Ara Karar Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5576
K. 2012/21769
T. 21.6.2012
• HACZEDİLMEZLİK ŞİKAYETİ ( Ara Karar Kurulmuş Ancak Ara Kararın Yerine Getirilmesi İçin Kesin Süre Verilmediği – Ara Kararının Yerine Getirilmemiş Olması Borçlu Aleyhine Sonuç Doğurmayacağının Kabulü Gerektiği )
• ARA KARAR ( Bankaya Müzekkere Yazılması Yönünde Kurulmuş Ancak Ara Kararın Yerine Getirilmesi İçin Kesin Süre Verilmediği/Ara Kararının Yerine Getirilmemiş Olması Borçlu Aleyhine Sonuç Doğurmayacağı – Haczedilmezlik Şikayeti )
• HAKİM TARAFINDAN VERİLEN KESİN SÜRE ( Haczedilmezlik Şikayeti – Ara Kararın Yerine Getirilmesi İçin Kesin Süre Verilmediği/Geçerli Bir Kesin Mehil Verildiğinden Söz Etmenin Mümkün Olmadığı )
• KESİN SÜRE ( Hakim Tarafından Verilen – Ara Karar Kurulmuş Ancak Ara Kararın Yerine Getirilmesi İçin Kesin Süre Verilmediği/Ara Kararının Yerine Getirilmemiş Olması Borçlu Aleyhine Sonuç Doğurmayacağının Kabulü Gerektiği – Haczedilmezlik Şikayeti )
6100/m.90,94
1086/m.159,163
ÖZET : Somut olayda borçlunun haczedilmezlik şikayetinde bulunduğu, mahkemece, duruşmada giderin borçlu tarafından karşılanmak üzere bankaya müzekkere yazılması yönünde ara karar kurulmuş ancak, ara kararın yerine getirilmesi için açıklandığı üzere kesin süre verilmediğinden, HUMK.nun 163. ( HMK’nun 94. maddesi ) maddesine uygun ve geçerli bir kesin mehil verildiğinden söz etmek mümkün değildir. Borçluya verilmiş bir kesin mehil bulunmadığı gibi, kesin süre verildiği düşünüIse bile mahkemece masrafların yatırılmaması halinde sonuçlarının ne olacağı konusunda borçluya herhangi bir ihtaratın yapılmadığı belirlenmiştir. Bu durumda HUMK. nun 163 ve 159. ( HMK 94 ve 90. maddeleri ) maddelerinin olayda uygulama yeri olmayıp, ara kararının yerine getirilmemiş olması borçlu aleyhine sonuç doğurmayacağının kabulü gerekir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Armağan Keskin Sarıbaş tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : Alacaklı tarafından başlatılın ilamlı icra takibinde borçlu belediyenin hesaplarına haciz konulmuş belediye tarafından haczedilmezlik şikayetinde bulunulmuştur.
HUMK.nun 163 ve 159. maddeleri ( HMK 94 ve 90. maddeleri ), mahkemeye ve taraflara belli işlemleri belli edilen sürelerde yapması için sınırlamalar getirmiştir. Bu sürelerin bir kısmı yasa metninde yer almış bir kısmı ise hakimin taktirine bırakılmıştır. Süre tayini hakimin taktirine bırakılan hallerde yapılacak işlemin niteliğine göre makul bir süre belirlenmelidir. Hakimin verdiği ve kesin olduğunu belirtildiği sürede taraf belirtilen işlemi mutlaka yapmalıdır. Sürenin bitiminden sonra belirtilen işlemin yapılması mümkün değildir. Şayet yapılmamış ise taraf bu konudaki hakkını kaybeder. Hakkın zayi olması gibi ağır bir müeyyideye bağlanan verilen sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için yapılması gereken işlemler ve ne kadar sürede yapılacağı açık ve tam olarak belirtilmesi gerektiği gibi bunların yapılmamasının doğuracağı sonuçların açıklanması ve tarafların uyarılması gerekir. ( HGK.nun 21.9.1983 tarih 14/3447-825 sayılı kararı )
Somut olayda borçlunun haczedilmezlik şikayetinde bulunduğu, mahkemece, 21.07.2011 tarihli celsede giderin borçlu tarafından karşılanmak üzere bankaya müzekkere yazılması yönünde ara karar kurulmuş ancak, ara kararın yerine getirilmesi için açıklandığı üzere kesin süre verilmediğinden, HUMK.nun 163. ( HMK’nun 94. maddesi ) maddesine uygun ve geçerli bir kesin mehil verildiğinden söz etmek mümkün değildir. Borçluya verilmiş bir kesin mehil bulunmadığı gibi, kesin süre verildiği düşünüIse bile mahkemece masrafların yatırılmaması halinde sonuçlarının ne olacağı konusunda borçluya herhangi bir ihtaratın yapılmadığı belirlenmiştir. Bu durumda HUMK. nun 163 ve 159. ( HMK 94 ve 90. maddeleri ) maddelerinin olayda uygulama yeri olmayıp, ara kararının yerine getirilmemiş olması borçlu aleyhine sonuç doğurmaz.
O halde mahkemece, yukarıda açıklanan yasa maddeleri hükmü gözardı edilerek ve belirtilen usullere aykırı olarak yanılgılı değerlendirme ile itirazın reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.06.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/15-278
K. 2008/254
T. 19.3.2008
• ARA KARAR ( Direnme ve Uyma Kararlarının Kapsamını Belirleyen Ara Kararın da Ortaya Çıkaracağı Usuli Kazanılmış Haklar Çerçevesinde Kısa Karara Dolayısıyla da Gerekçeli Karara Uygun Olması Gerektiği – Çelişik Olmaması Gerektiği )
• ÇELİŞKİLİ HÜKÜM KURULMAMASI ZARURETİ ( Ara Kararların da Ortaya Çıkaracağı Usuli Kazanılmış Haklar Çerçevesinde Kısa Karara Dolayısıyla da Gerekçeli Karara Uygun Olması Gerektiği )
• BOZMA İLAMINDAKİ “KABULE GÖRE” İFADESİ ( Usuli Anlamda Bozma Niteliği Taşımadığı – Eleştiri Mahiyetindeki Bu Açıklamalara Karşı da Uyma ve Direnme Kararları Oluşturulmasının Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu )
1086/m.381,388,389,429
ÖZET : Mahkemenin ara kararı, kısa karar ve gerekçeli kararda uyulan ve direnilen kalemler gösterilirken birbiriyle çelişen ifadelere yer verildiği gibi, hükmedilen rakamlar da her üç kararda birbirinden farklı gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde bu farklılık maddi hataya dayandırılmışsa da aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme ve uyma kararlarının kapsamını belirleyen ara kararının da ortaya çıkaracağı usuli kazanılmış haklar çerçevesinde kısa karara dolayısıyla da gerekçeli karara etkisi göz ardı edilmemeli; bu kararlar birbiriyle çelişik olmamalıdır. Mahkemenin, çelişki ve ifade bozuklukları ile rakam farklılıkları içeren ara kararı ve bununla olduğu kadar birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları; bunlarla uyum içinde olmayan gerekçesi, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Öte yandan, bozma ilamında “Kabule göre de” ibaresi ile başlayan açıklama usuli anlamda bozma niteliği taşımadığı halde, bozma nedeniymiş gibi kabul edilerek faiz başlangıcı yönünden yapılan bu eleştiri mahiyetindeki açıklamalara karşı da uyma ve direnme kararları oluşturulması da usul ve yasaya aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 7.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen 24.05.2005 gün ve 2003/686-2005/213 sayılı kararın incelenmesi davacılar Nurettin Doğan, Mirza Doğan ve Cevat Çelik ile davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13.11.2006 gün ve 2005/6445-2006/6462 sayılı ilamı ile;
( … 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davacılardan Nurettin Doğan 08.03.2000 ve Mirza Doğan da 17.06.1999 tarihli teslim tutanakları ile kendilerine isabet eden bağımsız bölümleri eksiksiz olarak teslim almış olmalarına ve bu bağımsız bölümlerdeki kusurlu işlerin de açık ayıp niteliğinde bulunmasına ve bu ayıplarla ilgili olarak da ihtiraz kayıt dermeyan etmemiş olmalarına göre bu davacılar, ancak bağımsız bölümlerinin kirası ile ortak yerlerdeki eksik ve ayıplı işler bedellerinden paylarına düşeni talep edebilirler. Bu durumda diğer taleplerinin reddi gerekir.
Diğer davacı Cevat Çelik ise 25.06.1999 tarihli ibraname ile kendisine düşen bağımsız bölümler yönünden sözleşmeden doğan alacaklarından dolayı yükleniciyi ibra ettiğine göre, bu davacı da, ancak ortak yerlerdeki eksik ve ayıplı işler bedelinden payına düşeni talep edebilir. Bunun dışındaki taleplerinin reddi gerekir.
Mahkemece teslim ve ibra tutanakları dikkate alınmaksızın yazılı şekilde karar oluşturulması doğru olmamıştır. Yapılacak iş, gerekirse yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda bilirkişilerden ek rapor alınmak suretiyle gerekli değerlendirmenin yapılmasından ve sonucuna göre karar oluşturulmasından ibarettir.
3- Kabule göre de, ıslah ile artırılan alacak kısmına, ıslah tarihi itibariyle faize hükmedilmesi gerekirken, tüm alacak miktarları yönünden esas dava tarihinin faize başlangıç alınması doğru olmamıştır… ),
Gerekçesiyle ” ( 1. ) bent uyarınca tarafların sair temyiz itirazlarının reddine, kararın ( 2. ) bentte açıklanan nedenlerle taraflar, ( 3. ) bentte açıklanan nedenlerle davalı yüklenici yararına” bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Asıl ve birleşen davalar, Gayrımenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacılar Mirza ve Cevat yönünden davanın kısmen kabulüne, davacı Nurettin yönünden ise fazlaya ilişkin hakları saklı bırakılarak davanın kabulüne karar verilmiş; bu davacıların ve davalı vekillerinin temyizi üzerine karar, başlık bölümüne aynen alınan bozma ilamının ikinci bendinde açıklanan nedenlerle taraflar yararına, üçüncü bendinde belirtilen kabul biçimine göre bozma nedeniyle de davalı yararına, bozulmuştur.
Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sırasında davacılar vekili önceki kararda direnilmesini; davalı vekili ise bozmaya uyulmasını istemişlerdir.
Yargılamanın 26.06.2007 tarihli oturumunda mahkemece bozma ilamına uyulup uyulmaması yönünden verilen ara kararında aynen;
“… 1- Davacı Nurettin Doğan vekilinin açtığı davada ıslah da nazara alınarak mahkememizin 24.05.2005 günlü hükmünde faiz başlangıç tarihi haricinde direnilmesine, faiz başlangıcı ile ilgili olarak Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 13.11.2006 günlü bozmasına uyulmasına,
2- Ankara 12. Asliye hukuk Mahkemesi’nin 2004/60 Esas sayılı dosyası ile açılan davacı Mirza Doğan’la ilgili davanın Mirza Doğan yönünden dava konusu yapılan 9. ve 15. bağımsız bölümlerdeki geç teslimden istenen kira alacağına dair toplam 765 YTL talebin reddine ve bağımsız bölümlerdeki gizli ayıba karşı verilen 1.500 YTL’lik tazminat ile ilgili ve ıslah olmadığından faiz başlangıcına ilişkin bozmaya karşı direnilmesine, hükmedilen 2.673.03 YTL’lik alacaktan 1.500 YTL ile ayıplı noksan işlerinde 2.707.95 YTL tuttuğu anlaşılmakla, noksan ve ayıplı işler yönünden Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 13.11.2006 günlü bozmasına uyulmasına,
Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/60 Esas sayılı dosyasındaki davacı Cevat Çelik’le ilgili olarak açılan davada Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 13.11.2006 günlü bozmasına, kira tazminatı talebinin reddine ve bağımsız bölümlerdeki gizli ayıpla ilgili tazminat hükmedilmesine dair kısmına karşı direnilmesine, gizli ayıplı bağımsız bölümlerdeki 3.000 YTL’Iik alacakla birlikte toplam alacağın 5.531.96 YTL olması nedeniyle bu yönden bozmaya uyulmasına…”
Karar verilmiş;
11.10.2007 tarihli son celsede verilen kısa kararda ise aynen;
“… 1- Davacı vekilinin davacı Nurettin Doğan ile ilgili açtığı davanın ıslah da nazara alınarak Mahkememizin 24.5.2005 günlü hükmünde faiz başlangıcı haricinde kalan Yargıtay 15 HD.sının 13.11.2006 bozmasına karşı 24.5.2005 günlü kararında direnilerek ıslah edilen miktarda nazara alınarak davanın kabulü ile ortak yerlerdeki noksan işlerden dolayı 2.187.21 YTL ile açık ayıplı işlerden dolayı 356.20 YTL gizli ayıplı işlerden dolayı 670.36 YTL bağımsız bölümlerdeki gizli ayıplardan dolayı 3.300 YTL ve kira mahrumiyetinden dolayı 1.125 YTL ki 7.638,77 YTL’nın 6.000 YTL’lik kısmına 28.7.2003 dava tarihinden 1.638.77 YTL’lik kısmına ıslah tarihi olan 23.3.2005 tarihinden itibaren %70 oranını aşılmamak kaydı ile değişken avans faizi ile davalı Erdal Menekşe’den alınıp Davacı Nurettin Doğan’a verilmesine,
2- Davacıların Ankara 12 Asliye Hukuk mahkemesinin 2004/60 esasta açıpta dava dosyası ile birleştirilen dosyasına ilişkin olarak,
a- Davacı Mirza Doğanın açtığı davaya ilişkin olarak noksan ve gizli ayıplı iş bedeli olarak Mahkememizin 24.5.2005 günlü kararının bozulmasına ilişkin Yargıtay 15 HD’nın 13.11.2006 günlü bozmasına ilişkin olarak da 24.5.2005 günlü Mahkememiz kararında dava konusu olan 9 ve 15 bağımsız bölümlerdeki geç teslim de istenen kira alacağına dair toplam 765.00 YTL talebin reddine ve bağımsız bölümlerdeki gizli ayıba karşı verilen 1500 YTL’lik tazminatla ilgili ıslah olmadığından faiz başlangıcından ilişkin bozmaya karşı direnilmesi ile 2.707,95 YTL’nın birleştirilen dosyanın dava tarihi 28.1.2004’den itibaren değişken oranlardaki ve %48 oranı aşılmak kaydı ile avans faizi ile davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
Fazla talebin reddine,
b- Davacı Cevat Çelik’in açtığı davaya ilişkin noksan ayıplı iş bedeli olarak mahkememizin 24.5.2005 günlü kararının bozulmasına dair Yargıtay 15 HD’nın 13.11.2006 günlü bozmasına ilişkin olarak da dava konusu olan 4-5-16 bağımsız bölümlerin geç tesliminden kira tazminatı reddine ve bağımsız bölümdeki gizli ayıpla ilgili tazminat hükmedilmesine dair kısmına karşı direnilmesi ile noksan ve ayıplı iş bedellerinden 5.551,96 YTL’nın birleştirilen dosyanın dava tarihi 28.1.2004 tarihinden itibaren değişken oranlardaki ve %48 oranı aşılmamak koşulu ile avans faizi ile davalıdan alınıp bu davacıya verilmesine,
Fazla talebin reddine…”
Hükmedilmiştir.
Böylece, mahkemenin kararın gerekçesinde de açıkladığı üzere Nurettin Doğan yönünden sadece bozma ilamında kabul biçimine göre faiz başlangıcı yönünden yapılan eleştiri mahiyetindeki açıklamalar da bozma kabul edilerek uyulmuş; diğer yönlerden direnilmiştir. Yine davacı Mirza yönünden geç teslimden kaynaklanan kira talebinin reddine, gizli ayıptan kaynaklanan 1.500 YTL tazminat ve ayrıca yine kabul biçimine göre faiz başlangıcı yönünden yapılan eleştiri mahiyetindeki açıklamalar da bozma kabul edilerek direnilmiş, ayıplı ve noksan işler yönünden ise kısmi olarak bozmaya uyulmuştur. Davacı Cevat yönünden ise kira tazminatının reddine ve bağımsız bölümlerden dolayı gizli ayıpla ilgili tazminata hükmedilmesine ilişkin kısım yönünden direnme kararı verilmiş; gizli ayıpların bağımsız bölümlerle ilgili kısmına ilişkin alacak yönünden bozmaya uyulmuştur.
Mahkemenin yukarıda açıklanan bozmaya kısmen uyma kısmen direnmeye ilişkin ara kararı ile kısa kararı birbiriyle çelişkili olduğu gibi, gerekçeli kararda ortaya konulan “…bozmaya karşı direnilerek ortak yerlerden dolayı noksan ve ayıplı işler bedeli olarak 5.541,96 YTL’ye dava tarihinden itibaren faiz uygulanarak hükmedilmesi gerektiği sonucuna varıldığından bozma ilamına karşı hüküm kurulduğu sırada Cevat ÇELİK’le ilgili alacağın 5.531,96 YTL şeklinde hataen tutanağa geçtiği de anlaşılmakla, bozmaya uyulmasına ilişkin 26.06.2007 tarihli celsedeki 5.531,96 YTL’lik rakamdaki daktilo hatası ve son kısa karardaki daktilo hatası düzeltilerek 5.541,96 YTL’ye faiz uygulanarak hüküm kurulması yönünde karar verilmesinin doğru olacağı sonuç ve kanısına varılarak aşağıda gösterildiği şekilde her üç davacı ile ilgili kısmi direnme ile hüküm kurulması cihetine gidilmiştir.” Şeklindeki gerekçeyle de çelişkinin varlığı açıkça vurgulanmış; gerekçeli direnme kararının hüküm fıkrasında ise aynen;
“1- Davacı vekilinin davacı Nurettin DOĞAN ile ilgili açtığı davanın ıslahta nazara alınarak Mahkememizin 24.05.2005 günlü hükmünde faiz başlangıcı haricinde kalan Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 13.11.2006 tarihli bozmasına karşı 24.05.2005 günlü kararında DİRENİLEREK ıslah edilen miktar da nazara alınarak DAVANIN KABULÜ ile ortak yerlerdeki noksan işlerden dolayı 2.187,21 YTL ile açık ayıplı işlerden dolayı 356,20 YTL, gizli ayıplı işlerden dolayı 670,36 YTL, bağımsız bölümlerdeki gizli ayıplardan dolayı 3.300 YTL ve kira mahrumiyetinden dolayı 1.125 YTL ki 7.638,77 YTL’nin 6.000 YTL’lik kısmına 28.07.2003 dava tarihinden, 1.638,77 YTL’lik kısmına ıslah tarihi olan 23.03.2005 tarihinden itibaren %70 oranı aşılmamak kaydı ile değişken avans faizi ile davalı Erdal Menekşe’den alınıp davacı Nurettin Doğan’a verilmesine,
2- Davacıların Ankara 12 Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/60 Esas sayılı dosya ile açtıkları ve birleştirilen dava dosyasına ilişkin olarak;
a- Davacı Mirza Doğan’ın açtığı davaya ilişkin olarak noksan ve gizli ayıplı iş bedeli olarak mahkememizin 24.05.2005 günlü kararının bozulmasına ilişkin Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13.11.2006 günlü bozmasına ilişkin olarak da 24.05.2005 günlü mahkememiz kararında dava konusu olan 9 ve 15. bağımsız bölümlerdeki geç teslim de istenen kira alacağına dair toplam 765 YTL talebin reddine ve bağımsız bölümlerdeki gizli ayıba karşı verilen 1.500 YTL’lik tazminatla ilgili ıslah olmadığından faiz başlangıcına ilişkin bozmaya karşı DİRENİLMESİ ile 2.707,95 YTL’nin birleştirilen dosyanın dava tarihi 28.01.2004 tarihinden itibaren değişken oranlardaki ve %48 oranı aşılmamak kaydı ile avans faiziyle davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazla talebin reddine,
b- Davacı Cevat ÇELİK’in açtığı davaya ilişkin noksan ayıplı iş bedeli olarak mahkememizin 24.05.2005 günlü kararının bozulmasına dair Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 13.11.2006 günlü bozmasına ilişkin olarak da dava konusu olan 4-5-16 bağımsız bölümlerin geç tesliminden kira tazminatı talebinin reddine ve bağımsız bölümlerdeki gizli ayıpla ilgili tazminat hükmedilmesine dair kısmına karşı DİRENİLMESİ ile noksan ve ayıplı iş bedellerinden 5.541,96 YTL’nin birleştirilen dosyanın dava tarihi 28.01.2004 tarihinden itibaren değişken oranlardaki ve %48 oranı aşılmamak koşulu ile avans faizi ile davalıdan alınıp bu davacıya verilmesine, fazla talebin reddine”
Şeklinde hüküm oluşturulmuş; dolayısıyla, bu hüküm ve ara kararı ile kısa karar arasında çelişki yaratılmıştır.
Öte yandan, mahkemece bozma ilamının kabule göre açıklamasıyla başlayan ve tavsiye niteliğinde bulunan faiz başlangıcına ilişkin bozma nedenine karşı uyma ve direnme kararları tesis ettiği de belirgindir.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, yukarıda aynen içeriklerine yer verilen kısmen önceki kararda direnilmesine, kısmen de uyulmasına ilişkin mahkemece oluşturulan ara kararı ile kısa ve gerekçeli kararların usulüne uygun olup olmadığı; gerek kendi aralarında gerekse kararın gerekçesi ile çelişki içerip içermedikleri; diğer yandan da kabule biçimine göre eleştiri mahiyetinde ortaya konulan bozma nedenine karşı uyma veya direnme kararı verilmesinin de olanaklı olup olmadığı da usuli sorunlar olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.
Durum bu olunca konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389. maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381. maddesinde “kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır.
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarakta kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
Ayrıca, bozma ilamlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar; usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır. Dolayısıyla, yerel mahkemelerin, bozma ilamında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 6.3.1996 gün ve 1995/14-966 E.,1996/124 K. sayılı; 28.02.2007 gün ve 2007/2-91 E., 2007/85 K. sayılı kararları ).
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:
Mahkemece yukarıya aynen alınan ara kararı, kısa karar ve gerekçeli kararda uyulan ve direnilen kalemler gösterilirken birbiriyle çelişen ifadelere yer verildiği gibi, hükmedilen rakamlar da her üç kararda birbirinden farklı gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde bu farklılık maddi hataya dayandırılmışsa da aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme ve uyma kararlarının kapsamını belirleyen ara kararının da ortaya çıkaracağı usuli kazanılmış haklar çerçevesinde kısa karara dolayısıyla da gerekçeli karara etkisi göz ardı edilmemeli; bu kararlar birbiriyle çelişik olmamalıdır. Mahkemenin, çelişki ve ifade bozuklukları ile rakam farklılıkları içeren ara kararı ve bununla olduğu kadar birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları; bunlarla uyum içinde olmayan gerekçesi, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Öte yandan, bozma ilamında “Kabule göre de” ibaresi ile başlayan açıklama usuli anlamda bozma niteliği taşımadığı halde, bozma nedeniymiş gibi kabul edilerek faiz başlangıcı yönünden yapılan bu eleştiri mahiyetindeki açıklamalara karşı da uyma ve direnme kararları oluşturulması da usul ve yasaya aykırıdır.
Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usuli eksiklere dayalı olarak bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 19.03.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/19-624
K. 2008/632
T. 15.10.2008
• ARA KARAR ( Hakimin Ara Kararından Dönebileceği – Bozmaya Uyma Kararının İstisna Olduğu ve İster Aynı Oturum İster Başka Oturumda Dönerek Eski Hükmünde Israr Edemeyeceği )
• BOZMAYA UYMA KARARI ( Hakimin Ara Kararlarından Dönebileceğinin İstisnası Olduğu – Karşı Taraf İçin Kamu Düzenine İlişkin Usuli Kazanılmış Hak Oluşması Nedeniyle Dönemeyeceği )
• USULİ KAZANILMIŞ HAK ( Hakimin Bozma Kararına Uymasıyla Karşı Taraf İçin Oluştuğu/Usul Hukukunun Ana İlkelerinden Biri Olduğu ve Kmu Düzeniyle İlgili Olması – Hakimin Bu Konudaki Ara Kararından Dönemeyeceği )
• KAMU DÜZENİ ( Hakimin Bozma Kararına Uymasıyla Usuli Kazanılmış Hak Oluştuğu – Diğer Ara Kararlaradan Farklı Olarak Mahkemenin Dönemeyeceği )
1086/m. 429
ÖZET : Kural olarak hakim, ara kararlarından dönebilir ise de bozmaya uyulmasına ilişkin karar, bunun istisnalarındandır. Bozma kararına uyan mahkeme, bununla bağlıdır. İster aynı oturumda, ister başka oturumda olsun bundan dönerek eski hükmünde ısrar edemez. Hakim değişikliği olsa dahi bozmaya uymaya ilişkin ara kararından dönülemez ve direnme kararı verilemez. Bozmaya uyan mahkeme, bozma doğrultusunda inceleme yapmak ve karar vermek zorundadır. Bozmaya uyulması ile birlikte taraflardan biri yararına usule ilişkin kazanılmış hak doğar. Usule ilişkin kazanılmış hak, usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir. Açıklanan ilkeler dikkate alınmaksızın, bozmaya uyma kararından dönülerek direnme kararı verilmesi hatalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “Satım sözleşmesinin feshi veya satıma konu malın değerinde meydana gelen azalma oranında semenin tenzili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nce yetkisizlik nedeniyle dilekçenin reddine dair verilen 07.10.2005 gün ve 2005/194 E., 2005/338 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 01.05.2007 gün ve 2007/3128-4345 sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili, müvekkilinin davalı ile M motor alımı konusunda anlaştığını, satıcı davalı firma adına varış yeri CPT Balıkesir olmak üzere akreditif açıldığını, söz konusu malın B. Gümrük Müdürlüğü’nden alındığını, motordaki gizli ayıbın davalı şirket tarafından giderilmediğini ileri sürmüş ve satım sözleşmesinin feshi ile 148.426.500.000.-TL=79500 Euro satış bedelinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsiline, sözleşmenin feshedilmemesi halinde semenin tenziline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı S … Ltd. Şti. vekili, müvekkilinin alım-satım sözleşmesinin tarafı olmadığını, HUMK’nun 9. maddesi gereğince İstanbul Asliye Ticaret Mahkemelerinin yetkili olduğunu, haksız davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece ifa yerinin A…/Hollanda olduğu, davalı vekilinin yetki ilk itirazının yerinde bulunduğu gerekçeleri ile dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, dosyanın talep halinde yetkili İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dosyaya sunulan fatura ve gümrük beyannamesi içeriğinden ifa yerinin Balıkesir olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece HUMK’nun 10. maddesi hükmü gözetilerek yetki itirazının reddi ile işin esasının incelenmesi gerekirken somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yetkisizlik kararı verilmesinde isabet görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, satım sözleşmesinin feshi veya satıma konu malın değerinde meydana gelen azalma oranında semenin tenzili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının davalı ile motor alımı konusunda anlaştığını, satıcı davalı firma adına varış yeri CPT Balıkesir olmak üzere akreditif açıldığını, söz konusu malın B … Gümrük Müdürlüğü’nden alındığını, motordaki gizli ayıbın davalı şirket tarafından giderilmediğini ileri sürmüş ve satım sözleşmesinin feshi ile satış bedelinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsiline, sözleşmenin feshedilmemesi halinde semenin tenziline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin alım-satım sözleşmesinin tarafı olmadığını, HUMK’nun 9. maddesi gereğince İstanbul Asliye Ticaret Mahkemelerinin yetkili olduğunu, haksız davanın reddi gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi’nin yetkili olduğundan bahisle dava dilekçesinin reddine dair verdiği karar, özel dairece yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkeme önceki kararında direnmiştir.
Yerel mahkeme, özel dairenin bozma kararı sonrasında 21.04.2008 tarihli oturumda aynen ” … Usul ve yasaya uygun Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 01.05.2007 tarih ve 2007/3128 E. 2007/4345 sayılı bozma ilamına uyulmasına karar verildiği açıklandı, açık yargılamaya devam olundu.” denmesine rağmen aynı zaptın hemen altındaki hüküm kısmında “Yüksek Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nce bozulmuş olan mahkememizin 07.10.2005 tarihli nihai hükmü usul ve yasaya uygun bulunduğundan ve bozma gerekçesine iştirak edilmediğinden ısrar edilerek … ” denilip ayrıca direnme hükmü kurulmuştur.
Hemen belirtelim ki, vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtay’ın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan yerel mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Mahkeme uyma kararını kaldırarak, direnme kararı veremeyeceği gibi, hükmünün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kuramaz.
Bu müesseseye “usuli müktesep hak” veya “usule ilişkin kazanılmış hak” denilir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuzda anılan müesseseye ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ne var ki, “Usuli Müktesep Hak”, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay inançları ile kabul edilmiş usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir.
Bozmaya uyulmasına açıkça karar verilmesiyle, taraflardan birisi yararına usule ilişkin kazanılmış hak doğar. Bundan sonra mahkemenin yapacağı iş, bozma kararı uyarınca ve o doğrultuda işlem yapmak ve gerekli kararı vermekten ibarettir. Kural olarak hakim ara kararından dönebilirse de, bozmaya uyulmasına ilişkin karar, bunun istisnalarındandır.
Farklı anlatımla; bozma kararına uyan mahkeme, bununla bağlıdır. İster aynı oturumda, ister daha sonraki oturumlarda olsun bundan dönerek eski hükmünde ısrar edemez. Hakim değişikliği olsa dahi bozmaya uymaya ilişkin ara kararından dönülemez ve direnme kararı verilemez. Verilirse bu bir direnme kararı değil yeni bir karar niteliğindedir. Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiş olan usuli müktesep hak müessesesinin birçok hukuk kaideleri gibi özellikle kamu düzeni düşüncesi ile getirilmiş istisnaları vardır.
Bunlar; 1- Mahkemece Yargıtay bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme Karan çıkması,
2- Mahkemece bozmaya uyulmasından sonra, o konuda yürürlüğe giren ( geçmişe etkili ) yeni bir kanun çıkması,
3- Bozmaya uyulmasından sonra, o konuda uygulanması gereken kanun hükmünün hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi ve iptal kararının yürürlüğe girmesi.
4- 04.02.1959 tarih 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra görevine ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olması,
5- Maddi yanılgıya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olması gibi sayılabilir.
Maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibarıyla kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak, Yargıtay dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmesi gerekir. Yine özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse, bu karara uyulması halinde bozmayı yapan daire hukuki görüş değiştirse ya da delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemez ve usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir.
Aynı ilkeler Y.H.G.K.’nun 08.10.1997 gün ve 1997/1-443-770 sayılı ilamı; 01.07.1998 gün ve 1998/4-508-553 sayılı ilamı; 22.06.2005 gün ve 2005/20403 sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Açıklanan ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda; yerel mahkemece, 21.04.2008 tarihli oturumda bozma kararına uyulmuş olup, bozma kararına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hak doğmuştur. Bozma kararına uyan mahkemenin artık bozma ilamı doğrultusunda işlem yapmak yükümlülüğü bulunmaktadır. Mahkemenin uyma kararından dönerek direnme kararı vermesi olanaklı değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 15.10.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/6965
K. 2012/5259
T. 4.7.2012
• KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİ ADINA KAYITLI TAŞINMAZ ( Kazandırıcı Zamanaşımına Dayalı Dava/Davacı Tarafa Keşif Giderlerini Yatırması İçin Kesin Önel Verildiği – Mahkeme Heyetine Verilecek Ücretlerin Ayrıntılı Olarak Gösterilmediği/Tanık Ücretlerinin Belirlenmediğinin Gözetileceği )
• ARA KARAR ( Kazandırıcı Zamanaşımına Dayalı Dava/Davacı Tarafa Keşif Giderlerini Yatırması İçin Kesin Önel Verildiği – Mahkeme Heyetine Verilecek Ücretlerin Ayrıntılı Olarak Gösterilmediği/Ara Kararın Kesin Önel Sonuçlarının Uygulanmasını Gerektirecek Nitelikte Olmadığının Gözetileceği )
• KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI ZİLYETLİĞİNE DAYALI DAVA ( Davacı Tarafa Keşif Giderlerini Yatırması İçin Kesin Önel Verildiği – Mahkeme Heyetine Verilecek Ücretlerin Ayrıntılı Olarak Gösterilmediği/Ara Kararın Kesin Önel Sonuçlarının Uygulanmasını Gerektirecek Nitelikte Olmadığının Gözetileceği )
• KEŞİF AVANSININ ÖDENMESİ İÇİN VERİLEN MEHİL ( Kazandırıcı Zamanaşımına Dayalı Dava – Ödeme Süresinin Son Günü İle Keşfin Yapılacağı Gün Arasındaki 5 Günlük Sürenin Bilirkişi ve Tanıklara Çıkarılacak Davetiyeler İçin Yetersiz Olduğu )
• GİDER AVANSI ( Kazandırıcı Zamanaşımına Dayalı Dava/Davacı Tarafa Keşif Giderlerini Yatırması İçin Kesin Önel Verildiği – Mahkeme Heyetine Verilecek Ücretlerin Ayrıntılı Olarak Gösterilmediği/Tanık Ücretlerinin Belirlenmediğinin Gözetileceği )
3402/m.16, 36/A
ÖZET : Kadastro sırasında dava ve temyize konu taşınmaz, köy çeşmesi ve arsası niteliği ile davalı köy tüzel kişiliği adına tespit edilmiştir. Miras yoluyla gelen hakka ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın reddine, dava konusu taşınmazın tespit gibi tapuya tesciline karar verilmiştir. Mahkemece davacı tarafa keşif giderlerini yatırması için kesin önel verilmiş ise de, gerekli koşulları içermediği; mahkeme heyetine verilecek ücretlerin kalem kalem ve ayrıntılı olarak gösterilmediği, tanıklar için tanıklık ücreti belirlenmediği, öte yandan davacı vekiline keşif avansını ödemesi için keşif gününden 5 gün öncesine kadar kesin süre verilmiş ise de; verilen süre sonunda keşif gideri mahkeme veznesine depo edilmiş olsa dahi, ödeme süresinin son günü ile keşfin yapılacağı gün arasındaki 5 günlük sürenin, bilirkişi ve tanıklara çıkarılacak davetiyeler için yetersiz olduğu açıktır. Bu olgular gözetildiğinde mahkemece oluşturulan ara kararın kesin önel sonuçlarının uygulanmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gözetilmelidir.
DAVA : Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı N. K. tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
KARAR : Kadastro sırasında dava ve temyize konu 201 ada 47 parsel sayılı 68,94 m2 yüzölçümündeki taşınmaz, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/A maddesi hükmüne göre köy çeşmesi ve arsası niteliği ile davalı Gölalan Köyü Tüzel Kişiliği adına tespit edilmiştir. Davacı N. K. miras yoluyla gelen hakka ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın reddine, dava konusu taşınmazın tespit gibi tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı N. K. tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesi hükmü gerekçe gösterilerek yazılı biçimde hüküm kurulmuş ise de, yerel mahkemenin vardığı sonuç dosya içeriğine uygun düşmemektedir.
Somut olayda, kanıtlama yükümlülüğünün davacı taraf üzerinde olduğu, dosyada keşif yapılmasının zorunlu bulunduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece davacı tarafa keşif giderlerini yatırması için kesin önel verilmiş ise de, gerekli koşulları içermediği; mahkeme heyetine verilecek ücretlerin kalem kalem ve ayrıntılı olarak gösterilmediği, tanıklar için tanıklık ücreti belirlenmediği, öte yandan davacı vekiline keşif avansını ödemesi için keşif gününden 5 gün öncesine kadar kesin süre verilmiş ise de; verilen süre sonunda keşif gideri mahkeme veznesine depo edilmiş olsa dahi, ödeme süresinin son günü ile keşfin yapılacağı gün arasındaki 5 günlük sürenin, bilirkişi ve tanıklara çıkarılacak davetiyeler için yetersiz olduğu açıktır. Bu olgular gözetildiğinde mahkemece oluşturulan ara kararın kesin önel sonuçlarının uygulanmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
SONUÇ : Mahkemece bu olgular gözardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacı N. K.’ın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin ödenen harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 04.07.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/2684
K. 2012/5857
T. 2.7.2012
• KULLANIM KADASTROSU ( Zilyetlik Şerhi – Davanın İspatı Yönünden Taşınmaz Başında Keşif Yapılmasının Zorunlu Olduğu/Duruşmaya Gelmeyen Davacıya Keşif Gideriyle İlgili Ara Kararın Yöntemine Uygun Şekilde Tebliğ Edilmesi Gerektiği )
• ZİLYETLİK ŞERHİ ( Kullanım Kadastrosu Nedeniyle – Davacının Duruşmalarda Hazır Bulunmak Suretiyle Davayı Takip Etme Zorunluluğunun Bulunmadığı )
• KEŞİF GİDERİ (Ayrıntılı Şekilde Belirlenerek Davacı Tarafça Yatırılması Konusunda Ara Karar Alınması Gerektiği/Yerine Getirilmediği Takdirde Davanın Reddi Gerekeceği – Kullanım Kadastrosu Nedeniyle Zilyetlik Şerhi)
• ARA KARAR ( Kullanım Kadastrosu Nedeniyle Zilyetlik Şerhi – Duruşmaya Gelmeyen Davacıya Keşif Gideriyle İlgili Kararın Yöntemine Uygun Şekilde Tebliğ Edilmesi Gerektiği/Yerine Getirilmediği Takdirde Davanın Reddi Gerekeceği )
3402/m.36,Ek.4
ÖZET : Davacı, çekişmeli taşınmazda kullanım kadastrosu nedeniyle lehine zilyetlik şerhi verilmesi istemi ile dava açmıştır. Davanın ispatı yönünden taşınmaz başında keşif yapılması zorunludur. Kadastro davalarında davacının duruşmalarda hazır bulunmak suretiyle davayı takip etme zorunluluğu da bulunmamaktadır. Davacıya tanıklarını bildirmek için usulüne uygun süre verildikten sonra, keşif günü belirlenmeli, keşifle ilgili giderler ayrıntılı şekilde belirlenerek, bu giderlerin yöntemine göre belirlenecek sürede davacı tarafça yatırılması konusunda ara karar alınmalı, ara karara uymamanın sonuçları da davacıya ihtar edilmeli, duruşmaya gelmediği takdirde bu ara karar yöntemine uygun şekilde davacıya tebliğ edilmeli, keşif ara kararına uyulması halinde taşınmaz başında keşif yapılarak kullanım kadastrosuna ilişkin deliller değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmeli, aksi halde, davanın reddine karar verilmelidir.
DAVA : Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtayca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü:
KARAR : Kullanım kadastrosu sırasında Bucak Mahallesi çalışma alanında kalan 112 ada 191 parsel sayılı 44.059,49 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, beyanlar hanesine 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı ve taşınmazın 1993 yılından beri İ. Ç. ve müşterekleri kullanımında olduğu, zeytin ağaçlarının da bu kişilere ait olduğu şerhi verilerek tarla niteliği ile Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı M. D., taşınmazın bir bölümünde adına zilyetlik şerhi verilmesi istemi ile dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davanın reddine, çekişmeli taşınmazın tespit gibi Hazine adına tesciline, beyanlar hanesindeki şerhlerin aynen muhafazasına karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen süre içerisinde davacının delillerini bildirmediği, sonraki celseye de katılmayarak davayı takip etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemece varılan sonuç dosya kapsamına uygun bulunmamaktadır. Davacı çekişmeli taşınmazda kullanım kadastrosu nedeniyle lehine zilyetlik şerhi verilmesi istemi ile 3402 sayılı Yasa’nın ek 4. maddesi gereğince dava açmıştır. Bu durumda davanın ispatı yönünden taşınmaz başında keşif yapılması zorunludur. Kadastro davalarında davacının duruşmalarda hazır bulunmak suretiyle davayı takip etme zorunluluğu da bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, doğru sonuca varılabilmesi için öncelikle, davacıya tanıklarını bildirmek için usulüne uygun süre verildikten sonra, keşif günü belirlenmeli, keşifle ilgili giderler ayrıntılı şekilde belirlenerek, bu giderlerin yöntemine göre belirlenecek sürede davacı tarafça yatırılması konusunda 3402 sayılı Yasa’nın 36. maddesine göre ara kararı alınmalı, ara karara uymamanın sonuçları da davacıya ihtar edilmeli, duruşmaya gelmediği takdirde bu ara karar yöntemine uygun şekilde davacıya tebliğ edilmeli, keşif ara kararına uyulması halinde taşınmaz başında keşif yapılarak kullanım kadastrosuna ilişkin deliller değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmeli, aksi halde, 3402 sayılı Yasa’nın 36. maddesi uyarınca davanın reddi gerektiği düşünülmelidir.
SONUÇ : Mahkemece bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, davanın kullanım kadastrosuna itiraza yönelik olması nedeni ile de çekişmeli taşınmazın maliki olan Hazine’nin davada taraf olarak yer alması zorunlu iken, mahkemece Hazine usulüne uygun olarak davaya dahil edilmeksizin gerekçeli karar başlığında taraf olarak gösterilmesi ile yetinilmesi de isabetsiz olup, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 02.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/8071
K. 2011/8955
T. 23.5.2011
• KARŞILIK DAVA (Davalı Kocanın Taleplerine Yönelik Usulüne Uygun Olarak Açılmış Karşılık Davası Bulunmadığı – Mahkemece Verilen Ara Kararı Üzerine Bu Taleplerle İlgili Nispi Harcın Yatırılmış Olması Bu Dilekçeyi Karşılık Dava Haline Getirmeyeceği)
• ARA KARAR (Davalı Kocanın Taleplerine Yönelik Usulüne Uygun Olarak Açılmış Karşılık Davası Bulunmadığı – Verilen Ara Kararı Üzerine Bu Taleplerle İlgili Nispi Harcın Yatırılmış Olması Bu Dilekçeyi Karşılık Dava Haline Getirmeyeceği)
• TAZMİNAT DAVASI (Davalı Kocanın TMK Md. 174/1-2 Kapsamında Bulunmayan Tazminat Talepleriyle İlgili Usulüne Uygun Olarak Açılmış Karşılık Davası Bulunmadığından Karar Verilmesine Yer Olmadığına Karar Verilmesi Gerektiği)
• NİSPİ HARÇ (Davalı Kocanın Taleplerine Yönelik Usulüne Uygun Olarak Açılmış Karşılık Davası Bulunmadığı – Verilen Ara Kararı Üzerine Bu Taleplerle İlgili Nispi Harcın Yatırılmış Olması Bu Dilekçeyi Karşılık Dava Haline Getirmeyeceği)
4721/m.174/1-2
ÖZET : Davalı kocanın bu taleplerine yönelik usulüne uygun olarak açılmış karşılık davası bulunmamaktadır. Yargılama sırasında mahkemece verilen ara kararı üzerine bu taleplerle ilgili nispi harcın yatırılmış olması bu dilekçeyi karşılık dava haline getirmez. Açıklanan sebeple davalı kocanın Türk Medeni Kanunu 174/1-2 kapsamında bulunmayan tazminat talepleriyle ilgili usulüne uygun olarak açılmış karşılık davası bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm çeyiz eşyası alacağı, tazminatlar, vekalet ücreti ve yargılama gideri yönünden temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : 1-) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı kocanın aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan tüm temyiz itirazları yersizdir.
2-) Davalının 16.9.2008 havale tarihli dilekçesiyle talep ettiği tazminatlar boşanmanın eki niteliğinde Türk Medeni Kanununun 174/1-2 maddesinin kapsamı dahilinde değildir. Davalı kocanın bu taleplerine yönelik usulüne uygun olarak açılmış karşılık davası bulunmamaktadır. Yargılama sırasında mahkemece verilen ara kararı üzerine bu taleplerle ilgili nispi harcın yatırılmış olması bu dilekçeyi karşılık dava haline getirmez. Açıklanan sebeple davalı kocanın Türk Medeni Kanunu 174/1-2 kapsamında bulunmayan tazminat talepleriyle ilgili usulüne uygun olarak açılmış karşılık davası bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken taraflar arasında kesin hüküm oluşturacak şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
3-) Davacı kadının kanıtlanamayan eşya alacağı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulü de doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan hükümün yukarda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre vekalet ücreti ve yargılama giderlerine yönelik temyizin incelenmesine yer olmadığına, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin yukarda 1. bentte gösterilen sebeplerle ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatırana iadesine,iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 23.05.2011 gününde karar verildi.
T.C.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/207
K. 2012/650
T. 2.2.2012
• İFLASIN ERTELENMESİ İSTEMİ (Nihai Kararla Tedbire Hükmedilmesi Gerekirse de Yargılama Aşamasında Dahi İstemle Varılması Amaçlanan Hedefin Elde Edilmesinin İmkansız Hale Geleceğinden Endişe Edilmesi Halinde Ara Kararı Şeklinde Gerekli ve Yeterli Tedbirlerin Verilmesinin Mümkün Olduğu)
• TEDBİRE HÜKMEDİLMESİ (Nihai Kararla İİK’nun 179/B Md.sindeki Tedbirlere Hükmedilmesi Gerekirse de Yargılama Aşamasında Dahi İstemle Varılması Amaçlanan Hedefin Elde Edilmesinin İmkansız Hale Geleceğinden Endişe Edilmesi Halinde Ara Karar Şeklinde Gerekli ve Yeterli Tedbirlerin Verilmesinin Mümkün Olduğu)
• ARA KARAR (İflasın Ertelenmesi İstemi – Nihai Kararla Tedbirlere Hükmedilmesi Gerekirse de Yargılama Aşamasında Dahi İstemle Varılması Amaçlanan Hedefin Elde Edilmesinin İmkansız Hale Geleceğinden Endişe Edilmesi Halinde Ara Kararı Şeklinde Gerekli ve Yeterli Tedbirlerin Verilmesinin Mümkün Olduğu)
6100/m.390
2004/m.179/b
ÖZET : İflasın ertelenmesi istemleri, borca batıklık bildirimini ve bir proje kapsamında, kooperatiflerle sermaye şirketlerinin iflas halinden kurtulması yönündeki gerçekçi ve somut beklentiyi içerirler. Her ne kadar, diğer yasal şartların bulunduğunun tespiti halinde, nihai kararla İİK’nun 179/b maddesindeki tedbirlere hükmedilmesi gerekirse de, yargılama aşamasında dahi istemle varılması amaçlanan hedefin elde edilmesinin imkansız hale geleceğinden endişe edilmesi halinde, ara kararı şeklinde gerekli ve yeterli tedbirlerin verilmesi mümkündür.
Ne var ki, istemde HMK’nun 390. maddesinin üçüncü bendindeki şartların bulunması ve haklılığın yaklaşık biçimde ispatlanması da gerekir. Talep bu detayları içermediği gibi, haklılığın ispatı noktasındaki mahkeme değerlendirmesi de hukuka uygun bulunmuştur.
DAVA : İstemcinin derdest iflasın ertelenmesi yargılaması sırasında İİK’nun 179/b maddesi uyarınca ihtiyati tedbir kararı verilmesi talebi üzerine mahkemece 24.10.2011 tarihli talebin reddine yönelik kararın süresi içinde istemci B… Elektrik San. Tic. A.Ş. vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : İstemci vekili, müvekkili şirketin borca batık durumda olduğunu ve sundukları iyileştirme projesi kapsamında iflasın ertelenmesi isteminde bulunduklarını, alınan bir kök ve iki ek raporda belirtilen eksiklikleri tamamladıklarını, bilirkişilerin rapor düzenleme usullerinin de denetime elverişli olmadığını, 2.358.952,27 TL Tik şüpheli alacağın bulunduğunu, 1.764.704,22 TL lik özel maliyet giderinin, tahliyenin yapıldığı Temmuz 2011’de kayda geçirildiğini, borç senedi tutarında, raporda gösterilen artışın gerçekleşmediğini, aksine azalma olduğunu ve ortaklardan alacakların silinmesinin 6111 sayılı Yasa’ya uygun bulunduğunu ileri sürerek, İİK’nun 179/b uyarınca ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, iflasın ertelenmesi talebinin kendisinin geçici bir hukuki himaye tedbiri olduğu, tedbirlerin hükümde değerlendirilebileceği, İİK’nun 179/b maddesinin nihai tedbir olduğu ve nihai kararın henüz verilmediği, HMK’nun 394. maddesine göre, raporun yaklaşık bir ispatı sağlamadığı ve istemcinin de raporun yetersizliğini ileri sürdüğü gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Kararı, istemci vekili temyiz etmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 389. maddesinin birinci fıkrasında, mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli derecede zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme nedeniyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebileceği belirtildikten sonra, ikinci fıkrada bu düzenlemenin, niteliği uygun düştüğü ölçüde çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
İflasın ertelenmesi istemleri, borca batıklık bildirimini ve bir proje kapsamında, kooperatiflerle sermaye şirketlerinin iflas halinden kurtulması yönündeki gerçekçi ve somut beklentiyi içerirler. Her ne kadar, diğer yasal şartların bulunduğunun tespiti halinde, nihai kararla İİK’nun 179/b maddesindeki tedbirlere hükmedilmesi gerekirse de, yargılama aşamasında dahi istemle varılması amaçlanan hedefin elde edilmesinin imkansız hale geleceğinden endişe edilmesi halinde, ara kararı şeklinde gerekli ve yeterli tedbirlerin verilmesi mümkündür.
Ne var ki, istemde HMK’nun 390. maddesinin üçüncü bendindeki şartların bulunması ve haklılığın yaklaşık biçimde ispatlanması da gerekir. Talep bu detayları içermediği gibi, haklılığın ispatı noktasındaki mahkeme değerlendirmesi de hukuka uygun bulunmuştur.
Bu açıklama ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, istemci vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, istemci vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 02.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/18-195
K. 2011/86
T. 6.4.2011
• KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESPİTİ VE TESCİL DAVASI ( Mahkemece Önce Ara Karar İle Kararda Kısmen Direnildiğine Göre Kısa Kararda da Bozmanın Hangi Bölümüne Direnildiği Hangi Bölümüne Uyulduğunun Tereddüde Yer Vermeyecek Şekilde Açıklanacağı )
• DİRENME KARARI ( Mahkemece Önce Ara Kararı İle Kararda Kısmen Direnildiğine Göre Kısa Kararda da Bozmanın Hangi Bölümüne Direnildiği Hangi Bölümüne Uyulduğunun Belirtileceği )
• ARA KARAR İLE DİRENME KARARI VERİLMESİ ( Mahkemece Önce Ara Kararı İle Kararda Kısmen Direnildiğine Göre Kısa Kararda da Bozmanın Hangi Bölümüne Direnildiği Hangi Bölümüne Uyulduğunun Belirtilmesi Gereği )
1086/m.389
ÖZET : Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında mahkemece daha önce ara kararı ile önceki kararda kısmen direnildiğine göre kısa kararda da bozmanın hangi bölümüne direnildiği, hangi bölümüne uyulduğunun tereddüde mahal vermeyecek şekilde açıklanması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 8.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.06.2009 gün ve 2008/83-2009/276 sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 18.Hukuk Dairesinin 03.05.2010 gün ve 2009/11708-2010/6677 sayılı ilamı ile;
( … Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak;
1-Dava konusu taşınmazın imar parseli, emsal taşınmazın ise kadastro parseli olduğu anlaşıldığından dava konusu taşınmazın somut emsalle karşılaştırılması sonucu bulunan değerine düzenlemeye karşılık bir ilave yapılması doğru ise de, yapılacak ilavenin dava konusu taşınmazın imar düzenlemesi görürken uğradığı zayiat oranı olan %30’a tekabül edecek miktarda yapılması gerekir.
Buna göre; hükme esas bilirkişi kurulu raporunda dava konusu taşınmazın emsalle karşılaştırılması sonucu bulunan 1.262.68 TL/m² bedeline %30’a tekabül eden 378.80 TL ilave yapıldığında m² bedelinin 1.641.48 TL olarak tespit edilmesi gerekirken yanlış hesap yöntemi ile daha yüksek m² bedeli tespit edilmiş olması,
2-Davaya konu taşınmazın tapu kaydında bulunan ışık hakkı şerhinin değerine etkisinin incelenmemiş olması,
3-Davaya konu taşınmazın tapu kaydında mevcut olan ipotek şerhlerinin tespit edilen kamulaştırma bedeline yansıtılmaması,
Doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmış; HUMK.nun 381.maddesinde ise “Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Diğer taraftan, mahkemece verilen kısa karar ile gerekçeli kararın uyum içinde olması açıklanan bu yasal düzenlemelerin amir hükmüdür.
Somut olaya gelince:
Mahkemece davanın kabulüne ve “dava konusu taşınmazda davalılara ait paya ilişkin kamulaştırma bedelinin 160.282,91 TL olarak tespitine…” ilişkin ilk kararın Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamanın 26.10.2010 günlü celsesinde verilen ara kararı ile “Bozma ilamının birinci bendine karşı direnilmesine; ikinci ve üçüncü bentlerine ise uyulmasına” karar verilmiş; 13.12.2010 günlü karar celsesinde ise kısa kararda direnme ya da uymaya ilişkin açıklama yapılmadan karar verilerek hüküm kurulmuş; gerekçeli kararda kısa kararda belirtilmediği halde 1.nolu bozma nedenine direnildiğinden bahisle hüküm oluşturulmuştur.
Şu hale göre; daha önce ara kararı ile önceki kararda kısmen direnildiğine göre kısa kararda da bozmanın hangi bölümüne direnildiği, hangi bölümüne uyulduğunun tereddüde mahal vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Aksi hal yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere aykırılık teşkil eder.
O itibarla mahkemece HUMK.nun açıklanan hükümleri gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 06.04.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/14-227
K. 2007/241
T. 2.5.2007
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Ortada Bir Direnme Kararı Mevcut Olmayıp Bozmaya Eylemli Uyma Sonucu Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla Tesis Edilmiş Yeni Bir Hüküm Bulunduğu – Dosya Yeni Hükme Yönelik Temyiz İtirazlarının İncelenmesi İçin Özel Daireye Gönderilmesi Gereği )
• DİRENME KARARI ( Mevcut Olmayıp Bozmaya Eylemli Uyma Sonucu Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla Tesis Edilmiş Yeni Bir Hüküm Bulunduğu – Dosya Yeni Hükme Yönelik Temyiz İtirazlarının İncelenmesi İçin Özel Daireye Gönderilmesi Gereği )
• ARA KARAR NEDENİYLE OLUŞAN USULÜ KAZANILMIŞ HAK ( Ortada Bir Direnme Kararı Mevcut Olmayıp Yeni Bir Hüküm Bulunduğu – Dosya Yeni Hükme Yönelik Temyiz İtirazlarının İncelenmesi İçin Özel Daireye Gönderilmesi Gereği )
• YENİ HÜKÜM ( Ara Karar Nedeniyle Oluşan Usulü Kazanılmış Hak/Ortada Bir Direnme Kararı Mevcut Olmayıp Yeni Bir Hüküm Bulunduğu – Dosya Yeni Hükme Yönelik Temyiz İtirazlarının İncelenmesi İçin Özel Daireye Gönderilmesi Gereği )
4077/m.22,23
1086/m.1,7,429
ÖZET : Dava, tapu iptali ve tescil; birleştirilen dava ise, elatmanın önlenmesi istemlerine ilişkindir. Mahkemece, kamu düzenine ilişkin ve dolayısıyla taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurma olanağı bulunmayan bozma gerekçesi yönünde ara kararı oluşturulmakla, davalı yararına usulü kazanılmış hak doğduğu şüphesizdir. Bu itibarla mahkemenin, sonradan 31.10.2006 tarihli duruşmada verdiği ara kararının, gerçek anlamda bir direnme kararı olmadığı açıktır.
Hal böyle olunca; ortada varlığından söz edilebilecek bir direnme kararı mevcut olmayıp, bozma gerekçesi doğrultusunda, bozmaya eylemli uyma sonucu Tüketici Mahkemesi sıfatıyla tesis edilmiş yeni bir hüküm bulunmaktadır. Bu nedenle dosya, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “Tapu iptal-tescil ve Elatmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Rize Asliye 2.Hukuk Mahkemesince Tapu iptal ve tescil davasının reddine, Elatmanın önlenmesi davasının kabulüne dair verilen 29.12.2005 gün ve 2004/261-2005/918 sayılı kararın incelenmesi davacı-k.davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 11.07.2006 gün ve 2006/4656-8338 sayılı ilamı ile;
( … Davacı, davalı-yüklenici İhsan Kabil tarafından inşa edilen binadaki 38 numaralı bağımsız bölümü yükleniciden satın alan Cemal Oral’dan temlik aldığı halde taşınmazın diğer davalıya muvazaalı olarak satıldığını belirterek tapu kaydının iptali ile adına tescili isteğinde bulunmuştur.
İddia şekline göre; davacının konut olan bu yeri oturmak amacıyla satın aldığı anlaşılmaktadır.
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması hakkındaki yasada değişiklik yapan 4822 Sayılı Yasanın 3/c maddesi ile “konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar” da tüketicinin korunması hakkındaki yasa kapsamına alınmıştır.
Aynı yasanın 23. maddesi uyarınca tüketicinin korunması hakkındaki yasa uygulamasından kaynaklanan her türlü uyuşmazlıkların Tüketici Mahkemesinde görülmesi gerekir. Açıklanan bu olgu karşısında, mahkemece ayrı bir tüketici mahkemesi varsa görevsizlik kararı verilmesi yok ise davaya tüketici mahkemesi sıfatıyla bakılarak karar verilmesi yerine Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması bozma nedenidir… ) ,
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK. 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, tapu iptali ve tescil; birleştirilen dava ise, elatmanın önlenmesi istemlerine ilişkindir.
Davacısı Zeliha Tezel, davalı/yüklenici İhsan Kabil tarafından inşa edilen binadaki 38 numaralı bağımsız bölümü yükleniciden satın alan Cemal Oral’dan, 18.8.2001 tarihli harici sözleşme ile satın aldığı halde; tapuda taşınmazın diğer davalı Temel Yaşar Hacıömeroğlu’na muvazaalı olarak satıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan davayı açmış; davalı tapu maliki Temel Yaşar Hacıömeroğlu tarafından el atmanın önlenmesi istemiyle açılmış bulunan dava ise, tapu iptal ve tescil davası ile birleştirilmiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesince işin esasına girilerek, tapu iptal ve tescil istemine ilişkin ana davanın reddine, men’i müdahale istemine ilişkin birleşen davanın kabulüne dair verilen karar; Özel Dairece yukarıda ayrıntısı açıklanan gerekçeyle ve “davanın ayrı bir tüketici mahkemesi varsa görevsizlik kararı verilmesi yok ise davaya tüketici mahkemesi sıfatıyla bakılarak karar verilmesi gereğine işaretle” bozulmuştur.
Yerel Mahkemece bozmadan sonra düzenlenen 15.09.2006 tarihli tensiple, “Davanın mahiyeti itibarı ile Tüketici Mahkemesi sıfatıyla bakılmasına” karar verilmiş; sonraki 31.10.2006 tarihli duruşmada ise taraf vekillerinin bozmaya karşı beyanları alındıktan sonra, bozma ilamına direnildiği yönünde ara kararı oluşturulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında işin esasına geçilmeden önce; Yerel Mahkemenin bozmadan sonra tensiple bozma gerekçesi yönünde; “Davanın mahiyeti itibarı ile Tüketici Mahkemesi sıfatıyla bakılmasına” dair verdiği ara kararının, eylemli uyma niteliğinde bulunup bulunmadığı; dolayısıyla, bozma gerekçesinin kamu düzenine ilişkin olması da göz önüne alınarak, Mahkemece artık bu aşamadan sonra direnme kararı verilip verilemeyeceği ön sorun olarak incelenmiş ve aşağıdaki sonuca varılmıştır:
Çekişmeli yargıda taraflarca hazırlama ( ihzar ) prensibi geçerli olup, hakim tarafların talepleri ile bağlıdır.
Hakim, talepte bulunan tarafların iddia ettiği olaylar ve ileri sürdüğü delillerle yetinmek zorundadır.
Kendiliğinden araştırma yetkisine ve yükümlülüğüne sahip değildir.
Bilindiği gibi çekişmeli yargıda, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi hükmüne göre hakim, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir. Görülüyor ki hakim, kural olarak Yargıtay bozma kararına uyup uymamak konusunda tarafların düşünce ve istekleriyle bağlı olmayıp, bu yönden serbest davranmak, uyma yada direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.
Az yukarıda açıklanan genel kurala ayrık olmak üzere, çekişmeli yargıda eğer bozma kararına karşı diyecekleri sorulan tarafların bozma kararına uyulmasını istemeleri, bozma nedenleri bakımından bozma kararına uyulmasını isteyen tarafı bağlayabilecek ve davayı karşı taraf yararına sona erdirebilecek bir nitelik taşıyorsa böyle bir durumda hakimin artık direnme kararı vermesi olanağı bulunduğundan söz edilemez.
Ne var ki; bozma nedenlerinin Kamu düzenine ilişkin ve dolayısı ile hakimin kendiliğinden ( resen ) göz önünde bulundurması gereken sebeplerden olması halinde, taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurmayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu noktada, görev kuralları dava şartlarından olup, kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle; mahkeme, görevli olup olmadığını yargılamanın her aşamasında kendiliğinden gözetir ve görevsiz olduğu kanısına varırsa kendiliğinden görevsizlik kararı verir ( HUMK. m.7,1 ) .
O halde; somut olaydaki gibi; “mahkemenin görevsizliğine” işaret eden bozma nedeni, taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurabileceği nitelikte değildir.
Yeri gelmişken, usulü kazanılmış hak kavramı üzeride durulmasında da yarar vardır.
Bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakka, usule ilişkin kazanılmış hak denir.
Kural olarak mahkeme, verdiği ara kararından, dava veya yargılama sonuçlanmadan önce dönebilir. Genel nitelikteki bu kuralın tek istisnası, verilen ara kararının taraflardan biri yararına usulü kazanılmış hak doğurması halidir. Diğer bir ifadeyle, bir ara kararının verilmesiyle taraflardan biri yararına usulü kazanılmış hak doğar ise, mahkemenin artık bu karardan dönmesine yasal olarak olanak yoktur.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, bozma ilamına uyulmasına ilişkin ara kararı da bu nitelikte olduğundan, bozmaya tensip ile uymuş olan mahkemenin artık bu karardan dönerek direnme kararı vermesi olanaklı değildir. Çünkü, usule ilişkin kazanılmış hak müessesi usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir ( 09.05.1960 gün, 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları ) .
Somut olayda; Yerel mahkeme, önceki kararın, Özel Dairece kamu düzenine ilişkin olan görev noktasından bozulması üzerine, yeniden düzenlediği 15.09.2006 tarihli tensip ara kararıyla, “Davanın mahiyeti itibarı ile Tüketici Mahkemesi sıfatıyla bakılmasına” karar vermiştir.
Az yukarıda açıklanan esaslar gereğince; Mahkemece, kamu düzenine ilişkin ve dolayısıyla taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurma olanağı bulunmayan bozma gerekçesi yönünde ara kararı oluşturulmakla, davalı yararına usulü kazanılmış hak doğduğu şüphesizdir. Bu itibarla mahkemenin, sonradan 31.10.2006 tarihli duruşmada verdiği ara kararının, gerçek anlamda bir direnme kararı olmadığı açıktır.
Hal böyle olunca; ortada varlığından söz edilebilecek bir direnme kararı mevcut olmayıp, bozma gerekçesi doğrultusunda, bozmaya eylemli uyma sonucu Tüketici Mahkemesi sıfatıyla tesis edilmiş yeni bir hüküm bulunmaktadır.
Bu nedenle dosya, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklandığı üzere, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 02.05.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5863
K. 2012/5962
T. 21.6.2012
• ARA KARARA DAYALI OLARAK ÇIKARILAN İCRA EMRİ ( Henüz İlam Niteliğini Kazanmayan Ara Karara Dayalı Olarak Borçluya İcra Emri Çıkarıldığı İçin İcra Müdürünün Yasaya Aykırı Bu İşleminin İcra Mahkemesince Denetleneceği )
• İLAM NİTELİĞİ KAZANMAYAN ARA KARARA DAYALI OLARAK ÇIKARILAN İCRA EMRİ ( İcra Müdürünün Yasaya Aykırı Bu İşlemi İcra Mahkemesince Denetleneceği ve Takibin İptaline Karar Verileceği )
2004/m.25/a
1086/m.101
ÖZET : Henüz ilam niteliğini kazanmayan ara kararına dayalı olarak borçluya icra emri çıkarıldığı için, icra müdürünün yasaya aykırı bu işlemi icra mahkemesince denetlenmeli ve takibin iptaline karar verilmelidir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İİK.nun 25/a maddesi gereğince ( çocukla şahsi münasebetlerin düzenlenmesine dair ilam hükmünün yerine getirilmesi talebi üzerine icra müdürü, küçüğün ilam hükümleri dairesinde lehine hüküm verilen tarafla şahsi münasebette bulunmasına mani olunmamasını, aksi halde ilam hükmünün zorla yerine getirileceğini… ) bir icra emri ile borçluya tebliğ eder.
Somut olayda takip, Nevşehir Aile Hukuk Mahkemesi’nin 2012/21 E. sayılı dosyasının 04.01.2012 tarihli ara kararına dayalı olarak başlatılmıştır. Ara kararının yerine getirilmesi, HUMK.nun 101 ve sonraki maddelerinde düzenlenen ihtiyati tedbirin infazı suretiyle olur. Bu durumda infaz işlemini yerine getiren memurun muamelesine karşı şikayetlerin de kararı veren mahkemede inceleneceği düşünülecektir. Ancak, incelenen olayda henüz ilam niteliğini kazanmayan ara kararına dayalı olarak borçluya icra emri çıkarıldığı için, icra müdürünün yasaya aykırı bu işlemi icra mahkemesince denetlenmeli ve yukarıda yer verilen kurallar gözetilerek, takibin iptaline karar verilmelidir. Yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.nun 366. ve HUMK.nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA, HUMK 388/4. ( HMK 297/4 ) maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/9-117
K. 2011/76
T. 6.4.2011
• BOZMANIN USUL VE YASAYA UYGUN BULUNMASI ( Tazminat Davasında Tarafların Beyanları Alındıktan Sonra Bozmanın Yasaya Uygun Olduğuna Dair Ara Karar Verildiği – Kısa Kararda Bu Ara Karardan Dönülemeyeceği/Usulü Kazanılmış Hakkın Gözetileceği )
• ARA KARARDA BOZMAYA UYAN MAHKEMENİN KISA KARARDA BU KARARINDAN DÖNMESİ ( Hukuka Aykırı Olduğu – Bozmaya Uyularak Usulü Kazanılmış Hakkın Dikkate Alınacağı )
• USULÜ KAZANILMIŞ HAK ( Tazminat Davasında Tarafların Beyanları Alındıktan Sonra Bozmanın Yasaya Uygun Olduğuna Dair Ara Karar Verildiği – Kısa Kararda Bu Ara Karardan Dönülemeyeceği )
• KISMEN DİRENME ( Tazminat Davasında Tarafların Beyanları Alındıktan Sonra Bozmanın Yasaya Uygun Olduğuna Dair Ara Karar Verildiği – Kısa Kararda Bu Ara Karardan Dönülemeyeceği/Kısmen de Olsa Direnmenin Mümkün Olmadığı )
1086/m.429
ÖZET : Tazminat davasında uyuşmazlık tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece ara kararıyla “bozmanın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilerek bozmaya uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, kısa kararda bu karardan dönülerek açıklanan bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır. Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına da karar verildikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur.Uyma yönünde verilen karardan dönülerek önceki kararda kısmen de olsa direnilmesinin usulen mümkün olmadığı gözetilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 3.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.07.2008 gün ve 2007/280-2008/377 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 15.06.2010 gün ve 2008/31534-2010/18798 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin ilk kararın Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamanın 18.10.2010 günlü celsesinde verilen ara kararı ile “Yargıtay’ın usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına” karar verilmiş, ancak duruşmaya devamla yine aynı celsede verilen kısa kararda bu karardan dönülerek ” …Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin bozma ilamına kısmen uyularak kısmen eski kararda direnilerek…” şeklinde hüküm kurulmuştur.
Burada “usul hukuku” ile ilgili ortaya çıkan sorun; tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece ara kararıyla” bozmanın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilerek bozmaya uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, kısa kararda bu karardan dönülerek açıklanan bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/2 maddesinde bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Buna göre mahkeme, temyiz edenden 434 madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.
Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına da karar verildikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur. Olayda usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durumda bulunmadığına göre artık uyma yönünde verilen karardan dönülerek önceki kararda kısmen de olsa direnilmesi usulen olanaklı değildir.
Somut olayda da, davacı yanın temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı ve yerel mahkemenin bu karara uyması ile “bozma kararı dışında kalan hususlar kesinleşmiş olup” davalı yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı R.G. 28.04.1959 gün sayı:10193 ). Bu ilke Kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, Mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usulü kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, uyma kararından dönülüp kısmen direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre tarafların sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 06.04.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/19435
K. 2012/1797
T. 26.1.2012
• ARA KARARDA HÜKMEDİLEN TEDBİR NAFAKASI ( İlam Niteliğinde Olduğu – Davacının Yerleşim Yeri İcra Dairesinin de Yetkili Olduğu )
• TEDBİR NAFAKASI ( Ara Kararla Hükmedilen Nafakanın İlam Niteliğinde Olduğu – Nafaka Alacaklarında 2004 S.K. Md. 50 Hükmü Uygulanmayacağı )
• NAFAKA ALACAKLARINDA YETKİLİ İCRA DAİRESİ ( 2004 S.K. Md. 50 Hükmü Genel Yetkili İcra Dairesinin Borçlunun Yerleşim Yeri İcra Dairesi Olduğu Hükmü Uygulanmayacağı – Ara Kararda Hükmedilen Tedbir Nafakası Takibinde Alacaklının Yerleşim Yeri İcra Dairesinin de Yetkili Olduğu )
• YETKİLİ İCRA DAİRESİ ( Nafaka Alacaklarında 2004 S.K. Md. 50 Hükmü Uygulanmayacağı – Ara Kararda Hükmedilen Tedbir Nafakasına İlişkin Takipte Alacaklının Yerleşim Yeri İcra Dairesi de Yetkili Olduğundan Yetki İtirazının Reddine Karar Verileceği )
4721/m.177
2004/m.50
1086/m.9
ÖZET : Davacı tarafça mahkemenin ara kararıyla hükmettiği tedbir nafakasının tahsili için ilamsız takip yapılmışsa da; mahkemenin ara kararıyla hükmettiği nafaka ilam niteliğindedir. Nafaka alacaklarında, İİK’in 50. maddesi hükmü yani genel yetkili icra dairesinin borçlunun yerleşim yeri icra dairesi olduğu hükmü uygulanmaz. Davacının yerleşim yeri Edirne ili olduğuna göre, yetkili icra dairesi Edirne İcra Daireleridir. Yetki itirazının reddine karar verilerek işin esasına girilmelidir.
DAVA : Davacı vekili, Edirne Aile Mahkemesi’nin 2007/117 Esas sayılı dosyasında görülen boşanma davasının 20.02.2008 tarihinde karara çıktığını, kararın temyiz edilmesi nedeniyle kesinleşmediğini, mahkemenin 26.12.2007 tarihli ara kararıyla davacı eş için aylık 100.00 ¨ tedbir nafakasına hükmettiğini, birikmiş 4.320.00 ¨ tedbir nafakası alacağı için ilamsız takip yaptıklarını, davalının yapılan takibe yerleşim yerinin İstanbul ili Kadıköy ilçesi olduğundan ve aynı alacak için mükerrer takip yapıldığından bahisle icra dairesinin yetkisine ve borca itiraz ettiğini, nafaka alacaklarının tahsili için açılan davaların Türkiye’nin her yerinde açılabileceğinden davalının yetkiye ve borca itirazlarının iptali ile %40 icra inkar tazminatının davalı taraftan tahsilini istemiştir.
Davalı, mahkeme ilamının icraya konu edilemediği için ilamsız takibe konu edildiğini İİK’in 50. maddesi uyarınca yerleşim yeri icra dairesi olan Kadıköy İcra Daireleri’nin yetkili olduğunu, yapılan takibe yetki itirazının bulunduğunu, borca ve miktara itirazının söz konusu olmadığını, davacı tarafın icra inkar tazminatı talebinde haklı olmadığından bahisle davanın reddini savunmuştur.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Mahkemece, ilamsız icrada yetki konusunun ilamlı icradakinin aksine HUMK’daki yetki kurallarının esas alınarak kıyasen belirleneceği, İİK’in 50. maddesi uyarınca genel yetkili icra dairesinin borçlunun yerleşim yeri icra dairesi olduğu, nafaka alacaklısının mutlaka nafaka borçlusunun yerleşim yeri icra dairesinde takip yapmak zorunda olduğu ancak bu yetkinin kamu düzenine ilişkin olmadığı ve icra dairesi yetkisizliğini mahkemenin kendiliğinden gözetemeyeceği, borçlunun takip yapılan icra dairesinin yetkisine süresinde yetki itirazında bulunduğu gerekçesiyle yetkili icra dairesinin Kadıköy İcra Dairesi olması ve Edirne İcra Dairesi’nin yetkisizliği nedeniyle davanın reddine karar vermiştir.
Uyuşmazlık konusu takibe konu edilen alacak Edirne Aile Mahkemesi’nin 26.12.2007 tarihli ara kararıyla davacı eş için aylık 100.00 ¨ olarak hükmedilen, birikmiş 4.320.00 ¨ tedbir nafakasına ilişkindir. Davacı taraf, Edirne İcra Müdürlüğü’nün 2010/1203 Esas sayılı dosyasıyla ilamsız takip yaparak davalı borçluya ödeme emri tebliğ ettirmiştir. Davalı borçlu ise süresinde yetki itirazında bulunmaktadır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 177. maddesinde “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” Düzenlemesi ile zayıf durumda bulunan davacıyı korumak amacı güden genel yetki kuralı getirilmiş bulunmaktadır. Kanun koyucu genel yetki hükmü getirmekle davacıya seçimlik hak tanınmıştır. Buna göre, davacı ( nafaka alacaklısı ) isterse kendi yerleşim yeri mahkemesinde, isterse HUMK’un 9. maddesi gereğince davalının ikametgahı mahkemesinde dava açabilecektir.
Davacı tarafça mahkemenin ara kararıyla hükmettiği tedbir nafakasının tahsili için ilamsız takip yapılmışsa da; mahkemenin ara kararıyla hükmettiği nafaka ilam niteliğindedir.
Nafakaya dayalı olarak açılacak davalar Türkiyede’ki her yerde Asliye Hukuk –Aile Mahkemelerinde açılabileceği gibi dava sonucu hükmedilen nafakanın da tahsili için aynı şekilde Türkiyede ki tüm icra müdürlüklerinden birinde takip konusu edilebilir. Nafaka alacaklarında, İİK’in 50. maddesi hükmü yani genel yetkili icra dairesinin borçlunun yerleşim yeri icra dairesi olduğu hükmü uygulanmaz.
Somut olayda, davacının yerleşim yeri Edirne ili olduğuna göre, yetkili icra dairesi Edirne İcra Daireleridir. Mahkemece, yetki itirazının reddine karar verilerek işin esasına girilip hüküm tesisi gerekirken icra dairesinin yetkisizliği nedeniyle davanın reddine ilişkin hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 26.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/9-18
K. 2011/27
T. 29.3.2011
• BASIN VE YAYIN YOLUYLA SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK ( Eserin Tercümesinin Uzmanlık Alanı Belirli Olmayan Bilirkişiye Yaptırıldığı – Yeniden Rapor Alınmasına Dair Ara Karardan C. Savcısının ve Sanık Müdafiinin Görüşü Alınmadan Vazgeçilemeyeceği )
• SUÇA KONU ESERİN TERCÜMESİ ( Basın ve Yayın Yoluyla Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapmak – Eserin Tercümesinin Uzmanlık Alanı Belirli Olmayan Bilirkişiye Yaptırıldığı/Eksik Araştırma İle Hüküm Kurulamayacağı )
• ESER TERCÜMESİ İÇİN BİLİRKİŞİ ATANMASI ( Basın ve Yayın Yoluyla Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapmak – Eserin Tercümesinin Uzmanlık Alanı Belirli Olmayan Bilirkişiye Yaptırıldığı/Yeniden Rapor Alınmasına Dair Ara Karardan C. Savcısının ve Sanık Müdafiinin Görüşü Alınmadan Vazgeçilemeyeceği )
• ARA KARARDAN C. SAVCISINA VE SANIK MÜDAFİİNE SORULMADAN VAZGEÇİLMESİ ( Basın ve Yayın Yoluyla Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapmak – Yeniden Bilirkişi İncelemesi Yapılmasına Dair Ara Karardan Görüş Alınmadan Vazgeçilemeyeceği )
3713/m.7
ÖZET : Basın ve yayın yoluyla silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunda, yargılamaya konu olan eserin, soruşturma aşamasında niteliği ve uzmanlık alanı dosya kapsamına göre tam olarak belli olmayan bilirkişiye tercüme ettirilmesi ve sanığın da; rapora karşı ciddi itirazlara dayanan savunması üzerine yerel mahkemece, konusunda uzman bir bilirkişiye tekrar tercüme yaptırılması ve sonucuna göre sanığın hukuksal durumunun tayin ve takdiri gerekirken yayımlanan eserin tercümesi için yeniden bilirkişi atanması yönündeki ara kararından, sanığa veya müdafine sorulmadan ve Cumhuriyet savcısının da görüşü alınmadan vazgeçilmiş olması karşısında yerel mahkeme hükmünün eksik araştırmaya dayalı olarak verildiğinin kabulü gerekir.
DAVA : Basın ve yayın yoluyla silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan sanık F… T..’ın, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2 ve 5237 sayılı TCY’nın 62. maddesi uyarınca 10 ay hapis ve 416 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.03.2007 gün ve 42-58 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 08.11.2010 gün ve 550-11488 sayı ile onanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 14.01.2010 gün ve 181329 sayı ile;
“… İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca, 09.12.2003 tarih ve 280 sayılı iddianameyle; ‘sanık F… T..’ın W… A… Yayınevinin sahibi olduğu, bu yayınevi tarafından çıkarılan G… Ş…- S… ( K… T…-B… ) isimli kitabın ilgili sayfalarında yer alan ifadelerin terör örgütünün propagandası niteliğinde olduğu’ iddiasıyla, 3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmıştır.
Yapılan yargılama sonunda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 16.03.2007 tarih ve 2007/42-2007/58 sayılı karar ile; ‘sanığın sahibi bulunduğu W… A… adlı yayınevi tarafından K… basılıp yayımlanan G… Ş… S… adlı kitabın 296, 415, 422, 427 ve 428. sayfalarında yer alan şiirlerle, fikir ve düşünceyi açıklama sınırları dışında, yasadışı silahlı terör örgütünün propagandasının yapıldığı, şiirlerin şiddet ve terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek nitelikte olduğu, sanığın aidiyet belgesi vermemesi dikkate alınarak 3713 sayılı Yasanın 7/2 ve 5237 sayılı TCK’nın 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 416 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına’ karar verilmiş, karar itiraza konu Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kararı ile onanmıştır.
Sanık eyleme konu kitabı basan yayınevinin sahibi ve yayın sorumlusudur. Eser süresiz yayın niteliğinde olduğundan 5187 sayılı Yasa gereğince ayrıca sorumlu yazı işleri müdürü sıfatı da bulunmamaktadır.
Sanık; kitabın yazarının M… O… olduğunu, gerçek kişi olduğunu, başka bir suçtan tutuklu veya hükümlü bulunduğunu, istenmesi halinde kimlik bilgilerini sunabileceğini savunmuştur.
Mahkemece sanığa bildirimde bulunması için süre verilmediği gibi, resen herhangi bir araştırma da yapılmamış, gerekçeli kararda aidiyet belgesi sunulmadığı şeklinde soyut gerekçeyle asıl fail gibi cezalandırılmıştır.
Karar ve tebliğname tarihinden sonra, onama ilamından önce; 26.11.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 18.06.2009 tarih ve 2006/121-2009/90 sayılı kararı ile; ‘3713 sayılı Yasanın, 5532 sayılı Yasanın 6. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü tümcesinde yer alan ‘… sahipleri ve…’ ibaresi; 3713 sayılı Yasa’nın 7. maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü ve dördüncü tümcelerinin; 6. maddenin dördüncü fıkrasıyla ilgili yukarıda yer verilen gerekçelerle, Anayasa’nın 13. maddesindeki demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine, 26. maddesindeki haber alma özgürlüğüne, 28. maddesindeki basın özgürlüğü ile 38. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan ceza sorumluluğunun kişiselliği ve ceza sorumluluğunun ‘kusura’ dayalı olması ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3713 sayılı Yasanın 7. maddesinin ikinci fıkrasında terör örgütünün propagandasını yapan kişilerin bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı, bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde ise verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı kuralı yer almaktadır. Fıkranın iptal konusu olan üçüncü ve dördüncü tümcelerinde ise, propaganda suçunun basın yayın yoluyla işlenmesi halinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adli para cezasına hükmolunacağı, ancak yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırının beşbin gün olduğu belirtilmiştir.
Yasa koyucu, 3713 sayılı Yasanın 7. maddesinin ikinci fıkrasında terör örgütünün propagandasının yapılmasını suç olarak düzenlemiş, ayrıca basın ve yayın kuruluşlarının kitlelere ulaşmada sağladığı kolaylık ve kişiler üzerindeki etkisini gözönünde tutarak, bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesini ağırlaştırıcı neden kabul etmiştir. İptal konusu tümcede ise, basın ve yayın organlarının sahiplerine ve yayın sorumlularına, sahibi veya yayın sorumlusu oldukları organlarda terör örgütlerinin propagandalarının yapılmasını önlemekle ilgili dikkat ve özen yükümlülüğü getirerek bu yükümlülüğe aykırı davranışları da ceza yaptırımına bağlamıştır.
Anayasanın ‘suç ve cezalara ilişkin esaslar’ kenar başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrasında ‘ceza sorumluluğu şahsidir’ hükmü yer almaktadır. Anayasanın bu hükmü gereğince bir kişi, sadece kendisine ait kusurlu fiilinden sorumlu tutulabilir. Bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmaması, diğer bir ifadeyle başkasının fiilinden sorumlu tutulmaması Anayasanın 38. maddesinin yedinci fıkrası gereğidir. Bu ilkeye göre, asli ve feri failden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları olanaklı değildir. Basın yayın organlarının sahipleri genellikle yayın hayatına sermayesiyle katkı sağlayan kişilerdir. Konumları nedeniyle bu kişilerin yayın işleri yönetimini şekillendirmek, yazı ve yayınları denetlemek ve yayın üzerinde inceleme ve denetim görevi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Yayınları inceleme ve denetim ödevi yayın sorumlusuna aittir. Yasak eylemlerin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde basın yayın organlarının sahiplerinin salt bu nitelikleri nedeniyle cezalandırılması ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle, 3713 sayılı Yasanın 6. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ‘… sahipleri ve…’ ibaresi Anayasa’nın 38. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yasanın aynı düzenlemeyi içeren 6. maddesinin dördüncü fıkrasındaki gerekçelerle, 3713 sayılı Yasanın 7. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ‘… sahipleri ve…’ ibaresinin Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğuna’ karar verilmiştir.
Bu durum da sanığın hukuki durumunun tespitinde önem arzetmesine karşın, yerel mahkemece savunma doğrultusunda aidiyet belgesi verilmesi için imkan tanınmalı veya bu yönde mahkemece maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yazarın kimliği yönünde araştırma yapılmalıdır.
Bu haliyle sanık savunmasına lehe olarak itibar edilerek Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının Özel Dairece değerlendirilip, eksik inceleme ve hükümden sonra 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi uyarınca sanık lehine olan 5532 sayılı Yasanın 6. maddesi ile değişik 3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdiri için bozmaya konu edilmesi yerine, yazılı şekilde mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmesi yasaya aykırı görülmüştür.
Yukarıda arz edilen nedenlerle; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 08.11.2010 tarih ve 2009/550-2010/11488 sayılı onama kararının kaldırılması,
Sanığın savunması doğrultusunda eserin yazarının kimlik bilgilerinin, ( aidiyet belgesi ) kendisine süre verilip bildirilmesinin istenmesi veya mahkemece araştırma yapılıp, sonucuna göre 26.11.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 18.06.2009 tarih ve 2006/121-2009/90 sayılı kararı ile iptal edilen 5532 sayılı Yasanın 6. maddesi ile değişik 3713 sayılı Yasanın 7/2-son ve 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddeleri uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden tayini gerektiği” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak, “Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi…”.
İsteminde bulunulmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yargılamaya konu eserin yazarının yalnızca adını ve bulunduğu yeri bildiren sanığa, adı geçenin açık kimlik bilgileri ile aidiyet belgesini sunmak üzere süre verilmesinin veya mahkemece bu konuda re’sen araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği ile Anayasa Mahkemesinin 18.06.2009 gün ve 121-90 sayılı iptal kararının, sanığın hukuksal durumunu etkileyip etkilemeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık hakkında; sahibi olduğu W… A… adlı yayınevi tarafından, İstanbul İlinde K… olarak basılıp yayınlanan G… Ş… S… isimli kitabın, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcılığınca re’sen tayin edilen ve uzmanlığı belirtilmeyen Ordu İli, Perşembe İlçesi nüfusuna kayıtlı bilirkişi tarafından yapılan tercümesi sonucunda;
296. sayfasında yayınlanan şiir içeriğinde;
“Ey felek artık kork,
K…lerin direnişi artık geldi.
…Topraktan çıkan Ö…’ın göstermiş olduğu direniş,
R… G… ve nasıl bir hızla gerilla geliyordu”
415. sayfasında;
“… Söyleyin, ‘çok yaşa başımız A…’, söyleyin ‘çok yaşa K…tan’
…Bu sözler mahşeri kalabalık tarafından dile getirildi. İnsan dalgaları birbirlerine çarpmaya başladı. Polislerin hepsi kendini emniyet altına almaya başladılar. Bazıları da damların üzerlerinde cephe tuttular. Sanırsın ki çevredeki insanların içinde silahlı gerillalar var… Herkes kendine ne olup olmayacağını düşünmeden mevcut olan tüm kuvvetiyle bağırıyordu. Söylüyorlardı ki; ‘çok yaşa başbuğumuz A.., çok yaşa K…tan’…”
422. sayfasında;
“… Aynı anda hep bir ağızdan; ‘yaşasın Kürdistan, yaşasın başbuğumuz A…, şehitler ölmez’…”
427. sayfasında yayınlanan şiir içeriğinde;
“Bu E…’nın ışığıdır
A…’nın ışığıdır.
…Başbuğumuzun güneşi üzerimizdedir,
Bu güneş, aynı zamanda tüm gerilla ve şehitlerin üzerindedir.
K…tan’da yeni yayıldın,
Düşmanı ta temelden sarstın”
428. sayfada yayınlanan diğer bir şiir içeriğinde;
“Z…’ın elindeki tüfek,
Z…’ın elindeki bomba,
Şehitler için giyinip kuşanın hazırlanın,
K…’ın arkasında sıra olacağız.
…P… sen hep var olasın,
Başımızın üstünde taç olasın.
Biz hepimiz senin sancağının altındayız,
Biz hepimiz göstermiş olduğun ve gitmiş olduğun yolun üzerindeyiz”
Şeklindeki anlatımla, şiddet ve terör eylemlerine başvurmayı yöntem olarak seçen ve uygulayan P.. silahlı terör örgütü ve bu terör örgütünün askeri ve cephe örgütlenmeleri olan E… ve A…’nın, söz konusu yayını okuyanlar ve örgütün sempatizanlarını, silahlı terör örgütünün benimsediği şiddet ve terör eylemlerine katılmaya yönlendirecek şekilde yayın yolu ile propagandasının yapıldığı iddiasıyla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı,
Sanığın 11.02.2005 tarihli duruşmada;”Kitabın Türkçe tercümesi hatalı yapılmıştır. G…Ş…’ın anlamı Kavgaların Tepesi değil, A…ların Tepesi’dir. Kitabın içeriğinde de aynı şekilde büyük hatalar yapılmıştır. Propaganda yapmadık, şiddete yer vermedik. Kitabın doğru tercümesi yapılırsa bu ortaya çıkacaktır. Kitabın yazarı M… O…’dır. Benim bildiğim gerçek ismidir. Ancak yine de gerçek kimliğini araştırıp bildirebilirim. Şu an kendisi cezaevinde tutuklu veya hükümlüdür. Kitap yayınlanmadan önce ben içeriğini okudum, ondan sonra yayınladım” şeklinde savunmada bulunduğu, ancak mahkemece yazarın açık kimlik bilgileri ile adresini bildirmek ve aidiyet belgesi sunmak üzere sanığa süre verilmediği gibi, adı geçen yazar hakkında re’sen araştırma yapma yoluna da gidilmediği,
Aynı duruşmada sanığın önceki tercümeyi kabul etmemesi nedeniyle İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yazı yazılarak, İstanbul’da Kürtçe Dil Eğitim Kursu olup olmadığının sorulduğu,
İl Milli Eğitim Müdürlüğünce; izinli olarak açılan Kürtçe Kursunun Müdürü ve Öğreticisi M… Ç…’nın isim ve adresinin bildirildiği,
10.06.2005 tarihli duruşmada, Milli Eğitim Müdürlüğünce adı bildirilen M… Ç…’nın hazır edilmesi için yazı yazılmasına karar verildiği,
Ancak daha önce hazır edilmesi istenilen tercüman bilirkişi dinlenilmeden, görevsizlik kararı ile dosyanın gönderildiği Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesince karşı görevsizlik kararı verildiği, oluşan görev uyuşmazlığının Yargıtay 5. Ceza Dairesince 17.10.2006 gün ve 8739-8064 sayılı kararla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması suretiyle çözümlendiği,
Dosyanın gönderildiği İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 12.01.2007 günlü duruşmaya hazırlık tutanağıyla; bilirkişinin hazır edilmesine ilişkin 10.06.2005 tarihli ara kararından; “suça konu kitabın Kürtçe yazıldığı, soruşturma aşamasında Türkçeye çevrilmiş olduğu, kitabın hacimli olması ve dosyaya yenilik getirmeyeceği ve dosyayı sürüncemede bırakacağı” gerekçesi ile vazgeçilerek sanığın duruşmaya çağrıldığı, 16.03.2007 günlü duruşmada da sanığın ve müdafiinin yokluğunda hüküm kurulduğu,
Sanık müdafiinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince hükmün onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Suça konu olan eser; 5187 sayılı Basın Yasasının 2. maddesinin ( a ) ve ( h ) bentleri uyarınca süresiz yayın niteliğinde olup, 5237 sayılı TCY’nın 6. maddesinin 1. fıkrasının ( g ) bendindeki “ceza kanunlarının uygulanmasında, basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınlar anlaşılır” hükmü uyarınca eylemin basın yoluyla işlendiğinde duraksama bulunmamaktadır.
26.06.2004 gün ve 25504 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Yasasının 11. maddesinde;
“Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur.
Süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur.
Süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkum olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması halinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir.
Süresiz yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkum olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde yayımcı; yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması hallerinde ise basımcı sorumlu olur.
Yukarıdaki hükümler, süreli yayınlar ve süresiz yayınlar için bu Kanunda aranan şartlara uyulmaksızın yapılan yayınlar hakkında da uygulanır” hükmü yer almaktadır.
Terör örgütünün propagandasını yapma suçu ise, 12.04.1991 gün ve 20843 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan Yasa maddesinin, 28.09.2006 gün ve 5532 sayılı Yasayla değişik 2. fıkrasında;
“Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur…” hükmü getirilmiştir.
Anılan yasa maddesinde; terör örgütünün propagandasını yapma suçunun, basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da sorumluluk hali öngörülmüş, suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi durumunda da cezanın, artırılarak hükmolunacağı düzenlenmiştir. Ayrıca suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi durumunda, yayın sorumlularının da suça iştiraki gündeme gelecektir.
3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesinde, 26.09.2006 gün ve 5532 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonra, yayın yoluyla terör örgütünün propagandasını yapan kişiler hakkında 5187 sayılı Yasanın 11. maddesinin uygulanma olanağı kalmamıştır. Bu durum karşısında basın ve yayın yoluyla terör örgütünün propagandasını yapanlar hakkında 5187 sayılı Yasanın 11. maddesi yerine, daha özel nitelikte düzenlemeler içeren 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2. maddesi uygulanacaktır.
Yerel mahkemenin 16.03.2007 tarihli hükmünden sonra, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin onama kararından önce 26.11.2009 gün ve 27418 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 18.06.2009 gün ve 121-90 sayılı kararı ile;
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 6. maddesinin, 5532 sayılı Yasanın 5. maddesiyle değiştirilen dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde ve 6. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “… sahipleri ve …” ibaresinin Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiş ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca da bu husus itiraz nedeni olarak gösterilmiştir.
Ceza yargılamasının amacı usül kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda somut gerçeğin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde kesin olarak saptanmasıdır. Gerek 1412 sayılı CYUY, gerekse 5271 sayılı CYY’nın adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlamaktadır. Bunun sonucu olarak hüküm kesinleşinceye kadar, inceleme olanağı bulunan kanıtların ele alınıp değerlendirilmesi gerekir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, öne sürülen ve olaya ışık tutabilecek tüm kanıtların araştırılıp tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;
Yargılamaya konu olan eserin, soruşturma aşamasında niteliği ve uzmanlık alanı dosya kapsamına göre tam olarak belli olmayan bilirkişiye tercüme ettirilmesi ve sanığın da; “Kitabın Türkçe tercümesi hatalı yapılmıştır, G… Ş…’ın anlamı Kavgaların Tepesi değil, A… Tepesi’dir, kitabın içeriğinde aynı şekilde büyük hatalar yapılmıştır, propaganda yapmadık, şiddete yer vermedik, kitabın doğru tercümesi yapılırsa bu ortaya çıkacaktır, kitap yayınlanmadan önce içeriğini okudum ondan sonra yayınladım” şeklindeki savunması üzerine yerel mahkemece, konusunda uzman bir bilirkişiye tekrar tercüme yaptırılması ve sonucuna göre sanığın hukuksal durumunun tayin ve takdiri gerekirken yayımlanan eserin tercümesi için yeniden bilirkişi atanması yönündeki ara kararından, sanığa veya müdafine sorulmadan ve Cumhuriyet savcısının da görüşü alınmadan vazgeçilmiş olması karşısında yerel mahkeme hükmünün eksik araştırmaya dayalı olarak verildiğinin kabulü gerekir.
Bu kabul nedeniyle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında belirtilen hususların bu aşamada ele alınmasına gerek görülmemiştir.
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 08.11.2010 gün ve 550-11488 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.03.2007 gün ve 42-58 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.03.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/1023
K. 2012/628
T. 2.2.2012
• KADASTRO TESPİTİNDEN DOĞAN DAVA ( Kadastro Kanunu’nun 36. Md.sinin Verilen Süreye Riayet Etmeyen Taraf Aleyhine Uygulanabilmesi İçin Ara Kararında İlgili Masrafların Kalemler Halinde Gösterilip Bu Ücretlerin Temini ve Yatırılması İçin İlgiliye Makul Bir Süre Tanınması Gerektiği )
• VERİLEN SÜRELERE RİAYET ETMEYEN TARAF ( Kadastro Tespitinden Doğan Dava – Kadastro Kanunu’nun 36. Md.sinin Uygulanabilmesi İçin Ara Kararında İlgili Masrafların Kalemler Halinde Gösterilip Bu Ücretlerin Temini ve Yatırılması İçin İlgiliye Makul Bir Süre Tanınması Gerektiği )
• ARA KARARI ( Masrafın Yatırılacağı Son Gün İle Keşif Tarihi Arasında Yerel Bilirkişi ve Tanıklara Yapılacak Tebligatlar İçin Yeterli Süre Bulunmadığı/Bu Şekilde Usulüne Uygun Olmayan Ara Kararına Dayanılarak Hüküm Kurulamayacağı – Kadastro Tespitinden Doğan Dava
• MAKUL SÜRE TANINMASI ( Kadastro Tespitinden Doğan Dava – Kadastro Kanunu’nun 36. Md.sinin Verilen Süreye Riayet Etmeyen Taraf Aleyhine Uygulanabilmesi İçin Gerektiği/Tanınacak Süre İle Keşif Günü Arasında da Bilirkişi Adayları ve Tanıklara Arazi Başında Hazır Olmalarının Tebliği İçin Yeterli Bir Sürenin Bulunması Gerektiği )
• KEŞİF İÇİN GEREKLİ MASRAFI YATIRMASI HUSUSUNDA SÜRE TANINMASI ( Davacı Tarafa 15 Günlük Kesin Süre İhtaratında Bulunulmuş Keşif İçin Gerekli Giderler Kalemler Halinde Gösterilmeksizin Keşfe İlişkin Önceki Ara Kararlarına Atıfta Bulunulması – Usulüne Uygun Olmayan Ara Kararına Dayanılarak Hüküm Kurulamayacağı/Kadastro Tespitinden Doğan Dava )
3402/m.36
ÖZET : Dava, kadastro tespitinden doğmuştur. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesinin verilen süreye riayet etmeyen taraf aleyhine uygulanabilmesi için ara kararında hakim, katip, mübaşir, yerel bilirkişi adayı, tanık, teknik bilirkişiye verilecek ücretlerle vasıta parasının, yapılacak tebligatlarla ilgili masrafların kalemler halinde gösterilip, bu ücretlerin temini ve yatırılması için ilgiliye makul bir süre tanınması, ilgiliye tanınacak süre ile keşif günü arasında da bilirkişi adayları ve tanıklara arazi başında hazır olmalarının tebliği için yeterli bir sürenin bulunması gerekmektedir. Masrafın yatırılacağı son gün ile keşif tarihi arasında yerel bilirkişi ve tanıklara yapılacak tebligatlar için yeterli süre bulunmamaktadır. Bu şekilde, usulüne uygun olmayan ara kararına dayanılarak hüküm kurulması isabetsizdir.
DAVA : Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, Gereği görüşüldü:
KARAR : Kadastro sırasında 104 ada 291, 292, 293, 294, 295, 297, 298, 299, 303, 304, 305, 313, 314, 316, 317, 318, 319, 323, 324, 326, 327 parsel sayılı 2.674,37, 837,33, 816,27, 740,01, 1.198,23, 1.466,95, 667,15, 722,27, 300,46, 964,01, 805,49, 2.669,44, 1.442,88, 835,66, 651,32, 1.580,34, 848,24, 1.095,28, 2.340,92, 4.630,02 ve 834,54 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ve satın alma nedeniyle davalılar Ö. Y. ve arkadaşları adına tespit edilmiştir. Davacı S. Ç. ve arkadaşları, özel parselasyon yaparak sattıkları çekişmeli taşınmazlarda ortaya çıkacak miktar fazlalıkları ile yerleri değiştirilen parsellerin adlarına tescili istemiyle dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 3402 sayılı Yasa’nın 36. maddesi gereğince davanın reddine, çekişmeli taşınmazların tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılardan S. Ç. tarafından temyiz edilmiştir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesinin verilen süreye riayet etmeyen taraf aleyhine uygulanabilmesi için ara kararında hakim, katip, mübaşir, yerel bilirkişi adayı, tanık, teknik bilirkişiye verilecek ücretlerle vasıta parasının, yapılacak tebligatlarla ilgili masrafların kalemler halinde gösterilip, bu ücretlerin temini ve yatırılması için ilgiliye makul bir süre tanınması, ilgiliye tanınacak süre ile keşif günü arasında da bilirkişi adayları ve tanıklara arazi başında hazır olmalarının tebliği için yeterli bir sürenin bulunması gerekmektedir. Mahkemece hükme dayanak yapılan 07.05.2010 tarihli celsede verilen ara kararında, 13.08.2010 tarihinde yapılacak keşif için gerekli masrafı yatırması hususunda davacı tarafa 15 günlük kesin süre ihtaratında bulunulmuş, keşif için gerekli giderler kalemler halinde gösterilmeksizin keşfe ilişkin önceki ara kararlarına atıfta bulunulmuştur. Atıfta bulunulan 05.03.2010 tarihli önceki ara kararda ise yerel bilirkişi ve tanıklar için gerekli tebligat gideri, keşif araç gideri ve mahkeme heyeti yasal yolluğu kalemler halinde gösterilmemiştir. Keşif için masrafın yatırılacağı son gün 15.06.2010 tarihi olup masrafın yatırılacağı son gün ile keşif tarihi arasında yerel bilirkişi ve tanıklara yapılacak tebligatlar için yeterli süre bulunmamaktadır.
SONUÇ : Bu şekilde, usulüne uygun olmayan ara kararına dayanılarak yazılı olduğu gibi hüküm kurulması isabetsiz ve temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 02.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5736
K. 2012/13174
T. 19.9.2012
• İSTİNABE YOLUYLA YAPTIRILACAK BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ ( Usulsüz Kesin Mehil Ara Kararına Dayanılarak Bilirkişi Deliline Dayanılmaktan Vazgeçildiğinin Kabulü ve Davanın Reddine Karar Verilmesinin Hukuka Aykırı Olduğu )
• ARA KARARI ( İstinabe Yoluyla Yaptırılacak Bilirkişi İncelemesinde Dosya Gidiş-Dönüş Posta ve Davetiye Masrafları Kalemler Halinde Saptanacağı – Giderin Ne Kadar Süre İçerisinde Mahkeme Veznesine Depo Edileceğinin Açıkça Belirtileceği )
• ARA KARARI YERİNE GETİRMEME ( Sonuçlarının Hazır Olan Tarafa İhtar Edileceği – Hazır Olmayan ve Ara Kararı Gereğini Yerine Getirmek Zorunda Bulunan Tarafa Ara Kararın Bir İhtarnameyle ve Usulüne Uygun Olarak Tebliğ Edilmesi Gerektiği )
• KESİN MEHİL / ARA KARARI ( Usulsüz Olduğu – Bu Usulsüz Ara Karara Dayanılarak Bilirkişi Deliline Dayanılmaktan Vazgeçildiğinin Kabul Edilemeyeceği )
6100/m.120, 266
ÖZET : Mahkemece istinabe yoluyla yaptırılacak bilirkişi incelemesine esas olmak üzere dosya gidiş-dönüş posta masrafları, bilirkişilere çıkarılacak davetiye masrafları kalemler halinde saptanıp bu giderin ne kadar süre içerisinde mahkeme veznesine depo edileceği açıkça belirtilip ara kararı gereğini yerine getirmemenin sonuçları hazır olan tarafa ihtar edilmeli, hazır olmayan ve ara kararı gereğini yerine getirmek zorunda bulunan tarafa ise bu ara kararı bir ihtarnameyle ve usulüne uygun olarak tebliğ edilmelidir. Usulsüz kesin mehil ara kararına dayanılarak bilirkişi deliline dayanılmaktan vazgeçildiğinin kabulünde ve davanın reddine karar verilmesi hukuka aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; müvekkili bankanın Mut Şubesi ile davalı arasında imzalanan ticari müşteri sözleşmesine istinaden davalıya çek karneleri verildiğini, davalıya verilen çek karnelerinden bir kısım çek yapraklarının müvekkili bankaya ibraz edildiğini, ancak karşılıksız çıktığını, bankanın süresinde ibraz edilen ve karşılıksız çıkan her çek yaprağı için ödeme yükümlülüğünün bulunduğunu, bu kapsamda müvekkili bankanın kendisine takip tarihinden önce ibraz edilen 12 adet ve takip tarihinden sonra ibraz edilen 9 adet çeke ilişkin olarak yükümlü olduğu miktarları hamillerine ödediğini, davalının kendisine tebliğ edilen ödeme emrine itiraz ederek takibi durdurduğunu belirterek davalı tarafından yapılan itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece toplanan deliller ve dosya kapsamına göre; 04/10/2011 tarihli celsede dosyanın ayrıntıları da belirtilmek suretiyle yeniden rapor tanzimi için bilirkişiye tevdi hususunda ara karar tesis edildiği, yine bu celsede istinabe posta masraflarının ve bilirkişi ücretinin karşılanması konusunda davacı vekiline 5’er günlük ayrı ayrı kesin süre verildiği, verilen bu sürelerin kesin süre olduğunun ve bu süre içerisinde masrafların karşılanmaması halinde bu delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususunun davacı vekiline ayrı ayrı ihtar edildiği, buna rağmen davacı vekilinin 200,00 TL’lik bilirkişi ücretini karşılamasına rağmen kesin süre içerisinde istinabe posta masrafını karşılamamış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece 04/10/2011 tarihli celsede istinabe yoluyla bilirkişi incelemesi yapılması için kesin mehil verilmek suretiyle ara kararı kurulmuş ise de; söz konusu ara kararında dosya gidiş-dönüş posta masrafları, bilirkişilere çıkarılacak davetiye masrafları kalemler halinde saptanıp davacının yatırması gereken masraf miktarı açıkça belirlenmemiştir.
Mahkemece istinabe yoluyla yaptırılacak bilirkişi incelemesine esas olmak üzere dosya gidiş-dönüş posta masrafları, bilirkişilere çıkarılacak davetiye masrafları kalemler halinde saptanıp bu giderin ne kadar süre içerisinde mahkeme veznesine depo edileceği açıkça belirtilip ara kararı gereğini yerine getirmemenin sonuçları hazır olan tarafa ihtar edilmeli, hazır olmayan ve ara kararı gereğini yerine getirmek zorunda bulunan tarafa ise bu ara kararı bir ihtarnameyle ve usulüne uygun olarak tebliğ edilmelidir.
Açıklanan sebeplerle kesin mehle dair 04/10/2011 tarihli ara karar yöntemine uygun olmayıp sonuç doğuracak nitelikte bulunmadığından, usulsüz kesin mehil ara kararına dayanılarak bilirkişi deliline dayanılmaktan vazgeçildiğinin kabulünde ve davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davacı banka yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 19.09.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/6939
K. 2012/9258
T. 23.5.2012
• TRAFİK KAZASI NEDENİ İLE ÖLÜMDEN DOĞAN TAZMİNAT ( Mahkemenin Davacılara Gider Avansı Yatırılmasına İlişkin Kesin Süre Verdiği Celsede Davacılar Vekili Mazeretli Olup Duruşmada Bulunmadığından Ara Kararı Kendisine Tefhim Edilmediği – Davacılar Vekiline Ara Kararının Usulünce Tebliğ Edilmesi Sağlanarak Karar Verileceği )
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Trafik Kazası Nedeni İle Ölümden Doğan – Davacılara Gider Avansı Yatırılmasına İlişkin Kesin Süre Verdiği Celsede Davacılar Vekili Mazeretli Olup Duruşmada Bulunmadığından Ara Kararı Kendisine Tefhim Edilmediği/Davacılar Vekiline Ara Kararının Usulünce Tebliğ Edilmesi Sağlanarak Karar Verileceği )
• ARA KARARIN USULÜNCE TEFHİM EDİLMEMESİ ( Gider Avansı Yatırılmasına İlişkin Kesin Süre Verdiği Celsede Davacılar Vekili Mazeretli Olup Duruşmada Bulunmadığı/Ara Kararının Usulünce Tebliğ Edilmesi Sağlanarak Karar Verileceği – Trafik Kazası Nedeni İle Ölümden Doğan Tazminat )
7201/m.7/A
ÖZET : Dava, trafik kazası nedeni ile ölümden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemenin, davacılara gider avansı yatırılmasına ilişkin kesin süre verdiği celsede davacılar vekili mazeretli olup duruşmada bulunmadığından ara kararı kendisine tefhim edilmemiştir. Davacılar vekiline ara kararı UYAP kanalıyla tebliğine karar verilmiş ise de Tebligat Kanunu’nun 7/A maddesine göre adres bulunmamaktadır. Kaldı ki davacılar vekili söz konusu tarihte UYAP abonesi olmadığını bildirmektedir. Şu durumda, davacılar vekiline ara kararının usulünce tebliğ edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı Y. K. ve diğerleri vekili tarafından, davalı M. H. ve diğeri aleyhine verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine dair verilen 28/02/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, trafik kazası nedeni ile ölümden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem dava şartı yokluğundan reddedilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, davalının neden olduğu trafik kazasında desteklerinin ölümünden dolayı uğradıkları maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuşlardır.
Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacılar vekilinin mazeretinin kabul edildiği 06.12.2011 günlü celsede ara kararı ile 603 TL gider avansı yatırılması için davacılara kesin süre verilmiş, süre sonunda avans yatırılmadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemenin, davacılara 603 TL gider avansı yatırılmasına ilişkin kesin süre verdiği celsede davacılar vekili mazeretli olup duruşmada bulunmadığından ara kararı kendisine tefhim edilmemiştir. Davacılar vekiline ara kararı UYAP kanalıyla tebliğine karar verilmiş ise de Tebligat Kanunu’nun 7/A maddesine göre adres bulunmamaktadır. Kaldı ki davacılar vekili söz konusu tarihte UYAP abonesi olmadığını bildirmektedir.
Şu durumda, davacılar vekiline ara kararının usulünce tebliğ edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgıya düşülerek tebligat yapılmadan dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiş bulunması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 23.05.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.