Anayasa Mahkemesi İptal Kararı Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/9496
K. 2011/11391
T. 3.11.2011
• TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI ( Hazine Tarafından Açılan Davada Dava Konusu Taşınmazın Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kaldığı İddiası – 5841 S.K. Hakkındaki Anayasa Mahkemesince Verilen İptal Kararının Eldeki Davada Dikkate Alınması Gereği )
• KIYI KENAR ÇİZGİSİ ( Hazinenin Dava Konusu Taşınmaz Hakkında Açtığı Tapu İptali ve Sicilin Kütükten Terkini Talebini İçeren Dava – 5841 S.K. Anayasa Mahkemesince İptali ve İptal Tarihi Dikkate Alınarak Davanın Esasının Değerlendirileceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( 5841 S.K. Hakkındaki Anayasa Mahkemesince Verilen İptal Kararının Eldeki Davada Dikkate Alınacağı – Davanın Esasının 28.11.1997 Tarih 5/3 S.İçtihadı Birleştirme Kararına Göre Değerlendirilmesi Gereği )
• YARGILAMA GİDERLERİ ( İşin Esası Bakımından Davanın Kabulü Kararı Verilmesi Halinde Yargılama Giderlerinden ve Bu Giderlerden Sayılan Avukatlık Ücretinden Davalı Tarafın Sorumlu Tutulamayacağı – Tapu İptali ve Tescil Davası )
3621/m. 4
3402/m. 36
12.5.2011 tarih, 2009/31 Esas, 2011/77 Esas Sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı
28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı
ÖZET : Dava, taşınmazın kıyı kenar çizisi içinde kaldığı nedeniyle tapu iptali, sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı uyarınca davanın hak düşürücü süreden dolayı kısmen red kararı verilmiştir. Ancak 5841 Sayılı Yasanın, Anayasa Mahkemesi’nin 12.5.2011 tarih, 2009/31 Esas, 2011/77 Esas sayılı kararıyla iptal edildiği ve iptal hükmünün 23.07.2011 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği gözetilerek işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, taraf iddiaları doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.İşin esası bakımından kabul kararı verilmesi halinde 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve eldeki davalara da uygulanması gereken 6099 S.K.hükümleri uyarınca yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağının da gözetilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada:
Davacı Hazine, davalılar adına tapuda kayıtlı 1180 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürerek, tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın kabulüne dair verilen karar. Dairece:”… davaya konu 1180 parsel sayılı taşınmazın. 28.2.1937 tarihinde kadastroyla tescil edilen 938 ve 939 Sayılı parsellerle 1073 parsel sayılı 14.3.1957 tarihinde yeniden tescil Samandağ Belediyesi adına oluşturulan taşınmazın 21.8.1959 tarihinde tevhit edilip, aynı gün ifrazen ayrılması sonucu meydana getirilen parsellerden oluştuğu, başka bir ifadeyle çekişmeli taşınmazın kökeninin kadastroyla tescilli taşınmazlarla idarece yeniden tescille oluşturulan taşınmaza dayandığı, davanın 22.6.2004 tarihinde açıldığı, uzman bilirkişilerce düzenlenen rapor ve krokiye göre, çekişmeli taşınmazın tamamının 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre 3621 Sayılı Kanunun 4. maddesinde tanımı yapılan kıyıda kaldığının anlaşıldığı, hal böyle olunca; öncelikle yerinde uygulama yapılmak suretiyle çekişmeli taşınmazın 1073 Sayılı yeniden tescil oluşturulan parselde kalan kısmı olup olmadığının saptanması, 938 ve 939 Sayılı kadastral parseller kapsamı içerisinde kalan bölümü var ise 5841 Sayılı Kanun gözetilerek bu kısım yönünden davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine, 1073 Sayılı parselde kalan kısmı varsa, bu bölüm bakımından ise davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak, yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla,Tetkik Hakimi Gamze Ünal’ın raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, tapu iptali, sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.
Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı uyarınca işlem yapılarak 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Kanun hükmü gereğince hakdüşürücü süreden davanın reddine karar verilmiş olması, karar tarihi itibariyle doğru ise de, 5841 Sayılı Yasanın, Anayasa Mahkemesi’nin 12.5.2011 tarih, 2009/31 Esas, 2011/77 Esas sayılı kararıyla iptal edildiği ve iptal hükmünün 23.07.2011 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği anlaşılmaktadır.
Öyle ise; kesin hüküm halini almamış ve usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Kanun hükümleri uyarınca davanın reddine dair olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse de. Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı karşısında mahkemece 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı doğrultusunda inceleme yapılması zorunlu hale gelmiştir.
Diğer taraftan, işin esası bakımından kabul kararı verilmesi halinde 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve eldeki davalara da uygulanması gereken 3402 Sayılı Kanunun 36 nci maddesine bazı ilave düzenlemeler getiren 6099 Sayılı Kanun hükümleri uyarınca yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağının gözetilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, taraf iddiaları doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı Hazine vekilinin, temyiz itirazları belirtilen sebeplerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün 12.01.2011 tarihinde kabul edilen ve 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı H.M.K.nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 03.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/5-118
K. 2004/168
T. 21.9.2004
• REŞİT OLMAYAN MAĞDUREYİ EVLENME MAKSDADIYLA KAÇIRIP ALIKOYMAK ( Hafifletici Nedenin Anayasa Mahkemesince İptal Edilmiş Olması – Asıl Eylemi Suç Olmaktan Çıkarmayacağı )
• EVLENME MAKSDADIYLA REŞİT OLMAYAN MAĞDUREYİ KAÇIRIP ALIKOYMAK ( Hafifletici Nedenin Anayasa Mahkemesince İptal Edilmiş Olması – Asıl Eylemi Suç Olmaktan Çıkarmayacağı )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL HÜKMÜNÜN CEZAYA ETKİSİ ( TCK. 432. Maddesinin “430 uncu Maddede Yazılı Halde Altı Aydan Üç Seneye Kadar” Sözcükleri – Asıl Eylemi Suç Olmaktan Çıkarmayacağı/Reşit Olmayan Mağdureyi Evlenme Maksadıyla Kaçırıp Alıkoymak )
• HAFİFLETİCİ NEDEN ( Anayasa Mahkemesince İptal Edilmiş Olması – Asıl Eylemi Suç Olmaktan Çıkarmayacağı/Reşit Olmayan Mağdureyi Evlenme Maksadıyla Kaçırıp Alıkoymak )
765/m. 2, 59, 429, 430, 431, 432
ÖZET : Anayasa Mahkemesince TCY 432. maddesinin “430 uncu maddede yazılı halde altı aydan üç seneye kadar,” sözcüklerinin iptaline karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesince verilen süre içerisinde Yasa koyucu tarafından düzenleme yapılmadığından, reşit olmayan kimselerin rıza veya zorla kaçırılmalarını düzenleyen, TCY.nın 430. maddesindeki suçun failinin, kaçırdığı kimseyi hiçbir şehevi harekette bulunmaksızın kaçırdığı yere veya ailesi tarafından alınabilecek güvenli bir yere bırakması halinde, fail hakkında daha az ceza verilmesini öngören, öğretide faal nedamet olarak adlandırılan ve esasen iki koşulun bir arada gerçekleşmesi halinde daha az ceza verilmesi gerektiren bu özel indirim nedeni, iptal kararının yürürlüğe girmesi tarihinden sonra işlenen ve TCY.nın 430. maddesi kapsamında bulunan suçlar açısından uygulanma olanağını yitirmiş, ancak reşit olmayan kimselerin kaçırılma ve alıkonulma suçunu düzenleyen TCY.nın 430. maddesinin varlığını koruması nedeniyle, bu eylemler suç olmaya devam etmiştir.
TCY.nın 432. maddesinde, herhangi bir indirim oranı belirtilmeksizin yaptırımların gösterilmiş olması, bağımsız bir alıkoyma ve kaçırma suçunun düzenlendiği şeklinde bir düşünceye yol açabilecekse de, eylem tanımı yapılmadan, TCY.nın 429, 430 ve 431.maddelerine atıfta bulunularak, bu maddelerdeki suçu işleyen faillerin, kaçırdığı veya alıkoyduğu kimseyi, hiçbir şehevi harekette bulunmaksızın iade veya teslim etmesi halinde, cezalarından indirim yapılması yerine hükmolunacak cezaları ayrı ayrı göstermesi, Yasa koyucunun, yasa yapma tekniği açısından başvurduğu bir yöntemden öte bir anlam taşımamaktadır.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bu hafifletici nedenin iptal edilmiş olması, asıl eylemi suç olmaktan çıkarmayacağından, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği yönündeki Anayasal norm ve TCY.nın 2. maddesi hükmü nazara alınarak, iki koşulun bir arada bulunması halinde kaçırma veya alıkoyma suçu faillerine daha az ceza verilmesini öngören TCY.nın 432. maddesinin iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce işlenen suçlarda uygulanması zorunludur, bu itibarla Özel Daire çoğunluğunun eylemin yaptırımsız kaldığı dolayısıyla suç olmaktan çıktığı yönündeki görüşünde isabet bulunmamaktadır.
DAVA : Reşit olmayan mağdureyi evlenme maksadıyla kaçırıp alıkoymak suçundan sanığın TCY.nın 432/2. cümle, 433, 59, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri uyarınca 355.914.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine ilişkin İpsala Asliye Ceza Mahkemesince verilen 25.4.2002 gün ve 310-116 sayılı hüküm, sanığın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 26.04.2004 gün ve 4886-3413 sayı ile;
“Mahkemece TCK.nun 432/2. cümlesi uygulanarak sanığın cezalandırılmasına karar verilmiş ise de anılan yasa maddesinde yer alan “…430. maddede yazılı altı aydan üç seneye kadar…” bölümü Anayasa Mahkemesinin 26.11.2002 gün ve 2001/79 Esas, 2002/194 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve bu iptal kararı ile doğacak hukuki boşluğun kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, yasa koyucunun karara ilişkin düzenleme yapabilmesi için iptal kararının Resmi Gazetede yayımından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe gireceği kararlaştırılmış, 12.4.2004 tarihinde bu süre dolmuş bulunmasına karşın yeni bir yasal düzenleme yapılamadığından, TCK.nun faal nedamet maddelerinden biri olan ve bağımsız ceza yaptırımını içeren ve değişik nitelikte alıkoyma suçunu yaptırıma bağlayan 432. maddedeki anılan bölüm yürürlükten kalkmış ve bu bölümde belirlenen eylem yaptırımsız kalmış bulunduğundan TCK.nun 2. maddesi 1. fıkrası da gözönünde tutulduğunda sanığa isnad olunan suç temyiz inceleme safhasında müeyyidesiz kalıp, suç olmaktan çıkması nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verilmesi” gerektiği gerekçeleriyle oyçokluğu bozulmuştur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 02.06.2004 gün ve 111984 sayı ile;
“TCK. nun 430. maddesi iki fıkra halinde düzenlenmiştir.
1. Fıkra, cebir, şiddet, tehdit veya hile ile işlenen suçları 5 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırmış, rızaen işlenen suçları cezalandıran 2. fıkra ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörmüştür.
TCK.nun 432. maddesinin iptal edilen cümlesi ise; bu iki eylem türünü birbirinden ayırmaksızın aynı miktarda indirilmiş ceza öngörmekte, bu ise ceza adaletine aykırı bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararı bütün halinde incelendiğinde; özü ve bilhassa gerekçesi ile bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması gereğine işaret edilmiştir.
Kararın gerekçesinde: ” İtiraz konusu kurala göre, mağduru rızası ile kaçıran veya alıkoyan fail onu iade etse bile aynı ceza ile cezalandırılacak, oysa maddede düzenlenen ve eylemin cebir, şiddet, tehdit veya hile ile gerçekleştirilmiş olan daha ağır halinde ise mağdurun, iade edilmesine bağlı olarak daha az ceza uygulanacak ve cezanın türü hafifleyecektir. Bu durum hukuka ve cezalandırma ilkelerine aykırı düşmekte, yasa koyucunun mağduru serbest bırakmayı ve faal nedameti özendirmeye yönelik gerçek arzusu ile çelişmekte ve fail bu konuda lehe düzenlemeden yararlandırılmamış olmaktadır. Suç ile ceza arasında bulunması gereken adil dengeyi bozan düzenlemeler yasa koyucunun takdir yetkisi içinde görülemeyeceğinden hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur.” denilmektedir.
Gerekçeden, Anayasa Mahkemesinin TCK.nun 430 uncu maddesinin 2 inci fıkrasında yazılı suçları işleyenlere 432. maddede yazılı şartların bulunması halinde yürürlükte olandan daha az ceza verilmesi düşüncesinde olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, iptal kararı gerekçesi ile değerlendirildiğinde, TCK.nun 430 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçu kapsamadığı, sadece aynı maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçla ilgili olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu değerlendirme şekli iptal kararının özüne ve amacına uygun bulunmaktadır.
Ayrıca; İptal kararı ile, TCK.nun 430 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında yazılı suçların rızaen iade veya teslimle sonuçlanması halinde müeyyidesiz kaldığını kabul etmek mümkün değildir. 432 inci maddede, suç tipinin 430 uncu maddede yazılı unsurlara göre belirlendiği 430 uncu maddenin de halen yürürlükte olduğu, iptal kararının bu maddede yazılı eylemleri suç olmaktan çıkarmadığı göz önüne alındığında aksini düşünmek bu suçları işleyenlerin cezalandırılmaması sonucunu doğuracaktır. İptal kararından sonra bu faillerin TCK.nun 430 uncu maddenin 1 inci fıkrası ile cezalandırılmaları gerektiği görüşü kabul edildiği takdirde ise, TCK.nun 429 ve 431. maddelerinde yazılı suçları işleyen aynı durumdaki kişilere çok daha az ceza verilmesi karşısında yeni bir adaletsizlik doğacaktır.
TCK.nun 430/2. maddesinde yazılı suçlara gelince;
TCK.nun 432. maddesinin bağımsız bir suç tarif etmediği, suç tipinin öncelikle TCK.nun 430 uncu maddenin 2 inci fıkrasındaki unsurlara göre belirlendiği gözönüne alınarak, iptal kararı dolayısıyla TCK.nun 432. maddesinin ilgili cümlesi artık bu sanıklara uygulanamayacağından bu sanıkların TCK.nun 430 uncu maddesinin 2 inci fıkrasına göre cezalandırılmaları, ancak Ceza Genel Kurulu ve Yüksek Dairenin kararlılık gösteren içtihatlarıyla yerleşen TCK.nun 59. maddesinin sanıklar lehine uygulanmasına devam edilmesi gerekecektir.” gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak sanığın TCY.nın 430/2 ve 59. maddeleri uyarınca cezalandırılması gerektiği görüşü ile Yerel Mahkeme hükmünün bozulması isteminde bulunulmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Reşit olmayan mağdureyi, evlenme amacıyla kaçırıp alıkoymak suçundan sanığın, TCY.nın 432/2, 433, 59, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri ile cezalandırılmasına karar verilen somut olayda; Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, Anayasa Mahkemesinin 12.4.2003 gün ve 25077 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, 12.4.2004 günü yürürlüğe giren 26.11.2002 gün ve 79-194 sayılı kararı ile TCY.nın 432. maddesindeki “430’uncu maddede yazılı halde altı aydan üç seneye kadar,” ibaresinin iptal edilmesi, Anayasa Mahkemesince verilen bir yıllık süre içerisinde de bu konuda yasal bir düzenleme yapılmaması karşısında, reşit olmayan kimselerin, şehvet hissi veya evlenme amacıyla kaçırılıp, alıkonulma suçlarında, herhangi bir şehevi harekette bulunulmaksızın, kaçırıldığı eve veya ailesi tarafından alınabilecek güvenli bir yere bırakılması halinde eylemlerinin, yaptırımsız kalıp, suç olmaktan çıkıp çıkmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki değerlendirme yapılabilmesi için, kaçırma ve alıkoyma suçlarında TCY.nın benimsediği sistem, bu suçlardaki ortak ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenler, 432. maddenin hukuki niteliği, benzer hukuki kurumlar ve bu düzenlemenin tarihi gelişiminin birlikte değerlendirmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
TCY.nın, Genel Adap ve Aile Düzeni Aleyhine İşlenen Cürümler başlıklı Sekizinci Bab, İkinci Fasılda 429 ila 434. maddelerinde, kaçırma ve alıkoyma suçları ile bu suçlara ilişkin ortak düzenlemelere yer verilmiş, 429. maddesinin 1 inci fıkrasında; reşit olan veya reşit kılınan kadınların zorla veya hile ile, 430. maddenin 1 inci fıkrasında reşit olmayan kimselerin zorla veya hile ile 2 nci fıkrasında rıza ile, 431. maddesinde ise 12 yaşından küçüklerin şehvet hissi veya evlenme maksadıyla kaçırılıp alıkonulması fiilleri yaptırıma bağlanmış, Yasanın 429. maddesinin 2 nci fıkrasında ise kaçırılan kadının evli olması hali ağırlatıcı bir neden olarak düzenlenmiştir.
TCY.nın 432 nci maddesinde, kaçırma ve alıkoyma suçlarının bütün şekillerinde ortak olan belirli bir etkin pişmanlık hali düzenlenmiş, 433 üncü maddesinde yukarıdaki fiillerin evlenme maksadıyla işlenmesi hali cezayı hafifletici bir neden olarak belirtilmiş, 434 üncü maddesinde ise, tüm kaçırma ve alıkoyma suçları ile ırza geçme ve tasaddi suçlarında kamu davası veya cezanın ertelenmesi koşulları ve sonuçlarına yer verilmiştir.
TCY.nın 432 nci maddesi, Resmi Ceridede yayınlanan ilk metinde; “Cürmün faili kaçırdığı kimseyi nihayet yirmidört saat zarfında ve bir güna tecavüz vuku bulmaksızın kaçırıldığı haneye veya ailesinin hanesine iade ederek veya ailesi tarafından alınması mümkün olan emniyetli diğer bir mahalle getirip bilihtiyar serbest bırakırsa kaçınlan kimse kaç yaşında olursa olsun ceza bir aydan bir seneye kadar hapistir.” şeklinde bir düzenleme içerirken, 11.6.1936 tarihinde kabul edilip, 23.6.1936 gün ve 3337 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3038 sayılı Yasa ile; “Yukarıdaki maddelerde yazılı cürümlerden birinin faili, kaçırdığı veya alıkoyduğu kimseyi hiç bir şehevi harekette bulunmaksızın kendiliğinden, kaçırıldığı eve veya ailesinin evine iade eder veyahut ailesi tarafından alınması mümkün olan emniyetli diğer bir yere getirip serbest bırakırsa 429’uncu maddede yazılı halde bir aydan bir seneye kadar, 430 uncu maddede yazılı halde altı aydan üç seneye kadar, 431’inci maddede yazılı halde bir seneden beş seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” biçiminde değiştirilmiştir.
Görüldüğü gibi ilk metinde, belirli bir süre içerisinde gerçekleştirilen iade ve teslim fiilerinde, tüm kaçırma ve alıkonulma fiilleri için aynı ceza öngörülmüş iken, 3038 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, maddelerde korunan hukuki yararlar dikkate alınarak, belirli bir süre içerisinde teslim veya iade koşulu kaldırılıp, TCY.nın 429, 430 ve 431. maddelerindeki suçlarda, hiçbir şehevi harekette bulunulmaksızın iade veya teslim halinde her madde için ayrı ayrı olmak üzere daha hafif cezalar öngörülmüştür.
Öğretide; TCY.nın 432. maddesi ile ilgili açıklamalarda bulunan yazarlardan, Majno, maddede bütün kaçırmak fiilleri açısından cezayı hafifleten bir nedene yer verildiği, Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer, Prof. Dr. D. Tezcan, Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Dr. Berrin Akbulut ve S. Bakıcı ise, benzer şekilde, madde ile özel nitelikli bir faal nedamet ( etkin pişmanlık ) halinin cezayı hafifletici bir hal olarak düzenlendiğini, böylece TCY.sında etkin pişmanlığı içeren genel bir hüküm bulunmadığı halde, 432 nci maddede olduğu gibi, bazı özel hükümlerde etkin pişmanlık ( faal nedamet ) kurumuna yer verildiği görüşlerini belirtmişlerdir.
TCY.nda genel bir hüküm olarak yer almayıp, bazı suçlarla ilgili özel hükümlerde yer verilen etkin pişmanlık ( faal nedamet ) geniş anlamıyla, failin suçu önlemesi veya suç işlendikten sonra sonuçlarını ortadan kaldırması faaliyetidir. Suç tamamlandıktan sonra, işlenmemiş hale getirilmesi olanaksız ise de, fail, gerçekleştirdiği haksızlığın sonuçlarını ortadan kaldırabilir, bu düşüncelerle Yasa koyucu, bazı suçlar açısından faal nedameti cezada indirim yapılmasını gerektiren bir hal, bazı suçlar bakımından ise cezayı ortadan kaldıran bir neden olarak kabul etmiştir, örneğin TCY.nın 215. maddesinde; rüşvet kabul eden kimsenin, rüşvet almadan veya aldıktan sonra istenilen hususu yerine getirmeksizin ve hakkında soruşturmaya geçilmeden, durumu merciine bildirmesi ve aldığı para veya sair şeyleri aynen iade etmesi halinde sorumlu olmayacağı hükmü ile etkin pişmanlık hali, cezayı kaldıran bir neden olarak düzenlenmiş bu husus madde gerekçesinde; “madde rüşvet alma ve verme cürümlerinde ortak bir faal pişmanlık halini tespit etmiş bulunmaktadır. Böylece maddedeki şartları yerine getiren kişiye ceza verilmeyecektir.” şeklinde açıklanmıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, TCY.nın 432. maddesi ile; bağımsız bir kaçırma ve alıkoyma suçu düzenlenmemekte, aynı Yasanın 429, 430 ve 431. maddelerinde düzenlenen kaçırma ve alıkoyma suçlarında, kaçırılan mağdurun, herhangi bir şehevi harekette bulunulmaksızın, kaçırıldığı yere veya ailesi tarafından alınması olanaklı bir yere bırakılması halinde, failin daha az bir ceza ile cezalandırılmasına olanak sağlanmaktadır.
Maddedeki düzenlemeler genel olarak olumlu bulunmakla birlikte; reşit olmayan kişilerin rızasıyla veya zorla kaçırılması hallerine, herhangi bir ayrım yapılmaksızın aynı yaptırımın öngörülmesi, rıza ile kaçırma halinde failin mağduru teslim edip etmemesi arasında yaptırım farkının bulunmaması, öğretide, düzenlemenin bu haliyle maddenin konuluş amacına aykırı olduğu eleştirilerine neden olmuş ve ceza adaletinin sağlanması açısından zorla kaçırılma eylemlerine daha fazla ceza verilmesi gerektiği görüşleri ileri sürülmüştür.
Yargısal kararlarda ise, rıza ile işlenen kaçırma ve alıkoyma suçlarında 432. maddenin uygulanması gerektiği halde sanık aleyhine olan bu ölçüsüzlüğün 59. maddenin uygulanması suretiyle giderilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesince 12.4.2003 gün ve 25077 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 26.11.2002 gün ve 79194 sayılı karar ile; “Ceza önlemiyle toplumsal barışı amaçlayan devlet, kimi suçların niteliği, işlenme biçimi ve kamu düzeni için yarattığı tehlikeyi gözeterek değişik cezalar uygulayabilir.
Yasaların kamu düzeninin kurulması ve korunması, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir.
… mağduru rızası ile kaçıran veya alıkoyan fail onu iade etse bile aynı ceza ile cezalandırılacak, oysa aynı maddede düzenlenen ve eylemin cebir, şiddet, tehdit veya hile ile gerçekleştirilmiş olan daha ağır halinde ise, mağdurun iade edilmesine bağlı olarak daha az ceza uygulanacak ve cezanın türü hafifleyecektir. Bu durum, hukuka ve cezalandırma ilkelerine aykırı düşmekte, yasa koyucunun mağduru serbest bırakmayı ve faal nedameti özendirmeye yönelik gerçek arzusu ile de çelişmekte ve fail bu konudaki lehe düzenlemeden yararlandırılmamış olmaktadır. Suç ile ceza arasında bulunması gereken adil dengeyi bozan düzenlemeler yasa koyucunun takdir yetkisi içinde görülemeyeceğinden hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur.” gerekçeleriyle Türk Ceza Yasası’nın 432. maddesinin “430 uncu maddede yazılı halde altı aydan üç seneye kadar,” sözcüklerinin iptaline; iptal sonucunda doğan hukuksal boşluk, kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, yasa koyucunun buna ilişkin düzenlemeleri yapabilmesi için iptal kararının Resmi Gazete’de yayımından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesince verilen süre içerisinde Yasa koyucu tarafından düzenleme yapılmadığından, reşit olmayan kimselerin rıza veya zorla kaçırılmalarını düzenleyen, TCY.nın 430. maddesindeki suçun failinin, kaçırdığı kimseyi hiçbir şehevi harekette bulunmaksızın kaçırdığı yere veya ailesi tarafından alınabilecek güvenli bir yere bırakması halinde, fail hakkında daha az ceza verilmesini öngören, öğretide faal nedamet olarak adlandırılan ve esasen iki koşulun bir arada gerçekleşmesi halinde daha az ceza verilmesi gerektiren bu özel indirim nedeni, iptal kararının yürürlüğe girmesi tarihinden sonra işlenen ve TCY.nın 430. maddesi kapsamında bulunan suçlar açısından uygulanma olanağını yitirmiş, ancak reşit olmayan kimselerin kaçırılma ve alıkonulma suçunu düzenleyen TCY.nın 430. maddesinin varlığını koruması nedeniyle, bu eylemler suç olmaya devam etmiştir.
TCY.nın 432. maddesinde, herhangi bir indirim oranı belirtilmeksizin yaptırımların gösterilmiş olması, bağımsız bir alıkoyma ve kaçırma suçunun düzenlendiği şeklinde bir düşünceye yol açabilecekse de, eylem tanımı yapılmadan, TCY.nın 429, 430 ve 431.maddelerine atıfta bulunularak, bu maddelerdeki suçu işleyen faillerin, kaçırdığı veya alıkoyduğu kimseyi, hiçbir şehevi harekette bulunmaksızın iade veya teslim etmesi halinde, cezalarından indirim yapılması yerine hükmolunacak cezaları ayrı ayrı göstermesi, Yasa koyucunun, yasa yapma tekniği açısından başvurduğu bir yöntemden öte bir anlam taşımamaktadır.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bu hafifletici nedenin iptal edilmiş olması, asıl eylemi suç olmaktan çıkarmayacağından, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği yönündeki Anayasal norm ve TCY.nın 2. maddesi hükmü nazara alınarak, iki koşulun bir arada bulunması halinde kaçırma veya alıkoyma suçu faillerine daha az ceza verilmesini öngören TCY.nın 432. maddesinin iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce işlenen suçlarda uygulanması zorunludur, bu itibarla Özel Daire çoğunluğunun eylemin yaptırımsız kaldığı dolayısıyla suç olmaktan çıktığı yönündeki görüşünde isabet bulunmamaktadır. Yargıtay C.Başsavcılığının itirazı bu yönüyle yerindedir.
Diğer yönden, 21.7.2004 gün ve 25559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 14.7.2004 gün ve 5219 s.K.nun 1. maddesi ile TCY.nın 432, maddesi yeniden düzenlenip, 430 uncu maddesinin 2 nci fıkrasında yazılı halde bir aydan altı aya kadar hapis cezası öngörüldüğünden, sanık lehine yapılan bu değişiklik nazara alınarak, hukuki durumunun mahkemesince yeniden değerlendirilmesi, ayrıca suç ve hüküm tarihinden sonra 10.2.2003 gün 25020 sayılı mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4806 sayılı Yasa ile TCY’nın 30/2. maddesinde değişiklik yapılarak para cezalarında hesaba katılmayacak kısmın lira küsurundan bin lira küsuruna yükseltilmesi ve TCY’nın 2/2. maddesi hükmü karşısında, mevcut yasa değişikliğinin fail lehine olması nedeniyle, 647 sayılı Yasanın 4. maddesindeki miktarların 2000 yılından itibaren bu kez bin lira küsurlarının atılması suretiyle yeniden hesaplanıp belirlenmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu yeni ilke doğrultusunda yapılan hesaplama sonucu, cürümlere ilişkin hürriyeti bağlayıcı cezaların, beher günü suç tarihi olan 2001 yılı için 4.745.000 ila 7.118.000 lira hesabıyla ağır para cezasına dönüştürülmesi, muvakkat cezalarda bir günün, para cezalarında ise bin liranın küsurunun hesaba katılmayacağı yolundaki kuralın, gerek temel cezanın belirlenmesi ve takip eden arttırma ve eksiltme işlemleri ile sonuç ceza tutarına hükmedilmesi aşamalarında, gerekse 647 sayılı Yasanın 4. maddesinin 1. fıkrasının 1 numaralı bendinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezanın paraya dönüştürülmesi aşamasında bir güne karşılık tutulan para cezası miktarlarının belirlenmesinde gözönünde tutulması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın hukuki durumunun 5219 s.K. ile değişik TCY.nın 432. maddesi ve 4806 s.K. ile değişik 30.maddeleri kapsamında yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu nedenleriyle bozulmasına, bozma kararının bu suça fer’i fail olarak katıldığı kabul edilen Gülseren Sakarya’ya CYUY.nın 325. maddesi uyarınca teşmiline karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 26.4.2004 gün ve 4886-3413 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, Yerel Mahkeme hükmünün TCY’nın 2/2 ve hükümden sonra yürürlüğe giren 5219 sayılı Yasa ile değişik TCY.nın 432 ve 4806 sayılı Yasa ile değişik 30/2. maddesi hükümleri karşısında yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu bulunması nedenleriyle BOZULMASINA, bozma kararının CYUY.nın 325. maddesi uyarınca hükmü temyiz etmeyen G.S.ye teşmiline, ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 21.9.2004 günü yapılan ikinci müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/2091
K. 2008/5618
T. 1.4.2008
• KİRA BEDELİNİN TESPİTİ DAVASI ( Yıllık Olarak Tespit Edilmesi Talebi/Kiranın Dolar Bazında Kararlaştırıldığı – Dava Eda Davası Olmadığından Mahkemece Tespit Kararı Verileceği )
• KİRA PARASINA UYGULANACAK ARTIŞ ( 6570 S.K. Geçici Md. 7’de Yer Alan “2001 Yılında %10 Artırılır” İbaresinin Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği – Yeni Dönem Kira Parası İçin Tespit Kararı Verileceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( 6570 S.K. Geçici Md. 7’de Yer Alan “2001 Yılında %10 Artırılır” İbaresinin İptal Edildiği – Dolar Olarak Belirlenen Kira Parasının Yıllık Olarak Tespit Edileceği/Tespit Davasının Reddine Karar Verilemeyeceği )
6570/m.Geç.7
ÖZET : Davacılar vekili kira parasının yıllık … TL olarak tespit edilmesini talep etmiştir. Tarafların yeni dönem kira parasının miktarı konusunda bir anlaşma sağlayamadıkları ve bu nedenle mahkemeye müracaat ederek kira parasının dava yoluyla tespiti talep edilmiştir. Dava eda davası değil de tespit davası olduğundan, mahkemece yeni dönem kira parası hakkında bir tespit kararı verilmesi gerekir. 6570 sayılı yasada mevcut hüküm, 2000 ve 2001 yıllarına ilişkin kira paralarının artışı ile ilgili olup sözleşmelerde kararlaştırılan kira paraları için “2001 yılında ise %10 oranında artırılabilir” ibaresi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Süreli hüküm niteliğinde olan 6570 sayılı Yasa’nın geçici 7. maddesi daha sonraki yıllar için uygulanamaz. Verilen karar kanuna aykıdır.
DAVA : Dava dilekçesinde, kira parasının 01.01.2007 gününden başlayarak yıllık 28.800 YTL olarak tespiti istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacılar vekili dava dilekçesinde, 01.01.2007 yılına ait kira parasının yıllık 28.800 YTL olarak tespit edilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; kira sözleşmesinde kira parasının dolar olarak kararlaştırıldığı ve sonraki yıllarda da dolar olarak ödendiğinden ve 6570 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesi ile kiranın yabancı para ile ödenmesi halinde ayrıca yıllık artışın uygulanamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacılar vekili temyiz etmiştir.
Davacıların murisi ile davalı kiracı arasındaki kira sözleşmesi 01.01.2002 başlangıç tarihli olup, sözlü olarak akdedilmiş ve yıllık kira parası 7.500 dolar olarak kararlaştırılmıştır. Dosya kapsamından davalının 2004-2005-2006 yıllarında yıllık 9.000 dolar kira ödediği anlaşılmaktadır.
Ancak, tarafların yeni dönem kira parasının miktarı konusunda bir anlaşma sağlayamadıkları ve bu nedenle mahkemeye müracaat ederek kira parasının dava yoluyla tespiti talep edildiğine göre, davanın bir eda davası olmayıp, tespit davası niteliğinde bulunması nedeniyle, bu durumda mahkemece; yeni dönem kira parası hakkında bir tespit kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
Ayrıca, 18.02.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4531 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun ile 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’a eklenen geçici 7. maddesinin birinci fıkrasında “Sözleşmelerde kararlaştırılan kira paraları 2000 yılında yıllık %25, 2001 yılında ise %10 oranında artırılabilir … “, 2. fıkrasında ise, “Kira parasının yabancı para veya kıymetli madene endeksli olarak belirlendiği sözleşmelerde ayrıca yıllık artış uygulanmaz” hükmü getirilmiştir.
Anılan yasa, 2000 ve 2001 yıllarına ilişkin kira paralarının artışı ile ilgili olup, süreli kanun niteliğindedir ve ayrıca maddede yer alan “2001 yılında %10 artırılır” ibaresi de Anayasa Mahkemesi’nin 15.09.2001 Resmi Gazete tarihli ve 2001/303 E.-2001/333 K. sayılı ila mı ile iptal edilmiştir.
Bu nedenle, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, kabulü ile hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 01.04.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5029
K. 2012/8231
T. 28.6.2012
• ELATMANIN ÖNLENMESİ VE YIKIM DAVASI ( Kıyı Kenar Çizgisine Müdehale/Kumsal Sahanın Bir Bölümüne Havuz ve Otel Bahçesi Yapıldığı – Elatmanın Önlenmesi ve Yıkım Kararı Verilmesinde İsabetsizlik Bulunmadığı/Tapu İptali ve Tescil Talebi )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİ ( Bu Talebin Mahkemece Reddinin Hatalı Olduğu – Anayasa Mahkemesinin 5841 S.K. İptal Etmesi Nedeniyle Yerel Mahkemece Bu Durumun Gözetilmesi Gerektiği/İşin Esasına Girileceği/Elatmanın Önlenmesi ve Yıkım Davası )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Davacının Tapu İptali ve Tescil Talebinin Hak Düşürcü Süreden Dolayı Mahkemece Reddinin Hatalı Olduğu – Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Dikkate Alınacağı/Elatmanın Önlenmesi ve Yıkım Davası )
3621/m.5, 9
ÖZET : Dava, tapu iptali ve tescil ile elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir. Davacı Hazinece, anılan taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı ve bu parsele bitişik kumsal sahanın bir bölümüne havuz ve otel bahçesi yapılmak suretiyle müdahale edildiği ileri sürmesi ve mahkemece 13 m2 lik bölüm yönünden elatmanın önlenmesi ve yıkım verilmesinde isabetsizlik yoktur.Ancak, tapu iptal davasının hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı gözetilerek işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi; çap kaydı dışındaki yer hariç olmak üzere içindeki yer bakımından davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümlerinin gözetilmesi suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.
DAVA : Yanlar arasında görülen tapu iptali, tescil, elatmanın önlenmesi, yıkım davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptal talebi yönünden davanın reddine, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı Hazine vekili ile davalılar Kemal ve Osman T. vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi S.T.’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, 3621 sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali ve tescil ile elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca hak düşürücü süreden dolayı tapu iptal talebi yönünden davanın reddine, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillere göre; dava konusu 438 parsel sayılı taşınmazın 20.11.1979 tarihinde kesinleşen kadastro tespitinden sonra 11.01.1994 tarihinde satış suretiyle davalıların miras bırakanı adına kayıtlı bulunduğu; davacı Hazinece, anılan taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı ve bu parsele bitişik kumsal sahanın bir bölümüne havuz ve otel bahçesi yapılmak suretiyle müdahale edildiği ileri sürülerek, tapu iptali ve tescil ile taşınmazın kıyıda kalan kısmı ile sicil kaydı dışındaki kumsal alana elatmanın önlenmesi ve yıkım istekleriyle eldeki davanın açıldığı; mahkemece yapılan uygulama sonucunda, sicil kaydı kapsamı dışında devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kumsalın 13 m2lik kısmına elatıldığı belirlenmek ve benimsenmek suretiyle 13 m2lik bölüm yönünden elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
Öte yandan, gerçekten de; tapu iptaline ilişkin isteme yönelik olarak işin esası bakımından, 5841 sayılı Yasanın yürürlüğü döneminde tapu iptal davasının hak düşürücü süreden reddedilmiş olması doğrudur. Ancak anılan yasa Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve Resmi Gazetede yayınlanmadığı için bu defa aynı tarih aynı esas ve 2011/27 sayılı karar ile iptal hükmünün de eldeki davalara uygulanmak üzere yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş ve 23.07.2011 tarihinde de karar resmi gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de; 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. O halde, tapu iptal davasının hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Hal böyle olunca; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi; çap kaydı dışındaki yer hariç olmak üzere içindeki yer bakımından davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümlerinin gözetilmesi suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı Hazine vekili ile davalılar Kemal ve Osman vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü ( 6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile ) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/10-448
K. 2004/461
T. 29.9.2004
• ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İPTAL KARARI ( Derdest Dosyalarda Uygulanacağı ve Usuli Kazanılmış Hakkın İstisnasını Teşkil Edeceği – Yurtdışı Hizmet Borçlanması İçin Kesin Dönüşü Şart Kılan Kanun Maddesinin Anayasa Mahkemesi’nce İptali )
• YURTDIŞI HİZMETLERİNİN BORÇLANILMASI TALEBİ ( Yurda Kesin Dönüş Şartı Getiren Kanun Maddesinin Anayasa Mahkemesi’nce İptalinin İptal Kararından Önce Açılmış Derdest Dosyaya da Uygulanması Gereği )
• USULİ KAZANILMIŞ HAKKIN İSTİSNASI ( Anayasa Mahkemesinin Dava Devam Ederken Verdiği İptal Kararının Derdest Dosyada Uygulanması Mecburiyeti – Yurtdışı Hizmet Borçlanması İçin Yurda Kesin Dönüş Şartı Getiren Kanun Maddesinin Anayasa Mahkemesince İptali )
• ALEYHE BOZMA YASAĞININ İSTİSNASI ( Anayasa Mahkemesinin Dava Devam Ederken Verdiği İptal Kararının Derdest Dosyada Uygulanması Mecburiyeti – Yurtdışı Hizmet Borçlanması İçin Yurda Kesin Dönüş Şartı Getiren Kanun Maddesinin Anayasa Mahkemesince İptali )
3201-1/m.3,6
1086/m.76,429
2709/m.153
ÖZET : 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un borçlanmanın geçerliliği için yurda kesin dönüşü şart kılan 3. maddesi, eldeki dava derdest iken Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının kesinleşmemiş olan derdest dosyalar için uygulanması zorunludur. Hukuk Genel Kurulu’nun 2004/10-44 Esas, 2004/19 Karar ve 2004/10-214 Esas, 2004/198 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlan, usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil ederler. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları, “kanun yoluna başvurma, kanun yoluna başvuranların durumunu ağırlaştıramaz” ( Reformatio in peius ) şeklinde özetlenen kuralın ve aleyhe bozma yasağının istisnasını teşkil ederler. Bu ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni durum dikkate alınarak davanın incelenip karara bağlanması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Aydın Asliye 1. Hukuk ( İş ) Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.02.2003 gün ve 860-180 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.07.2003 gün ve 4115-5630 sayılı ilamı ile; ( …3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un borçlanmanın geçerliliği için yurda kesin dönüşü şart kılan 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2002 gün ve 36/198 sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 21-790/61 sayılı kararı ile, borçlanmanın geçerliliği için yurda kesin dönüşün zorunlu olmadığına ve yurda kesin dönüş koşulu yerine getirilmeksizin yapılan borçlanmaların geçerli olduğuna, ancak yurda kesin dönüş yapılıncaya kadar borçlanma hukuken askıya alınarak 3201 Sayılı Yasanın 6. maddesine göre yurda kesin dönüş yapılmadıkça yaşlılık aylığı bağlanamayacağı ve giderek aylığın başlatılmamasına, şayet bağlanmışsa aylığın kesilerek fuzulen ödenen yaşlılık aylıklarının kurumca geri istenmesinin mümkün bulunduğu, hukuken askıya alınan yaşlılık aylığının yurda kesin dönüşün gerçekleştiği tarihi takip eden aybaşından itibaren yeniden ödenmeye devam olunması gerektiğinin kararlaştırıldığı ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının, elde bulunan ve kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanmasının zorunlu bulunduğu; Anayasa’nın 153. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanmasının mümkün bulunmamasına ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesine, somut olayda, iptal kararının; inceleme konusu hüküm tarihinden sonra 25.04.2003 gün ve 25089 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış bulunması nedeniyle sigortalının böyle bir iptal kararından haberdar olmamasının doğal bulunmasına ve bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının; maddi anlamda kesinleşmiş hükümler dışında kalan davalar yönünden usuli kazanılmış hakkın istisnası niteliğinde bulunmasına ( Bkz. Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 5 Sh: 6346 ), Anayasa’nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” hükmünün öngörülmüş bulunmasına, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ile sigortalı aleyhine hükümler içeren yasa maddesi ortadan kalktığından, iptal kararının Resmi Gazetede yayımlandığı 25.04.2003 gününden sonra Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. maddesi uyarınca yürürlükteki yasaları tatbik etmekle yükümlü bulunan mahkemelerin ve Yargıtay’ın yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkilerinin bulunmadığının kabulünün doğal bulunmasına ve aleyhe bozma yasağının; anayasal bir hak olan sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıracak şekilde değerlendirilmesinin hukuka ve hakkaniyete aykırı bulunmasına göre Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ve yukarıda özetlenen Hukuk Genel Kurulu Karan çerçevesinde yeniden inceleme ve araştırma yapılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken dava tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata göre karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Direnme konusu karar; 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un borçlanmanın geçerliliği için yurda kesin dönüşü şart kılan 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2002 gün ve 36/198 sayılı iptal kararı ve özel daire bozma kararında özetlenen 05.02.2003 gün ve 21-790/61 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararı ve özellikle iptal kararının Resmi Gazete’de yayınlandığı 25.04.2003 tarihinden önce ve dava tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata göre verilmiştir.
Anayasanın 153. maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 76. maddesinde “Hakimin re’sen Türk Kanunları mücibince hüküm vereceği” yönündeki yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Anayasanın, Sosyal Güvenlik hakkını düzenleyen ve herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu, devletin bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alıp teşkilatını kuracağı yönündeki 60. maddesi ve 506 Sayılı Yasanın 6. maddesinde yer alan “Sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği” hükmü dikkate alındığında Anayasal bir hak olan sosyal güvenlik hakkının, mahkemece aleyhe bozma yasağından söz edilerek, ortadan kaldıracak şekilde hüküm kurulamaz.
Hukuk Genel Kurulu’nun 2004/10-44 Esas, 2004/19 Karar ve 2004/10-214 Esas, 2004/198 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlan, usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil ederler. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları, “kanun yoluna başvurma, kanun yoluna başvuranların durumunu ağırlaştıramaz” ( Reformatio in peius ) şeklinde özetlenen kuralın ve aleyhe bozma yasağının istisnasını teşkil ederler. Bu ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni durum dikkate alınarak davanın incelenip karara bağlanması gerekir.
O halde mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.09.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/9-602
K. 2004/595
T. 10.11.2004
• ALACAK DAVASI ( Anayasa Mahkemesinin İptal Kararlarının Görülmekte Olan Bütün Davalarda Uygulanması ve İptal Kararından Sonra Oluşan Yeni Duruma Göre Hüküm Kurulması Gerektiği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Görülmekte Olan Bütün Davalarda Uygulanması ve İptal Kararından Sonra Oluşan Yeni Duruma Göre Hüküm Kurulması Gerektiği )
• GÖRÜLMEKTE OLAN TÜM DAVALAR ( Anayasa Mahkemesinin İptal Kararlarının Görülmekte Olan Bütün Davalarda Uygulanması ve İptal Kararından Sonra Oluşan Yeni Duruma Göre Hüküm Kurulması Gerektiği )
2709/m.153
ÖZET : Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının görülmekte olan bütün davalarda uygulanması ve iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 9. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.06.2003 gün ve 2003/855 E- 1080 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 01.03.2004 gün ve 2003/14821-2004/3972 sayılı ilamı ile;
( … 2002 yılı Bütçe Kanunu’nda harcırahsız nakil taleplerinin mevcudiyeti halinde yolluk ödenmeyeceği düzenlemesine yer verildiğinden ve davacıda harcırah istemeyeceğini bildirerek nakil talebinde bulunduğundan harcırah isteminin reddi gerekirken kabulü hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, naklen tayin nedeniyle harcırah alacağı istemine ilişkin olup, uyuşmazlık 2002 yılı Bütçe Kanununda yer alan hüküm karşısında davacı lehine harcırah alacağına hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle 2002 Mali Yılı Bütçe Kanununun 6/g maddesinde yer alan kamu harcamalarında etkinliği artıncı önlemler kapsamında bir kısım nakillerde harcırah verilmemesine ilişkin düzenlemenin, Anayasa Mahkemesinin 28.03.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 22.10.2002 gün ve 2002/138-96 sayılı kararı ile iptal edildiğinin anlaşılmasına, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, görülmekte olan bütün davalarda uygulanması gerekmesine, İptal edilen kanun hükmünün mahkemede görülmekte olan davanın hukuki dayanağını oluşturması karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmesi gerekmesine göre, Davacı lehine harcırah alacağına hükmedilmesine ilişkin direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece alacak miktarına ve diğer yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmemiştir. O halde, dosya buna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olduğundan dosyanın diğer yönlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için 9. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 10.11.2004 gününe oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/11295
K. 2005/11023
T. 18.10.2005
• KAMULAŞTIRMASIZ ELATMA ( İdarenin El Koyma Tarihinden İtibaren 20 Sene Geçmekle Taşınmaz Malikinin Her Türlü Dava Hakkı Düşeceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Geriye Yürümeyeceği İlkesi Uyarınca Kamulaştırma Yasanının 38. Maddesinin İptal Edilmesinden Önceki Kazanılmış Haklara Uygulanması İmkanı Bulunmadığı )
• KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN ARTIRILMASI ( Müşterek Maliklerden Her Biri Kendi Payı İçin Müştekilen Kamulaştırmasız El Atma Nedeniyle Tazminat Davası Açabileceği )
2942/m.38
4721/m.705
ÖZET : Dava kamulaştırma bedelinin artırılması davasıdır. Müşterek maliklerden her biri kendi payı için müştekilen kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açabilir.
2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesine göre; idarenin el koyma tarihinden itibaren 20 sene geçmekle taşınmaz malikinin her türlü dava hakkı düşer. Başka bir anlatımla, mülkiyet bu süre dolmakla el atan idareye geçer.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi uyarınca, Kamulaştırma Yasanının 38. maddesinin iptal edilmesinden önceki kazanılmış haklara uygulanması imkanı da bulunmamaktadır.
DAVA : Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin artırılması davasında Hüseyin Yüksel vs. haricindeki davacılar yönünden reddine, Satılmış Yüksel yönünden davanın kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay’ca ONANMASI hakkında Daireden çıkan kararı kapsayan 20.06.2005 gün ve 2005/6139 Esas – 2005/7179 Karar sayılı ilama karşı davacılar vekili yönünden verilen dilekçe ile karar düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Müşterek maliklerden her biri kendi payı için müştekilen kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açabilir. Öte yandan karar tashihine gidilen Dairemiz kararının tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5219 sayılı Kanunla değişik HUMK.’nun 440. maddesi uyarınca; miktar ve değer 6.000,00-YTL. ( 6.000.000.000-TL. )’den az olan davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez.
Bu nedenle Fevzi Güzel dışındaki davacılar bakımından davacılar vekilinin karar düzeltme dilekçesinin reddine,
Fevzi Güzel için yapılan karar düzeltme talebine gelince;
Bu davacıya kamulaştırma tebligatı 05.07.1973 tarihinde birlikte oturan kardeşi Veli’ye yapılmıştır. Şekil itibariyle bu yasaya uygun olarak yapılan bir tebligattır. Davacı vekili Fevzi’nin bu tebligatın yapıldığı adreste oturmadığını iddia etmiş ise de, bu konuda delillerini sunamamış ve bozma öncesi duruşmalarda davaya kamulaştırmasız el atma olarak bakılırken bu husus araştırılmamıştır. Bozma sonrası duruşmalarda davacı vekili yapılan tebligatlarına bir diyeceği olmadığını söylemiş, bu beyan mahkemece tebligatın yasal olarak yapıldığının davacı tarafça da kabul edildiği benimsenerek 30 günlük hak düşürücü sürede dava açılmadığı için bu davacı bakımından da dava red edilmiştir. Dosya kapsamına göre bu red kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Kaldı ki, aksi bile olsa, diğer bir deyişle Fevzi’ye yapılan tebligat geçersiz bile olsa netice yine değişmeyecektir. Şöyle ki;
2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesinde; idare tarafından kamulaştırmasız el konulan taşınmazın, fiilen el koyma tarihinden itibaren 20 yıllık sürenin geçmesi halinde, taşınmazın malik zilyet veya mirasçılarının her türlü dava haklarının düşeceği öngörülmüştür. Söz konusu Kamulaştırma Yasasının 38. maddesi hak düşürücü süreyi içermekte olup, bu husus kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle, kamu düzenine ilişkin hususlar, tarafların talepleri olmasa bile mahkemece resen karara bağlanması zorunludur. Ayrıca kamu düzenine ilişkin hususlarda usuli kazanılmış hak da oluşmaz.
2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesine göre; idarenin el koyma tarihinden itibaren 20 sene geçmekle taşınmaz malikinin her türlü dava hakkı düşer. Başka bir anlatımla, mülkiyet bu süre dolmakla el atan idareye geçer. Bu husus 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 705. maddesindeki “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, Mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanun da öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” hükmü ile açıklığa kavuşturulmuştur.
Dosyada yapılan incelemede; dava konusu taşınmaza 1973 yılında el atılarak trafo merkezi yapılmış ve el atma tarihinden itibaren, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilme ve dava tarihine kadar 20 seneden fazla süre geçtiğinden, taşınmaz maliki olan davacı tarafın her türlü dava hakkının düştüğü anlaşılmıştır.
Diğer taraftan Anayasa Mahkemesince; 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesi iptal edilmiş ise de, Anayasanın 153/son maddesi uyarınca; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi uyarınca, Kamulaştırma Yasanının 38. maddesinin iptal edilmesinden önceki kazanılmış haklara uygulanması imkanı da bulunmamaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.05.2005 gün ve 2005/5-288 Esas-2005/352 sayılı kararında da bu husus benimsenmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle bu halde dahi davacı Fevzi Güzel bakımından mahkemenin red kararı yerinde olduğundan davacı vekilinin bu yönden de karar düzeltme taleplerinin REDDİNE, davacı Fevzi Yüksel’den peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, H.U.M.K’nun 442. maddesi gözönünde bulundurularak takdiren 130,00-YTL. para cezasının karar düzeltme isteyen Fevzi Yüksel’den alınarak Maliye Hazinesine gelir kaydedilmesine, peşin alınan karar düzeltme harcının istenildiğinde davacı Hüseyin Yüksel vs.’ye iadesine, 18.10.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/1-858
K. 2012/130
T. 7.3.2012
• KIYI KENAR ÇİZGİSİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI ( Direnme Kararında Sonra Anayasa Mahkemesince 3402 S.K. Md.12/3’e Eklenen Cümlenin ve Geçici Md.10’un İptal Edildiği – Müktesep Hak Esasının İstisnası Olarak Henüz Mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde Bulunan İşlere İptal Kararının Tatbik Edileceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Müktesep Hak Esasının İstisnası Olarak Henüz Mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde Bulunan İşlere İptal Kararının Tatbik Edileceği – Kıyı Kenar Çizgisine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında 3402 Md.12/3 ve Geçici Md. 10’a İlişkin İptal Kararının Gözetileceği )
• DİRENME KARARINDAN SONRA HÜKMÜN ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTAL EDİLMESİ ( Temyiz İncelemesinde Olan Dosyada Kıyı Kenar Çizgisine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında 3402 Md.12/3 ve Geçici Md. 10’a İlişkin İptal Kararının Gözetileceği )
• KAZANILMIŞ HAK ESASININ İSTİSNASI ( Kıyı Kenar Çizgisine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası/Direnme Kararında Sonra Anayasa Mahkemesince 3402 S.K. Md.12/3’e Eklenen Cümlenin ve Geçici Md.10’un İptal Edildiği – Dosya Temyiz Aşamasında Olduğundan İptal Kararının Dikkate Alınacağı )
3402/m.12, Geç.10
2709/m.43, 153
Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 Tarih 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı
ÖZET : Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir. Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, bozma ve direnme kararlarının verilmesinden sonra, direnme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “ … 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 Sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline…” karar verilmiş ve bu iptal kararı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Temyiz Mahkemesi’nin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir. Yerel mahkemece, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak karar verilmek üzere ve diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin- salt bu değişik sebep ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “tapu iptal-terkin ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabul-kısmen reddine dair verilen 30.05.2006 gün ve 2005/214 E., 2006/244 K. sayılı kararın incelenmesi davacı hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 18.6.2009 gün ve 2009/6020-7153 Sayılı ilamı ile;
(… Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre, kısmen kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm yalnız Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın kadastro tespitinin 1.7.1939 tarihinde kesinleştiği ve davanın 20.5.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Her nekadar, nizalı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan bölümü devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de;
25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Kanunun 2. maddesiyle 3402 Sayılı Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen ” bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” ve 3. maddesiyle eklenen geçici 10. maddesinin ” bu kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır” şeklindeki hükmü gözetildiğinde; kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 9.5.1989 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Kanunun 12. maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir.
Temyiz etmemenin 5841 Sayılı Yasanın, yeni getirdiği yasal olanaktan yararlanmaya engel olamayacağı; yeni Kanunun usulü kazanılmış hakkın istisnasını teşkil edeceği; eldeki davanın kesin hükme bağlanmamış olduğu gözetildiğinde kararın davalılar tarafından temyiz edilmemiş olması sonuca etkili görülmemiştir.
Hal böyle olunca, yukarda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi için karar bozulmalıdır…),
Gerekçesiyle hüküm açıklanan nedenlere oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.
Eldeki dava 20.5.2005 tarihinde Hazine tarafından açılmıştır. Konusunu, 01.07.1939 tarihinde kesinleşen kadastro tespitine dayalı olarak davalılar adına kayıtlı bulunan 10 ada 42 parsel sayılı taşınmazın, kıyı kenar çizgisi kapsamında kalması oluşturmaktadır.
Yerel Mahkemece; davanın kısmen kabul-kısmen reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce; yukarda başlık bölümünde yer alan sebeplerle ve sonradan getirilen yasal düzenleme gözetilerek davanın hak düşürücü süre sebebiyle reddi gerektiğine işaretle, karar bozulmuştur.
Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı hazine vekili getirmiştir.
Hemen belirtmelidir ki, mahkemenin esasa dair 30.5.2006 tarihli ilk kararı, 5841 Sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.3.2009 tarihinden önce verilmiş olup; 18.06.2009 tarihli bozma ve 5.2.2010 tarihli direnme kararları ise tümüyle bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 tarihli 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2.maddesiyle
3402 Sayılı Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrasına: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın “
İbaresi eklenmiş;
3.maddesiyle eklenen geçici 10.maddesinde de;
“Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.”
Hükmüne yer verilmiştir.
Özel Dairece bu düzenlemeler dayanak alınarak; sonuçta kadastro tespitinden dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini kabulle sonuca varılıp; mahkemece de bu saptamaya karşı direnilmiştir.
Ne var ki, bozma ve direnme kararlarının verilmesinden sonra, direnme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi’nin 12.5.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.6.1987 tarihli 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 Sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.7.2011 tarih ve 28003 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
H.G.K.nda yapılan görüşmede, Özel Dairece bozmaya gerekçe yapılan 5841 Sayılı Kanun ile değişik 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde düzenlenen “…iddia ve taşınmazın niteliğine… bakılmaksızın” hükmünün iptaline dair bu Anayasa Mahkemesi kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, öncelikle tartışılmıştır.
Bu durumda üzerinde durulması gereken ilk husus; yerel mahkeme kararının bir bölümüne yönelik temyiz istemlerinin Yargıtay Özel Dairesince reddedilmiş olmasıyla (onanmasıyla) bozma kapsamı dışında bırakılan hususların, dayanağını teşkil eden hükmün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına konu olması üzerine, derdest olan davada yeniden esastan inceleme konusu yapılıp yapılamayacağı meselesidir.
Anayasa`nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta; ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.
Yayınlanmakla yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının; yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan, mülga 1086 Sayılı H.U.M.K.`nun 76. maddesinde “ Hakim re`sen Türk kanunları mucibince hüküm verir…” ;
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)`nun 33. maddesinde yer alan “ Hakim, Türk hukukunu resen uygular ” hükümleri ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde;
Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
Her ne kadar Özel Dairece 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkemenin esasa dair ilk hükmünün BOZULMASINA karar verilmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince-yukarıda değinildiği üzere- iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemez.
Bu noktada, usuli kazanılmış hakka dair açıklama yapılmasında yarar vardır:
Yargıtay`ca bir kararın bozulması ve mahkemece bu bozma kararına uyulması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, usuli kazanılmış hak olup; bu hüküm davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür.
Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması halinde, bu durum taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.
Ne var ki, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın, Yargıtay’ın bozma kararının kapsamı dışında kalması (kısmi onama) ile kesinleşmesi sebebiyle doğan usulü kazanılmış hakkı, maddi anlamda kesin hüküm ile karıştırmamak gerekir. Maddi anlamda kesin hükümde, mahkeme (ve Yargıtay) davadan elini tamamen çekmiş (dava bitmiş, kesin biçimde sonuçlanmış) durumdadır. Oysa, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması sebebiyle kesinleşmesi halinde, mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir ve mahkeme hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir. Bu davada hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak (maddi anlamda kesin hüküm sebebiyle değil) usulü kazanılmış hak sebebiyle inceleme yapılamamaktadır. Ancak usulü kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması sebebiyle kesinleşmiş olan talep yönünden de mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Baskı, cilt 5, s: 4770).
Bu husus, 28.6.1960 tarih ve 21/9 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesi’nin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunludur ve mahkemece, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
O halde, yerel mahkemece, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak karar verilmek üzere ve – diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin- salt bu değişik sebep ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, mahkemece oluşan yeni yasal durum nazara alınarak karar verilebilmesi için, yukarda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 07.03.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/20-194
K. 2012/410
T. 27.6.2012
• TAŞINMAZIN YOLSUZ OLARAK OLUŞTURULAN TAPU KAYDININ İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ ( Orman Kadastro Sınırları İçinde Kalan Sonra Nitelik Kaybı Sebebiyle Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkartılan Taşınmaz – 3402 S.K. Md.12/3’ün Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiğinin Gözetileceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Orman Kadastro Sınırları İçinde Kalan Sonra Nitelik Kaybı Sebebiyle Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkartılan Taşınmaz/Tapu İptali ve Tescil Davası – 3402 S.K. Md.12/3’ün Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği/6292 S.K.’nın Dikkate Alınacağı )
• ORMAN SINIRI DIŞINA ÇIKARILAN YER ( Orman Kadastro Sınırları İçinde Kalan Sonra Nitelik Kaybı Sebebiyle Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkartılan Taşınmaz/Tapu İptali ve Tescil Davası – 3402 S.K. Md.12/3’ün Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği/6292 S.K.’nın Dikkate Alınacağı )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI ( Orman Kadastro Sınırları İçinde Kalan Sonra Nitelik Kaybı Sebebiyle Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkartılan Taşınmaz – 3402 S.K. Md.12/3’ün Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği/İptal Kararının Gözetileceği )
6831/m.2/B
6292/m.1
3402/m.12, 22
Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve E:2009/31, K:2011/77 Sayılı Kararı
ÖZET : Dava, kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kalan daha sonra nitelik kaybı sebebiyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılan taşınmazın yolsuz olarak oluşturulan tapu kaydının iptali ve tescili istemine ilişkindir. Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve E:2009/31, K:2011/77 Sayılı kararıyla; “ 25.02.2009 gün ve 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.06.1987 tarihli 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 Sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline ” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanmıştır.
Yerel mahkemece, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olunmaksızın, 5841 Sayılı Yasa`ya dair Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararı ile 6292 Sayılı Kanun hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilmek üzere ve direnme kararının bozulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “Tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gebze 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 5.9.2008 gün ve 2008/432-211 Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20.Hukuk Dairesinin 5.5.2010 gün ve 2010/1448-5902 Sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili, Osmanyılmaz Mahallesi 11 ada 3 parselin ifrazından oluşan 4705 ada 4 parselin, 6831 Sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması sebebiyle Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığını bildirerek davalılar adına kayıtlı tapunun iptalini ve Hazine adına tescilini istemiştir.
Mahkemece, davanın 5841 Sayılı Kanun ile değişik 3402 Sayılı Kanunun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmaması sebebiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kalan daha sonra nitelik kaybı sebebiyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılan taşınmazın yolsuz olarak oluşturulan tapu kaydının iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Yörede 1944 yılında 3116 Sayılı yasa hükümlerine göre yapılıp kesinleşen ve Hazine adına tescil edilen orman kadastrosu, 14.12.1994 tarihinde ilan edilerek kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B uygulaması bulunmaktadır. Genel arazi kadastrosu 28.1.1970 tarihinde kesinleşmiştir.
Davacı Hazine, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 1944 yılında yapılan ve kesinleşen orman kadastrosunda, davaya konu taşınmazın orman sınırları içinde bırakıldığını, daha sonra 1994 yılında Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığını, 1970 yılında yapılan arazi kadastrosunda ise taşınmazın, daha önce yapılan orman kadastrosu sınırları içinde olduğu gözönünde bulundurulmadan, hata sonucu 2. kere kadastrosu yapılarak kişiler adlarına özel mülk olarak tesbit ve yolsuz olarak tescil edildiğini iddia etmektedir.
Mahkemece verilen karar dosya kapsamına uygun değildir. Şöyle ki; çekişmeli taşınmazın öncesini oluşturan 11 ada 4 parselin tespitine esas alınan Şubat 1313 tarih 114 numaralı sicilden gelen Ocak 1940 tarih 14 numaralı tapu kaydının 506 hektar yüzölçümünde Hazine adına kayıtlı iken 166 hektarlık kısmının ifraz edilerek Gebze Belediyesine satıldığı, daha sonra belediyenin tapulu ve tapusuz başka taşınmazları ile birleştirilmek suretiyle 1952 yılında göçmenlere tevzi edilmek üzere tekrar Hazineye devredildiği ve tevzi edilmesi sonucu Ağustos 1952 tarih 87 ila 266 numaralı tapu kayıtlarının oluştuğu, tevzi edilen yerler içinde 1944 yılında yapılan orman kadastro çalışmasında Beylikdağı Devlet Ormanı olarak sınırlandırılan taşınmazın bir bölümü ile orman sınırı dışında kalan taşınmazların da olduğu, ormanların tevzi edileceği konusunda yasalarımızda herhangi bir hüküm bulunmadığı, aksine 4753 Sayılı Kanunun 8. Maddesinde ormanların kişilere tevzi edilemeyeceğine dair yasaklayıcı hüküm bulunduğu, yörede 1951 yılında makiye ayırma çalışması yapılmışsa da dairenin süreklilik kazanan içtihatlarında kabul edildiği gibi maki komisyonunun yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak kurulup çalışmaması sebebiyle bu çalışmanın yok hükmünde olduğu, taşınmazın 1944 yılında yapılıp kesinleşen ve tapuya tescil edilen orman kadastrosu sınırları içinde kalmaya devam ettiği, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini yitirmesi sebebiyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılma işleminin de kesinleştiği, taşınmaz daha önce yapılan orman kadastro sınırları içinde olduğu halde, arazi kadastro ekiplerince bu durum gözönünde bulundurulmadan, hata ile 2. kere kadastrosu yapılıp yolsuz olarak sicil oluşturulmuşsa da, 766 Sayılı Kanunun 46/2 ve 3402 Sayılı Kanunun 22/1. maddeleri gereğince 2. kadastronun yolsuz ( T.M.Y.nın 1025. md. ) ve bütün sonuçlarıyla hükümsüz olması sebebiyle malikine mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve T.M.Y.nın 102. ( E.M.Y. 934 – İsviçre 976 ) maddesi gereğince sicilin hiç bir süreye bağlı kalmadan her zaman iptal edileceği, somut olayda 3402 Sayılı Kanunun 12/3. maddesi hükümlerinin uygulanma olanağının bulunmadığı, baştan beri yolsuz tescil niteliğinde oluşturulan sicil kaydının, davalılara hiç bir zaman mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve başlangıcından itibaren yolsuz ve geçersiz olan tapu kaydının iptaline dair mahkeme kararının yenilik doğuran ( inşai ) mülkiyet hakkını sona erdiren bir hüküm olmayıp, mevcut durumu saptayıp hukuksallaştıran, açıklayıcı ( ihzari ), başka bir anlatımla; sicilin oluştuğu tarihten itibaren mülkiyet hakkının doğmadığını, sicilin yolsuz ve geçersiz olduğunu belirleyen bir hüküm olacağı, bu tür kayıtlarda T.M.Y.`nın 1023. ( E.M.Y. 931 – İsviçre M.Y.974 ) maddesindeki “iyi niyetle edinme” kuralının da uygulanamayacağı, davalılar taşınmazı başkasından satınalmışsa ve koşulları varsa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre bu yeri kendilerine satan kişilerden satış bedelini geri isteyebilecekleri gözönünde bulundurularak davanın esası incelenip karar verilmesi gerekirken, hakdüşürücü süre sebebiyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir… ),
Gerekçesiyle hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kalan daha sonra nitelik kaybı sebebiyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılan taşınmazın yolsuz olarak oluşturulan tapu kaydının iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Mahkemece, 5841 Sayılı Kanun ile değişik 3402 Sayılı Kanun`un 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmayan davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; 3402 Sayılı Kadastro Kanunu`nun 12/3. maddesinde, 5841 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklik dikkate alındığında eldeki davada on ( 10 ) yıllık hak düşürücü sürenin uygulanıp uygulanmayacağı, noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada davalılar hakkındaki temyiz itirazlarının ayrı ayrı incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
I- ) Davalı M.Ç. hakkındaki temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Somut olay irdelenmeden önce, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır:
Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine ( fiil ehliyetine ) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
Taraf sıfatına gelince: Bir hakkı dava etme yetkisi ( dava hakkı ) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, ( o davada davacı sıfatının kime ait olacağı ) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme davaya konu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, sıfat, davaya konu sübjektif hak ( dava hakkı ) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı davaya konu sübjektif hakka ilişkindir ( Kuru/Arslan/Yılmaz: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7.Baskı, s.231 ).
O halde, davaya konu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, davaya konu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenirKuru/Arslan/Yılmaz:age, s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307 ).
Mahkemenin taraflar arasında davaya konu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan ( husumetten ) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, davaya konu sübjektif hakkın özüne dair bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında davaya konu hakkın doğumuna engel olduğu için def`i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraza ilişkindir.
Nitekim aynı ilkeler, H.G.K.’nun 23.6.2004 gün ve E:2004/4-371, K:2004/375; 18.4.2007 gün ve E:2007/5-233, K:2007/221; 4.3.2009 gün ve E:2009/10-34, K:2009/104; 4.11.2009 gün ve E:2009/2-402, K:2009/484; 3.2.2010 gün ve E:2010/4-4, K:4; 10.11.2010 gün ve E: 2010/21-497, K:2010/590 Sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Ortaya konulan bu hukuki açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; çekişme konusu 4705 ada 4 parsel sayılı taşınmazın tapu ( çap ) kaydında Gebze Belediyesi`nin 10/289, F. Ç.`ın 279/289 paya sahip olduğu, davalı M.Ç.`ın 279/289 payını 13.3.2008 tarihinde diğer davalı F. Ç.`a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Eldeki davanın 5.9.2008 tarihinde açıldığı gözetildiğinde, dava tarihi itibariyle davalı M.Ç.`ın kayıtla bir ilgisinin kalmadığı sabittir. Dolayısıyla tapu kaydında malik olarak görünenler arasında davalı M.Ç.`ın yer almadığı belirgin olduğuna göre, anılan kişinin davalı olarak taraf sıfatı bulunmamaktadır.
Buna göre, davalı M.Ç. hakkındaki davanın sıfat ( pasif husumet ) yokluğu sebebiyle reddine karar verilmesi gerekir.
O halde, yerel mahkemece davalı M.Ç. hakkındaki davanın sıfat ( pasif husumet ) yokluğu sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Belirtilen bu değişik gerekçeyle direnme kararının bozulması gerekir.
II ) Diğer davalılar F. Ç. ve Gebze Belediye Başkanlığı hakkındaki temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
Hemen belirtilmelidir ki, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.2.2009 tarihli 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2.maddesiyle 3402 Sayılı Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrasına: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın “ İbaresi eklenmiş; 3.maddesiyle eklenen geçici 10.maddesinde de; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” Hükmüne yer verilmiştir.
Mahkemece, 5841 Sayılı Kanunun açıklanan bu hükümleri ile değişik 3402 Sayılı Kanunun 12/3. maddesi hükmü gözetilerek, 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmayan davanın reddine karar verilmiş; bozma ilamında işin esasının incelenmesi gereğine işaretle hüküm BOZULMASINA karşın, yine aynı gerekçelerle önceki hükümde direnilmiştir.
Ne var ki, Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve E:2009/31, K:2011/77 Sayılı kararıyla; “ 25.2.2009 gün ve 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.6.1987 tarihli 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 Sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline ” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.7.2011 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
Öte yandan, 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkındaki Kanun 26.04.2012 tarih ve 28275 Sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
6292 Sayılı kanunun 1.maddesinde:Kanunun amacının; 31.08.1956 tarihli ve 6831 Sayılı Orman Kanununun 2. maddesi gereğince, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi ile Hazineye ait tarım arazilerinin satışına dair usul ve esasların belirlenmesi, 6831 Sayılı Kanun`un 2. maddesine göre Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ile Hazineye ait tarım arazileri hakkında uygulanması olduğu açıklanmış; 9/2.maddesinde de “ Bu Kanuna göre yapılacak işlemler sonuçlanıncaya kadar 2/B alanları hakkında Hazine tarafından kişiler aleyhine açılması gereken davalar açılmaz, açılmış ve devam eden davalar durdurulur…” hükmüne yer verilmiştir.
O halde, yerel mahkemece, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olunmaksızın, 5841 Sayılı Yasa`ya dair Anayasa Mahkemesi`nin iptal kararı ile 6292 Sayılı Kanun hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilmek üzere ve – diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin- salt bu değişik sebep ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ : 1- ) Yukarıda ( I ) numaralı bentte gösterilen nedenlerden dolayı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
2- ) Yukarıda ( II ) numaralı bentte gösterilen nedenlerden dolayı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, mahkemece oluşan yeni yasal durum nazara alınarak karar verilebilmesi için, yukarda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.06.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
7. CEZA DAİRESİ
E. 2011/10702
K. 2012/21
T. 26.12.2011
• YASAKLI OLMASINA RAĞMEN SANIĞIN SPOR MÜSABAKALARINDA BULUNMA EYLEMİ ( Eyleme İlişkin Maddenin Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği – Eylemin 08.02.2008 Tarihine Kadar Müeyyidesiz Kaldığının Gözetileceği )
• ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI ( Sanığın Yasaklı Olmasına Rağmen Spor Müsabakasında Bulunduğu – Eyleme İlişkin Maddenin Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiğinin Gözetileceği )
• SPOR MÜSABAKALARINDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNA MUHALEFET ( Sanığın Yasaklı Olmasına Rağmen Spor Müsabakasında Bulunduğu – Eyleme İlişkin Maddenin Anayasa Mahkemesi Kararı İle İptal Edildiği/Eylemin 08.02.2008 Tarihine Kadar Müeyyidesiz Kaldığı )
5149/m.18/3
Anayasa Mahkemesi’nin 05.01.2006 gün ve 2005/55 – 2006/4 Sayılı Kararı
ÖZET : Yasaklı olmasına rağmen spor müsabakalarında bulunma eyleminde, Hükümden sonra, Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.2007 gün ve 26706 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 05.01.2006 gün ve 2005/55-2006/4 sayılı kararı ile eyleme ilişkin maddenin iptal edildiği gözetilmelidir. Eylemin 08.02.2008 tarihine kadar müeyyidesiz kaldığı, mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Hükümden sonra, Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.2007 gün ve 26706 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 05.01.2006 gün ve 2005/55-2006/4 sayılı kararı ile, suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan ancak 14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6222 sayılı Yasa ile mülga olan 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 18. maddesinin 3. fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğundan iptaline karar verildiği, anılan iptal kararının Resmi Gazete’de yayımı tarihinde yürürlüğe girdiği, böylece sanığın üzerine atılı 5149 sayılı Kanun’un 18. maddesinin 3. fıkrası kapsamında kalan yasaklı olmasına rağmen spor müsabakalarında bulunma eylemi, 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’la yeniden düzenlenip yürürlüğe girdiği 08.02.2008 tarihine kadar müeyyidesiz kaldığı cihetle,
SONUÇ : Sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden mahkumiyet hükmünün ( BOZULMASINA ), 5237 sayılı TCK’nın 71. maddesi ve 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca suç oluşturmayan atılı fiilden sanığın BERAATİNE, 26.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/6445
K. 2011/8586
T. 13.6.2011
• RÜCUAN TAZMİNAT ( Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararlarının Resmi Gazetede Yayımlanarak Yürürlüğe Girmesi İle Birlikte Elde Bulunan ve Kesinleşmemiş Tüm Davalarda Uygulanmasının Zorunlu Olduğu )
• ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İPTAL KARARLARI ( Resmi Gazetede Yayımlanarak Yürürlüğe Girmesi İle Birlikte Elde Bulunan ve Kesinleşmemiş Tüm Davalarda Uygulanmasının Zorunlu Olduğu )
• VEKALET ÜCRETİ ( Açıldığı Tarihdeki Mevzuat ve İçtihatlara Uygun Olan Davanın Anılan İptal Hükmü Sebebiyle Oluşan Hukuksal Durum Gereğince Kısmen Reddine Karar Verilmesinde Davacının Sorumluluğu Bulunmadığı Halde Davalı Lehine Vekalet Ücretine Hükmedilmesinin İsabetsizliği )
506/m.26
2709/m.152,153
1086/m.76
ÖZET : Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Kanunun 26. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş; Anayasa’nın 152 ve 153. maddelerinde öngörülen düzenleme uyarınca Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile birlikte, elde bulunan ve kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanmasının zorunlu olması karşısında, iptal kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten sonra, H.U.M.K.’nun 76. maddesi uyarınca, yürürlükteki yasaları uygulamakla yükümlü bulunan mahkemelerin ve giderek Yargıtay’ın, iptal kararı ile yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkisi bulunmadığından; açıldığı tarihdeki mevzuat ve içtihatlara uygun olan davanın, anılan iptal hükmü sebebiyle oluşan hukuksal durum gereğince kısmen reddine karar verilmesinde, davacının sorumluluğu bulunmadığı halde; davacı Kurumun davada haksız çıkan taraf olarak nitelenip davalı lehine vekalet ücretiyle sorumluluğuna hükmedilmesi mümkün değildir.
DAVA : Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkeme, A… Plastik Doğrama Aksesuarları Saç Profil San.ve Tic. Ltd. Şti. ile Yapı Kredi Sigorta A.Ş. haklarında açılan davanın reddine, M. A. hakkında açılan davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davacı ile, davalılardan M. A. avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Mustafa Arınmış tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükümün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı M. A. avukatının tüm, davacının avukatının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
1- )Zorunlu mali sorumluluk sigortası; “Motorlu bir aracın karayolunda işletilmesi sırasında bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına, bir şeyin zarara uğramasına sebep olması halinde, o aracı işletenin, zarara uğrayan üçüncü kişilere karşı olan mali ve hukuki sorumluluğunu belli limitler dahilinde güvence altına almak” üzere oluşturulmuştur. Dolayısıyla, sigorta şirketinin, zorunlu mali mesuliyet sigortası kapsamında Kurumun rücu alacağından sorumluluğu; kaza tarihi itibariyle geçerli olan poliçede yazılı sorumluluk limiti ile sınırlıdır. Sigorta şirketi tarafından, 2918 Sayılı Kanun kapsamında poliçeye dayalı akdi sorumluluk sebebiyle poliçe limiti dahilinde, sigortalı ya da hak sahiplerine ödeme yapıldığının geçerli belgelerle kanıtlanması durumunda, sigorta şirketinin mükerrer ödeme ile karşı karşıya bırakılmaması bakımından, ödediği miktar oranında tazmin sorumluluğundan kurtulduğunun kabulü gerekir.
Eldeki davada, davalı sigorta şirketinin, davaya konu trafik kazasının meydana geldiği tarih itibariyle geçerli olan zorunlu mali mesuliyet sigortası kapsamında poliçe limitini, dava açılmadan önce ödediğini ileri sürmesi karşısında, Poliçe limitini ödemeye yönelik belgelerin içeriği ve geçerliliği yönünde araştırma yapılarak, ödeme yapılıp yapılmadığı, yapılmışsa tarih ve miktarı yönünden poliçe ve ödemeye ilişkin dayanak belgeler getirtilerek, yukarda yapılan açıklama çerçevesinde ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
2- )Davaya konu trafik iş kazası sonucu vefat eden sigortalının haksahiplerine bağlanan ölüm gelirinin, sosyal yardım zammı dahil ilk peşin sermaye değeri 28.378,80 TL. iken, 27.538,95 TL. hüküm altına alınmak suretiyle eksik Kurum alacağına karar verilmiştir.
3- )Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Kanunun 26. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin 23.11.2006 gün ve 2003/10 Esas ve 2006/106 Sayılı kararıyla. Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş; Anayasa’nın 152 ve 153. maddelerinde öngörülen düzenleme uyarınca. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile birlikte, elde bulunan ve kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanmasının zorunlu olması karşısında, iptal kararının Resmi Gazetede yayımlandığı 21.3.2007 tarihinden sonra, H.U.M.K.’nun 76. maddesi uyarınca, yürürlükteki yasaları uygulamakla yükümlü bulunan mahkemelerin ve giderek Yargıtay’ın, iptal kararı ile yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkisi bulunmadığından; açıldığı tarihdeki mevzuat ve içtihatlara uygun olan davanın, anılan iptal hükmü sebebiyle oluşan hukuksal durum gereğince kısmen reddine karar verilmesinde, davacının sorumluluğu bulunmadığı halde; davacı Kurumun davada haksız çıkan taraf olarak nitelenip davalı M. A. lehine vekalet ücretiyle sorumluluğuna hükmedilmesi mümkün değildir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 13.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.