nun 66/f-1 maddesi anlamında ‘verdiğini istirdada hakkı olduğuna’ o tarihte ıttıla kespettiğini, itirazın iptali davası açmadığı, davalı/borçlunun açtığı menfi tespit davasının zamanaşımını kesen nedenlerden olmadığı, ancak- İstanbul Asliye 4. Ticaret Mahkemesinin 1989/422 sayılı dosyasında aleyhine açılan menfi tespit davasında davacı/alacaklının 29.05.1989 tarihli cevap lahiyası ile alacağını def’i yolu ile ileri sürerek BK.nun 133/f2 maddesi uyarınca bir yıllık zamanaşımını kestiği, yine BK.nun 136/f 1 maddesi uyarınca dava devam ettiği sürece mahkemenin her usulü işlemi zamanaşımını kestiğinden anılan menfi tespit davasının reddine ilişkin 27.4.994 tarihli hükümle zamanaşımının yeniden kesildiği, davalı/borçlunun temyiz talebi üzerine davacı/alacaklının 27.9.994 havale tarihli temyize cevap dilekçesi ile alacağını def’i yolu ile tekrar ileri sürdüğü, ancak müteakip usulü işlem olarak 25.10.1995 tarihli onama kararına kadar sebepsiz zenginleşme davasına ilişkin bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu” gerekçesiyle, davalı vekilinin BK.nun 66/f 1 maddesine dayalı zamanaşımı savunması haklı bularak davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Özel Daire; mahkemenin de kabulünde olan zamanaşımının kesilme olgusunun varlığını vurgulamış, BK.nun 135/2. maddesinde borcun bir senetle ikrar edilmiş olması veya bir hükümle sabit olması halinde yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresinin daima on sene olduğunun hükme bağlandığını, borçlunun açtığı menfi tespit davası sonunda bu isteminin reddedilerek alacaklı/eldeki dosya davacısının alacağının olduğunun saptandığını, 27.04.1994 tarihli bu karardan 10 yıl içinde bu dava açıldığından davalının zamanaşımı savunmasının reddedilerek işin esasının incelenmesi gerektiğini ifadeyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Mahkeme; “menfi tespit davasında aleyhine dava açılan alacaklının alacaklı, davayı açan borçlunun da borçlu olduğunun saptanmış olmasının redde ilişkin hüküm nedeniyle BK.nun 135/II fıkra anlamında “hükmen sabit olma” anlamına gelmeyeceğini, Nitekim Dr.Herman BECKER, İsviçre Medeni Kanunu’nun ünlü Bern Şerhinde mehaz Kanun’un 137. maddesini açıklarken “Bu tarifin anladığı manada hüküm alacak miktarını tespit eden ve icraen infaz edilebilen her türlü karardır” demek suretiyle menfi tespit davasını reddeden kararların zamanaşımını kesmek ve o davanın davalısı durumundaki alacaklıya yeniden 10 yıllık bir süre tanımak gücü olamayacağını açıklıkla ortaya koyduğunu ( İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, VI. Cilt, Borçlar Kanunu, I.kısım, IV. Fasikül, Dr.Saim Özkök tercümesi, 1972, sh. 148 ), taraflar arasında evvelce cereyan eden davalar sonunda İstanbul Asliye 4.Ticaret Mahkemesinin verdiği 27.4.994 tarihli red kararının gerekçesinde Çukurova A.Ş.’nin Rova A.Ş.’den alacaklı olduğundan söz edilmiş olması anılan karara icrası kabil bir hüküm niteliği taşısa idi Çukurova A.Ş.’nin daha sonra mahkememizde bu eda davasını açmasına zaten gerek ve hukuksal yararının mevcut olamayacağını gerekçe göstererek önceki kararında direnmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkindir.
Mahkemenin ilk kararı ve bozma ilamı içeriğine göre dava dayanağının sebepsiz zenginleşme hükümleri olduğu, zamanaşımının borçlunun açtığı menfi tespit ve tazminat davası ile kesildiği, konularında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; menfi tespit ve tazminat davasında, redde ilişkin mahkeme kararının gerekçe bölümünde yer alan “alacağını def’i zımnında ileri süren alacaklının bu alacağının bulunduğuna dair açık saptamanın” BK.nun 135/II anlamında bir hükümle sabit olma anlamına gelip gelmeyeceği ve maddedeki 10 yıllık zamanaşımı süresinin eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle ; zamanaşımı ve zamanaşımının kesilmesi kavramları ile bunların sonuçları üzerinde kısaca durmakta yarar vardır.
Zamanaşımı; alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç haline getirme olarak ortaya çıkar. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde ; iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
Borçlar Kanunumuzda normal zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilmiş, daha uzun ya da daha kısa sürelerin getirildiği özel hükümlerin saklı olduğu BK.nun 125. maddesinde belirtilmiştir. Bu istisnalardan birisi sebepsiz zenginleşmeye ilişkin BK.nun 69. maddesinde düzenlemesini bulan 1 yıllık zamanaşımı süresidir.
Kural olarak; zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. Bilindiği gibi, BK.nun 132 maddesinde durma, 133. maddesinde de zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Ayrıca Türk Ticaret Kanununun 662 maddesinde, 6183 sayılı yasada ve İİK.nun 143. maddesinde de Borçlar Kanunundan ayrı olarak zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Kesilmede, durmadan farklı olarak kesilme tarihine kadarki sürenin yanması, kesilme tarihinden sonra sürenin yeniden başlaması söz konusudur. Kural olarak; kesilmeden sonra da aynı zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Bu kural BK.135/I maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Ancak BK.135/II maddede bu ilkeye iki istisna getirilmiştir. Bunlar borcun bir senetle ikrar edilmiş olması veya bir hükümle sabit olması halleridir. Bu hallerde yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresinin daima on sene olacağı maddede ifade edilmiştir.
Taraflar arasında daha önce görülüp sonuçlanan borçlu Rova A.Ş.’nin alacaklı Çukurova A.Ş. aleyhine kendisinin alacaklı olduğu, borçlu olmadığı iddiası ile açtığı menfi tespit ve tazminat davasında davalı durumundaki alacaklının defi zımnında alacaklı olduğunu ileri sürmesi ve bu savunmasını yargılama aşamasında sürdürmesi BK.nun 133/2 madde anlamında zamanaşımını kesen sebeplerdendir. Bu anlamda yerel mahkeme ile özel daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; yukarıda da açıklandığı gibi zamanaşımının kesilmesinden itibaren başlayacak yeni sürenin sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak için öngörülen genel kural gereği bir yıl mı, yoksa BK.nun 135/II maddesinde açıklanan on yıl mı olacağı noktasındadır.
Yeri gelmişken BK.nun ikrar ve hüküm halinde başlığını taşıyan 135. maddesinin irdelenmesinde yarar vardır. Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Müruru zaman katedilmiş olunca katıdan itibaren yeni bir müddet cereyan etmeğe başlar.” İkinci fıkrasında ” Borç bir senette ikrar edilmiş veya bir hüküm ile sabit olmuş ise yeni müddet daima on senedir.” Denilmektedir.
Görüldüğü üzere; kural, burada aynı koşullar bulunması halinde kesinleşmeden sonra işleyecek yeni sürenin eski zamanaşımı süresinin tıpkısı olacağıdır. Eğer alacak bir senede yani borçlu tarafından imzalanmış bir belge ile tanınmış veya mahkeme kararıyla saptanmış ise yeni süre bu defa on yıl olacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında sayılan ikinci hal olan hükümden maksadın mahkeme veya hakemden verilmiş ve kesinleşmiş bir kararın varlığı olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Burada somut olaya baktığımızda; eldeki davadan önce, İstanbul Asliye 4. Ticaret Mahkemesinin 1989/422 esas sayılı dosyasında, Rova A.Ş. tarafından ( eldeki davanın davalısı )4.498.854.457.50 TL borçlu olmadığının tespiti için 21.04.1989 tarihinde menfi tespit davası açılmış ve bu arada yine aynı mahkemenin 1989/810 esas sayılı dosyasında 20.07.1989 tarihinde açılan 06.01.1989 tarihli sözleşme hükümlerine dayalı 3.000.000.000 TL kar mahrumiyeti, 2.000.000.000 TL tazminat olmak üzere toplam 5.000.000.000 TL alacağın tahsili istemiyle açılan dava 07.02.1990 tarihli kararla 1989/422 esas sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Şu durumda borçlu asıl davada menfi tespit, birleşen davada ise tazminat talebinde bulunmuştur. Alacaklı/eldeki davanın davacısı ise her iki dava yönünden aşamalardaki tüm savunmalarında kendisinin alacaklı olduğunu, borçlunun dayandığı sözleşmenin geçerli olmadığını, savunmuştur. Mahkemece alacaklının savunmaları yerinde görülerek, alacak miktarı da belirtilmek suretiyle borçlunun açtığı her iki dava da reddedilmiştir. İşte bu redde ilişkin hükmün BK.135/II anlamında bir hükümle sabit olma anlamına gelip gelmediği üzerinde durulmalıdır.
Yerel Mahkemece direnme kararına dayanak alınan Dr. Herman Becker’in İsviçre Medeni Kanununun Ünlü Bern şerhinde Borçlar Kanunumuzun 135/II maddesine karşılık gelen 137. maddesiyle ilgili açıklamada, buradaki hükümden maksadın ancak alacak miktarını tespit eden ve icraen infaz edilebilen her türlü karar olduğu ifade edilmişse de, burada kesinleşmiş ve kesin hüküm teşkil edebilecek nihai hükümlerin kastedildiği, anlaşılmalıdır. Öğretide de ağırlıklı olarak BK.135. maddesinin dar yorumlanmaması gerektiği kabul edilmektedir.
Hemen vurgulamakta yarar vardır ki, borçlunun bir senetle borcu ikrarı halinde 10 yıllık zamanaşımının varlığı kabul edildiğine göre, bizzat borçlu tarafından açılan ve borçlu olduğunun mahkemeye tespiti ile sonuçlanan, onun açıkça haksızlığını ve borçlu olduğunu ortaya koyan, menfi tespit ( ve somut olayda bunun yanında tazminat )istemlerinin reddine ilişkin kesinleşmiş mahkeme hükmünün de bu anlamda kabul edilmesi, on yıllık zamanaşımının bu hallerde de benimsenmesi gerekir.
Nitekim, aynı yaklaşımla borçlunun açtığı menfi tespit davasında alacaklının alacağının mevcut olduğuna dair borçlunun davasının reddi yönündeki kararın 135/II fıkrasında yazılı hüküm olarak kabul edileceği ve on yıllık zamanaşımının uygulanacağı, yine buradaki hükmün borçluyu ifaya veya tazminata mahkum etme tarzında olabileceği gibi, borcun varlığını ve miktarını tespit eden bir içerikte de bulunabileceği, borcun varlığının ispatına ilişkin bulundukça kararın hukuk ve ceza mahkemesinden verilmiş olmasının önemsiz olduğu öğretide kabul edilmiştir. ( Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop-Borçlar Hukuku Genel Hükümleri 7. Baskı Sh.1064 ; Prof.Dr. N.F.Feyzoğlu-Borçlar Hukuku Cilt II, Sh.60-İstanbul 1977 ). Bu görüşe ek olarak 135. maddede yazılı “hüküm” kelimesinin 133. madde çerçevesinde yorumlanmasının zorunlu olmadığı da belirtilmiştir ( Dr. Selahattin Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku, İstanbul, 1974-üçüncü bası-Sh. 802 vd. ).
Borçlunun açtığı ve birlikte görülen davalardan birisi menfi tespit davasıdır. Kural olarak ; menfi tespit davası açılması ile zamanaşımı kesilmez. Zira, Zamanaşımının kesilmesi alacaklı lehine getirilmiş bir müessese olup, ancak alacaklının yok olduğu iddia edilen alacağın varlığını cevap olarak ileri sürmesi ile kesilir ve mahkemece verilecek tespit hükmü ile bu savunma gibi alacağın varlığı kabul edilirse, bu halde borç daha kısa zamanaşımına tabi olsa bile yeni işlemeye başlayacak olan zamanaşımı süresi daima on sene olmalıdır ( Prof.Dr.Baki Kuru Tespit Davaları, Ağustos 1988, sh.92-93 ).
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; borçlu tarafından alacaklı aleyhine açılan menfi tespit ve tazminat davasında verilen 27.04.1994 tarihli red kararının içeriğinde açıkça gerçekte alacaklının alacağı bulunduğu, borçlunun borç miktarı tespit edilmiştir. Bu hükmün borçlu Rova AŞ. tarafından temyizine ilişkin dilekçeye davacı/alacaklı Çukurova A.Ş. vekili tarafından verilen 27.09.1994 tarihli cevapta da alacak ileri sürülmüş ve özel dairece mahkemenin kararı 05.04.1996 tarihinde onanmıştır. Son olarak borçlunun karar düzeltme talebi üzerine ( ki bu talebe karşı da alacaklı verdiği cevapla eski itirazlarını sürdürmüştür. )Özel Dairece borçlunun karar düzeltme istemi 05.04.1996 tarihli ilamla reddedilmiştir. Tüm bu işlemler nazara alındığında yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde burada yeniden başlayacak olan zamanaşımı süresi on yıldır.
Diğer taraftan; Davacı alacaklı eldeki alacak davasını 02.10.1996 tarihinde açmıştır. Bu dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalıdır. BK.nun 66/1 maddesinde yer alan ; “Haksız surette mal iktisabından dolayı ikame olunacak dava, mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada hakkı olduğuna ıttılaı tarihinden itibaren bir sene müruriyle ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren on senenin müruriyle sakıt olur.” Hükmü gereğince alacaklının verdiğini istirdada haklı olduğuna ıttıla tarihi de yine yukarıda açıklanan hükmün kesinleşme tarihidir. Dolayısıyla ister 1 yıllık, isterse de 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulansın davacı alacaklının açtığı dava süresinde olup, mahkemece işin esasının incelenmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle bozmaya uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozulması gerekir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.10.2002 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Daha önce borçlu tarafından açılan menfi tespit davasında, o davanın davalısı olan alacaklı tarafından verilen cevap dilekçesinde, alacaklı olduğunu defi yolu ile ileri sürmesiyle zamanaşımının kesildiği hususu çekişmesiz bulunmaktadır.
BK.nun 136/1 nci maddesi hükmü uyarınca, bir dava veya def’i yolu ile katedilmiş olan zamanaşımı, dava devam ettiği sürece her iki tarafın mahkemeye mütealik her işleminden ve yargının her emir ve hükmü ile kesilir ve o andan itibaren yeniden işlemeye başlar. Dava dosyasına ekli önceki menfi tespit dava dosyasının incelenmesinde, bu davanın davacısı olan alacaklı tarafından verilen ve zamanaşımı süresini kesin cevap dilekçesinden sonra, yargıcın işlemleri ve nihayet mahkemece tesis edilen hükmün temyiz edilmesi üzerinde hüküm Yargıtay’ca onandığı ve karar düzeltme yolundan geçmek suretiyle kesinleştiği ve bunu takiben bir yıllık zamanaşımı süresi dolmadan direnmeye konu olan iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
O halde BK.nun 136/1. maddesindeki açık hüküm nedeniyle zamanaşımı süresi dolmadığından mahkeme kararının sadece bu gerekçe ile bozulması gerektiği düşüncesiyle gerekçe yönünden karşı oy kullanmış bulunuyoruz.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/12-778
K. 2012/94
T. 22.2.2012
• İPOTEĞİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA YAPILAN İCRA TAKİBİ ( İpoteğin Kesin Borç İpoteği Olduğu – İpoteğin Dayanak Yapıldığı Destek Kredi Sözleşmesi’nin Uyarlanması Sonucu Belirlenen Miktar İpoteğin Temelini Oluşturmakla Alacağın Belirlenmesinde Gözönüne Alınacağı )
• KREDİ SÖZLEŞMESİNİN UYARLANMASI ( İpoteğin Dayanak Yapıldığı Destek Kredi Sözleşmesi’nin Uyarlanması Sonucu Belirlenen Miktar İpoteğin Temelini Oluşturmakla Alacağın Belirlenmesinde Göz Önüne Alınacağı – İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takibe İlişkin Şikayet )
• KESİN BORÇ İPOTEĞİ ( Borç İlişkisinden Doğan Bir Alacağın Teminat Altına Alınmakta Olup Paraya Çevirme Anında Geçerli Bir Alacağın Varlığının Rehin Hakkının Kullanılması İçin Zorunlu Olduğu )
• ALACAĞIN BELİRLENMESİ ( İpoteğin Dayanak Yapıldığı Destek Kredi Sözleşmesi’nin Uyarlanması Sonucu Belirlenen Miktar İpoteğin Temelini Oluşturmakla Alacağın Belirlenmesinde Göz Önüne Alınacağı – İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takibe İlişkin Şikayet )
2004/m.33, 149
4721/m.851, 875, 881
ÖZET : İstek, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir. Uyuşmazlık; ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan takibin dayanağı kredi sözleşmesinin uyarlanmasına dair mahkeme kararı ile belirlenen miktarın ve ipoteğin eldeki şikâyetin çözümünde gözetilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. İpoteğin kesin borç ipoteği olduğu hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kesin borç ipoteğinde borç ilişkisinden doğan bir alacak teminat altına alınmakta olup paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlak olup, ipoteğin dayanak yapıldığı Destek Kredi Sözleşmesi’nin uyarlanması sonucu belirlenen miktar ipoteğin temelini oluşturmakla alacağın belirlenmesinde göz önüne alınması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “şikayet” kanun yolundan dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 5.İcra Hukuk Mahkemesince şikayetin kısmen kabulüne dair verilen 13.04.2010 gün ve 2005/444 E., 2010/ 538 K. sayılı kararın incelenmesi karşı taraf/alacaklılardan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 16.12.2010 gün ve 2010/18045-30381 Sayılı ilamı ile;
(… Şikayete konu 03.11.1999 tarihinde ilk takibin düşmesi üzerine alacaklı banka ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatmıştır.
Takip dayanağı ipotek akit tablosunun incelenmesinde ipoteğin kesin borç ipoteği niteliğinde kurulduğu aylık faiz oranlarının belirtildiği görülmüştür.
Nitekim 1994 yılında yapılan takip sebebiyle borçlu tarafça İzmir Asliye Ticaret Mahkemesine yaptığı sözleşmenin uygulanmasına dair başvuru sonucunda da 25.11.1999 tarihli ilamla borç belirlenmiştir.
Mahkemece itirazın açıklanan ilam ve ipotek doğrultusunda değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar vermek gerekirken ipotek nevi ve tarihi nazara alınmaksızın somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle bilirkişi raporundan ayrılarak yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir…),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : İstek, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir.
Şikayetçi/borçlu vekili, alacaklı banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılmış ise de hesap kat ihtarının usulünce tebliğ edilmediği, muacceliyet şartı bu sebeple gerçekleşmemiş olmakla takip başlatılamayacağı gibi ipotek limitini aşar şekilde yapılan takibin usulsüz olduğu, faize faiz yürütülemeyeceği, fahiş oranda faiz istendiği, 16.02.2001 tarihi itibariyle istenen alacak miktarının gerçeğe uygun olmadığını,ifadeyle takibin iptalini istemiştir.
Karşı taraf/alacaklı vekili, şikayetçi borçlunun bankalarından konut destek kredisi kullanıp, ipoteğin kesin borç ipoteği olduğunu, borçlunun açtığı uyarlama davasında borcun taksitler halinde ödenmesine karar verilmesine karşın, ödemeleri yapmayarak temerrüde düştüğünü, bu sebeple borcun muaccel hale geldiğini, faize yapılan itirazın da yerinde olmadığını, ifadeyle şikayetin reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemenin ilk kararı kısa ve gerekçeli kararın birbirinden farklı ve çelişkili oluşturulması sebebiyle bozulmuş; bu usuli bozmaya uyularak verilen 2. kararda ise, takibin ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılmış olduğu, ipotek sözleşmesinde haricen yapılacak kredi sözleşmesine açık atıfta bulunulmadığı, kredi sözleşmesi ve uyarlama kararının ayrı bir takip konusu yapılması gerektiği, icra takip tarihi itibariyle karz ipoteğinde belirtilen anlaşma koşulları dikkate alınarak yapılan hesaplama sonucu toplam borç miktarının 16.118,78 TL olduğunun anlaşıldığı, ancak şikayet dilekçesinde takip tarihi itibariyle borcun 23.156,69 TL olduğunun kabul edildiği gerekçesiyle ve kabulle bağlılık ilkesi de nazara alınarak toplam alacağın, kabul edilen miktar üzerinden düzeltilmesine karar verilmiştir.
Özel Dairece, yukarda başlık bölümünde belirtilen gerekçelerle hükmün BOZULMASINA karar verilmiş; mahkemece, önceki kararda direnilmekle, hükmü temyize karşı taraf /alacaklı vekili getirmiştir.
Direnme yoluyla H.G.K.`nun önüne gelen uyuşmazlık; ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan takibin dayanağı kredi sözleşmesinin uyarlanmasına dair mahkeme kararı ile belirlenen miktarın ve ipoteğin eldeki şikâyetin çözümünde gözetilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından konuyla ilgili yasal düzenlemelere değinilmesinde yarar vardır:
Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç (anapara) ipoteği ile üst limit (maksimal) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya konulması gerekmektedir.
İpotek ile sağlanan amaç alacağa teminat sağlamaktır. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin borç ipoteğidir. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst limit ipoteğidir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altına alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, “ Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir.”
Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak suretiyle yapılmıştır. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışında faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu kabul edilmelidir. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından önem taşımaktadır.
Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden(borç ilişkisinden ) doğan bir alacak teminat altına alınmaktadır. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması sebebiyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlaktır.
Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleri ile yanlarca kararlaştırılan diğer ferileri, yani TMK.nun 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızaları ile tespit edilen bu limiti aşması mümkün değildir. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir unsur olmaktadır. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK.nun 875. maddesi uyarınca takip giderleri ile faiz ve diğer fer`ileri de teminat kapsamına girmektedir. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. (YHGK’nun 24.5.1989 gün ve 1989/11-294., 1989/378 K. sayılı ilamında aynı hususlar vurgulanmıştır.)
Hemen burada, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe dair yasal düzenlemeler ve taşıdığı özelliklerin belirtilmesinde yarar bulunmaktadır:
Borç ödenmediğinde alacaklı rehni paraya çevirerek alacağını elde eder. 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu`nun (İİK`nın) Rehnin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip başlıklı Beşinci Babında yeralan ipoteğin paraya çevrilmesi Kanun`un (148-150d) maddeleri arasında düzenlenmekte, ilamlı takip (149-149a,150.),ilamsız takip (149 b-150 a) maddelerinde yer almaktadır.
İpoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte kesin borç ipoteğine dayanılmış ise; eş söyleyişle, doğmuş bir alacağın temini için düzenlenen ipotek akit tablosu kayıtsız şartsız bir para borcunu ihtiva ediyorsa başvurulacak yol, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı takiptir ve bu durumda 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu`nun (İİK`nın) 149. maddesi gereği borçluya ve taşınmaz sahibi 3. şahsa birer icra emri gönderilir. Aynı Kanun`un 149/a maddesine göre, ilamların icrasına dair aynı Kanun`un 33/1, 2, 3. maddeleri hükmünce, icranın durdurulması kararı alınmazsa da taşınmaz satılır. Nitekim bu husus, 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu`nun “İcra emri” başlığını taşıyan 149. maddesinde;
“İcra memuru, ibraz edilen akit tablosunun kayıtsız şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva ettiğini ve alacağın muaccel olduğunu anlarsa, borçluya ve taşınmaz üçüncü kişi tarafından rehnedilmiş veya taşınmazın mülkiyeti 3. şahsa geçmişse ayrıca bunlara birer icra emri gönderir.
Bu icra emrinde borcun otuz gün içinde ödenmesi ve bu müddet içinde borç ödenmez ve icra mahkemesinden icranın geri bırakılmasına dair bir karar getirilmezse, alacaklının taşınmazın satışını isteyebileceği bildirilir.”
şeklinde düzenlenmiştir.
Buna karşılık, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte üst sınır ipoteğine dayanılmışsa, kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi sebebiyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilip edilmemesine göre uygulama yapılarak;
a-) Kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi sebebiyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilmiş ise; İİK`nın 150/ı maddesine göre yukarda açıklanan şekilde icra emri gönderilmeli; şikayet vukuunda icra mahkemesince, ihtarnameye 8 gün içinde itiraz edilmesi halinde krediyi kullandıran tarafın alacağını İİK 68/b kapsam ında diğer belgelerle ispatlaması halinde şikayet reddedilmeli; eğer ihtarnameye 8 gün içinde itiraz edilmemişse de İİK`nın 149. maddesine göre ilamlı takibe dair işlem yapılarak ve İİK 149/a maddesi göndermesi ile ilamların icrasına dair İİK`nın 33/1, 2, 3. maddeleri hükmü uygulanmalı; icranın durdurulması kararı alınmazsa da taşınmaz satılmalıdır.
b-) Kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi sebebiyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilmemiş ise; bu durumda ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamsız takip yoluna başvurulmalı; borçluya İİK 149/b maddesine göre ödeme emri gönderilmelidir.
Bütün bu hususlar yasal düzenlemeler ve öğretide de kabul edilip, savunulmaktadır. (Bkz. C.Weland, İsmail Hakkı Tercümesi, Kanunu Medenide Ayni Haklar, İsviçre MK. 794. madde Şerhi; Ord. Prof. Dr. F.H.Saymen-Prof.Dr. M.KElbir, Türk Eşya Hukuku Dersleri, İstanbul, 1963 sh. 533; Prof. Dr. B. Davran, Rehin Hukuku Dersleri, İstanbul, 1972, sh. 23; Prof. Dr. J. Akipek, Türk Eşya Hukuku, 3. Kitap, Ankara-1972, sh. 193; Prof. Dr. KT. Gürsoy, Prof.Dr. F. Eren, Prof.Dr. E.Cansel, Türk Eşya Hukuku, Ankara-1978, sh. 1028 vd.; Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman-Prof. Dr. Ö.Selici, Eşya Hukuku 3. bası, İstanbul-1982, sh. 894; Prof.Dr. Bülent Köprülü, Dr. S.Kaneti, Sınırlı Ayni Haklar, 2. bası, İstanbul, 1983, sh. 288.Yücel Tunç Müjgan, Banka Alacaklarının İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takibi,Levha,İstanbul,2010,s:156,Oğuzman,Seliçi,Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi,İstanbul 2004, s:728-729. Kuru Baki, İcra ve İflaz Hukuk El Kitabı, Türkmen Yayınevi2004,s:863,Budak A.Cem,İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takipİstanbul 2008, s.92 Aybay-Hatemi, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010 s:275 vd).
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya dönüldüğünde;
Karşı taraf -alacaklı banka tarafından 13.4.1993 tarihli Destek Kredisi Sözleşmesi ile kredi müşterisi şikayetçi borçluya 150.000 Amerikan Doları (1.423.650.000 TL)limitli bir destek kredisi açılması, krediyi taşınmaz mal rehni karşılığı kullandırabileceği, müşteri, bankanın yazılı onayını almadan bankaya işbu krediden doğmuş ve doğacak borçlarının teminatını teşkil etmek üzere ipotek ettiği gayrimenkulünü satarsa bankanın tüm alacağının muaccel kılma hakkına sahip olacağı kararlaştırılmıştır.
Şikayetçi-borçlu tarafından kredi taksitlerinin zamanında ödenmemesi üzerine başlatılan takip sebebiyle karşı taraf alacaklı banka aleyhine açılan sözleşmenin uyarlanmasına dair dava sonucu İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi`nin 25.11.1999 gün ve 1997/1965-1999/1026 K sayılı kararı ile; 17.6.1994 tarihli dava dilekçesinde, şikayetçinın, karşı taraf bankadan 9.4.1993 tarihinde dövize endeksli kredi sözleşmesi ile 150.000 ABD Doları kredi kullandığını, dolardaki ani yükselmeler sebebiyle sözleşmenin uyarlanmasını, birleşen davada ise icra takip tarihi itibariyle belirtilen miktarda borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istediği belirtilerek, sözleşmenin uyarlanmasına, 9.4.1993 tarihli dövize endeksli konut kredisi sözleşmesinden doğan şikayetçi borcunun bilirkişi raporunda belirtilen miktarda olduğunun tespiti ile şikayetçi borcunun 6.10.1999 tarihinden başlamak suretiyle aylık 1.476.777.196 TL tutarındaki taksitler halinde ve toplam 51 taksitte ödenmesine, sözleşmenin uyarlanmasına karar verildiğinden menfi tespit istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Şikayetçi borçlu tarafından kredinin teminatı olarak 13.4.1993 tarih ve 2524 yevmiye no`lu ipotek belgesi ile 1046 ada 9 parselde 198,50 m2 yüzölçümlü altında dükkanı olan kargir evin tamamı borçlu-şikayetçi adına kayıtlı iken malik bu kerre tamamını 1.430.460.000 TL bedelle banka lehine ipotek edeceği,1. maddesiyle işyeri destek kredisi sebebiyle 12.4.1993 tarihi itibariyle anapara taksitlerini (faiz ve teferruatı ayrıca hesaplanıp ilave edilmek kaydıyla) aşağıda belirtilen vade ve miktarlarda ödeyeceği, 10.11.1997 tarihinde 185,444,974 TL; 10.12.1997 tarihinde 203.970.927 TL; 10.1.1998 tarihinde 224.347.623 TL; 10.2.1998 tarihinde 246.759.951 TL; 10.3.1998 tarihinde 271.411.270 TL; 10.4.1998 tarihinde 298.525.255 TL, bankaya borçlu olduğu 1.430.460.000 TL anapara borcuna borçlanma tarihinden itibaren aylık %9 oranında faiz tahakkuk ettirilmesini,faiz,vergi ve fon ilave edilerek 10.5.1993 tarihinde başlamak üzere borcun tamamen tasfiye oluncaya kadar müteakip ayın 10.unda aylık anapara faizi olarak ödemeyi kabul ve taahhüt edeceği, bu sebeple maliki bulunduğu ve bütün vasıfları bu resmi senedin arka sayfasında özel sütunda yazılı taşınmazını banka lehine anapara 1.430.460.000 TL borç tamamen tasfiye edilinceye kadar aylık %9 faiz ve ferileri ile sözleşmeden doğacak sair borçların teminatını teşkil etmek üzere 1. derecede ve serbest dereceden istifade etmek kaydıyla ipotek ettiği, belirtilen anapara taksitlerinden veya aylık olarak hesaplanacak ferilerinden herhangi birini gününde ve tam olarak ödemediği takdirde hiçbir ihbar yapılmasına gerek olmaksızın bakiye borcun kendiliğinden muaccel olacağını ve bu sebeple anapara ve faizlerinin fon ve gider vergisi ile birlikte derhal nakden ödenmediği takdirde borca muacceliyet tarihinden itibaren bu krediye uygulanan aylık akdi faizin senelik karşılığının %50 sinden az olmamak kaydıyla bankanın kısa vadeli ticari kredi faiz oranının %50 fazlası kadar temerrüt faizi,faizin yasal oranda KKDF ve gider vergisi hesaplanması ve bu yüzden yapılacak her türlü masraflarla %10 oranında avukatlık ücreti ödemeyi kabul ve taahhüt edeceği, 9. maddesiyle,bu resmi senette hüküm bulunmayan hallerde ipoteğin temin ettiği krediye dair ilgilisince imzalanmış olan işyeri destek kredisi sözleşmesi hükümlerinin uygulanmasını aynen kabul ettiğini beyan ve taahhüt edeceğini belirtmiştir.
Alacaklı-karşı taraf banka tarafından uyarlama davası sonucu belirlenen taksit miktarının ihtara rağmen süresi içinde ödenmemesi üzerine; 23.2.2001 tarihinde şikayetçi-borçlu aleyhine fazlaya dair alacakları ile bakiye temerrüt faiz alacağı talep hakkı saklı kalmak kaydıyla 16.2.2001 tarihi itibari ile konut destek kredisinden doğan alacak olan 96.916.614.610 TL nin takip tarihinden itibaren işleyecek %200 temerrüt faizi, faizin %5 oranında gider vergisi, vekalet ücreti, icra harç ve masrafları ile birlikte tahsili için ipotek resmi senedi, ipotek akit tablosu, konut destek kredi sözleşmesi,İzmir 3. Ticaret Mah. 25.11.1999 tarih ve 1997/1965 1999/1026K.sayılı kararı, 16.01.2001 tarihli ihtarname dayanak gösterilerek İzmir 1. İcra Müdürlüğü`nün 2001/5109 Sayılı dosyası ile ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe girişildiği, 151 örnek ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip taleplerinde icra emri gönderildiği, icra emrinin 26.02.2001 tarihinde tebliğ edildiği, İzmir 5. İcra Hakimliğinin 7.5.2001 tarih ve 2001/173 Sayılı kararı ile takibin borçlu yönünden geçici olarak durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında ipoteğin kesin borç ipoteği olduğu hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Kesin borç ipoteğinde borç ilişkisinden doğan bir alacak teminat altına alınmakta olup paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlak olup, ipoteğin dayanak yapıldığı Destek Kredi Sözleşmesi’nin uyarlanması sonucu belirlenen miktar ipoteğin temelini oluşturmakla alacağın belirlenmesinde göz önüne alınması gerekir.
H.G.K.’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan sebeplerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Karşı taraf Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 22.02.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/21787
K. 2011/2593
T. 3.3.2011
• İTİRAZIN KALDIRILMASI TALEBİ (Borç Miktarının Belirlenemediği/Cari Hesap İlişkisi Mevcut Değilse Alacaklının Genel Mahkemede Dava Açarak Alacak Miktarının Belirlenmesi Gereği – Limit ipoteği)
• ALACAĞIN BELİRLİ OLMAMASI (Taraflar Arasında Cari Hesap İlişkisi Mecut Değilse Genel Mahkemede Dava Açılması Alacak Miktarının Belirlenmesi Gereği – Daha Sonra İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip Yapılabileceği)
• CARİ HESAP İLİŞKİSİ (İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip/İtirazın Kaldırılması Davası – Taraflar Arasında Cari Hesap İlişkisi Mevcut Değilse Genel Mahkemede Dava Açılarak Alacağın Belirlenmesi Gerektiği/)
• İPOTEĞİN PARAYA ÇEVRİLMESİ (Alacaklının Limit İpoteğinden Dolayı Genel Mahkemede Dava Açıp Alacağın Miktar Olarak Belirlenmesi Gerektiği – Taraflar Arasında Cari Hesap İlişkisinin Mevcut Olması Halinde İse İtirazın Kaldırılması Talebinin Değerlendirilebileceği)
2004/m. 150/a-1
ÖZET : Dava, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile başlatılan icra takibe vaki itirazın kaldırılmasına ilişkindir. Taraflar arasında fekki alacaklı tarafından bildirilinceye kadar limit ipoteği tanzim edilmiş olduğundan ve bu şekli ile belirli bir borç miktarının akitte yazılı olmadığından taraflar arasında cari hesap şeklinde işleyen bir kredi ilişkisinin mevcut olup olmadığının araştırılması gerekir Böyle bir ilişkinin bulunmadığının saptanması halinde, alacaklının dayanak limit ipoteğinden dolayı genel mahkemede dava açıp alacağını miktar olarak belirlemeden ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapması mümkün değildir. Cari hesap ilişkisinin mevcut olması halinde ise, itirazın kaldırılması talebi değerlendirilmelidir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklı vekili tarafından borçlu hakkında Nilüfer Tapu Sicil Müdürlüğünün 31.10.2008 tarih ve 31433 yevmiye numaralı ipotek akit tablosu ve ipotek belgesi dayanak yapılarak ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatılmış ve borçluya örnek 9 ödeme emri tebliğ edilmiştir. Borçlu tarafından yasal süresinde icra dairesine sunulan itiraz dilekçesinde, dayanak ipotek belgesinin konusuz kaldığı, borcun ve fer’lerinin kabul edilmediği bildirilmiştir.
İncelenen ipotek akit tablosu içeriğine göre, taraflar arasında 1.200.000, 00 YTL bedelle, 3. derecede. %25 akdi faiz ve fekki alacaklı tarafından bildirilinceye kadar limit ipoteği tanzim edildiği görülmektedir. Bu şekli ile belirli bir borç miktarının akitte yazılı olmadığı görülmektedir. İ.İ.K.nun 150/a maddesi uyarınca taraflar arasında bir cari hesap veya işleyecek kredinin teminatı olarak kurulmuş ipoteğin varlığı halinde, anılan madde çerçevesinde itirazın kaldırılması isteminde bulunulabilir. Somut olayda taraflar arasında cari hesap şeklinde işleyen bir kredi ilişkisinin mevcut olup olmadığı araştırılmamıştır. Böyle bir ilişkinin bulunmadığının saptanması halinde, alacaklının dayanak limit ipoteğinden dolayı genel mahkemede dava açıp alacağını miktar olarak belirlemeden ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapması mümkün değildir. Cari hesap ilişkisinin mevcut olması halinde ise, itirazın kaldırılması İ.İ.K.nun 150/a-1 maddesi hükmüne göre değerlendirilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 03.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/7122
K. 2009/1387
T. 23.2.2009
• HESAP ÖZETİ BİLDİRİMİ ( Alacağın Bildirimdeki Miktar Esas Alınıp Diğer Yandan Yanlar Arasındaki Sözleşmede Temerrüt Faizi Oranı Açıkça Miktar Olarak Belirtilmediği – Bankanın Aynı Kredi Türündeki Müşterilerine Uyguladığı Cari Temerrüt Faizi Oranının Dikkate Alınması Gerektiği )
• ALACAĞIN BİLDİRİMDEKİ MİKTARI ( Esas Alınıp Diğer Yandan Yanlar Arasındaki Sözleşmede Temerrüt Faizi Oranı Açıkça Miktar Olarak Belirtilmediği – Bankanın Aynı Kredi Türündeki Müşterilerine Uyguladığı Cari Temerrüt Faizi Oranının Dikkate Alınması Gerektiği )
• REHİN VE İPOTEKLE TEMİN EDİLMİŞ ALACAKLAR ( Bankanın Aynı Kredi Türündeki Müşterilerine Uyguladığı Cari Temerrüt Faizi Oranı Dikkate Alınarak ve İcra Takip Tarihine Kadar Yapılmış Ödemeler Düşünülüp Takip Tarihi İtibariyle Banka Alacağının Tespiti Gerektiği )
2004/m.45
ÖZET : Davacı banka hesabı kat ettikten sonra hesap özeti bildirimde alacağını bildirmiştir. Bu durumda alacağın bildirimdeki miktar esas alınıp, diğer yandan yanlar arasındaki sözleşmede temerrüt faizi oranı açıkça miktar olarak belirtilmemiş olduğundan, bu durumda bankanın aynı kredi türündeki müşterilerine uyguladığı cari temerrüt faizi oranı dikkate alınarak ve icra takip tarihine kadar yapılmış ödemeler düşünülüp takip tarihi itibariyle banka alacağının tespiti gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalılar vekilince duruşmalı davacı vekilince de duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vek.Av.C.B.ile davalı Y.K.’in gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın ve asilin sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı E.Ltd. ile müvekkili ananda genel kredi sözleşmesi imzalandığını ve diğer davalının sözleşmenin müşterek borçlu ve müteselsil kefili olduğunu, kredinin geri ödenmesinde yaşanan aksaklıklar nedeniyle hesabın 25.04.2002 tarihli ihtarname ile kat edildiğini, alacağın tahsili için önce 2002/666 sayılı ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi yapıldığını ve teminat dışında kalan kısım için 2002/5432 esas sayılı icra takibinin başlatıldığını davalıların icra takibine itiraz ettiklerini iddia ederek 17.578 TL alacağa yapılan itirazın iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalılar savunmalarında, hesabın katından sonra kredinin ödendiğini ve borcun sıfır olduğunu beyan ederek davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece, davacı bankanın 28.06.2002 tarihli ihtarnamesinde bildirdiği borç miktarı ve yapılan ödeme dikkate alınarak, talep doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiş hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir,
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerekririci sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre. tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-a )Davalı kredi borçlusu lehine toplam 260.000 TL tutarlı 06.09.2000 ve 13.08.1998 tarihli ipotekler tesis edilmiş olup, İİK nun 45.md.uyarınca alacaklının öncelikle ipoteğe müracaat edilmesi sonra ipotek fazlası varsa ilamsız takip yapması mümkündür Asıl borçlu borcundan bu hususun gözetilmemiş olması isabetsizdir.
b ) Davacı banka 25.04.2002 tarihinde hesabı kat ettikten sonra 09.07.2002 tarihli hesap özeti bildirimde alacağının 28.06.2002 tarihi itibariyle 23.285 TL olduğunu bildirmiştir. Bu durumda alacağın 09.07.2002 tarihli bildirimdeki miktar esas alınıp, diğer yandan yanlar arasındaki sözleşmede temerrüt faizi oranı açıkça miktar olarak belirtilmemiş olduğundan, bu durumda bankanın 09.07.2002 tarihi itibariyle aynı kredi türündeki müşterilerine uyguladığı cari temerrüt faizi oranı dikkate alınarak ve icra takip tarihine kadar yapılmış ödemeler düşünülüp takip tarihi itibariyle banka alacağının tespiti gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı ve davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) ( a ) sayılı bentte açıklanan nedenle hükmün davalı E. Ltd.Şti., ( 2 ) ( b ) sayılı bentte açıklanan nedenle taraflar yararına BOZULMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 625.00.TL duruşma vekalet ücretinin, davalılardan alınarak, davacıya ödenmesine, peşin harçların istek halinde iadesine, 23.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/10566
K. 2011/10905
T. 26.9.2011
• BONO ALACAĞININ BİR KISMI İÇİN İHTİYATİ HACİZ TALEBİ ( Alacağın Bir Kısmı İçin İhtiyati Haciz Talep Edilebileceği – Mahkemece Senedin Bölünemeyeceğinden Bahisle Talebin Reddedilmesinin Hatalı Olduğu/İhtiyati Haciz Engelinin Bulunmadığı )
• İHTİYATİ HACİZ ENGELİNİN BULUNMAMASI ( Alacağın Bir Kısmı İçin İhtiyati Haciz Talep Edilebileceği – Mahkemece Senedin Bölünemeyeceğinden Bahisle Talebin Reddedilmesinin Hatalı Olduğu/Bona Alacağının Bir Kısmı İçin İhtiyati Haciz Talebi )
• ALACAĞIN BİR KISMI İÇİN İHTİYATİ HACİZ ( Alacaklının Tüm Hakları Saklı Kalmak Kaydıyla Alacağın Bir Kısmı İçin İhtiyati Haciz Talebinde Bulunabileceği – Mahkemece Senedin Bölünemeyeceğinden Bahisle Talebin Reddedilmesinin Hatalı Olduğu )
2004/m. 257
ÖZET : Dava, ihtiyati haciz istemine ilişkindir. Alacaklı, bonoya dayalı alacağın tamamı için değil yalnızca bir kısmı için ihtiyati haciz talep etmiş, mahkemece, senedin bölünemeyeceğinden bahisle talebin reddine karar verilmiştir. Alacaklının, alacağının istediği kadarı için ihtiyati haciz talep etmesine bir engel bulunmamaktadır. Bu husus gözetilmeden, yazılı gerekçeyle talebin reddi doğru değildir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 7. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 14.4.2011 tarih ve 2011/91-2011/91 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi ihtiyati haciz isteyen vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Güliz Okyar Çalışkan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:
KARAR : İhtiyati haciz isteyen vekili, borçlunun, müvekkiline vermiş olduğu 15.7.2010 vade tarihli 13.116 USD’lik senedi bugüne kadar ödemediğini, alacaklarının rehinle teminat altına alınmadığını, İ.İ.K.nın 257 nci maddesinde aranan şartların oluştuğunu ileri sürerek, talep tarihindeki döviz kuru üzerinden 20.565,88 TL alacaklarının, tüm hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000 TL’lik kısmı için ihtiyati haciz kararı verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, senedin bölünemeyeceği gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir.
Kararı, ihtiyati haciz isteyen vekili temyiz etmiştir.
Talep ihtiyati haciz istemine ilişkindir. Alacaklı, bonoya dayalı alacağın tamamı için değil yalnızca bir kısmı için ihtiyati haciz talep etmiş, mahkemece, senedin bölünemeyeceğinden bahisle talebin reddine karar verilmiştir. Alacaklının, alacağının istediği kadarı için ihtiyati haciz talep etmesine bir engel bulunmamaktadır. Bu husus gözetilmeden, yazılı gerekçeyle talebin reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, ihtiyati haciz isteyen vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz isteyen yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz edene iadesine, 26.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2005/9-117
K. 2005/151
T. 9.3.2005
• HAFTA TATİLİ ÜCRETİ TALEBİ ( İmzalı Bordroların İşçiyi Bağlaması Ancak O Bordroda Hafta Tatili Ücretine İlişkin Tahakkuka Yer Verilmesi Halinde Mümkün Olacağı )
• BORDRONUN İHTİRAZİ KAYITSIZ İMZALANMASI ( Hafta Tatili Ücreti Talebi – İşçiyi Bağlaması Ancak O Bordroda Hafta Tatili Ücretine İlişkin Tahakkuka Yer Verilmesi Halinde Mümkün Olacağı )
• KIDEM TAZMİNATI ( Davacının Fazla Mesai Ücret Talebinin Mahkemece Kabul Edilmesi – Feshe Dayanak İşi Bırakmasına Gerekçe Gösterdiği Olguların Gerçekleşmiş Bulunduğu/Ödenmesi Gereği )
• FAZLA MESAİ ÜCRETİ TALEBİ ( Mahkemece Kabul Edilmesi/Feshe Dayanak İşi Bırakmaya Gerekçe Gösterilen Olgular – Kıdem Tazminatı İsteminin de Hüküm Altına Alınması Gereği )
• ALACAĞIN BİR KISMININ DAVA EDİLMESİ ( Temyiz İçin Kesinlik Sınırı – Belirsizliğin Bulunduğu Durumlarda Hükmün Temyizinin Mümkün Olduğu )
• TEMYİZ SINIRI ( Belirsizliğin Bulunduğu Durumlarda Hükmün Temyizinin Mümkün Olduğu – Alacağın Bir Kısmının Dava Edilmesi )
1475/m. 13, 14, 16/II-d, 17/II-f
1086/m. 427/3
ÖZET : 1- Mahkemece karara dayanak yapılan bilirkişi raporunda ücret bordrolarının ihtirazi kayıtsız imzalanmış olduğu gerekçesiyle davacının hafta tatili ücreti hakkında hesaplama yapılmamıştır. İmzalı bordroların hafta tatili yönünden işçiyi bağlaması ancak o bordroda hafta tatili ücretine ilişkin tahakkuka yer verilmiş olması halinde mümkündür. Dosyada mevcut ücret bordolarında anılan şekilde bir tahakkuka yer verilmiş değildir. Bu nedenle tanık anlatımları bir değerlendirmeye tabi tutularak davacının hafta tatili çalışma süresi belirlenmeli ve sonucuna göre alacak hakkında hüküm kurulmalıdır.
2- Davacının fazla mesai ücret talebi mahkemece kabul edildiğine göre hizmet aktinin, feshine dayanak fiili olarak işi bırakmasına gerekçe gösterdiği olgular gerçekleşmiş bulunduğundan fesih iradesinin 1475 Sayılı İş Kanununun 16/II-d maddesi uyarınca haklı olarak kabul edilerek kıdem tazminatı isteminin hüküm altına alınması gerekir
3- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/3. maddesine göre, alacağın bir kısmının dava edildiği durumlarda kesinlik sınırı, alacağın tamamına göre belirlenir. Dolayısıyla, böylesi ( kısmi ) bir davada verilen hükmün kesin olup olmadığı ( temyizinin mümkün bulunup bulunmadığı ) konusunda değerlendirme yapılabilmesi için, alacağın tamamının ne miktarda olduğunun, ya doğrudan davacıdan sadır olmuş açık ve bağlayıcı bir beyana dayalı olarak bilinmesi ya da mahkemece bu yönde bir belirleme yapılmış olması gerekir. Somut olayda olduğu gibi, davacının alacak miktarının tamamı konusunda bu nitelikte bir beyanının bulunmadığı, mahkemenin de bu yönde bir belirlemesinin mevcut olmadığı hallerde, toplam alacak miktarı tam olarak bilinmeyeceğinden, anılan Kanun hükmü çerçevesinde, o kararın temyizinin olanaklı olup olmadığı yönünde sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesine olanak yoktur. Dolayısıyla, bu türden bir belirsizliğin bulunduğu durumlarda hükmün temyizinin mümkün olduğu kabul edilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.03.2003 gün ve 2001/621-2003/318 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24.05.2004 gün ve 2004/12134-12504 sayılı ilamı ile;
( … 1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Mahkemece karara dayanak yapılan bilirkişi raporunda ücret bordrolarının ihtirazi kayıtsız imzalanmış olduğu gerekçesiyle davacının hafta tatili ücreti hakkında hesaplama yapılmamıştır. İmzalı bordroların hafta tatili yönünden işçiyi bağlaması ancak o bordroda hafta tatili ücretine ilişkin tahakkuka yer verilmiş olması halinde mümkündür. Dosyada mevcut ücret bordolarında anılan şekilde bir tahakkuka yer verilmiş değildir. Bu nedenle tanık anlatımları bir değerlendirmeye tabi tutularak davacının hafta tatili çalışma süresi belirlenmeli ve sonucuna göre alacak hakkında hüküm kurulmalıdır.
3- Davacının fazla mesai ücret talebi mahkemece kabul edildiğine göre hizmet aktinin, feshine dayanak 28.4.2001 tarihinde fiili olarak işi bırakmasına gerekçe gösterdiği olgular gerçekleşmiş bulunduğundan 30.4.2001 tarihli fesih iradesinin 1475 Sayılı İş Kanununun 16/II-d maddesi uyarınca haklı olarak kabul edilerek kıdem tazminatı isteminin hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde reddi hatalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, işçilik alacaklarının ödetilmesi istemine ilişkindir.
A- DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı M. A. vekili, 08.06.2004 günlü dava dilekçesinde özetle, davacının davalıya ait işyerinde 02.11.1998 tarihinde elektrik tesisatçısı olarak asgari ücretle çalışmaya başladığını, davalının kendisine hakaret ve küfür etmesi, son 4 ayda maaşını düzenli olarak ödememesi sebebiyle davacının işyerini terk etmek zorunda kaldığını; söz konusu dönemde davacının her gün 12 saatin üzerinde çalıştığını, bu nedenle fazla çalışma alacağı bulunduğunu, hafta sonu tatillerinde, resmi ve dini bayramlarda, yıllık izinlerde de çalıştırıldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, hak kazanıldığı halde ödenmeyen, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta sonu çalışma ücreti, yıllık izin alacağı, resmi bayramlar çalışması alacağı ve dini bayramlar çalışması alacağı ve ücret alacağı olmak üzere toplam 774.000.000. TL.nin faiziyle birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
B- DAVALI CEVABININ ÖZETİ: Davalı M. T. Ç. vekili,13.07.2001 günlü cevap dilekçesinde özetle, davacının kendisine verilen görevi yerine getirmek üzere 27.04.2001 tarihinde işyerinden ayrıldığını, daha sonra işyerleri görevlilerinden birini telefonla arayarak işten ayrıldığına dair beyanda bulunduğunu; iş başı yapmaması üzerine 01.05.2000 tarihli ihtarnameyle, işe gelmeme mazeretini belgelendirmesinin istenildiğini, aksi takdirde iş akdinin feshedileceği ihtar edildiğini; davacının buna icabet etmemesi nedeniyle iş akdinin kendi haksız eylemi ile son bulduğunu, çalışma süresine ilişkin tüm haklarının kendisine ödendiğini, ihbar tazminatı ödemekten kurtulmak için eldeki davayı açtığını savunarak davanın reddini istemiştir.
C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Yerel Mahkeme; kendisine verilen görevi yapmak üzere 27.04.2001 tarihinde işyerinden ayrılan ve daha sonra işyerini telefonla arayarak işten ayrıldığını bildiren davacının, ihtarnameye rağmen işe gelmeme mazeretini belgelemesi üzerine, iş akdinin davalı işveren tarafından 1475 sayılı kanunun 17/II-f maddesi gereğince haklı olarak feshedildiği, feshin haklı olması nedeniyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı isteyemeyeceği, ücretlerinin dört aydır geç ödendiğine dair davacı iddiasının da kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının kanıtlanan 92.132.640 TL. ücret alacağı, 33.217.688 TL. resmi bayram çalışması, taleple bağlı kalınarak 12.000.000 TL. izin ücreti ve 130.000.000 TL. fazla mesai alacağı olmak üzere toplam 267.350.328 TL.nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödetilmesine, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ile fazlaya ilişkin ücret ve bayram çalışması alacağı istemlerinin reddine karar vermiştir.
D- TEMYİZ EVRESİ BOZMA VE DİRENME: Davacı vekilince temyiz edilen karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrar ederek önceki kararında direnmiş, direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
E- MADDİ OLAY: Davacı, davalıya ait işyerinde 02.11.1998 tarihinde işe başlamış, davalıya gönderdiği 30.04.2001 günlü ihtarnamede, işyerinde tedirgin edilmesi nedeniyle kendi isteğiyle 28.04.2001 tarihinde iş akdini feshettiğini bildirip, tüm yasal alacaklarının ödenmesini istemiş; davalının 01.05.2001 tarihli ihtarnamesine rağmen devamsızlığının haklı bir sebebe dayandığını belgelendirmemiş, davalı, buna dayanarak 08.05.2001 tarihli ihtarnameyle, 1475 sayılı İş kanununun 13. maddesi gereğince işin ihbarsız olarak terk edilmesinden dolayı, davacıdan ihbar tazminatı istemiştir.
F- GEREKÇE:
a- Ön Sorun Yönünden:
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında öncelikle, direnme kararının miktar itibariyle temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Ön sorun yönünden belirtilmelidir ki; dava, fazlaya ilişkin hak saklı tutularak, çeşitli kalemlerden oluşan toplam 774.000.000 TL. işçilik alacağının ödetilmesi istemiyle açılmış, davacının hak kazandığı toplam alacak tutarı bilirkişice 959.320.792 TL. olarak hesaplanmış, Yerel Mahkeme toplam alacağın bu miktarda olduğunu benimsemiş, bazı kalemler yönünden taleple bağlı kalarak davanın kısmen kabulüne, 267.350.328 TL.nin tahsiline, bir kısım kalemler yönünden fazlaya ilişkin istemin reddine, bazı kalemler bakımından ise fazla hakkın saklı tutulmasına karar vermiştir. Bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, sadece reddedilen kıdem tazminatı ve hafta tatili çalışma ücretine ilişkin olup, davacının, bu kalemlerle ilgili istemi, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, toplam 125.000.000 TL.den ibarettir. Bilindiği üzere, 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesindeki temyiz ( kesinlik ) sınırını bir milyar TL. olarak değiştirmiştir.
Eldeki davada direnme kararı 10.09.2004 tarihinde verildiğinden, temyizinin mümkün olup olmadığı belirlenirken, anılan Kanun hükmü ve oradaki parasal sınır esas alınmalıdır.
Açıklandığı üzere, davacının, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu iki kalem yönünden toplam istemi 125.000.000 TL.den ibaret ise de; Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının her iki isteğinin de yerinde bulunmadığı gerekçesiyle bir hesaplama yapılmamış, eş söyleyişle, hak kazanmış olması halinde davacının isteyebileceği kıdem tazminatı ve hafta tatili çalışma ücretlerinin hangi miktarlarda olacağı yargılama sırasında belirlenmemiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/3. maddesine göre, alacağın bir kısmının dava edildiği durumlarda kesinlik sınırı, alacağın tamamına göre belirlenir. Dolayısıyla, böylesi ( kısmi ) bir davada verilen hükmün kesin olup olmadığı ( temyizinin mümkün bulunup bulunmadığı ) konusunda değerlendirme yapılabilmesi için, alacağın tamamının ne miktarda olduğunun, ya doğrudan davacıdan sadır olmuş açık ve bağlayıcı bir beyana dayalı olarak bilinmesi ya da mahkemece bu yönde bir belirleme yapılmış olması gerekir. Somut olayda olduğu gibi, davacının alacak miktarının tamamı konusunda bu nitelikte bir beyanının bulunmadığı, mahkemenin de bu yönde bir belirlemesinin mevcut olmadığı hallerde, toplam alacak miktarı tam olarak bilinmeyeceğinden, anılan Kanun hükmü çerçevesinde, o kararın temyizinin olanaklı olup olmadığı yönünde sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesine olanak yoktur. Dolayısıyla, bu türden bir belirsizliğin bulunduğu durumlarda hükmün temyizinin mümkün olduğu kabul edilmelidir. Çünkü, Usul Hukukumuz kural olarak yerel mahkemelerin nihai hükümlerini temyize tabi tutmuş; bunun dışında bıraktığı nihai hükümleri çeşitli ölçütlere bağlı olarak, ayrık şekilde ve açıkça göstermiştir. Ayrık hallere açıkça girmeyen bir hükmün temyizinin olanaklı bulunduğu, ilke olarak kabul edilmelidir.Bu nedenle, somut olayda direnme kararının temyizinin olanaklı olduğu kabul edilmiş, ön sorun bu şekilde oybirliğiyle aşıldıktan sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
b- Esas Yönünden:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçeyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.03.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.