Azil Hakkında Yargıtay Kararları
T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2009/13-163
K. 2009/222
T. 27.5.2009
• AZLEDİLEN AVUKATIN ÜCRET TALEBİ ( Vasiyetnamenin Tenkisi Davası – Tenkis Davasının Sonuçlanmadığı Gerekçesiyle Davanın Reddine Karar Verilemeyeceği/Avukatın Haklı Olarak Azledilip Azedilmediğinin Araştırılarak Ücret Talebinin Değerlendirileceği )
• DAVA KONUSUNUN BELİRLİ BİR KISMININ AVUKATLIK ÜCRETİ OLARAK ÖDENMESİ (Bu Tür Ücret Sözleşmelerinin Geçersiz Olduğu – Sözleşmenin Yapıldığı Yıldaki Mevzuata Göre Hüküm Kurulacağı )
• AVUKATLIK ÜCRETİ SÖZLEŞMESİ (Dava Konusunun Belirli Bir Kısmının Ücret Olarak Ödenmesine Dair Sözleşmelerin Geçersiz Olduğu – Sözleşmenin Yapıldığı Yıldaki Mevzuata Göre Hüküm Kurulacağı)
• VASİYETNAMENİN TENKİSİ (Dava Sonuçlanmadan Avukatın Azledildiği – Avukatın Haklı Olarak Azledilip Azedilmediğinin Araştırılarak Ücret Talebinin Gözönüne Alınması Gereği)
• DAVA ŞARTI (Vasiyetnamenin Tenkisi Davasında Avukatın Azledildiği – Tenkis Davası Sonuçlanmadığından Dava Şartı Oluşmadığı Gerekçesiyle Avukatın Ücret Talebinin Reddine Karar Verilemeyeceği/Avukatın Haklı Olarak Azledilip Azedilmediğinin Araştırılarak Ücret Talebinin Değerlendirileceği)
1136/m.164
ÖZET : Alacak davasında; davacı avukat olduğunu, vasiyetnamesinin tenkisi hususunda dava açmak üzere davalıların vekilliğini üstlendiğini ve bu hususta sözleşme düzenlendiğini vasiyetnamenin tenkisi hakkında dava açarak layıkıyla görevini devam ettirmesine rağmen davalılar tarafından haksız olarak azledildiğini ileri sürerek vekalet ücretinin faiziyle birlikte tahsilini istemiştir. Davacının vekalet görevi azledildiği tarihte sona ermiş bulunmaktadır. Kendisi istifa etmediği halde, azledilmek suretiyle vekalet görevi sona eren davacı avukatın ücretini talep ve dava etme koşulu da azil tarihinde gerçekleşmiştir. Bu itibarla tenkis davası sonuçlanmadığından henüz dava koşulunun gerçekleşmediğinin kabulüne olanak bulunmamaktadır. Mahkemece, azlin haklı olmadığının kabul edilmesi halinde sözleşmenin geçerli olup olmadığı da değerlendirilerek sözleşme kapsamında davacının hak kazandığı ücret belirlenmelidir. Mahkemenin değinilen bu yönü göz ardı ederek henüz dava açma koşulunun oluşmadığı gerekçesiyle karar vermesi hukuka aykırıdır.
Dava konusunun belli bir kısmının avukatlık ücreti olarak ödenmesi şeklinde düzenlenen avukatlık ücret sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edildiğine göre taraflar arasında düzenlenmiş avukatlık sözleşmesi, ücret yönünden geçersizdir. Sözleşmenin yapıldığı yıldaki Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Ücret Sözleşmesine göre hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.04.2007 gün ve 2006/121 E.-2007/114 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 19.11.2007 gün ve 2007/9558 E.-13721 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacı, avukat olduğunu, davalıların murisi tarafından düzenlenen vasiyetnamesinin tenkisi hususunda dava açmak üzere davalıların vekilliğini üstlendiğini ve bu hususta sözleşme düzenlendiğini vasiyetnamenin tenkisi hakkında dava açarak layıkıyla görevini devam ettirmesine rağmen davalılar tarafından haksız olarak azledildiğini ileri sürerek fazlası saklı kalmak üzere her bir davalıdan 10.000 YTL. vekalet ücretinin faiziyle birlikte tahsilini istemiştir.
Davalılar, davacının haklı olarak azledildiğini, henüz sonuçlanmayan davadan dolayı vekalet ücretinin istenemeyeceğini savunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, ücret sözleşmesine konu olan tenkis davasının henüz sonuçlanmadığı, anılan dava sonuçlandığında talepte bulunulabileceği gerekçesiyle henüz koşulları oluşmayan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında düzenlenen tarihsiz sözleşme ile davacının davalıların murisi tarafından tanzim edilen vasiyetnamesinin tenkisi için vekalet görevini üstlendiği, bu sözleşmeye dayanarak 20.05.2000 tarihinde dava açtığı, sözleşme ile tenkis davası sonunda mirasçılara isabet edecek mirasın rayiç değerinin %7’sinin dava kazanıldığında ücret olarak ödeneceğinin kararlaştırıldığı tenkis davası devam ederken davacının 18.10.2005, 24.10.2005-26.10.2005 tarihli azilnamelerle azledildiği anlaşılmakta olup, bu husus tarafların da kabulündedir. Davacı eldeki davada haksız azledildiğini ileri sürerek vekalet ücretini talep etmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki davacının vekalet görevi azledildiği tarihte sona ermiş bulunmaktadır. Kendisi istifa etmediği halde, azledilmek suretiyle vekalet görevi sona eren davacı avukatın ücretini talep ve dava etme koşulu da azil tarihinde gerçekleşmiştir. Bu itibarla henüz dava koşulunun gerçekleşmediğinin kabulüne olanak bulunmamaktadır. Mahkemece, dava açma koşulunun gerçekleştiği kabul edilerek davacının vekalet görevinden azledilmesinin haklı nedenlere dayalı olup olmadığı hususunda taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, azlin haklı olmadığının kabul edilmesi halinde sözleşmenin geçerli olup olmadığı da değerlendirilerek sözleşme kapsamında davacının hak kazandığı ücret belirlenmeli, azlin haklı olduğunun veya sözleşmenin geçerli olmadığının belirlenmesi halinde de bu duruma uygun bir karar verilmelidir. Mahkemenin değinilen bu yönü göz ardı ederek henüz dava açma koşulunun oluşmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Taraflar arasında düzenlenmiş bulunan avukatlık ücret sözleşmesinin tarihi yoksa da bu vekalete dayalı olarak tenkis davası 2000 yılında açıldığına göre sözleşmenin de engeç 2000 yılında düzenlendiğinin kabulü gerekir. Sözleşmede davanın kazanılması halinde mirasçılara isabet edecek mirasın rayiç değerinin %7’sinin avukatlık ücreti olarak ödeneceği kararlaştırılmıştır. Anılan sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Kanununun 164.maddesinin üçüncü fıkrasında; “İkinci fıkraya göre yapılacak anlaşmalar, dava konusu olan mal, alacak veya hak gibi kıymetlerden bir kısmının aynen avukata ait olacağını ve böylece avukatın taraflardan biri imiş gibi dava konusuna doğrudan doğruya ortaklığını kapsayamaz. Bu gibi ücret sözleşmeleri batıldır.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan fıkrada açıklandığı üzere dava konusunun belli bir kısmının avukatlık ücreti olarak ödenmesi şeklinde düzenlenen avukatlık ücret sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edildiğine göre taraflar arasında düzenlenmiş avukatlık sözleşmesi, ücret yönünden geçersizdir.
Bu durumda sözleşmenin yapıldığı 2000 yılındaki Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Ücret Sözleşmesine göre hüküm kurulması gerekirken, aksi düşüncelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.’un 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.05.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/13795
K. 2010/1304
T. 10.2.2010
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Taşınmazı Temellük Eden Davalının Vekille Yakın Arkadaş Oldukları ve Tanık Beyanlarına Göre Azil Keyfiyetinden İkisinin de Haberdar Oldukları – Davanın Kabulü Gerektiği)
• VEKİLİN SORUMLULUĞU ( Vekilin Vekaleten Yaptığı Tasarruf veya Tasarruflardan Vekil Edenin Sorumlu Olmaması İçin Vekilin Vekalet Görevinin Sona Erdiğini Bilmesi Gerektiği )
• VEKİL İLE İŞLEM YAPAN ÜÇÜNCÜ KİŞİLER ( Bu Tasarruftan Kaynaklanan Elde Ettikleri Hakların Korunabilmesi Bakımından Vekilin Yetkisinin Son Bulduğunu Bilmemeleri Gerektiği )
• AZİL ( Tapu İptali-Tescil – Taşınmazı Temellük Eden Davalının Vekille Yakın Arkadaş Oldukları ve Tanık Beyanlarına Göre Azil Keyfiyetinden İkisinin de Haberdar Oldukları/Davanın Kabulü Gerektiği )
818/m.35,37,397,398
4721/m.1024
ÖZET : Dava, tapu iptali-tescil istemine ilişkindir. Vekilin vekaleten yaptığı tasarruf veya tasarruflardan vekil edenin sorumlu olmaması için vekilin vekalet görevinin sona erdiğini bilmesi gerekir. Vekil ile işlem yapan üçüncü kişilerin de bu tasarruftan kaynaklanan elde ettikleri hakların korunabilmesi bakımından vekilin yetkisinin son bulduğunu bilmemeleri gerekir.
Taşınmazı temellük eden davalının vekille yakın arkadaş oldukları, tanık beyanlarına göre azil keyfiyetinden ikisinin de haberdar oldukları davacı tarafın gösterdiği tanıkların müşahhas, olaylara dayalı yeminli bildirimleri ile tartışmasızdır. Vekalete dayalı olarak bir taşınmaz alıcısının Tapu Sicil Müdürlüğünden azil defterinde herhangi bir azlin olup olmadığını araştırması gayet normal iken davalının hem buradan hem de noterden soruşturma yapması dikkat çekici olup, Türk Medeni Kanununun 1024. maddesinde belirtilen “keyfiyeti bilen ve bilmesi gerekli olan kişi konumunu kamufle etme amacına yönelik uğraşılar olduğu kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada:
Davacı, davalı Saniye’ye 19.11.1999 tarihinde verdiği vekaletnameden 19.7.2001 tarihinde vekili azlettiğini, buna rağmen davalı Saniye’nin 22336 ada 3 parsel sayılı taşınmazını 31.1.2007 tarihinde diğer davalıya muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiğini ileri sürüp, satışın iptali ile tapunun adına tescilini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece: “eksik inceleme ile karar verilmesinin doğru olmadığı” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda mahkemece , davalı Saniye’nin azilnameden haberinin olmadığı, davalı Emine’nin iyiniyetli 3. kişi olarak taşınmazı satın aldığının anlaşıldığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi Senem Altınbulak’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Dava, tapu iptali-tescil istemine ilişkindir.
Hükmüne uyulan bozma ilamında, taraflar arasındaki uyuşmazlığın niteliği ortaya konularak yapılması gerekli olan araştırma ve incelemenin sebep ibaret olacağı duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklanmış ve mahkemece yapılan araştırma ve değerlendirme sonucu davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu kayden davacıya ait 22336 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 160/642 payın Ankara 8. Noterliğince düzenlenen 19.11.1999 tarihli ve satış yetkisi içeren vekalete dayalı olarak 31.1.2007 tarihli akitle, davalı vekil Saniye tarafından diğer davalı Emine’ye satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, satışa taraf olan vekil Saniye’yi azlettiğini, aktin azile rağmen yapıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır. Gerçekten davacının vekili Saniye’yi satıştan önce azlettiği Ankara 8. Noterliğinin 19.7.2001 tarihli azilnamesiyle sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, 22.2.1941 tarih 87 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça yahut halin icabından anlaşılmadıkça temsil yetkisi; mümessilin ( vekilin ) veya temsil edilenin ( vekil edenin ) ölümü, gaiplik hükmünün ilanı veya vekil ya da vekil edenin yahut her ikisinin iflas ilan etmeleri veyahut da medeni hakların kullanılması yeteneğinin kaybedilmesi gibi hallerde son bulacağı gibi ( B.K. 35, 397. Md. ) vekaletten istifa ve azil de ( B.K. 398. md ) temsil yetkisini sona erdiren nedenlerdendir.
Öte yandan. Borçlar Kanununun 37. maddesi hükmünce mümessil ( vekil ) kendi selahiyetinin son bulduğuna vakıf olmadığı müddetçe, temsil edilen ( vekil eden ) yahut halefleri bu yetki henüz baki imiş gibi vekilin muamelesi ile alacaklı veya borçlu olurlar.
Başka bir ifadeyle vekilin vekaleten yaptığı tasarruf veya tasarruflardan vekil edenin sorumlu olmaması için vekilin vekalet görevinin sona erdiğini bilmesi gerekir.
Bunun yanısıra Borçlar Kanununun 37/2. maddesi hükmü uyarınca vekil ile işlem yapan üçüncü kişilerin de bu tasarruftan kaynaklanan elde ettikleri hakların korunabilmesi bakımından vekilin yetkisinin son bulduğunu bilmemeleri gerekir.
Bu yasal düzenlemeler ve kurallar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde temlik tarih inden önce vekilin azledildiği sabittir. Her ne kadar azilnamenin vekile tebliğ edilmediği görülmekte ise de davacı ile vekil kıldığı Saniye’nin bir süre birlikte yaşadıkları özellikle taşınmazı temellük eden davalı Emine’nin Saniye’yle ( vekille ) yakın arkadaş oldukları, tanık beyanlarına göre azil keyfiyetinden ikisinin de haberdar oldukları davacı tarafın gösterdiği tanıkların müşahhas, olaylara dayalı yeminli bildirimleri ile tartışmasızdır. Buna karşın davalı tanıklarının azil yönünden bilgi bakımından hükme esas alınacak nitelikte ihtiyaca salih bir beyanları bulunmamaktadır. Esasen, vekalete dayalı olarak bir taşınmaz alıcısının Tapu Sicil Müdürlüğünden azil defterinde herhangi bir azlin olup olmadığını araştırması gayet normal iken davalı Emine’nin hem buradan hem de noterden soruşturma yapması dikkat çekici olup. Türk Medeni Kanununun 1024. maddesinde belirtilen “keyfiyeti bilen ve bilmesi gerekli olan kişi konumunu kamufle etme amacına yönelik uğraşılar olduğu kabul edilmelidir.
Öyleyse, bütün bu olgular gözetildiğinde davalının savunmasında samimi olmadığı açıktır.
Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
SONUÇ : Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükümün H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/8606
K. 2011/17140
T. 23.11.2011
• HAKSIZ AZLE DAYALI VEKALET ÜCRETİ ( Tüm Dava Dosyaları Getirtilerek Konusunda Uzman Bilirkişi veya Bilirkişiler Kurulundan Davacının Üzerine Düşen Yükümlülükleri Yerine Getirip Getirmediği ve Davalı Bankanın Davacıyı Azlinin Haklı Olup Olmadığı Hususunda Rapor Alınması Gerektiği )
• VEKALET ÜCRETİ İSTEMİ ( Haksız Azle Dayalı – Bilirkişi Kurulundan Davacının Üzerine Düşen Yükümlülükleri Yerine Getirip Getirmediği ve Davalı Bankanın Davacıyı Azlinin Haklı Olup Olmadığı Hususunda Rapor Alınması Gerektiği )
• AZİL SEBEBİYLE VEKALET ALACAĞI ( İcra Takip Dosyalarından Ademi Takipte Olanların Ne Sebeple Ademi Takipte Olduğu ve İşlemde Olan Takip Dosyalarının Hangi Aşamada Olduğu İcra Takip Dosyaları Getirtilerek Araştırılmamasının İsabetsiz Olduğu )
1136/m.174
ÖZET : Davacı, davalı bankayla aralarında düzenlenen sözleşmeyle avukatlık işlerini yürütmekteyken haksız azledildiğini, sözleşmenin haksız feshedilmesi sebebiyle kıdem ve önel tazminatı alacaklarıyla esas numaralarını bildirdiği dava dosyalarıyla ilgili vekalet ücreti alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Mahkemece alınan ve itibar edilen bilirkişi raporu sadece dava dosyalarının sayısı ile bu dosyalardan davacının ne kadar alacağı olduğunu belirlemekle yetinmiş, icra takip dosyalarından ademi takipte olanların ne sebeple ademi takipte olduğu, işlemde olan takip dosyalarının hangi aşamada olduğu icra takip dosyaları getirtilerek araştırılmamış, davacının kusurlu olup olmadığı azlin haklı olup olmadığı yönünde bir inceleme yaptırılmamış, kararda da tartışması yapılmamıştır. Durum böyle olunca mahkemece değinilen bu yönler gözetilerek taraflar arasındaki sözleşme hükümleri gözönünde bulundurularak tüm dava dosyaları getirtilerek konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişiler kurulundan davacının üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği, davalı bankanın davacıyı azlinin haklı olup olmadığı hususunda rapor alınarak hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki vekalet ücreti alacak-ihbar ve kıdem tazminatı davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı bankanın 1.3.1998 tarihinden 14.6.2001 tarihine kadar vekilliğini üstlendiğini, 14.6.2001 tarihinde sözleşmesinin feshedilerek azledildiğini, iş akdinin haksız feshinden dolayı kıdem ve önel tazminatlarıyla sözleşme gereği davalının ödemesi gereken, gerekse karşı taraflardan tahsil edilen avukatlık ücreti alacağının ödenmediğini ileri sürerek 4150 TL nin faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 2966,43 TL nin 14.6.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline fazlaya dair istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- )Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- )Davacı, davalı bankayla aralarında düzenlenen 1.3.1998 tarihli sözleşmeyle avukatlık işlerini yürütmekteyken 14.6.2001 tarihinde haksız azledildiğini, sözleşmenin haksız feshedilmesi sebebiyle kıdem ve önel tazminatı alacaklarıyla esas numaralarını bildirdiği dava dosyalarıyla ilgili vekalet ücreti alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Mahkemece alınan ve itibar edilen bilirkişi raporu sadece dava dosyalarının sayısı ile bu dosyalardan davacının ne kadar alacağı olduğunu belirlemekle yetinmiş, icra takip dosyalarından ademi takipte olanların ne sebeple ademi takipte olduğu, işlemde olan takip dosyalarının hangi aşamada olduğu icra takip dosyaları getirtilerek araştırılmamış, davacının kusurlu olup olmadığı azlin haklı olup olmadığı yönünde bir inceleme yaptırılmamış, kararda da tartışması yapılmamıştır. Durum böyle olunca mahkemece değinilen bu yönler gözetilerek taraflar arasındaki sözleşme hükümleri gözönünde bulundurularak tüm dava dosyaları getirtilerek konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişiler kurulundan davacının üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği, davalı bankanın davacıyı azlinin haklı olup olmadığı hususunda rapor alınarak hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ve eksik incelemeyle hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : sonuç Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacının bütün temyiz itirazlarının reddine ( 2 ) bentlerde açıklanan sebeplerle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 44,10 TL. temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 23.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/11708
K. 2008/1869
T. 12.2.2008
• İTİRAZIN İPTALİ ( Vekil Müvekkili Lehine Verilen Kararı En Kısa Sürede Müvekkiline Bildirip Masraflar Konusunda Bilgilendirmekle İlgili Yükümlülüklerini Yerine Getirmemesi Halinde Azil Haklı Olur ve Ücrete Hak Kazanamayacağı )
• VEKALET ÜCRETİ ALACAĞI ( Vekil Müvekkili Lehine Verilen Kararı En Kısa Sürede Müvekkiline Bildirip Masraflar Konusunda Bilgilendirmekle İlgili Yükümlülüklerini Yerine Getirmemesi Halinde Azil Haklı Olur ve Ücrete Hak Kazanamayacağı )
• AZİL ( İtirazın İptali – Vekil Müvekkili Lehine Verilen Kararı En Kısa Sürede Müvekkiline Bildirip Masraflar Konusunda Bilgilendirmekle İlgili Yükümlülüklerini Yerine Getirmemesi Halinde Azil Haklı Olur ve Ücrete Hak Kazanamayacağı )
• YEMİN ( Davacı Yazılı Belge İbraz Edemediğine Göre Dava Dilekçesinde Dayandığı Yemin Delilinin Hatırlatılması Gerektiği )
818/m. 386
1086/m. 344, 354
ÖZET : Vekil, müvekkili lehine verilen kararı en kısa sürede müvekkiline bildirip masraflar konusunda bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde azil haklı olur ve ücrete hak kazanamaz.
Davacı yazılı belge ibraz edemediğine göre dava dilekçesinde dayandığı yemin delili hatırlatılmalı, sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı avukat olduğunu, davalının K… Belediyesi’ndeki alacaklarını tahsil etmek için davalı ile sözlü olarak anlaştıklarını, mahkemece hükmedilecek miktarın %15’inin vekalet ücreti olarak ödenmesinin kararlaştırıldığını, belediye aleyhine dava açıp davalı lehine sonuçlandığını, davalının harcı vermediği için tebliğe çıkarılamadığını, davalının haricen borçlu ile anlaşıp haksız olarak kendisini azlettiğini, vekalet ücretini almaya hak kazandığını, bu alacağının tahsili için başlattığı icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini iddia ederek itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı yargılamaya katılmamıştır.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne, icra takibinin 3.189.301.193 TL asıl alacak ve asıl alacağa 04.11.2003 tarihinden itibaren faiz işletilerek devamına karar verilmiş, hüküm; davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava vekalet ücreti alacağının tahsiline ilişkin itirazın iptali davasıdır.
Davacı, davalının vekili olarak K … Belediyesi aleyhine 20.09.2002 tarihinde dava açmış ve mahkemece 14.11.2003 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı icra takibine itiraz dilekçesinde, davacının davasını vekil olarak açtığını, ancak dava hakkında bilgi vermediğini, bu nedenle haklı olarak azlettiğini savunmuştur. Aşkale Asliye Hukuk Mahkemesi’nce 14.11.2003 tarihinde verilen karar, davacının azledildiği 18.02.2005 tarihinden sonra 17.06.2005 tarihinde davalı tarafından harç yatırılarak tebliğe çıkarılmıştır. Bu tarihlere göre kararın tebliğe çıkarılmasında bir gecikme olduğu anlaşılmaktadır. Müvekkili lehine verilen kararı en kısa sürede müvekkiline bildirip, yatırılması gereken masraflar konusunda bilgilendirmek vekilin görevidir. Bu yükümlülükleri yerine getirmemesi halinde azil haklı olur ve vekil ücrete hak kazanamaz. Davalı, kendisine bilgi verilmediğini iddia ettiğine göre, bu durumda davacı avukat müvekkili olan davalıya mahkeme kararını tebliğe çıkarabilmek için harç yatırması gerektiğini bildirdiğini yasal delillerle ispat etmelidir. Davacı bu konuda yazılı belge ibraz edemediği ne göre, dava dilekçesinde yemin demek suretiyle yemin deliline dayandığından, davacıya; davanın karara bağlanıp harç yatırması gerektiğini bildirdiği iddiası hakkında yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılmalı, hasıl olacak sonuca göre feshin haklı ya da haksız olduğu belirlenerek hüküm kurulmalıdır. Mahkemece bu yön gözardı edilerek ve de kabul şekli itibarıyla icra takibinden önce davalı temerrüde düşürülmediği halde dava tarihinden önceki, davacının vekil olarak takip ettiği davanın karar tarihinden faize hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının sair itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA , peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 12.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/2938
K. 2011/4126
T. 30.3.2011
• SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Azilden Haberdar Olan Davacı Azledildiğini Bildiği Kişi Vekili İle Yaptığı Sözleşmeye Dayanamayacağı )
• VEKALET GÖREVİ ( Satış Vaadi Sözleşmesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil – Vekilin Vekalet Görevini Azle Rağmen Kötüye Kullandığını Bilip Bilmediği veya Kendisinden Beklenen Bütün Özeni Göstermesine Rağmen Bilmesine Olanak Olup Olmadığı Hususunun Mahkemece Değerlendirilmesi Gerektiği )
• AZİL ( Satış Vaadi Sözleşmesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil – Azilden Haberdar Olan Davacı Azledildiğini Bildiği Kişi Vekili İle Yaptığı Sözleşmeye Dayanamayacağı )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Satış Vaadi Sözleşmesine Dayalı – Azilden Haberdar Olan Davacı Azledildiğini Bildiği Kişi Vekili İle Yaptığı Sözleşmeye Dayanamayacağı )
4721/m.3
ÖZET : Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Satış vaadi sözleşmesinin vekalet görevi kötüye kullanılarak düzenlendiğini ileri sürmüşler, bir kısım davalılar ayrıca vekilin azledildiğini, azil olgusunun davacı tarafından da bilindiğini, buna rağmen işlem yapılması nedeni ile davacının artık satış vaadi sözleşmelerine dayanamayacağını savunmuştur. Azle ilişkin dosya arasındaki bilgiler yukarıya yazılmıştır. Buna göre azilden haberdar olan davacı, azledildiğini bildiği Rukiye vekili ile yaptığı sözleşmeye dayanamaz. Kısaca, Rukiye payına yönelik açılan davanın duraksamasız reddi gerekecektir.
Diğer taraftan davalılar, vekilleriyle işlem yapan davacının el ve işbirliği içinde bulunduklarına dair tanık dinletmiş, emsal olabilecek mahkemenin dosyasını da delil olarak sunmuştur. Özellikle davalılardan Rukiye’nin vekilin azline dair iradesini davacıya bildirdiği de dikkate alınarak dosyadaki tüm delillere göre, davacının Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli olup olmadığı, başka bir ifadeyle vekilin vekalet görevini azle rağmen kötüye kullandığını bilip bilmediği veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak olup olmadığı hususunun mahkemece değerlendirilip tartışılması gerekir.
DAVA : Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 27.3.2006 gününde verilen dilekçeyle satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davalı Fatma ve Neşet Ömer D., Yasemin T., Nurca Nuran D., Ahmet Elif D., Hakan D. aleyhine açılan davanın reddine, diğer davalılar yönünden davanın kabulüne dair verilen 27.4.2010 tarihli hükümün Yargıtay’ca incelenmesi davacı ve davalılar vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, 18.10.1995 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davalılar, davada dayanılan satış vaadi sözleşmesinin vekalet görevi kötüye kullanılarak düzenlendiğini, çekişme konusu 689, 690 ve 691 Sayılı parsellerin davacıya teslim edilmediğini, davanın açıldığı tarih itibariyle zamanaşımının gerçekleştiğini, kaldı ki vekilin vekalet görevinden azledildiğini, davada gösterilen bir kısım kişilerin de davadan önce öldüğünü, satış bedelinin emsallere göre çok küçük kaldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davadan önce öldüğü anlaşılan Fatma D. ve Neşet Ömer D. aleyhlerine açılan davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüyle 689, 690 ve 691 Sayılı parsellerdeki paylarının iptali ve davacı adına tesciline karar verilmiştir.
Hükmü, davalılar temyiz etmiş, karar Dairemizin 16.12.2009 tarihli ilamı ile ve ilamda yazılı sebeplerle diğer yönler incelenmeksizin bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyulmuş, davalılar Fatma ve Neşet aleyhine açılan davanın reddine, keza davalılar Yasemin, Nurcan, Alev ve Hakan çekişmeli taşınmazlarda paydaş olmadıkları halde aleyhlerine açılan davanın reddine, davacının diğer davalılara yönelik açtığı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü davacı Ata Y. ile davalılar vekili temyiz etmiştir.
1-)Davada biçimine uygun düzenlenmiş 18.10.1995 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayanılmıştır. Sözleşmenin vaat alacaklısı davacı Ata Yanık vaat borçluları ise davalılardır. Sözleşmenin davalılar adına vekilleri sıfatıyla Orhan M. tarafından imzalandığı görülmektedir. Dosyada yer alan 24.10.1994 ve 12.1.1995 tarihli vekaletnamelerde davalıların vekilleri olan Orhan M.’e taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapmak üzere yetki verdikleri de anlaşılmaktadır. Gerçekten, taşınmaz satış vaadi sözleşmelerini tarafları bizzat yapabilecekleri gibi vekilleri ya da temsilcileri aracılığıyla da yapabilirler.
Davalılar savunmalarında, satış vaadi sözleşmesinin vekalet görevi kötüye kullanılarak düzenlendiğini ileri sürdüğünden burada öncelikle Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet ilişkisini düzenleyen hükümleri üzerinde durulmalıdır. Gerçekten, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu olarak benimsenmiş ve yasanın 390. maddesinde vekilin müvekkiline karşı vekaletini iyiniyetle ifa ile mükellef olduğu hükme bağlanmıştır. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve gerçek iradesine uygun hareket etmek, onu zararlandırıcı her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yapılan sözleşme vekil edeni bağlar ve geçerlidir. Bu gibi durumlarda vekil vekalet görevini kötüye kullanmış olsa dahi bu sorun vekil ile vekalet eden arasında nihayet bir iç sorun olarak kalır.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya durumun özelliği icabı bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yazılı dürüst davranma kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilir.
Diğer taraftan bir kısım davalılar ayrıca vekil Orhan M.’i vekaletten azlettiklerini, vekilin buna rağmen davacı ile satış vaadi sözleşmesi düzenlediğini, davacı vaat alacaklısının da bu durumu bildiğini savunmuştur. Gerçekten de davalılardan Remziye, Veli ve Rukiye vekil Orhan M.’i 5.10.1995 tarihinde azletmiştir. Remziye ve Veli’nin azil iradesi tapu siciline 10.10.1995, vekil olan Orhan M.’e 19.10.1995 tarihinde bildirilmiştir. Davalı Rukiye’nin azil iradesi ise vekile 19.10.1995, davacı Ata Y.’a 10.10.1995 tapu siciline ise 9.10.1995 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Burada ayrıca temsil ve vekaletten azle ilişkin bazı açıklamalar yapmak gereği vardır. Bir tanımlama yapmak gerekirse temsil; başkasının nam ve hesabına işlem yapmak demektir. Başkasının nam ve hesabına işlem yapmak yetkisi ise “temsil yetkisi” olarak bilinir. Temsil ilişkisinde daima üçlü bir durum vardır. Bu ilişki “temsil edilen-temsilci ve üçüncü şahıs” arasında kurulur. Temsilde hukuksal işlemin tarafları ile bunu yapanlar farklı farklı kişilerdir.
Gerçekten, temsil yetkisini sona erdiren nedenlerden biride azil işlemidir. Azil, yani temsil olunanın temsilcinin yetkisine son vermesi, temsil olunanın bu konudaki irade açıklamasıdır. Kuşkusuz, bu özelliğinden dolayı iradenin açıklandığı anda değil, temsilcinin bunu öğrendiği andan itibaren hüküm ve sonuç doğurur. Kısaca ifade etmek gerekirse bu andan itibaren temsilci ile temsil olunan arasındaki iç ilişki son bulur. Fakat, azilden haberdar olmayan veya olamayacak durumdaki üçüncü kişinin başka bir ifadeyle iyiniyetli üçüncü kişinin temsilciyle yaptığı taşınmaz satış vaadi sözleşmesi temsil olunanı bağlamaya devam eder. Şayet, vekil ile sözleşme yapan üçüncü kişi Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yapılan sözleşme temsil olunanın azil işlemine rağmen vekil edeni bağlar ve geçerlidir. Aksi halde, vekil marifetiyle yapılan satış müvekkili bağlamaz.
Bütün bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Yukarıda belirtildiği gibi davalılar savunmalarında, satış vaadi sözleşmesinin vekalet görevi kötüye kullanılarak düzenlendiğini ileri sürmüşler, bir kısım davalılar ayrıca vekilin azledildiğini, azil olgusunun davacı tarafından da bilindiğini, buna rağmen işlem yapılması nedeni ile davacının artık satış vaadi sözleşmelerine dayanamayacağını savunmuştur. Azle ilişkin dosya arasındaki bilgiler yukarıya yazılmıştır. Buna göre azilden 10.10.1995 tarihinde haberdar olan davacı, azledildiğini bildiği Rukiye vekili Orhan M.’le 18.10.1995 tarihinde yaptığı sözleşmeye dayanamaz. Kısaca, Rukiye payına yönelik açılan davanın duraksamasız reddi gerekecektir.
Diğer taraftan davalılar, vekilleriyle işlem yapan davacının el ve işbirliği içinde bulunduklarına dair tanık dinletmiş, emsal olabilecek mahkemenin 2006/203 esas sayılı dosyasını da delil olarak sunmuştur. Özellikle davalılardan Rukiye’nin vekilin azline dair iradesini 10.10.1995 tarihinde davacıya bildirdiği de dikkate alınarak dosyadaki tüm delillere göre, davacının Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli olup olmadığı, başka bir ifadeyle vekilin vekalet görevini azle rağmen kötüye kullandığını bilip bilmediği veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak olup olmadığı hususunun mahkemece değerlendirilip tartışılması gerekir.
Mahkemece yapılan bu saptamalara uygun bir değerlendirme ve tartışma yapılmadığından karar davalılar yararına bozulmalıdır.
2-)Davacının temyiz itirazlarına gelince;
Davacı tarafından taşınmazda pay sahibi Neşet Ömer ve Fatma D. mirasçıları Alev, Hakan, Nurcan ve Yasemin aleyhine dava açılmamıştır. Ne var ki, bu kişiler aleyhlerine dava açılmış gibi gösterilmiş, haklarındaki dava reddedilerek yararlarına avukatlık ücreti takdir edilmiştir. Davanın tarafı olmayan kişiler yargılama giderlerinden ve bu arada avukatlık ücreti ile sorumlu olamayacaklarından davacının bu hususu amaçlayan temyiz itirazları da açıklanan sebeple yerindedir.
Karar bu sebeple de davacı yararına bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle temyiz olunan kararın davalılar yararına, 2. bent uyarınca da davacı yararına BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın iadesine, 30.3.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2009/13-482
K. 2009/556
T. 25.11.2009
• HAKSIZ AZLE DAYALI VEKALET ÜCRETİ İSTEMİ ( Davacı Avukat Müvekkilini Yanlış Yönlendirmek ve Yanıltmak Suretiyle Müvekkili Aleyhine Sonuçlanan Gereksiz Davalar Açmış Avukatlık Görevi İle Bağdaşmayacak Vaatlerde Bulunduğundan Haklı Azledildiği – Ücret İsteyemeyeceği )
• VEKALET ÜCRETİ ( Davacı Avukat Davranışları Nedeniyle Müvekkilinin Güvenini Sarstığı – Davalının Haklı Nedenle Davacı Avukatı Azlettiğinin Kabulü Gerektiğinden Ücret Talep Edemeyeceği)
• MÜVEKKİLİNİ YANILTAN AVUKAT ( Yanlış Yönlendirmek ve Yanıltmak Suretiyle Müvekkili Aleyhine Sonuçlanan Gereksiz Davalar Açmış Avukatlık Görevi İle Bağdaşmayacak Vaatlerde Bulunduğundan Haklı Azledildiği – Ücret İsteyemeyeceği )
• HAKLI AZİL ( Davacı Avukat Müvekkilini Yanlış Yönlendirmek ve Yanıltmak Suretiyle Müvekkili Aleyhine Sonuçlanan Gereksiz Davalar Açtığı – Davranışları Nedeniyle Müvekkilinin Güvenini Sarstığından Ücret Talep Edemeyeceği )
• AZLEDİLEN AVUKAT ( Davacı Avukat Müvekkilini Yanlış Yönlendirmek ve Yanıltmak Suretiyle Müvekkili Aleyhine Sonuçlanan Gereksiz Davalar Açtığı/Davranışları Nedeniyle Müvekkilinin Güvenini Sarstığı – Davalının Haklı Nedenle Avukatı Azlettiğinden Ücret Talep Edemeyeceği )
818/m. 390
1136/m.174
ÖZET : Davacı avukat, haksız olarak azledildiğini ileri sürerek vekalet ücreti talebinde bulunmuştur. Vekalet ilişkisi, karşılıklı güvene dayalı bir ilişkidir. Vekil, üstlendiği görevi doğruluk ve özenle yerine getirmelidir. Somut olayda davacı avukat, davalı müvekkilini yanlış yönlendirmek ve yanıltmak suretiyle müvekkili aleyhine sonuçlanan gereksiz davalar açmış, avukatlık görevi ile bağdaşmayacak vaatlerde bulunmuş, henüz ıslah veya ek dava aşamasına gelmemiş dosyalar için davalıya ihtarname göndererek verilen süre içinde harç ve masrafların ikmal edilmesini, aksi halde açılmış ve açılacak davalar yönünden vekalet ücretlerinin tahsili için dava açılacağını bildirmiştir. Davacı avukat, söz konusu davranışları nedeniyle müvekkilinin güvenini sarsmıştır. Bu durum karşısında, davalının haklı nedenle davacı avukatı azlettiğinin kabulü gerekir. Haklı nedenle azledilen avukat ücret talep edemez.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Üsküdar 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.11.2007 gün ve 2006/319 E- 2007/269 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 28.10.2008 gün ve 2008/10902-12587 sayılı ilamı ile;
( … Davacı, avukat olduğunu, davalı ile aralarında 16.5.2005 tarihinde yaptıkları sözleşme gereğince davalıya vekaleten dava dışı Üsküdar Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne karşı kamulaştırmaşız el atma vs nedenlerle kısmi tazminat davaları açtığını, davaları layıkı ile takip edip, bilirkişilerden raporlar aldığını, aralarındaki sözleşmede alınacak raporlardan sonra belirlenecek miktarların da ek dava ya da ıslah yolu ile tarafınca yürütülmesinin kararlaştırıldığını, tüm bu açılmış ve açılacak davalar yönünden dava değerinin 9/165 oranında vekalet ücreti ödenmesinin öngörüldüğünü, açılan 4 adet kısmi dava dosyası yönünden de bilirkişi raporları ile talep edilebilir olacak miktarlarının belirlendiğini, bu dosyalardan biri yönünden harcı ikmal edilmek suretiyle ıslah hakkının kullanıldığını, diğer dava dosyaları yönünden de talep edilebilecek ücretlerin bilirkişi raporları ile belirlenebilir hale geldiğini, bunun üzerine davalıya ihtarname gönderip ıslah ya da ek dava için harçları ikmal etmesini istediğini, bunun üzerine davalının kendisini haksız olarak azlettiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklarının saklı tutmak suretiyle şimdilik Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/23 Esas sayılı dosyası yönünden 5.000.-YTL karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti yönünden de 1.000.-YTL; aynı mahkemenin 2005/27 Esas sayılı dava dosyası yönünden 750.-YTL, karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti yönünden de 250.-YTL, yine aynı mahkemenin 2005/150 Esas sayılı dava dosyası yönünden 2.350.00.-YTL, karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti yönünden 400.-YTL, Üsküdar 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2000/999 Esas sayılı dava dosyası yönünden 3.480.00.-YTL, karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti yönünden de 520.-YTL vekalet ücretine hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının kendisine vekaleten iç hukuk yollarını tüketmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduğunu, TBMM’ne karşı yasal boşluğun doldurulmaması nedeniyle adli yargıda tazminat davası açtığını, hukuki bilgisi bulunmadığını, açılan kısmi davalar yönünden harç ikmal edilmesi konusunda sponsor bulmaya kalktığını, harcın ikmal edilmemesi halinde vekalet ücreti yönünden dava açacağına ilişkin olarak ihtarname gönderip, güvenini sarstığını, harcı ikmal edecek güçlerinin bulunmadığını, davacıya düzenli olarak aylık ücretlerinin ödendiğini, azlin haklı olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, taraflar arasındaki 16.5.2005 tarihli sözleşmenin, davacı avukatın davalıya vekaleten Türkiye Büyük Millet Meclisi aleyhine açtığı davanın ve Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi’ne açtığı davanın kesinleşmesinden sonra imzalandığı, davacının açılan tüm davalarda davalıyı layıkıyla temsil ettiği, azlin haksız olduğu gerekçe gösterilmek ve 14.03.2006 tarihli bilirkişi kurulu raporu kısmen esas alınmak suretiyle davacının Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/23 esas sayılı dosyası yönünden 4.415.842.00.-YTL, aynı mahkemenin 2005/27 esas sayılı dosyası yönünden 1.200.00.-YTL, 2005/150 Esas sayılı dosyası yönünden 3.520.00.-YTL ve Üsküdar 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2005/999 ( bozulmakla Üsküdar 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/182 Esas ) sayılı dosyası yönünden de 3.074.931.00.-YTL vekalet ücretine hak kazandığı belirtilerek ve taleple bağlı kalınarak vekalet ücretlerine yönelik talebin kabulüne, karşı tarafa yükletilen vekalet ücretine ilişkin talebin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Toplanan delillerden ve dosya kapsamından kooperatifin davacı avukata verdiği 01.12.2001 tarihli vekaletname gereğince davacının davalıya vekaleten 24.5.2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak, mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden bahisle dava dışı idarenin tazminata mahkûm edilmesini istemiş; adı geçen mahkemece de iç hukuk yollan tüketilmeksizin böyle bir dava açılamayacağı gerekçesiyle 27.04.2004 gününde kabul edilemezlik kararı verildiği, yine davacı avukatın davalı vekili olarak 03.02.2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden dolayı Maliye Hazinesi’ne karşı Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen 2960 Sayılı Yasanın 3194 Sayılı Yasa ile değişik 3/g maddesinin iptal edilmesi ve iptal edilen yasa yerine yeni bir yasa çıkarılmadığından bahisle Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/27 esas sayılı dosyası ile tazminat davası açtığı, mahkemece, Yasama Meclisini Hazine’nin temsil edemeyeceği gibi, Yasama Meclisine karşı böyle bir dava açılamayacağı gerekçe gösterilmek suretiyle açılan davanın 2.3.2005 gününde reddine karar verildiği, daha sonra dosyanın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, anılan mahkeme kararından sonra tarafların 16.05.2005 gününde bir araya gelerek işbu davaya konu edilen “İş ve Ücret Sözleşmesi” imzaladıkları, sözleşmenin “KONU” başlıklı bölümünde sözleşmeye ve takip edilen davalara konu edilen taşınmazlar listelendikten sonra “AMAÇ” başlıklı bölümünden de 7 bent halinde bu taşınmazların davacı avukat tarafından kamulaştırılmalarının sağlanması veya kamulaştırılmasız el atma hükümleri çerçevesinde bedellerinin tanzim edilmesi veya imara açılmalarının sağlanması ya da orman olarak kamulaştırılmalarının sağlanması veya turizm alanı ilan edilmesi veya kamuya ait başka taşınmazlarla takas edilmesinin sağlanması bu amaçların kısmen veya birlikte gerçekleştirilmesi taahhüdünde bulunulduğu, aynı sözleşmenin devam eden maddelerinde de davacı avukat tarafından davalıya vekaleten kısmi dava şeklinde açılmış davaların yürütülmesine devam edileceği gibi ıslah ya da ek dava yolu ile açılacak davaların da adı geçen avukatın takip edeceği, yaptığı iş karşılığında da hükmedilecek miktarın % 65’i oranında vekalet ücreti ödeneceği öngörülmüş; açılan kısmi davalar yönünden Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/23 esas ve Üsküdar 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2005/999 esas sayılı dava dosyalarını bilirkişilerin raporlarını ibraz etmelerinden sonra davacı avukat, davalı kooperatife gönderdiği 26.8.2006 tarihli ihtarnamesiyle davaların ıslah ya da ek dava yolu ile açılması için gerekli harç ve masrafların verilen sure içerisinde ödenmesi, aksi taktirde açılmış ve açılacak tüm davalar yönünden vekalet ücreti alacaklarının dava yolu ile tahsili cihetine gidileceğini bildirmiş, bunun üzerine davalının da 15.09.2006 gününde gönderdiği ihtarnamesiyle davacıyı vekillikten azlettiği ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın da azlin haklı olup olmadığı noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı avukatın davalı müvekkilini yanlış şekilde yönlendirmek ve yanıltmak suretiyle gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne iç hukuk yollarını tüketmeden ve gerekse Yasama Meclisine karşı yasa çıkartmadığından bahisle müvekkili aleyhine sonuçlanan gereksiz davalar açtığı anlaşıldığı gibi az yukarıda açıklanan ve 16.05.2005 tarihli sözleşme ile de kuru taahhütlerden öteye geçmeyecek ve avukatlık görevi ile bağdaşmayacak aynı anda birçok taahhüdü içerisinde barındıran vaadlerde bulunmak suretiyle müvekkilini oyalama ve yanıltmaya yönelik tavrını sürdürmüş, bununla da kalmayıp, bizzat kendisinin de katıldığı davalı kooperatifin 08.01.2006 tarihli genel kurul toplantısında yaşanan mevcut maddi sıkıntılar nedeniyle açılan eldeki kısmi davaların ıslah ya da ek dava yoluyla harçlandırılamayacağı hüküm altına alınmış olmasına rağmen, henüz ıslah ya da ek dava açılması aşamasına dahi gelmemiş az yukarıda zikredilen dava dosyaları yönünden de davalıya 26.08.2006 tarihli ihtarnamesini göndererek verilen süre içerisinde harç ve masrafların ikmal edilmemesi ve ek dava ve ıslah imkanı sağlanmaması durumunda açılmış ve açılacak davalar yönünden vekalet ücreti alacaklının dava yolu ile tahsil edileceğini bildirmiştir. Oysa ki BK. 390 ve devamı maddeleri hükümlerine göre vekalet ilişkisi karşılıklı güvene dayalı bir ilişki olup, vekilin üstlendiği görevini ve yapacağı işi doğruluk ve özenle yerine getirmesi zorunludur. Davacı avukat, bu kuralı da ihlal etmek suretiyle davalı müvekkiline az yukarıda zikredilen ihtarnamesini göndererek henüz hak etmediği vekalet ücretleri yönünden verilen süre içerisinde harç ve masrafların ikmal edilmemesi halinde dava açacağını bildirmekle müvekkilinin kendisine olan güvenini de sarsmıştır. Açıklanan tüm bu durumlar birlikte değerlendirildiğinde davalının davacıyı haklı nedenlerle vekillik görevinden azletmiş bulunduğunun kabulü zorunludur. Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesinin 2. bendi hükmünce de avukatın kusur ve ihmali nedeniyle ( haklı nedenlerle azledilmiş olması halinde hiçbir ücret isteyemeyeceği öngörüldüğünden ve azil tarihi itibariyle takip ettiği dava dosyalarından hiçbirisinin karara bağlanıp kesinleşmiş olmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, davacı avukat tarafından davalı kooperatif aleyhine 16.05.2005 tarihli “tş ve Ücret Sözleşmesi”ne dayalı olarak daha önce açılan ve Hukuk Genel Kurulu’nda direnme yoluyla incelenen davada, davalının davacıyı haklı nedenlerle vekillik görevinden azletmiş bulunduğunun Hukuk Genel Kurulu’nun 04.11.2009 gün ve E: 2009/13-493 K: 2009/468 sayılı ilamı ile kesinleşmiş olmasına; dolayısıyla haklı nedenlerle azledilen davacı, davalıdan hiçbir ücret talep edemeyeceğine göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.11.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/7997
K. 2009/10103
T. 11.6.2009
• VEKALET SÖZLEŞMESİ ( Vekalet Akdinden Doğan Bütün Davalar 5 Yıllık Zamanaşımına Tabi Olduğu – Zamanaşımı Alacağın Muaccel Olduğu Tarihten İtibaren Başladığı )
• ZAMANAŞIMI ( Vekalet Akdinden Doğan Bütün Davalar 5 Yıllık Zamanaşımına Tabi Olduğu – Zamanaşımı Alacağın Muaccel Olduğu Tarihten İtibaren Başladığı )
• AZİL ( Davacı Vekili Azlettiğini İleri Sürdüğüne Göre Azilname Tarihine Göre Zamanaşımının Dolup Dolmadığının Tespit Edilmesi Gerektiği )
818/m.126,128,392
ÖZET : Vekalet akdinden doğan bütün davalar 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren başlar. Alacağın muacceliyeti ihbar yapılmasına bağlı ise, ihbarın yapıldığı tarihten itibaren başlar. Davacı, vekili azlettiğini ileri sürdüğüne göre azilname tarihine göre zamanaşımının dolup dolmadığı tespit edilmelidir.
DAVA : Dava dilekçesinde, 2.077.690.000 lira alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı, vekili olan davalının Bursa Üçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/278 E. sayılı dosyası ile alacak davası açtığını, tüm avukatlık ücreti ve masraflarını ödediği halde, kendi adına tahakkuk ettirilen 3.020 YTL’yi davalının aldığını beyanla 3.020 YTL’nin 26.02.2001 tarihinden itibaren yasal faiz ve tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, olayda davacının alacağının davalının borç bedelini aldığı ve zimmetine geçirdiği tarihte muaccel olacağı, davalının davacı adına tahakkuk eden harç bedelini 08.07.2003 tarihinde tahsil edip eldeki davanın 25.07.2008 günü açıldığından bahisle BK’nın 126 ve 128. maddeleri gereğince 5 yıllık zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir.
Davacılar ile davalı arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Mahkemece de saptandığı gibi, BK’nın 126/4. maddesi gereğince vekalet akdinden doğan bütün davalar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. BK’nın 128. maddesine göre “Zamanaşımı alacağın muaccel olduğu zamandan başlar.
Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise, müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder.”
Vekilin aldıklarını verme borcunun zamanaşımı, iade edilecek şeyin vekile teslimi tarihinden değil, vekalet akdinin sona ermesi tarihinden itibaren işlemeye başlar. Zira, BK’nın 392. maddesi uyarınca vekilin talep üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeye ve her ne nam olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkiline iade yükümlülüğü bulunduğu gibi, vekil, sözleşme sürdükçe kendisine tevdii edilen kıymetleri saklamak yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğü ile iade yükümlülüğü karşılıklı olarak birbirlerini bertaraf eder ve aldıklarını iade borcunda zamanaşımı sözleşme sürdükçe yürümeye başlamaz. Bu nedenle iade borcunun muacceliyet anı sözleşmenin bitimi tarihidir.
Somut olayda da davacı, davalı vekili azlettiğini açıklamış olup, azilname tarihine göre zamanaşımı dolup dolmadığı tespit edilebileceğinden, bu yön de ( vekalet akdinin sona erme tarihi )araştırılmadan eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA )ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 11.06.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.