Avukatlık Sözleşmesi Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/13013
K. 2008/15799
T. 29.12.2008
AZİL ( %25’i Aşmamak Üzere Dava veya Hükmolunacak Şeyin Değeri Yahut Paranın Belli Bir Yüzdesi Avukatlık Ücreti Olarak Kararlaştırılabileceği – Bu Tavanı Aşan Sözleşmeler Belirtilen %25 Tavan Oranında Geçerli Olduğu )
AVUKATLIK ÜCRETİ ( %25’i Aşmamak Üzere Dava veya Hükmolunacak Şeyin Değeri Yahut Paranın Belli Bir Yüzdesi Olarak Kararlaştırılabileceği )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ ( %25’i Aşmamak Üzere Dava veya Hükmolunacak Şeyin Değeri Yahut Paranın Belli Bir Yüzdesi Avukatlık Ücreti Olarak Kararlaştırılabileceği – Bu Tavanı Aşan Sözleşmeler Belirtilen %25 Tavan Oranında Geçerli Olduğu )
1136/m.164, 163/2
818/m.386, 396
2942/m.31/d
ÖZET : Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir. Bu tavanı aşan sözleşmeler belirtilen yüzde yirmibeş tavan oranında geçerlidir.
DAVA : N. vekili avukat M. ile D. vekili avukat D. aralarındaki dava hakkında ( Mersin İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi )’nden verilen 13.09.2005 gün ve 531-505 sayılı hükmün Dairemizin 06.03.2008 tarih ve 2006/9528-2008/3188 sayılı ilamıyla bozulmasına karar verilmişti. Süresi içinde davacı avukatınca kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, davalı tarafından Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine açılmış olan Mersin Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/108 E. sayılı kamulaştırma bedelinin artırılmasına ilişkin davada davalıyı vekil olarak temsil ettiğini, davanın karara bağlanmasının ardından ilamın icrası için takip başlattığını, ancak davalı tarafından haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 15.06.2001 tarihli avukatlık ücret sözleşmesi ve icra vekillik ücreti gereğince toplam 15.671.000.000 TL vekalet ücretinin tahsili için başlatmış olduğu icra takibine yapılan itirazın iptaline, %40 inkar tazminatının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, sözleşmenin boş olarak imzalatıldığını, kaldı ki gerek Avukatlık Kanunu’nun 164/3, gerekse Kamulaştırma Kanunu’nun 31/d maddeleri gereğince sözleşmenin geçersiz olduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, başarıya göre değişme koşulunu içermediğinden sözleşmenin geçersiz olduğu kabul edilerek, vekalet hizmeti verilen kamulaştırma davasının hüküm tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan 2.142.959.804 TL miktarındaki vekalet ücreti üzerinden takibin devamına, bu miktar üzerinden %40 inkar tazminatının da davalıdan tahsiline karar verilmiş; davacı tarafından temyiz edilen hüküm, Dairemizce onanmış, davacı bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
1- Temyiz ilamında belirtilen gerektirici nedenler karşısında Usulün 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uygun olmadığından, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer karar düzeltme itirazlarının reddi gerekir.
2- Taraflar arasında düzenlenen 15.06.2001 tarihli avukatlık ücret sözleşmesi ile davacının, davalının vekili sıfatıyla Mersin Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/108 E. sayılı kamulaştırma bedelinin artırılmasına ilişkin davayı takip ederek sonuçlandırmayı üstlendiği, bunun karşılığında davalı tarafından da dava miktarının %30’u üzerinden avukatlık ücretinin ödenmesinin taahhüt edildiği, davacı avukat tarafından takip edilen söz konusu davanın 18.02.2003 tarihinde 14.602.016.483 TL bedel artırımı ile sonuçlandığı, ne var ki davacının, 21.08.2002 tarihli bildirimle azledildiği, vekalet ücretinin tahsili için başlatmış olduğu icra takibine yapılan itiraz üzerine de eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Taraflar arasındaki avukatlık ücret sözleşmesi, 15.06.2001 tarihli olup, uyuşmazlığın çözümünde 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, 02.05.2001 tarihinde 4667 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonraki, ancak 13.01.2004 tarihinde 5043 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten önceki hükümlerinin uygulanması gereklidir. Anılan Yasa’nın 4467 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonraki 164/2. maddesinde, “Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.” hükmü mevcut olup, taraflar arasındaki sözleşmede “dava miktarının %30’u” oranında avukatlık ücreti belirlenmesine ilişkin kararlaştırma, yasada belirlenen %25 oranını aştığı için geçersizdir. Ne var ki, aynı Yasa’nın 163/2. maddesinde ise “Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir … Avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.” hükmü mevcut olduğundan, yasada öngörülen %25 oranını aşan sözleşmenin, tavan miktarı olan %25 oranında geçerli olduğunun kabulü ile vekalet ücretinin de bu orana göre belirlenmesi gerekir. Mahkemece, davanın kaybedilmesi halinde ödenecek ücret tutarının belirlenmediğinden bahisle, dava konusu vekalet ücret sözleşmesinin Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesi gereğince tümüyle geçersiz olduğu kabul edilerek, ücrete konu olan davanın hüküm tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince davalı lehine hükmedilen miktar üzerinden hesaplanan vekalet ücretinin tahsiline karar verilmişse de, adı geçen Kanun’un 4467 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonraki 164. maddesinde, sözleşmenin geçerli sayılabilmesi için, değişiklikten önce mevcut olan “başarıya göre değişme koşulu” kaldırılmış olup, yapılan bu değişiklikten sonra, 02.05.2001 tarihinden sonra düzenlenen avukatlık ücret sözleşmelerinde, ücretin nispi olarak belirlenmesi durumunda, sözleşmenin geçerli sayılabilmesi için, “başarıya göre değişen ücret belirleme zorunluluğu” kalmadığından, mahkemenin aksi yöndeki kabulünde isabet bulunmamaktadır. O halde mahkemece taraflar arasındaki avukatlık ücret sözleşmesinde, “dava miktarının %30’u” olarak belirlenen vekalet ücretinin, tavan miktarı olan “dava miktarının %25’i” oranında geçerli olduğunun kabulü ile ücrete konu olan kamulaştırma bedelinin arttırılmasına ilişkin davada davalı lehine hüküm altına alınan miktarın %25’i oranında tespit edilecek vekalet ücreti ile, kararda karşı tarafa yükletilen vekalet ücretinden davalının hissesine düşen 873.137.038 TL’nin toplamı üzerinden itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, açıklanan hususlar gözardı edilerek Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre belirlenen vekalet ücreti üzerinden yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, hükmün bu nedenle bozulması gerekirken, Dairemizce 06.03.2008 tarihli 2006/9528 E. 2008/3188 K. sayılı ilamda sehven, ücret sözleşmesinin tümüyle geçersiz olduğu, bu nedenle vekalet ücretinin de %5-%15 arasında belirlenmesi gerektiği belirtilerek kararın bozulduğu bu kez yapılan inceleme ile anlaşılmış olduğundan, davacının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemize ait 06.03.2008 tarihli 2006/9528 E. 2008/3188 K. sayılı ilamın kaldırılmasına, hükmün yukarıda açıklanan değişik nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının diğer karar düzeltme itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle, davacının karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemize ait 06.03.2008 tarihli 2006/9528 E. 2008/3188 K. sayılı ilamın kaldırılmasına, hükmün açıklanan nedenlerle davacı yararına ( BOZULMASINA ), 29.12.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/11041
K. 2009/5448
T. 20.4.2009
DEMANS HASTALIĞI ( Bir Anda Ortaya Çıkan Bir Rahatsızlık Olmayıp Geçmişinin ve Ağır Seyreden Bir Sürecinin Bulunduğu – Hastalığın Tespitinden Çok Kısa Bir Süre Önce Yapılan Sözleşmenin Geçerli Olamayacağı )
GEÇERSİZ SÖZLEŞME ( Demans Hastalığının Ağır Seyreden Bir Sürecinin Bulunduğu – Hastalığın Tespitinden Çok Kısa Bir Süre Önce Yapılan Sözleşmenin Geçerli Olamayacağı )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ (Demans Hastalığının Bir Anda Ortaya Çıkan Bir Rahatsızlık Olmayıp Ağır Seyreden Bir Sürecinin Bulunduğu – Hastalığın Tespitinden Çok Kısa Bir Süre Önce Yapılan Sözleşmenin Geçerli Olamayacağı)
1136/m.164
ÖZET : Demans hastalığının bir anda ortaya çıkan bir rahatsızlık olmayıp geçmişinin ve ağır seyreden bir sürecinin bulunduğu dikkate alınarak; hastalığın tespitinden çok kısa bir süre önce yapılan sözleşmenin geçerli olamayacağı kabul edilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, avukat olduğunu, davalının yurt dışında ikamet edip kendisine 10.09.2001 tarihli vekaletnameyi verdiğini, 30.03.2002 tarihinde 18.02.2002 tarihli vekil tayin etme yetkisini içeren vekaletnamesi ile kızı S.’nın başka davaları da takip etmesini isteyip aralarında 30.03.2002 tarihli Avukatlık ücret sözleşmesinin düzenlendiğini, sonrasında davalı A.’in imzasının da alındığı, buna göre 16.000,00 YTL avukatlık ücretinin 1.000,00 YTL’sinin daha önceden verildiğini, bakiye 15.000,00 YTL’nin Almanya’ya döner dönmez ödeneceği bildirilmesine rağmen ödenmediğini, kendisinin meslek ahlakı gereği davaları takip edip bitirdiğini, ücretinin tahsili için yapılan icra takibine vasisi tarafından itiraz edildiğini, ancak vasi tayini davasının 27.03.2003 tarihinde açıldığını, 16.09.2003 tarihinde vasi tayin edildiğini, ücret sözleşmesinin ise 30.03.2003 tarihinde yapıldığını, geçerli olduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının 27.03.2002 tarihinde vesayet davasının açıldığını bilmesine rağmen, 30.03.2002 tarihinde ücret sözleşmesini yaptığını, bu sözleşmenin mutlak butlanla batıl olduğunu, davalı asilin vesayet altına alınma koşullarının o dönemde de mevcut olduğunu, istenilen ücretin çok fahiş olduğunu, davacının 9.500,00 YTL ücret istediği dosyanın eski vekil tarafından açılmış usulsüz tebligatın iptali davası olup karara çıktığını, davacının sadece kararı tebliğe çıkardığını, geçersiz sözleşmeye dayanılarak ücret istenemeyeceğini savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, sözleşmenin geçerli olduğuna dayanılarak 15.000,00 YTL üzerinden takibin devamına, temerrüt olmadığından işlemiş faize yönelik talebin reddine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacı ile davalının kızı arasında düzenlenen ve sonrasında davalı asilin de imzasının alındığı 30.03.2002 tarihli avukatlık ücret sözleşmesinde 16.000,00 YTL ücret ödenmesinin kararlaştırıldığı, davalı asilin vesayet altına alınması için diğer kızı tarafından 27.03.2002 tarihinde vasi tayini davasının açıldığı, bu dava sırasında 05.07.2002 tarihli rapor ile davalı asilin Multi İnfark Demans hastası olup hukuki ehliyete haiz bulunmadığının tespit edilmiş olduğu ve kendisine 16.09.2003 tarihinde vasi atandığı tüm dosya içeriği ile sabittir. Demans hastalığının bir anda ortaya çıkan bir rahatsızlık olmayıp evveliyatının ve ağır gelişen bir sürecinin olduğu göz önüne alındığında davalı asilin çok kısa bir süre öncesinde yapılan Avukatlık ücret sözleşmesi sırasında da bu rahatsızlığının mevcut olduğu açıktır. Hal böyle olunca davacının dayandığı ve hükme esas alınan 30.03.2002 tarihli ücret sözleşmesine dayanılarak talepte bulunulamaz. Ne var ki davacı davalının vekili olarak takip ettiği davalarla ilgili avukatlık kanunu 164. maddesi uyarınca ücret isteme hakkına sahiptir. Mahkemece bilirkişiden vekalet ilişkisinin kurulduğu tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Kanunu hükümlerinin uygulanması sureti ile rapor aldırılarak bunun sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerden dolayı davacının tüm, davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent gereği temyiz edilen hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde taraflara iadesine, 20.04.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/3644
K. 2011/19378
T. 18.10.2011
İTİRAZIN KALDIRILMASI DAVASI ( Şirketin Eski Yetkilisinin Şirketi Temsil Yetkisinin Kalktığı Tarihten Sonraki Beyanı Borçlu Şirketi Bağlamayacağı – Genel Mahkemedeki Yargılamada Dikkate Alınabileceği/Bu Beyan Dar Yetkili İcra Mahkemesinde Değerlendirilemeyeceği )
ŞİRKETİN ESKİ YETKİLİSİNİN BEYANLARI ( Şirketi Temsil Yetkisinin Kalktığı Tarihten Sonraki Beyanı Borçlu Şirketi Bağlamayacağı/Bu Beyan Dar Yetkili İcra Mahkemesinde Değerlendirilemeyeceği – İtirazın Kaldırılması İstemi )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİNİ ŞİRKET MÜDÜRÜNÜN İMZALAMASI ( Ortaklar Kurulu Kararına Göre Şirketi Temsil ve İlzam Yetkisinin Sona Erdirildiği – Şirketin Eski Yetkilisinin Şirketi Temsil Yetkisinin Kalktığı Tarihten Sonraki Beyanı Borçlu Şirketi Bağlamayacağı )
TEMSİL YETKİSİ ( Avukatlık Sözleşmesini Şirket Müdürünün İmzalaması/Ortaklar Kurulu Kararına Göre Müdürün Şirketi Temsil ve İlzam Yetkisinin Sona Erdirildiği Tarihten Sonraki Beyanı Borçlu Şirketi Bağlamayacağı – İtirazın Kaldırılması İstemi )
2004/m.68
ÖZET : Bozma ilamından sonra, takip dayanağı avukatlık sözleşmesinin düzenleme tarihi itibariyle borçlu şirketi temsile yetkili olanın, İcra mahkemesine sunduğu dilekçesinde, avukatlık ücret sözleşmesini Ltd. Şti. ni temsilen müdür sıfatıyla kendisinin imzaladığını, sözleşme şartlarına göre alacaklıya ödeme yapamadıklarını beyan etmiştir. Ancak adı geçen kişi her ne kadar avukatlık sözleşmesinin düzenleme tarihi itibariyle borçlu şirketin yetkili temsilcisi ise de ortaklar kurulu kararına göre şirketi temsil ve ilzam yetkisinin sona erdirildiği, bu kararın ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği görülmektedir. Bu durumda, şirketin eski yetkilisinin şirketi temsil yetkisinin kalktığı tarihten sonraki beyanı borçlu şirketi bağlamaz Şirketin eski temsilcisinin yukarda bahsi geçen beyanları genel mahkemedeki yargılamada dikkate alınabilir. Bu beyan dar yetkili icra mahkemesinde değerlendirilemez.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği düşünüldü:
KARAR : Alacaklı tarafından borçlu şirket aleyhine 11.8.2007 tarihli avukatlık sözleşmesine dayalı olarak genel haciz yoluyla ilamsız takip başlatılmış, borçlu şirket vekili süresi içerisinde yetkiye, borca ve ferilerine itirazlarını icra dairesine bildirmiş ve hakkındaki takip durmuştur. Alacaklı vekilinin itirazın kaldırılması istemi, İcra Mahkemesi’nin 17.12.2009 tarihli kararıyla kabul edilmişse de, bu karar. Dairemizin 8.6.2010 tarihli kararı ile “…somut olayda; borçlunun mücerret ( kayıtsız şartsız ) borç ikrarını içeren bir belge alacaklı tarafından sunulmuş değildir. Takip dayanağı yapılan ( İstanbul Mahkeme ve İcra Dairelerinin yetkili kılındığı ) avukatlık sözleşmesi kayıtsız şartsız borç ikrarını içermemektedir. Borçlu tarafından icra dairesine verilen itiraz dilekçesinde borç kabul edilmediğine göre, alacağın tahsil edilip edilmeyeceği yargılamayı gerektirir. Mahkemece bu sebeple itirazın kaldırılması isteminin reddine karar verilmesi yerine, yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi isabetsizdir gerekçesiyle bozulmuştur.
Bozma ilamından sonra, takip dayanağı avukatlık sözleşmesinin düzenleme tarihi itibariyle borçlu şirketi temsile yetkili olan O. İ., İcra mahkemesine sunduğu 26.11.2010 tarihli dilekçesinde, avukatlık ücret sözleşmesini A… Madeni Yağlar İç ve Dış. Tic. Ltd. Şti. ni temsilen müdür sıfatıyla kendisinin imzaladığını, sözleşme şartlarına göre alacaklıya ödeme yapamadıklarını beyan etmiştir. Ancak adı geçen kişi her ne kadar avukatlık sözleşmesinin düzenleme tarihi olan 11.8.2007 tarihi itibariyle borçlu şirketin yetkili temsilcisi ise de. 21.5.2009 tarihli ortaklar kurulu kararına göre şirketi temsil ve ilzam yetkisinin sona erdirildiği, bu kararın 29.5.2009 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği görülmektedir. Bu durumda, şirketin eski yetkilisinin şirketi temsil yetkisinin kalktığı tarihten sonraki 26.11.2010 tarihli beyanı borçlu şirketi bağlamaz Şirketin eski temsilcisinin yukarda bahsi geçen beyanları genel mahkemedeki yargılamada dikkate alınabilir. Bu beyan dar yetkili icra mahkemesinde değerlendirilemez.
Diğer yandan, mahkemece 9.12.2010 tarihli celsede Dairemizin 8.6.2010 tarihli bozma ilamına da uyulmuştur. Bozma kararına uyulmuş olması 4.2.1959 tarih, 13/5 Sayılı ve 9.5.1960 tarih 21/9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları uyarınca taraflardan biri lehine müktesep hak oluşturacağından ve bu hakkın tanınması kamu düzenine dair bulunduğundan mahkemece borçlu yararına oluşan müktesep hak nazara alınmaksızın, şirket eski temsilcisinin beyanına göre takip dayanağı avukatlık sözleşmesinin İ.İ.K. 68/1. maddesinde ifade edilen belgelerden olduğu kabul edilerek itirazın kesin olarak kaldırılmasına kazar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 18.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/3-161
K. 2004/164
T. 24.3.2004
ALACAK DAVASI ( Sırf Taraflardan Birisinin Avukat Olması Nedeniyle Bunlar Arasındaki Her Türlü Hukuki İlişkinin Avukatlık Sözleşmesi ve Vekalet Ücretinden Kaynaklandığı Anlamına Gelmemesi )
AVUKATLIK ÜCRETİ (Bu Ücretin Avukatın Hukuki Yardımının Karşılığı Olan Meblağı veya Değeri İfade Etmesi)
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ ( Serbestçe Düzenlenmesi-Belli Bir Hukuki Yardımı ve Meblağı Yahut Değeri Kapsaması-Ücret Tavanını Aşan Sözleşmelerin Kanunda Belirtilen Tavan Miktarında Geçerli Olması )
BARO HAKEM KURULU (Avukatlık Sözleşmesinden ve Vekalet Ücretinden Kaynkalanan Her Türlü Anlaşmazlıkların Hukuki Yardımın Yapılığı Yer Barorusu Hakem Kurulunca Çözümlenmesi )
HAKEM KURULU ( Baronun Bulunduğu Yargı Çevresinin En Kıdemli Asliye Hukuk Hakimiyle Baro Yönetim Kurulunca Seçilecek Yönetim Kuruluna Seçilme Yeterliliğini Taşıyan İki Avukattan Oluşması )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ ( Yazılı Olmayan Anlaşmaların Genel Hükümlere Göre İspatlanması ve Yasaya Aykırı Olmayan Şarta Bağlı Sözleşmelerin Geçerli Olması )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİNİN GEÇERSİZLİĞİ (Yokluk Halleri Hariç Avukatlık Sözleşmesinin Bir Hükmünün Geçersizliğinin Bu Sözleşmeninin Tümünü Geçersiz Kılmaması )
BARO HAKEM KURULU ÜCRETİ (Hakem Ücretinin Yarısının Dava ile Birlikte Yatırılmasının Zorunlu Olması)
1136/m.163,164,167
1086/m.527,529,532,533,536
ÖZET : Avukatlık sözleşmesinden ve vekalet ücretinden kaynaklanan her türlü anlaşmazlıklar, hukuki yardımın yapıldığı yer barosu hakim kurulunca çözümlenir. Hakem kurulu, baronun bulunduğu yargı çevresinin en kıdemli Asliye Hukuk Hakimi ile baro yönetim kurulunca seçilecek, yönetim kuruluna seçilme yeterliliğini taşıyan iki avukattan oluşur. Kurula Asliye Hukuk Hakimi başkanlık eder. Seçilen kurul üyelerinin görev süresi üç yıldır. Süresi sona eren üye kurula yeniden seçilebilir… Hakem ücretinin yarısının dava ile birlikte yatırılması zorunludur. Hakem kurulunca verilen ve kesinleşen karardan bir örnek, avukatın bağlı bulunduğu baroya gönderilir… Hakem işlerinde 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 527, 529, 532, 533/1 ve 536’ncı maddeleri dışında tahkime ilişkin hükümleri uygulanır.
Eş söyleyişle, yasa koyucu, sırf taraflardan birisinin avukat olması nedeniyle bunlar arasındaki her türlü hukuki ilişkinin avukatlık sözleşmesi ve vekalet ücretinden kaynaklandığı anlamına gelecek bir düzenleme getirmediği gibi; Yasada yer alan “her türlü anlaşmazlık” ibaresinin “avukatın şahsi kusuru nedeniyle oluştuğu” iddia olunan zararı da içerir biçimde genişletilmesi, yasanın açıklanan amacına aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karşıyaka 1.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.11.2002 gün ve 2002/900 E- 1403 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 31.03.2003 gün ve 2003/3476-3577 sayılı ilamı ile; ( …Davacı Belediye dilekçesinde, davalının hukuk müşaviri olduğu dönemde, dava dışı şirketlerle yapılan ihale sözleşmelerini süresinde vize için Sayıştay’a gönderilmemesi nedeniyle belediyenin 350.771.300 lira fazladan ödeme yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek tahsilini istemiştir.
Mahkemece, davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm süresinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki ihtilaf, avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunda değişiklik yapılmasına dair 2.5.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4667 sayılı Kanunun 80.maddesi ile Avukatlık Kanunun 167.maddesi değiştirilerek, avukatlık sözleşmesinden ve vekalet ücretinden kaynaklanan her türlü uyuşmazlıkların, hakem kurulunca çözümleneceği hükmü getirilmiştir. Yapılan bu değişiklik mahkemenin görevine ilişkin usulü bir değişikliktir. Anılan yasada usule ilişkin bu hükmün, uygulanabileceği zaman yönünden bir geçiş hükmüne yer verilmediğine göre bu değişikliğin henüz sonuçlanmamış olan tüm davalarda uygulanması gerekir. Mahkemenin görevine ilişkin bu husus; yargılamanın her aşamasında resen gözetilmelidir. Somut olayda da ihtilaf vekalet ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Mahkemenin görevine ilişkin olan bu hususlar, yargılamanın her aşamasında resen gözetilmelidir.
O halde mahkemece, yukarıdaki ilkeler gereğince davanın hakem kurulunda görülmesi gerektiğinden bahisle reddi cihetine gidilmesi gerekirken, işin esası incelenerek reddi cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, alacak istemine ilişkindir.
Davacı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili; Davalının 1.Hukuk Müşaviri olarak görevli bulunduğu dönemde, Belediye’nin dava dışı şirketlerle yaptığı ihale sözleşmelerini süresinde vize için Sayıştay’a göndermemesi nedeniyle ödeme yapılamadığını; Belediye aleyhine alacağın tahsili istemiyle açılan dava sonucu asıl borcun dışında faiz ve yargılama gideri olarak toplam 350.771.300 TL. fazla ödeme yapıldığını ve bu bağlamda davalının kusuru sonucu müvekkilinin zarara uğratıldığını ileri sürerek, 350.771.300 TL. alacağın 12.02.1998 ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili; Birinci Hukuk Müşaviri olarak görev yaptığı dönemde sözleşmelerin süresi için de Noter’de imzalanmadığı gibi, ihale sözleşme dosyalarının Hukuk Müşavirliği’ne geç intikal ettirildiğini, dolayısıyla Sayıştay’a gönderme süresi geçtiği için evrakları Belediye’ye iade etmesinde kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemenin; “Davalının Birinci Hukuk Müşaviri olarak görevli olduğu sırada Belediyece yapılan ihaleye ait sözleşme ve bağıtların Sayıştay’a gönderilmek üzere davalıya teslim edildiğine dair delil bulunmadığı, dolayısıyla davacı idarenin zararından davalının sorumlu olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş; Yerel mahkeme “taraflar arasında avukatlık ücret sözleşmesi bulunmadığı, davalıdan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabii olarak yürütmekte olduğu memurluk görevi sırasında bir ihmal ve kusuru nedeniyle idare zararının tazmini talep edildiği” gerekçesiyle önceki kararında direnip, görevli olduğunu kabulle davanın esasını inceleyerek reddine karar vermiştir.
Avukat olan davalının İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda bir dönem 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi Birinci Hukuk Müşaviri olarak görev yaptığı ve ihale sözleşme dosyalarının Sayıştay’a gönderilme işinin Hukuk Müşavirliğince yapıldığı sabittir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Taraflar arasındaki ihtilafın avukatlık ücret sözleşmesinden ve vekalet ilişkisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı, bu bağlamda davaya bakma görevinin, “genel mahkemelere mi” yoksa, Avukatlık Yasası’nın 167.maddesinin değişik haliyle getirilen “hakem kuruluna mı” ait olduğu noktasındadır.
Öncelikle; görev hususunun kamu düzenine ilişkin olup, resen incelenmesi gerektiğini vurgulamakta yarar vardır. Somut olayda, yerel mahkeme ile özel daire arasındaki göreve ilişkin uyuşmazlığın temelinde; 1136 sayılı yasanın 4667 sayılı yasa ile değişik “Anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözümü” başlıklı 167 maddesi ile “avukatlık sözleşmesi ve avukatlık ücretini” düzenleyen 163 ve 164.maddelerinin getirdikleri düzenlemenin yorumlanması ve buna bağlı olarak da davacının talebinin hukuksal nitelikçe “Avukatlık sözleşmesinden ve vekalet ücretinden kaynaklanan her türlü anlaşmazlık” kavramı içinde yer alıp almadığının belirlenmesi yatmaktadır. Bu nedenle ilkin yasa maddeleri ve yasal gerekçeleri irdelenmelidir.
Bilindiği üzere; 10.05.2001 gün ve 24398 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanarak Yürürlüğe Giren Avukatlık Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair 4667 Sayılı Kanun ile 1136 sayılı Avukatlık Yasası değişikliğe uğramıştır.
Avukatlık Yasasının 4667 sayılı yasayla değişik “Anlaşmazlıkların Hakem Yoluyla Çözümü” başlıklı 167.maddesinde aynen; “Avukatlık sözleşmesinden ve vekalet ücretinden kaynaklanan her türlü anlaşmazlıklar, hukuki yardımın yapıldığı yer barosu hakim kurulunca çözümlenir. Hakem kurulu, baronun bulunduğu yargı çevresinin en kıdemli Asliye Hukuk Hakimi ile baro yönetim kurulunca seçilecek, yönetim kuruluna seçilme yeterliliğini taşıyan iki avukattan oluşur. Kurula Asliye Hukuk Hakimi başkanlık eder. Seçilen kurul üyelerinin görev süresi üç yıldır. Süresi sona eren üye kurula yeniden seçilebilir… Hakem ücretinin yarısının dava ile birlikte yatırılması zorunludur. Hakem kurulunca verilen ve kesinleşen karardan bir örnek, avukatın bağlı bulunduğu baroya gönderilir… Hakem işlerinde 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 527, 529, 532, 533/1 ve 536’ncı maddeleri dışında tahkime ilişkin hükümleri uygulanır. Hakem işleriyle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğince çıkartılacak, Baro Hakem Yönetmeliğinde düzenlenir.” Hükmü getirilmektedir.
Bu maddenin değiştirilmesine ilişkin teklifin genel gerekçesinde de; “Kişilerin avukatla kurdukları vekalet ilişkisinin özelliği nedeniyle ücret uyuşmazlıklarının çözümünde; tahkim yolu benimsenmiş ve baronun bulunduğu adliyedeki en kıdemli hakimin ve iki avukatın da katılımı ile oluşacak üç kişilik hakem heyeti yetkili kılınmıştır.” denilmiş, değişiklik teklifinin 80.maddesi olarak aynen kabul edilen 95.madde gerekçesinde ise;” Avukatlık Kanununun 167’nci maddesi ve madde başlığında yapılan değişiklikle; ücret uyuşmazlıklarının hakem aracılığıyla çözümüne ilişkin yeni düzenleme getirilmektedir.” İfadesine yer verilmiştir.
“Avukatlık Sözleşmesi” ana ve “Avukatlık sözleşmesinin kapsamı” alt başlıklı 163.maddede de “Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir. Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.”
Denilmiş, devamında “avukatlık ücreti” ait başlıklı 164.maddede ise “Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.” Hükmü yer almıştır.
Özel dairece bu maddeler geniş yorumlanarak “Uyuşmazlığın avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklandığı, Avukatlık Yasası’nın 167.maddesi uyarınca, avukatlık sözleşmesinden ve vekalet ücretinden kaynaklanan her türlü uyuşmazlıkların, hakem kurulunca çözümleneceği, bu nedenle davanın hakem kurulunda görülmesi gerektiği” görüşü bozmaya dayanak alınmıştır.
Yeri gelmişken belirtmekte yarar vardır ki, açıklanan yasal düzenleme karşısında uygulanacak usul ya da maddi hukuk hükmünün tespiti bakımından dava ve talebin hukuksal niteliğinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, yukarıda ayrıntısı açıklanan davacı vekilinin talebi irdelendiğinde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda memur olan davalının görevi sırasında kusurlu eylemi nedeniyle idareyi zarara uğrattığı iddiasına, kısacası haksız eyleme ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu hukuksal niteliğe sahip istemin artık 167.madde de ifade edilen “avukatlık sözleşmesi ve vekalet ücretinden” kaynaklandığını kabule olanak yoktur. Aksine, bu istem ve ortaya konulan uyuşmazlığın kaynağı avukatlık sözleşmesi ve vekalet ücreti değil açıkça, idareye verilen zararın genel hükümlere göre tazmini istemine ilişkindir.
Burada hemen, davalının sıfatının avukat olması nedeniyle eldeki uyuşmazlığın Avukatlık Yasası’nın 4667 sayılı Yasayla değişik 167.maddesi kapsamına girip girmeyeceği üzerinde durulmalıdır. Maddenin yukarıda açıklanan gerekçesinde açıkça bu hükmün getiriliş amacının ücret uyuşmazlıklarının çözümüne yönelik olduğu ifade edilmiştir.
Bu da gösterilmektedir ki, yasa koyucunun amacı ücret uyuşmazlıklarının hakem yoluyla çözümü olup, bu amaç dahi aşılarak, davalının görevi sırasında kusuru nedeniyle oluştuğu iddia edilen idare zararının tazmini konulu eldeki davada, anlaşmazlığın hakem yoluyla çözümleneceğinin kabulüne olanak yoktur.
Eş söyleyişle, yasa koyucu, sırf taraflardan birisinin avukat olması nedeniyle bunlar arasındaki her türlü hukuki ilişkinin avukatlık sözleşmesi ve vekalet ücretinden kaynaklandığı anlamına gelecek bir düzenleme getirmediği gibi; Yasada yer alan “her türlü anlaşmazlık” ibaresinin “avukatın şahsi kusuru nedeniyle oluştuğu” iddia olunan zararı da içerir biçimde genişletilmesi, yasanın açıklanan amacına aykırıdır.
Dahası, Yasanın 167.maddesi uyarınca kurulmuş bulunan hakem kurulu, önüne gelen uyuşmazlığın çözümünde avukatlık sözleşmesine ve vekalet ücretine ilişkin kuralları uygulayacaktır. Aksine genişletici bir yoruma gidilerek hakem kurulunun görev alanının bu yolla genişletilmesi ne yasanın bütünüyle, ne de yasa koyucunun amacıyla bağdaşmayacaktır.
Az yukarıda yapılan açıklama ve gerekçeler ışığında; Davacının isteminin açıkça, memurun haksız eyleminin dayandığı, bu nedenle uyuşmazlığın avukatlık sözleşmesinden ve ücretinden kaynaklanmadığı, davanın çözümünde Avukatlık Yasasında tanımlanan avukatlık sözleşmesine ve ücretine ilişkin kuralların uygulanmayacağı, aksine genel hükümlerin uygulanması gerektiği, bunun da yargı yetkisine sahip genel mahkemelerin görev alanı içerisinde olup, görevi yasa ile sınırlı olarak belirlenen hakem yoluyla çözümlenemeyeceği sonucuna varılmıştır. O nedenle yerel mahkemenin göreve ilişkin direnme kararı usule ve yasaya uygun ve yerindedir.
Ne var ki, Özel Daire’ce Davacı vekilinin işin esasına yönelik temyizi; bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daire’ye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle göreve ilişkin direnme uygun bulunduğundan; Davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 24.03.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/10-101
K. 2008/113
T. 13.5.2008
UYARLAMA DAVASI ( Müdaffin Temyizi – Kesinleşen Davada Hükümlünün Savunmanlığını Yaptığı Gerekçesiyle İlk Avukata Yapılmış Olan Tebligat Uyarlama Davası Açısından Geçersiz Sayılması Gerektiği )
MÜDAFİİN TEMYİZİ ( Hükümlünün Vekaletname İle Yeni Bir Müdafi Belirlemesi Karşısında Hakkındaki Ek Kararı Öğrenmesi Üzerine Verdiği Dilekçe Kabul Edilerek Temyiz İncelemesi Yapılması Gerektiği )
AVUKATIN İŞ SONUNA KADAR TAKİPLE YETKİLİ OLMASI ( Kesinleşen Davada Hükümlünün Savunmanlığını Yaptığı Gerekçesiyle İlk Avukata Yapılmış Olan Tebligat Uyarlama Davası Açısından Geçersiz Sayılması Gerektiği )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ ( Kesinleşen Davada Hükümlünün Savunmanlığını Yaptığı Gerekçesiyle İlk Avukata Yapılmış Olan Tebligat Uyarlama Davası Açısından Geçersiz Sayılması Gerektiği )
1136/m.163,171
818/m.386
1412/m.317
ÖZET : Hüküm kesinleştikten sonra, mahkemece yeni yasal düzenlemeler nedeniyle ve Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine uyarlama yargılaması yapılmasına karar verilmiş ve dosya yeniden ele alınmıştır. Yargılama dosya üzerinde yapıldıktan sonra, uyarlamaya ilişkin verilen ek karar öncelikle hükümlü adına tebliğe çıkartılmıştır. Ancak, adresinin tespit edilememesi üzerine bu kez, kesinleşen önceki yargılama sırasında kendisini bir avukata temsil ettirmiş olması gözetilerek önceki yargılamadaki müdafiiyee tebliğ edilmiş, fakat herhangi bir yasa yolu başvurusunda bulunmamıştır. Uyarlama yargılaması ile ilgili olarak, hükümlü ile Avukat arasında bir sözleşme yapıldığı hususunda dosyada herhangi bir bilgi bulunmadığı gibi, hükümlünün bu yönde yeni bir talimat verip vermediği de belli değildir. Tam tersine, hükümlünün vekaletname ile Balka bir Avukatu müdafii olarak tayin ettiği, ayrıca azilname ile de önceki müdafii vekaletten azlettiği anlaşılmaktadır.
O halde; bu durumda avukatlık sözleşmesinin sona erdiğinin ve herhangi bir şekilde yenilenmediğinin kabulü gerekir. Bunun sonucu olarak hükümlü ile arasında uyarlama davasında kendisini temsil etmesi yönünde avukatlık sözleşmesi bulunduğuna dair bilgi veya belge mevcut olmadığı halde, sırf kesinleşen davada hükümlünün savunmanlığını yaptığı ve aralarında henüz geçerliliği sona ermemiş vekalet ilişkisi vardır gerekçesiyle ilk Avukata yapılmış olan tebligat, uyarlama davası açısından geçersiz sayılmalı, dolayısıyla hükümlünün vekaletname ile yeni bir müdafi belirlemesi karşısında, hakkındaki ek kararı öğrenmesi üzerine verdiği dilekçe kabul edilerek temyiz incelemesi yapılmalıdır.
DAVA : Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince 22.03.2004 gün ve 206-30 sayı ile sanık H… B… S…’ın, 20.08.2003 tarihinde yapılan operasyon sonucunda uyuşturucu nitelikte 15 adet Extacy hapını satarken yakalandığı, uyuşturucu madde ticareti eyleminin sabit olduğu kabul edilerek, 765 sayılı TCY.nın 403/5, 59/2, 81/1. maddeleri uyarınca sonuç olarak 3 yıl 8 ay ağır hapis ve 317.883.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, TCY.nın 31. maddesi uyarınca 3 yıl süre ile kamu hizmetlerinden yasaklanmasına suç konusu uyuşturucu maddelerin TCY.nın 36. maddesi uyarınca zoralımına karar verilmiştir.
Bu hüküm Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 05.10.2004 gün ve 12339-9858 sayılı ilamı ile; 765 sayılı TCY.nın 81/3. maddesi gözetilemeden tekerrür nedeniyle para cezasında fazla artırım yapılması yasaya aykırı görülerek, sanık hakkındaki ağır para cezası, 291.785.000 liraya indirilmek suretiyle düzeltilerek onanma kararıyla kesinleşmiştir.
Bakırköy infaz savcılığının 10.06.2005 günlü yazı ile 5237 sayılı TCY.nın yürürlüğe girmesi nedeniyle hükümlünün durumunun yeniden ele alınmasının talep edilmesi üzerine Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 17.11.2005 gün ve 206-30 sayılı ek karar ile;
“…5237 sayılı Türk Ceza Kanununda uyuşturucu madde ticaretinden 188/3 maddesine göre temel cezanın 5 yıl hapis ve adli para cezası olduğu, 62. maddeye göre indirimle 4 yıl 2 ay hapis ve adli para cezası şeklinde sonuç cezaya hükmedileceği anlaşılmış olup, 5237 sayılı yeni ceza yasasının getirdiği düzenlemenin hükümlü aleyhine bir durum yarattığı anlaşıldığından…” gerekçesiyle eski hükmün aynen infazına, talebin reddine temyizi kabil olarak karar verilmiştir.
Bu karar hükümlünün adresi tespit edilemediğinden kendisine tebliğ edilememiş, kesinleşen önceki hükümdeki müdafii Av. Z… G…’e ise, 12.12.2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Hükümlü müdafii Av. M… Yıldız’ın, 01.03.2006 havale tarihli dilekçe ile temyiz talebinde bulunması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 10.04.2007 gün ve 8859-4396 sayı ile;
“… Süresinden sonra sanık müdafii tarafından temyiz inceleme isteğinin 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK.nun 317. maddesi uyarınca reddine…” karar verilmiştir.
Hükümlü müdafiinin bu kez Adalet Bakanlığına başvurarak yasa yararına bozma isteminde bulunması üzerine, haberdar olduğu dosyayı inceleyen Yargıtay C.Başsavcılığı ise 29.04.2008 gün ve 242934 sayı ile;
“Sanık vekili Av Z… G…’ün, Avukatlık sözleşmesi kararın kesinleşmesi ile sona ermiştir. Bu nedenle Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.11.2005 tarihli ek kararı hükümlüye tebliğ edilmesi gerektiği halde tebliğ edilmeden iade edilen ek karar avukatlık sözleşmesi sona eren Av Z… G…’e tebliğ edilmesi Yargıtay CGK kararına ve tebligat kanununa aykırıdır.
Hükümlü H… B… S… 24.02.2006 tarihli vekaletname ile Av.M… Y…’ı vekil tayin ettiğinden, hükümlünün bu vekili tarafından 01.03.2006 tarihli temyiz tarihi öğrenme tarihi olarak kabul edilip, temyizin süresinde kabul edilmesi yerine, hükümlünün avukatlık sözleşmesi sona eren ilk vekiline yapılan tebligatın geçerli kabul edilip, temyiz süresi geçirildiğinden bahisle temyiz talebinin reddine karar verilmesi yukarıda belirtilen CGK kararına ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununa aykırı görülmüştür.” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Dairenin kararının kaldırılmasına, dosyanın, esastan temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan H… B… S… hakkında Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen hüküm, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 05.10.2004 gün ve 12339-9858 sayılı düzelterek onama kararı ile kesinleşmiştir. 01.06.2005 tarihinde yapılan yasa değişiklikleri sonrası infaz savcısının talebi nazara alınarak Yerel Mahkemece hükümlünün durumu yeniden ele alınarak, dosya üzerinde duruşmasız olarak yapılan inceleme sonucunda 17.11.2005 gün ve 206-30 sayılı ek karar ile eski hükmün aynen infazına karar verilmiştir. Kesinleşmiş hükümde değişiklik ( uyarlama ) yargılamasına ilişkin bu karar, öncelikle hükümlü adına tebliğe çıkartılmış, ancak adresinin tespit edilememesi üzerine bu kez, kesinleşen önceki yargılama sırasında kendisini bir avukata temsil ettirmiş olması gözetilerek önceki yargılamadaki müdafii Av. Z… G…’e tebliğ edilmiştir. Av. Z… G…, hüküm kendisine tebliğ edilmesine rağmen herhangi bir yasa yolu başvurusunda bulunmamıştır. Daha sonra hükümlü tarafından vekalet verilen Av. M… Y…, uyarlamaya ilişkin ek karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuş ve bu istemi Özel Dairece yasal sürenin geçtiğinden bahisle 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY.nın 317. maddesi uyarınca reddedilmiştir.
Ayrıntıları açıklanan olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında çözümlenmesi gereken hukuki uyuşmazlık, özünde ceza davalarında, avukat ile müvekkili arasındaki vekaletnameye dayalı avukatlık sözleşmesinin ne zamana kadar geçerli olduğunun, buna bağlı olarak da hükümlünün sonra tayin ettiği müdafiinin temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 13-54 sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere;
Sözleşme ile kurulan ilişkide; avukat, vekil eden tarafından yurt içinde noterde düzenlenen bir vekaletname ile yetkilendirilmektedir. Bu nedenle, aslında söz konusu ilişkinin temelinde Borçlar Yasasının 386. vd. maddelerinde düzenlenmiş olan “vekalet sözleşmesinin” bulunduğu söylenebilir. Fakat, Avukatlık Yasası ile, “Avukatlık Sözleşmesi” adı altında farklı bir sözleşme türü ihdas edilmiştir. Avukatlık sözleşmesi, vekalet sözleşmesine benzemekle birlikte aynısı değildir. Avukatlık Yasasının 163. maddesine göre; “avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.” Görüldüğü gibi, düzenleme “Avukatlık Sözleşmesi” adı altında yeni bir sözleşme türü ihdas etmekle birlikte, bu sözleşmeyi yeterince tanımlamamıştır.
Avukatlık sözleşmesinin ne zaman biteceği de mevzuatta açıkça düzenlenmemiştir. Fakat, öğretide ve yargısal kararlarda genel olarak, vekalet sözleşmesini de sona erdiren ölüm, istifa, azil, vekilin ehliyetlerinin ortadan kalkması, iflas, gaiplik, avukatın işten veya meslekten çıkarılması gibi sınırlayamayacağımız sayıda sebeple avukatlık sözleşmesinin son bulabileceği kabul edilmektedir. Bu ve benzeri durumların bulunması halinde, sözleşmenin bittiği zamanın tespiti o kadar zor olmayacaktır. Ancak, dosyadaki uyuşmazlık bu şekilde sona erme ile ilgili değildir. Asıl zorluk, bu durumlardan birisi bulunmadığında sözleşmenin ne zaman bittiğini belirleme noktasında çıkmaktadır.
Müvekkil herhangi bir suç işlemiş, bu suçla ilgili soruşturma başlatılmış ve bu aşamada noterden düzenlediği vekaletname ile avukatı “müdafi” olarak tayin etmiştir. Avukat da müdafi sıfatıyla soruşturma aşamasında savunma faaliyetini yürütmüş, kovuşturma aşamasında görev yapmıştır. Böyle bir durumda, sözleşmenin açıkça sona erdiğini gösteren bir neden yoksa, avukatlık sözleşmesi sonsuza dek sürecek midir ya da belli bir zamanda bitmesi mi gereklidir? Çözülmesi gereken problem budur. Zira bu problem çözüldüğünde, tebligatın hangi aşamada kime yapılacağı hususundaki temel sorun da giderilmiş olacaktır.
Avukatlık Yasasının 171. maddesinde ( 02.05.2001- 4667/83 ile değişik ) “Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.” şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeden çıkan sonuç şudur; avukat vekalet sözleşmesi son bulana kadar değil, iş (yani avukatlık sözleşmesi) son bulana kadar takiple mükelleftir. Ceza yargılamasında “işin sonu” denildiğinde ne anlaşılmalıdır?
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2. maddesine göre, “Bu tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” Avukatlık sözleşmesine ilişkin olarak herhangi bir ücret anlaşması yapılmış ise o anlaşma geçerli olacaktır. Buna karşılık, böyle bir anlaşma yoksa, tarifedeki ücretler uygulanacaktır. Tarifede bir iş için belirlenen ücret, o işin, dolayısıyla da sözleşmenin tamamını kapsayacağına göre, tarife düzenlenirken avukatlık sözleşmesinin kesin hüküm elde edilince sona ereceği açıkça kabul edilmiştir.
Öte yandan, avukatlık sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir kabul, birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş yapan vekilden, kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında, o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak beklenemez.
O halde, yasal düzenlemelere uygun olanı avukatlık sözleşmesinin hükmün kesinleşmesi ile sona ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece dahil edilmemelidir. Ancak, açıkça sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi halen devam ediyor olacağından, eğer ki, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için de aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bu sözleşme, şekle bağlı olarak açıkça yapılabilecektir. Ancak bu şart değildir. Aynı sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla kurulabileceği gibi, vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Hüküm kesinleştikten sonra, mahkemece yeni yasal düzenlemeler nedeniyle ve Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine uyarlama yargılaması yapılmasına karar verilmiş ve dosya yeniden ele alınmıştır. Yargılama dosya üzerinde yapıldıktan sonra, uyarlamaya ilişkin verilen ek karar öncelikle hükümlü H… B… S… adına tebliğe çıkartılmıştır. Ancak, adresinin tespit edilememesi üzerine bu kez, kesinleşen önceki yargılama sırasında kendisini bir avukata temsil ettirmiş olması gözetilerek önceki yargılamadaki müdafii Av. Z… G…’e tebliğ edilmiş, fakat herhangi bir yasa yolu başvurusunda bulunmamıştır. Uyarlama yargılaması ile ilgili olarak, hükümlü H… B… S… ile Av. Z… G… arasında bir sözleşme yapıldığı hususunda dosyada herhangi bir bilgi bulunmadığı gibi, hükümlünün bu yönde yeni bir talimat verip vermediği de belli değildir. Tam tersine, hükümlü H… B… S…’ın, 24.02.2006 tarihinde Kadıköy 3. Noterliğince düzenlenen vekaletname ile Av. M… Y…’ı müdafii olarak tayin ettiği, ayrıca Bakırköy 2. Noterliğinin 01.03.2006 günlü azilnamesi ile de önceki müdafii Av. Z… G…’ü vekaletten azlettiği anlaşılmaktadır.
O halde; bu durumda avukatlık sözleşmesinin sona erdiğinin ve herhangi bir şekilde yenilenmediğinin kabulü gerekir. Bunun sonucu olarak hükümlü ile arasında uyarlama davasında kendisini temsil etmesi yönünde avukatlık sözleşmesi bulunduğuna dair bilgi veya belge mevcut olmadığı halde, sırf kesinleşen davada hükümlünün savunmanlığını yaptığı ve aralarında henüz geçerliliği sona ermemiş vekalet ilişkisi vardır gerekçesiyle Av. Z… G…’e yapılmış olan tebligat, uyarlama davası açısından geçersiz sayılmalı, dolayısıyla hükümlünün vekaletname ile yeni bir müdafi belirlemesi karşısında, hakkındaki ek kararı öğrenmesi üzerine verdiği dilekçe kabul edilerek temyiz incelemesi yapılmalıdır.
Bu itibarla haklı nedenlere dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 10.04.2007 gün ve 8859-4396 sayılı “temyiz isteminin reddine” ilişkin kararının KALDIRILMASINA,
3- Süresi içerisinde verilen dilekçe nedeniyle temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.05.2008 günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/10245
K. 2011/10597
T. 11.4.2011
AVUKATIN İŞÇİLİK ALACAKLARI TALEBİ ( Davacının İş Sözleşmesi Kapsamında Avukatlık Yaptığı – Davacının Sözleşme Kapsamında Çalıştığı Süre İçinde Kendi Yazıhanesinin Olup Olmadığı Serbest Avukatlık Yapıp Yapmadığının Araştırılacağı )
AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ ( Avukatın İşçilik Alacakları Talebi/Dava Dilekçesinde İşyerinde Tam Zamanlı Çalışıldığı ve Servis Hizmetinden Yararlanıldığı İşyeri Giriş ve Çıkış Kartlarına Göre Fazla Çalışma Yapıldının İleri Sürüldüğü – Davacının Fiilen Tam Zamanlı Olarak İşyerinde Bulunup Bulunmadığının Açıklığa Kavuşturulacağı )
TAM ZAMANLI ÇALIŞMA ( Avukatın İşçilik Alacakları Talebi/Dava Dilekçesinde İşyerinde Tam Zamanlı Çalışıldığı ve Servis Hizmetinden Yararlanıldığı İşyeri Giriş ve Çıkış Kartlarına Göre Fazla Çalışma Yapıldının İleri Sürüldüğü – Davacının Fiilen Çalışma Şeklinin Tespit Edileceği )
4857/m. 8
ÖZET : Uyuşmazlık işçilik alacakları talebiyle dava açan davacı avukat ile davalı arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır. Somut olayda taraflar arasında imzalanan sözleşmede davacının kendi bürosunda işleri takip edeceği, gerektiğinde Avukatlık Kanunu’na dayanarak tevkil yetkisiyle işleri müvekkil şirket dışından başka bir avukata verebileceği, bu işlemden dolayı doğabilecek ücret yükümlülüklerinden avukatın sorumlu olacağı belirtilmiştir. Ancak dava dilekçesinde işyerinde tam zamanlı çalışıldığı ve servis hizmetinden yararlanıldığı hatta işyeri giriş ve çıkış kartlarına göre fazla çalışma yaptığı ileri sürülmüş olmakla davacının çalışmalarıyla sözleşmede yer alan ifadeler arasında bir uyumsuzluk bulunmaktadır. Davacının sözleşme kapsamında çalıştığı süre içinde kendi yazıhanesinin olup olmadığı, serbest avukatlık yapıp yapmadığı, davalıya ait işleri kendi yazıhanesinden yürütüp yürütmediği, bazı işleri tevkil yetkisine dayanarak başka bir avukata bırakıp bırakmadığı hususları araştırılmalıdır.
Davalıya ait işyerinde davacının fiilen çalışma şekli belirlenmeli avukatlık sözleşmesinin aksine tam zamanlı olarak işyerinde bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.
DAVA : Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ş.Çil tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı şirkette 15.12.2003 tarihli sözleşme gereği avukat olarak tam zamanlı statüde çalıştığını, işveren servisleri ile işe gelip gittiğini, giriş çıkış kayıtlarına göre fazla çalışma yaptığını belirterek işyeri kapsam dışı personel yönetmeliğine ödenmesi gereken ücret, ikramiye, sosyal yardımlar, fazla çalışma, makam ve sorumluluk tazminatıyla eşit davranma borcuna aykırılık tazminatı isteklerinde bulunmuştur.
Davalı, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin vekalet akdine dayandığını, iş akdi olmadığını beyanla öncelikle usule yönelik olarak görev yönünden davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece taraflar arasında dava ve icra takibi konularında sözleşme yapıldığı, sözleşmede yapılan işin belli bir sayıyla sınırlandırılmadığı gerekçesiyle hizmet akdinin zaman, bağımlılık ve ücret unsurlarının taraflar arasında imzalanan sözleşmede gerçekleştiği belirtilerek davaya konu isteklerin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı süresi içinde davalı vekili temyiz etmiştir.
Uyuşmazlık taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
4857 Sayılı İş Kanunu’nun 8/1 maddesi uyarınca “İş sözleşmesi, bir tarafın ( işçi ) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın ( işveren ) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş göreme ( emek ) ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici unsurlarıdır.
İş sözleşmesini diğer iş görme sözleşmeleri olan eser ve vekalet sözleşmelerinden ayırt edici en önemli kıstas bağımlılık ilişkisidir. Her üç sözleşmede iş görme edimini yerine getirenin iş görülen kişiye ( işveren-eser sahibi veya temsil edilen ) karşı ekonomik bağlılığı vardır.
İş sözleşmesinde işçi, belirli veya belirsiz süreli olarak işveren için çalışır. Vekalette ise vekilin belli bir zamana bağlı olarak çalışması söz konusu değildir. Vekil kural olarak uzmanlığı bakımından iş sahibinin talimatlarıyla bağlı değildir. İş sözleşmesinin varlığı, ücretin ödenmesini gerektirir. Oysa vekalet için ücret zorunlu bir unsur değildir. Vekalet sözleşmesine dair hükümlerde, iş sözleşmesinin aksine sosyal nitelikte edimlere ve koruma yükümlülüklerine rastlanmaz. Bağımsız olarak iş gören, bu sebeple faaliyetini Sürdüreceği zamanı belirlemede kısmen de olsa serbestliğe sahip olan, bütün zamanını tek bir müvekkile hasretmek zorunda olmayan vekil, farklı kişilerle ayrı vekalet sözleşmeleri yapabilmekte ve bu şekilde ekonomik olarak tek bir işveren bağlı olmaktan kurtulmaktadır.
İş sözleşmesini belirleyen kriter hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık, işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki davranışlarına dair talimatlara uyma yükümlülüğünü üstlenmesiyle doğar. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirmektedir. İşçinin bu anlamda işveren karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda işverenle işçi arasında hiyerarşik bir bağ vardır. İş sözleşmesine dayandığı için hukuki, işçiyi kişisel olarak işveren bağladığı için kişisel bağımlılık söz konusudur.
İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Sayılan bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin bir ölçü teşkil etmez. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması, işverenin istemi doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bu bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması, kar ve zarara katılıp katılmaması, girimcinin sahip olduğu karar verme özgürlüğüne sahip olup olmaması bağımlılık unsuru açısından önemlidir.
Yukarda sayılan ölçütler yanında, özellikle bağımsız çalışanı, işçiden ayıran ilk önemli kriter, çalışan kişinin yaptığı işin yönetimi ve gerçek denetiminin kime ait olduğudur. İşçi işverenin yönetim ve sorumluluğu altında işleyen bir organizasyon içinde yer alır. Çalışma saatleri kesin veya esnek biçimde, keza işin yapılacağı yer işverence belirlenir. İş araçları ve dokümantasyonu genelde işverence sağlanır. Bu kriter içinde değerlendirilebilecek alt kriter ise çalışanın, kendisine mi yoksa başkasına mı ait iş yada hizmet organizasyonu kapsamında iş yaptığıdır. İşçinin işveren tarafından önceden belirlenen amaca uyma yükümlülüğü var iken, bağımsız çalışanın böyle bir yükümlülüğü yoktur. İşçinin önceden iş koşullarını belirleme yetkisi, işim yapılması sırasında kullanılacak araçları seçmesi, işin yapılacağı yer ve zamanı belirleme serbestisi yoktur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse de, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Bu bağlamda çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması ( ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir ) önemli bir olgudur. Böyle bir durumda çalışan kişinin bağımsız çalışan olduğu kabul edilmelidir. Vekilin bağımsızlığı mutlak değilse de, iş sahibinin ısrarlı talimatı karşısında uyarması dışında, dilediği zaman sözleşmeyi sona erdirme hakkı, vekilin bir ölçüde işveren karşısında bağımsızlığını bir ölçüde korumaktadır. Oysa işçi, işin gerçekleştirilmesi yönünden amaca uygun olmadığını düşündüğü bir talimatı, işverenin ısrarı karşısında yerine getirmek zorundadır.
Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, tek başına yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna kanıt oluşturabilir.
Kural olarak işçi sayılan kişinin kendi işçileri ve müşterileri bulunmaz. Bu kapsamda dikkate alınabilecek bir ölçütte, münhasıran bir iş sahibi için çalışan kişinin, ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman çalıştırıp çalıştırmadığı, işin görülmesinde ondan yaralanıp yararlanmadığıdır. Bu durumun varlığı çalışma ilişkisinin bağımsız olduğunu gösterir.
Avukatla yapılan sözleşmede takip edilen dava ve icra dosyaları sebebiyle aylık sabit ücret ödeneceğinin öngörülmesi, taraflar arasındaki ilişkiye iş ilişkisi niteliğini kazandırmaz ( Yargıtay 9.H.D. 13.7.2009 gün, 2008/ 876 E, 2009/20602 K. ).
5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde iş mahkemelerinin görevi, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi” olarak belirlenmiş olmakla, işçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.
Somut olayda taraflar arasında imzalanan sözleşmede davacının kendi bürosunda işleri takip edeceği, gerektiğinde Avukatlık Kanunu’na dayanarak tevkil yetkisiyle işleri botaş dışından başka bir avukata verebileceği, bu işlemden dolayı doğabilecek ücret yükümlülüklerinden avukatın sorumlu olacağı belirtilmiştir. Ancak dava dilekçesinde işyerinde tam zamanlı çalışıldığı ve servis hizmetinden yararlanıldığı hatta işyeri giriş ve çıkış kartlarına göre fazla çalışma yaptığı ileri sürülmüş olmakla davacının çalışmalarıyla sözleşmede yer alan ifadeler arasında bir uyumsuzluk bulunmaktadır. Davacının sözleşme kapsamında çalıştığı süre içinde kendi yazıhanesinin olup olmadığı, serbest avukatlık yapıp yapmadığı, davalıya ait işleri kendi yazıhanesinden yürütüp yürütmediği, bazı işleri tevkil yetkisine dayanarak başka bir avukata bırakıp bırakmadığı hususları araştırılmalıdır.
Öte yandan davalıya ait işyerinde davacının fiilen çalışma şekli belirlenmeli avukatlık sözleşmesinin aksine tam zamanlı olarak işyerinde bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup kararın bu yönlerden bozulması gerekmiştir.
Kabule göre ise kısa kararda diğer isteklerin reddine karar verildiği halde gerekçeli kararda eşit davranma borcuna aykırılık tazminatı isteğinden söz edilmemesi ve sözü edilen red sebebiyle davalı yararına avukatlık ücretine karar verilmemesi doğru değildir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 11.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.