Savunma yargı erkinin ayrılmaz bir parçası olamamıştır
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi eski Öğretim Üyesi Naim KARAKAYA: ile CMK, CMK seminerleri, Adalet sistemi ve sorunları üzerine konuştuk.
NAİM KARAKAYA: “Türkiye’de savunma, yargı erkinin ayrılmaz bir parçası yeterince olamamıştır.”
HUKUK ve YAŞAM: Hocam sadece İstanbul’da değil Türkiye’nin değişik illerinde CMK Uygulama servisinde görev alan avukatların eğitim seminerlerinde görev alan birisi olduğunuzu biliyoruz. Öncelikle sunu sormak istiyorum, siz bu seminerlerde neler veriyorsunuz?
NAİM KARAKAYA: Bu seminerlerdeki eğitim hemen her yerde sınırlı günler ve saatlerle sınırlı bir çalışma. Öncelikle temel ilkeleri, ardından normları anımsamaya, son olarak da uygulamada çıkabilecek problemler ve çözüm yolları konusunda rafine edilmiş bilgiler vermeye çalışıyoruz. Soruşturma aşaması ağırlıklı bir eğitim bu genelde ama çocuk yargılamasından adli tıp bilgilerine varıncaya kadar kapsamlı bir eğitim. Ama az zamanda çok şey yapmanın gerekliliğinin verdiği bir hızla bilgileri paylaşmak zorundayız. Bazı meslektaşlarımız bu hızı yakalamakta zaman zaman güçlük de çekiyor. Bu seminerler uzmanlaşmayı amaçlıyor, yani temel bilgileri lisans eğitiminde almış meslektaşlarımızın ihtisasını sağlamak. Ama eğitime karşı bir tavırla karşıladığı da oluyor. “Avukat eğitim alamaz, eğitilemez, ona standart verilemez”. Bu çalışmalar bir seminer, paylaşım aslında, tam anlamıyla bir eğitim değil. Meslektaşlarımızdan birisinin bazen çok güzel bir önerisi oluyor, onu da alıp programa ekliyoruz. Bir çözüm bulma çabası bizimkisi. Bu nedenle seminerleri hep daha sınırlı sayıda insanla paylaşmak ve herkesin eleştiri ve katkısını katmak amacını da taşıyoruz. Ayrıca mümkün olduğu ölçüde insanların seminer alanında konakladığı bir eğitimin daha faydalı olduğu da görülüyor. Aslında bu seminerlere insanlar yeni temel normları bilerek geldiğinde seminerler çok daha üretici ve paylaşıcı oluyor.
HUKUK ve YAŞAM: Sizce CMK Uygulama Servisinde görev alan meslektaşlarımız uygulamada ne tür sorunlarla karşılaşıyorlar?
NAİM KARAKAYA: Yüzlerce sorunla karşılaşıyor meslektaşlarımız. Bunları sayıyla sınırlamak zor. Ama hepsinin ortak yönü ülkemizde bu alanda yetki kullanan otoritelerin savunmanın bu alanın gerekli bir parçası olduğunu düşünülmemesinde saklı sanırım. Bu nedenle meslektaşımız kolluk biriminden veya adliyeden içeri girer girmez her alanda yetkisini kısıtlayan uygulamalarla hukuki mücadelesini yapmak zorunda kalıyor. Bizim çalışmalarımızın en belirgin yönü şu: eğitim sürecinde meslektaşlarımız sürekli “Hocam ama uygulamada…” şeklinde başlayan cümleler kuruyorlar. Yani normların uygulanmasında sıkıntılar yaşandığını ifade ediyorlar. Bizce ilkeler ve normlar varsa bunların uygulanmasından hepimiz sorumluyuz. İddia da, savunma da birbirlerinden üstünlüğü olmayan erkler, birine olduğu kadar diğerine de muhtacız. Oysaki “yargılamanın kolektifliği” ilkesi tezin her zaman antitezinin ortaya konmasını ve desteklenmesini gerektiriyor. Ama bunu sadece söze dayalı değil delillere dayalı olarak ortaya koymalıyız. Çünkü senteze ancak bunlar eksiksiz ortaya konulduğunda ulaşılabiliyor. Bizim sistemimizdeki sorunlar bana biraz ceza muhakemesinin ilk ortaya çıkışındaki aşamayı düşündürüyor; yani itham sistemini, zira sadece bu sistemde şüphelinin suçu işlediği kabul edilir, yürütülen işlemler şüpheli veya sanığa verilecek cezanın tespiti konusuna yoğunlaşmaktadır. Bugün artık bu aşama tarihe karışmıştır ama uygulamaya bakarsanız izlerini görürsünüz. Ama bunu sadece otoriteler için söylemiyorum, sevmediğiniz bir insan için toplum içinde “hırsız” diye bağırın: Ne mi göreceksiniz? İnsanların tek soru sormaksızın o kişiye saldırdığını görebilirsiniz. Neden mi, çünkü toplum da yeterince sorgulamadan hüküm vermeye daha yakiniz. Buna bir de ”hukuk bunlarla etkin mücadele edemiyor” içgüdüsü eklenince insanları durdurmak zaman zaman zor oluyor. Ama elbette her içgüdünün bir sebebi var, örneğin felsefi bir temeli bulunmayan laflar, oransız cezalar toplumda yargıya duyulan güveni bir ölçüde etkiledi. Sorunuza dönecek olursak müdafiin kolluktaki soruşturmaya katılması 1992 senesinden beri; vekilin ise 1 Haziran 2005 senesinden beri var. Ama müdafii için on dört senelik sürece rağmen hala en yoğun yaşanan sorunlardan birisi müdafiin soruşturma içeriğine ilişkin evrakın incelemesi konusunda. Ben vatandaşı bulunduğun ülkede bunların hala yaşanmasından yana değilim. Hala pek çok kolluk biriminde evrak inceleme konusunda savcılarla bağlantılar kurularak bir tavır belirleniyor, savcının talimat vermesi bekleniyor. Hala, soruşturma evrakının incelenmesindeki kısıtlama yetkisinin sadece hâkimde olması ve bu yetkinin de kısıtlı olması göz ardı ediliyor. Yani bir anlamda Türkiye’de savunma, yargı erkinin bir parçası yeterince olamamıştır.
HUKUK ve YAŞAM: Karşılaşılan problemleri çözmede meslektaşlarımız sizce etkin mücadele veriyor mu?
NAİM KARAKAYA: Meslektaşlarımız etkin mücadele ediyor veya etmiyor seklindeki bir yargıdan çok kendi gözlemimi aktarayım. İlke olarak meslektaşlarımızın karşılaştıkları sorunları aşmada mücadele ettiklerini gözlemliyorum. CMK avukatının ülkemizde soruşturma aşamasında özellikle, verilen hakların kullanılmasında saygın bir duruşu oldu. Bazen görevlendirilmemiş müdafi, görevlendirilmiş müdafiye göre daha toleranslı bir karşılık görüyor. Ama bizce sorun olan alanların tespit edilip bireysel çözümler yerine bu sorunların bir elden toplanmasını ve barolarca yargı ve kolluk otoritelerine iletilmesi ve sorunun çözümünün talep edilmesi veya bu amaçla bu kurum temsilcileriyle belirli periyotlarla değerlendirme toplantıları yapılması gerekir. Örneğin her müdafi ayni birimde ayni sorunlarla karşılaşıyor, herkes aynı şekilde zaman ve enerji kaybediyor sorunu çözmek için. Bunların daha sistemli şekilde bu birimlere iletilmesi gerekiyor. Ama sonuçta meslektaşlarımızın etkin mücadele ettiklerini söyleyebilirim. Ama buralarda herkes kendi kişilik özelliği ve düşünme tarzına göre bir çözüm yolu üretiyor.
HUKUK ve YAŞAM: CMK uygulamasında atanan müdafiin genel olarak Türkiye’de nasıl bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorsunuz?
NAİM KARAKAYA:Türkiye’de avukatın kolluk birimine girmesinde 1992 yılında 3842 sayılı kanunla getirilen değişiklikler etkilidir. O dönemde bu durum biraz tepkiyle karşılanmıştı. Bu süreçte, örneğin yakalama, gözaltı ve gözaltı süresinin uzatılması işlemine karşı hâkime başvurma işlemini tamamen CMK uygulama servisinde görev alan meslektaşlarımız uygulatmayı başarmıştır. Bugün zaman zaman Anadolu’daki meslektaşlarımızın başvuruları üzerine “yakalama işlemine karşı hâkime başvuru mu olur” denen kararları az da olsa hala görebiliyoruz. Ama İstanbul basta olmak üzere metropollerde artık sulh ceza hâkimlerimiz bu taleplerle daha sık karşılaşıyorlar. Ama bizim temel sorunlarımızdan birisi, işlemesi için konulmuş yollar yeterince işlemiyor. Bugün tutuklamaya itiraz kurumundan bahsederken avukat meslektaşlarımız haklı olarak kurumun işlemediğini ifade ediyorlar. Gerçekten de
adli sistem daha dinamik olmalı. Bu yollar daha etkin ve dürüst bir yargılama temin edilsin diye var.
HUKUK ve YAŞAM: Hocam 5271 sayılı CMK savunmaya sizce nasıl bir rol yüklüyor?
NAİM KARAKAYA: 5271 sayılı CMK müdafiin katılacağı işlemlerin sayısını oldukça artırmış. Zorunlu müdafiliklerin sayısını saydığımız zaman meslektaşlarımızın “bu kadar çok muydu?” şeklinde şaşırdıklarını görüyorum. Ancak avukat görevini yeterli itinayı göstermeden yerine getirirse üzülerek ifade edeyim ki şüpheliye önemli ölçüde zarar verebilir bu sistemde. Çünkü CMK 148. maddede, müdafiin katıldığı kolluk ifadesinin 213. maddeye göre duruşmada okunması ve 217. maddeye göre de hükme esas alınması benimsenmiş. Kolluk ifadesinin bu denli delil değeri kazanması bizim sistemimizle bağdaşmamaktadır. Kolluğun ifade alması zorunlu değildir bizde. Zaten yeni sistemde kolluk cumhuriyet savcısının emri olmaksızın delil toplaması bile yapamıyor sadece var olan delilleri tespit ve muhafaza yükümlülüğü var PVSK Ek-4 ile. Kolluğun ifade almasının amacı ipucu elde etmek, savcıya yürüteceği soruşturmada bir ölçüde yol gösterici olmaktır. Zorunlu değildir ama olaya en yakin ifade en detaylı ifade olduğu için bu yol açılmıştır. Ama bu ifade ile hükme ulaşılması hukuken sakıncalıdır. Zira asil yargılama orada değil, mahkeme huzurundadır ve hâkim ile mahkeme karşısındadır. Bizce 148. Madde hukuk devleti ilkesi yönünden kabulü sakıncalı bir hükümdür. Gerçekte de bir süre sonra kendisinin kolluktaki ifade ile mahkûm edileceği endişesine kapılan şüphelilerde müdafi istememe yönünde bir gelişmeye sebebiyet vereceğini de tahmin ediyorum. Şunu da ifade edeyim ki, Türk Yargıtay’ı da, kollukta müdafi varsa şüphelinin baskı altında ifade verdiği savunmasına itibar etmeme eğilimindedir. İşte bu noktada meslektaşlarımızın soruşturma dosyasını incelemede ve görüşmede yaşadığı sıkıntılar karşısında elde edilen ifade ile mahkeme hükme ulaşmaktadır. Müdafiler kanunun kendilerine tanıdığı haklarını kullanırken bazı sıkıntılar yaşamakta ise de mahkeme ifade tutanağının altında müdafi imzasını görünce bu beyana dayalı hüküm kurmaktadır.
HUKUK ve YAŞAM: Hocam olayın bir de kolluk ve adliye tarafı var. Soruşturmada kolluğun savunmaya bakışı üzerine bir değerlendirmeniz var mı?
NAİM KARAKAYA: Bu noktalarda genellemeler yapmakla doğru tespitlere ulaşamayabiliriz. Bugün ülkemizde hukukun her alanında görev yapan insanların yaptıkları isin gerekliliğine yeterince inanmadıklarını düşünmekteyim. Her otorite her kurum bence neden var olduğunu yeniden sorgulamalıdır. Çünkü bizler genelde var olma amacımızı unutmuş durumdayız, işlevimizden çok yetkilerimizle ilgilenmekteyiz. Burada bir örnek vereyim, bazı şehirlerdeki seminerlerde kolluk, avukat ve hâkim-savcı üçgeni ile ortak çalışma yürütünce, daha doğrusu yürütemeyince yetkilerimizi ne kadar düşkün olduğumuzu fark ettim. Aslında temel eğitimi tamamlamadan mesleklerin bir arada seminer çalışması yürütmesi geliştiren bir çalışma olmuyor. Sadece yetki tartışmaları oluyor ve sanılıyor ki karşımdakini ikna edersem sorun çözülecek ve bir daha bu problemle karşılaşmayacağım.
Kolluk aslında özellikle uzmanlaşmış birimlerinde çok ciddi gelişmeler gösterdi, kötü muamele iddialarında önemli ölçüde azalmalar oldu. Ama hala kolluk yeterince teknik çalışmıyor. Örneğin yakalamada PVSK 13′teki kuvvetli şüphe nedir diye çok sormuşumdur yakalama yapan kolluğa. Kolluk genelde şüpheyi tecrübe ile karıştırıyor. Yani kolluğun eğitimi mükemmel değil, eksik kısımlar uygulamadaki pratiklerle kapatılıyor. Ama bu pratikler genelde hukukun aradığıyla üst üste örtüşmüyor. Ama yakalamaya insanların ilk tepkisi de “bende suçlu tipi var mı memur bey” diye oluyor. İnsanlar da suçlunun bir tipi olması gerektiğini düşünüp buna uygun tavır talep ediyorlar. Kimse “bende şüphelendiğin şey nedir” diye sormuyor. Ancak yargı sistemi de avukatlar da aynı dinamikliği gösteremedi. Yeni yasalarla gelen kurumlara çok hızlı adapte oldu ve çok uzmanca çalışan birimleri var. Ama kolluk yeni yasayla yetkilerinin kısıtlandığından şikâyetçi. Aslında ben kolluğun yetkilerinin CMK ile kısıtlandığı fikrine katılmıyorum. Kolluk bu kanunla ancak adliyenin yapacağı değerde işlemleri yapar hale geldi. 148. madde bunun en açık örneği. Ama kolluk suç soruşturması konusunda yeterli tecrübesi bulunmayan savcı meslektaşlarımızın olayın belirleyicisi olması konusunda bazı çekincelere sahip. Ama gerçek olan sudur ki bizim sistemimizde savcı suç araştırması konusunda uzman değildir. Bu alanda hangi tarafa delil toplamak gerekir, hangi delile nasıl bir anlam vermek gerekir, bu kolluğun isidir. Sistemin getirdiği de budur. Burada bir irtibat kopukluğu oluyor. Savcı meslektaşlarımız soruşturmayı yeterince kontrol altında tutamamaktadırlar. Çünkü kolluk ile savcı arasında bu irtibatı sağlayan bir kişi veya görevli yoktur. Kolluk ile savcılık çok uyumlu çalıştığı zaman kolluğun ve adliyenin başarısı önemli ölçüde artacaktır. Aslında Türkiye’de kolluk yetkilerin savcıda olmasından değil, savcılara ait yetkilerin hızlı bir şekilde çalışmamasından şikâyetçidir.
HUKUK ve YAŞAM: Hâkim ve savcılarımızın soruşturma aşamasında görevlerini etkin şekilde yerine getirdiğini düşünüyor musunuz?
NAİM KARAKAYA: Hâkim ve savcılarımız çok özverili çalışıyor. Sayıları da çok sınırlı. Aynı nüfusa sahip olduğumuz ülkelerinki ile kıyaslanmayacak bir azlıkta hâkim-savcı ile adalet verilmeye çalışılıyor bizde. Özellikle büyük şehirlerde yoğun bir iş yükü altında meslektaşlarımız. Ama özellikle soruşturma aşamasındaki karar veya emirlerde ciddi sorunlarla karsılaşırsınız. Bir kere gerekçeler yeterince olaya özgü değildir, daha çok soyut, belirsiz cümlelere dayalıdır. Tutuklama dışındaki karar veya emirlerde taleplerde kabullerin oranı fazladır. Ancak ayni gerekçelerle kabul veya retler verilir. Bunların çoğu bizi hem kendimize karşı hem de uluslar arası alanda zora sokan uygulamalardır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi bugün ülkemizde temyiz mahkemesi rolüne girmiştir. Bugün mahkemenin kararları her tartışmada son noktayı koyması gereken görüş olarak ifade ediliyor, bizce bu yanlış mahkemenin doğruları da yanlışları da tartışılmalı. Ülkemizde artik trafik cezasına yönelik başvurusu reddolunan insan bile Strazbourg’a gitmeyi düşünüyor. Bu bir yönüyle de olumsuz bir gelişmedir. Neden mi, çünkü iç hukukta insanlar yeterince tatmin olmuyor ve konuyu uluslar arası bir alana taşıyarak tatmin olmayı amaçlıyor, bunun anlamı budur. Uluslararası mahkemeler, üye devletlerin çözemediği hukuki sorunlar için ikincil bir başvuru imkânı sağlar. Ama bu, tali bir yoldur, asil olan sorunun ülkede çözümlenmesidir. Uluslar arası alanlara insanların sorunları taşımamalarının nedenleri çok şeye dayandırılabilir: ama bir sebebi de özeleştiri olarak hepimize yöneltmeliyiz. Türkiye’de üst mahkeme kararları daha çok gerekçeli olmak durumundadır, talepler yeterli hukuki doygunlukta cevap bulmalıdır. Elbette hâkim-savcı sayısının azlığı önemli ama her şeyi de sayısal yetersizlikle açıklamak doğru olmayabilir. Bu nedenle yargımızın daha etkili, daha kişisel, daha somut olaya uygun ve tatmin edici kararlar vermesinin önünde ne varsa kaldırılması gerekir. Bizce artık “usul ve yasaya aykırı talebin reddine” “koşulları oluşmayan talebin reddine” gerekçeleri kullanılmamalı, terk edilmelidir. Bakınız ülkemizdeki en önemli sorunlardan birisi, adli sistemin yirmi dört saat esasına göre çalışmıyor olmasıdır. Bugün özgürlüklerimiz, sağlığımızdan küçümsenecek bir şey değildir, ama hastaneler yirmi dört saat esasına göre hizmet veriyor acil birimi ile. Özgürlükler hukuku da acil müdahale birimine muhtaçtır. Bir anlık özgürlük ihlali müdahalesi hayatınızın travması haline gelebilir. Ancak benim evimdeki özgürlüğümün güvencesi olan hâkim ve savcı maalesef evinde ve ancak kendisinin izin verdiği ölçüde görev yapabilir, kolluğun bu şekilde görev yapan yetkiliye tek ulamsa aracı vardır, o da telefondur. Onunla ulaşamazsa sorun çözümlenemez. Kişi olarak değil, sistem olarak eleştiriyorum. Artık bu sisteme son vermeliyiz, zira bu sistem kolluğun da elini kolunu bağlayan bir sistemdir. Bugün savcıya veya hâkime ulaşamazsanız bir evdeki aramayı usulüne uygun gerçekleştiremezsiniz. Adliyenin sadece çalışması yetmez ayrıca kollukla adli yetkililer arasında çok seri çalışan iletişim araçları olmalı ve kolluk adliyeye gitmeksizin, sadece koşulları detaylarıyla ifade ederek karar ve emirleri savcı-hâkimden almalı ve bu iletişimlerdeki konumsalar otomatik sistemle kaydedilmeli ve bu veriler hâkim tarafından otomatik olarak imzalanmalı, ardından yazıya dökülmelidir. IHAS 5. madde, yakalama anından sonra hâkime başvurma hakkini tanımayı bir zorunluluk görüyor, ama gece 02 00 de yakalanan için adli binada hâkim olmadığı için bu hakkin kullanılması fiilen mümkün değildir. Tüm bunlar için elbette adaletin bütçeden aldığı payı da yükseltmek zorundayız. Simdi bakınız, vatandaş adliye içerisine girdiğinde ve orada bir tavır gördüğünde bu devletin vatandaşa karşı verdiği sınavdır. Hâkimin sıradan bir duruşması orada yargılanan bir kişi için hayatinin en önemli olaylarından birisidir. Bugün sokaktaki bir insana adli yapıyı sorduğunuzda hayatında adliyenin kapısından içeri girmemiş kişi bile yargı sisteminin etkinliği konusunda olumsuz görüşlere sahiptir. Bizde hep “karakola veya mahkemeye düşmek” şeklinde bir ifade vardır, çünkü orasını toplum düşülecek bir yer olarak görür. Oysaki insanlarımız bu birimlere çok rahat şekilde girip çıkabilmelidir. Tabi bu düşüncelerin tarihsel ve toplumsal sebeplerini de yadsıyamayız.
HUKUK ve YAŞAM: CMK için genel olarak ne düşünüyorsunuz, birkaç kelime ile özetler misiniz?
NAİM KARAKAYA: Değişim her zaman için iyidir. Hele hukuk gibi dünyanın statik alanlarından birisi için değişimi göze almanın her şeyden önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette eleştirilecek de övülecek de çok şey olabilir ama her şeyden önce bence hukukçular “değişime” tepki veriyor. Kanun koyucu aslında bazı iyileştirmeler yapmak isterken ana sisteme zarar vermiştir. Yani her kanun bir hukuka dayanmalıdır, yani bir mantığı olmalıdır. Her istediğinizi güzel olur düşüncesiyle ekleyemezsiniz. Siz hukukun ilkelerine dokunursanız hukuk gider sadece kanun kalır ki bu iyi bir gelişme değildir. Diğer taraftan ihtiyaçlara göre tam düzenlenmiş değildir. Örneğin kolluğun en yoğun uyguladığı işlemlerden bazıları kanunda yer almıyor. Sözgelimi teşhis işlemi kollukta en sevilen işlemdir. Ancak kanuna bakarsanız teşhis adıyla bir işlemi göremezsiniz, geçmişte de yoktu. Peki, o zaman teşhis adıyla bir isleme son verelim derseniz bu şekildeki bir tavrı hukukun her tarafından yetki kullanan insanlar göstermiyor maalesef. Örneğin kanun koyucu tutuklama isteminin reddi kararına karsı mağdurun itiraz edebilme imkânını getirmiştir ki bizim sistemimizde sadece savcıya ait olması gereken bir haktı. Ama mağdur hakları bizim hukukumuza seksen yıllık bir gecikmeyle bu kanunla girmiştir. Ama bunun yanı sıra uzlaşma gibi hemen hemen ölü doğan kurumlar da var. Zaten uygulamada bu kuruma karşı bir tepkiyi gözlemleyebilirsiniz. İddianamenin iadesi gibi bir kurum gelmiştir ki bizce etkin bir soruşturma için önemlidir. Ama tutuklamada kategori suçların hala kabul edilmesi, tutuklama süresi, duruşma dışı kararlarda savunmanın devre dışı bırakılması da kabulü zor normlardır.
HUKUK ve YAŞAM: Hocam son olarak yönetmelikler konusuna geleyim, sizin yönetmelikler konusunda hassasiyetinizi biliyoruz? Yönetmelikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
NAİM KARAKAYA: Değinmesek daha iyi olurdu aslında. Çünkü ben yönetmeliklerin ülkemizde amacını aştığı düşüncesindeyim. Kanunlarla çelişen çok yönetmelikler olduğu düşüncesindeyim. Kanunlarla getirilemeyen düzenlemeler daha çok yönetmeliklerle düzenlenir. Oysaki Anayasa 124. madde açıktır: yönetmelik mutlaka kanuna dayanmalı ve kanuna aykırı olmamalı demektedir. İptal edilen hükümler yeni yönetmeliklere tekrar tekrar konursa bunu kabul etmek hiç doğru değildir. Daha kötüsü kanunlar dururken yönetmelikler hep uygulanır, onun üst normu yeterince dikkate alınmaz. Az önce dediğim gibi biz sorumluluktan çok yetkilerimizle ilgileniyoruz. Galiba bu kadar uzun bir röportaj yapmayı düşünmüyordunuz ama ben sondan bir önceki cümle olarak sunu söyleyeyim; Yeni kanunların oluşma ve tartışma süreci çok daha yapıcı geçebilirdi. Üniversitelerinden, barolarına, sivil toplum örgütlerine değin daha etkin, daha katılımcı olunabilirdi. Biz simdi bir şeyleri eleştirirken aynaya da bakmamız lazım. Bu süreçte bu kurullarda yer almak için kurumlarımız ne yaptı, acaba bir temsilci ile temsil edilmeyi talep etti mi veya temsilcisinin ne yaptığını, nasıl tavır aldığını denetledi mi, yoksa sadece eleştirdik mi, eleştirirken de her yönüyle değil sadece bir ucundan tutarak mı eleştirdik. Bakiniz eleştirirken de duygularımızla tercihlerimizle değil hukukçu objektifliğimizle bunu yapmalıyız. Örneğin Dönmezer tasarısında olan “uzlaşma” bu dönemde yasalaştığında “kısas” yorumları yapıldı. Belki bunları da gözden geçirmeliyiz. Son olarak sunu söyleyeyim. Ben tüm bunlara rağmen ülkemizde adaletin gelecekte daha etkin ve daha saygın bir yerde olacağını biliyorum. Hukukçular için değişim artik fiilen başlamıştır. Herkes yeni kurumları öğrenmek için kitap açmak ve düşünmek durumundadır. Bence bir şey değiştirilince daha iyisi eninde sonunda yapılacaktır ama elbette mevcut kazanımlar korunarak.
HUKUK ve YAŞAM: Hocam çok teşekkür ediyoruz
NAİM KARAKAYA: Ben de teşekkür ederim.
Röportaj : Semra YILDIZ
Kaynak : www.gencbaro.org
http://www.karakaya.av.tr/