Adil Yargılanma Hakkı Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/19305
K. 2010/16906
T. 8.6.2010
• KIDEM TAZMİNATI İSTEMİ ( Mahkemece Feshe Dair Değerlendirme Yapılarak ve İzin Yönünden Bir Gerekçeye Yer Verilmeksizin İsteğin Reddine Dair Karar Verilmesinin Hatalı Olduğu )
• KARARIN GEREKÇELİ OLMA ZARURETİ ( Yargıcın Uyuşmazlık Konusu Olan Olay Hakkında Tüm Kanıtları Toplaması Tartışması Bu Kanıtlardan Hangilerine Değer Vermediğinin Nedeni Hangilerini Üstün Tuttuğunun Dayanaklarını Değerlendirdikten Sonra Bir Sonuca Varması Gerektiği )
• ADİL YARGILAMA ( Kararın Gerekçeli Olma Zarureti – Yargıcın Uyuşmazlık Konusu Olan Olay Hakkında Tüm Kanıtları Toplaması Tartışması Bu Kanıtlardan Hangilerine Değer Vermediğinin Nedeni Hangilerini Üstün Tuttuğunun Dayanaklarını Değerlendirdikten Sonra Bir Sonuca Varması Gerektiği )
1086/m.388, 438
2709/m.141
4857/m.24
ÖZET : Davacı, kıdem tazminatı isteğinde bulunmuştur. Yasal düzenlemede yargıcın, uyuşmazlık konusu olan olay hakkında tüm kanıtları toplaması, tartışması, bu kanıtlardan hangilerine değer vermediğinin nedeni, hangilerini üstün tuttuğunun dayanaklarını değerlendirdikten sonra bir sonuca varmasının zorunlu ve gerekli olduğu vurgulanmıştır. Böyle bir yöntemin izlenmesi durumunda ancak kararın gerekçeli olduğunun kabul edilebileceği sonucuna varılabilir. Hükmü kuran yargıcın böyle bir yöntemi izlemesi halinde maddi olgularla hüküm fıkrası arasında bir bağlantı kurulmuş olabilecektir. Ayrıca gerekçe sayesinde kararın doğruluğu denetlenmiş ve davanın yanları tatmin ve inandırılmış olacaktır. Tüm bunlardan başka ve en önemlisi adil bir yargılamanın yapıldığı sonucuna varılacaktır. Mahkemece feshe dair değerlendirme yapılarak ve izin yönünden bir gerekçeye yer verilmeksizin isteğin reddine dair karar verilmesi hatalı olup, kararın bu yönden de bozulması gerekmiştir.
DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, izin, ikramiye, yol parası ve alışveriş çeki alacağının ödetilmesi ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteğin reddine karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde duruşmalı olarak davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de; HUMK. nun 438.maddesi gereğince duruşma isteğinin miktardan reddine ve incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi Ş.Çil tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacı işçi iş sözleşmesini haklı olarak feshettiğinin ileri sürerek kıdem tazminatı isteğinde bulunmuş, davalı işveren işçinin feshinin haklı nedene dayanmadığını savunmuştur. Mahkemece işverenin iş sözleşmesinde nakil yetkisinin bulunduğu ve işyerinin İstanbul Büyük Şehir Belediyesi sınırları dahilinde bir yere nakledildiği gerekçesiyle çalışma koşullarında işçi aleyhine değişikliğin kanıtlanamadığı gerekçesiyle isteğin reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili süresi içinde temyiz etmiştir.
Taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde işverenin diğer işyerlerinde çalışmayı kabul ettiği hususu yazılı olsa da, çalışma koşullarında işçi aleyhine değişiklik olgusunun her bir somut olay yönünden değerlendirilmesi gerekir. İşverenin sözleşmeye dayalı değişiklik yetkileri sınırsız değildir.
Somut olayda davacı işçinin Kağıthane’de oturduğu ve Şişli’de faaliyette bulunan işyerinde 5 yılı aşkın süreyle çalıştığı anlaşılmaktadır. İşverence işe geliş ve gidişlerde servis hizmeti sağlanmamıştır. İşyeri Güngören’e taşınmış ve davacıdan bu yeni işyerinde çalışması istenmiştir. Davacı işçi de ikamet ettiği yere göre yeni işyerine 2 vasıta ile ulaşabileceğini, ayrıca 10 dakika kadar yürümesinin gerektiğini, sabah ve akşam ortalama 2 saatin yolda geçecek olması sebebiyle bu değişikliği kabul etmediğini bildirmiş ve iş sözleşmesini feshetmiştir.
İşverence servis hizmetinin sağlanmadığı ve ancak bir vasıta için yol parasının verildiği dosya içeriği ile sabit olmakla, davacı işçi yönünden yapılan bu değişiklik çalışma koşullarında esaslı değişiklik niteliğindedir. Gerçekten davacı işçi bu değişiklik sonrasında işe gidiş ve gelişlerde çok daha uzun süreyi yolda geçirecek ve ayrıca bir vasıta parasını da ödeme zorunda kalacaktır. Bu durumda davacının iş sözleşmesini 4857 sayılı Yasanın 24/II ( f ) bendi haklı olarak feshettiği kabul edilmeli kıdem tazminatı isteğinin kabulüne karar verilmelidir. Mahkemece yazılı şekilde isteğin reddi hatalı olmuştur.
3- Davacı işçi izin ücreti isteğinde de bulunmuş, bilirkişi raporunda 2006 ve 2007 yılları için izin hesabı yapılmıştır. Mahkemece gerekçesiz olarak yıllık izin ücreti isteğinin de reddine karar verilmiştir.
Önemle belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 141. maddesinde, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı açıklanmış, aynı zorunluluk HUMK. nun 388. maddesinde de düzenleme altına alınmıştır. Anılan yasal düzenlemede yargıcın, uyuşmazlık konusu olan olay hakkında tüm kanıtları toplaması, tartışması, bu kanıtlardan hangilerine değer vermediğinin nedeni, hangilerini üstün tuttuğunun dayanaklarını değerlendirdikten sonra bir sonuca varmasının zorunlu ve gerekli olduğu vurgulanmıştır. Böyle bir yöntemin izlenmesi durumunda ancak kararın gerekçeli olduğunun kabul edilebileceği sonucuna varılabilir. Hükmü kuran yargıcın böyle bir yöntemi izlemesi halinde maddi olgularla hüküm fıkrası arasında bir bağlantı kurulmuş olabilecektir. Ayrıca gerekçe sayesinde kararın doğruluğu denetlenmiş ve davanın yanları tatmin ve inandırılmış olacaktır. Tüm bunlardan başka ve en önemlisi adil bir yargılamanın yapıldığı sonucuna varılacaktır.
Mahkemece feshe dair değerlendirme yapılarak ve izin yönünden bir gerekçeye yer verilmeksizin isteğin reddine dair karar verilmesi de hatalı olup, kararın bu yönden de bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 08.06.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/10000
K. 2010/30626
T. 26.10.2010
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Kararın Temyizi İçin Oldukça Yüksek Miktarda Olan Karar ve Temyiz Harcının Yatırılmasının İstenmesi ve Verilen Sürede Yatırılmaması Üzerine Kanun Yoluna Başvuru Hakkının Ortadan Kaldırılması Adil Yargılama Hakkının İhlali Niteliğinde Olduğu )
• TEMYİZ AŞAMASINDA ADLİ YARDIM TALEBİNDE BULUNULMASI ( İleri Sürülmesinde Hukuken Bir Engel Bulunmadığı – Karar ve Temyiz Harcının Yatırılmasının İstenmesi ve Verilen Sürede Yatırılmaması Üzerine Kanun Yoluna Başvuru Hakkının Ortadan Kaldırılması Adil Yargılama Hakkının İhlali Niteliğinde Olduğu )
• ADİL YARGILAMA HAKKININ İHLALİ ( Kararın Temyizi İçin Oldukça Yüksek Miktarda Olan Karar ve Temyiz Harcının Yatırılmasının İstenmesi ve Verilen Sürede Yatırılmaması Üzerine Kanun Yoluna Başvuru Hakkının Ortadan Kaldırılması Halinde )
492/m.28
1086/m.465
AHİS/m.6
2709/m.90
ÖZET : Adli yardım talebinin temyiz aşamasında ileri sürülmesinde hukuken bir engel bulunmamaktadır. Kararın temyizi için oldukça yüksek miktarda olan karar ve temyiz harcının yatırılmasının istenmesi ve verilen sürede yatırılmaması üzerine kanun yoluna başvuru hakkının ortadan kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde belirtilen adil yargılama hakkının ihlali niteliğindedir.
DAVA : Taraflar arasındaki, maddi ve manevi tazminat alacağının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hüküm süresi içinde temyizen incelenmesi davalılardan 1- Mahmut, 2- Gaye, 3- Sibel avukatlarınca istenilmesi üzerine, tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı işveren dava dilekçesinde, B… Üniversitesi’ne bağlı İ… Z… H… Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde davalıların birlikte eylemleri sonucu zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı tutularak 2.500.000,00 TL maddi tazminat ile 200.000,00 TL manevi tazminatın ödetilmesi isteklerinde bulunmuştur.
Davalılardan Mahmut ve Sibel yargılama sırasında adli yardım talebinde bulunmuşlar ve mahkemece isteklerin reddine karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur.
Yapılan yargılama sonunda mahkemece, toplam zararın 2.612.339,53 TL olduğu belirtilerek, taleple bağlı 2.500.000,00 TL’nin davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline dair karar verilmiştir. Karar harcı olarak da 135.000.000,00 TL’nin yatırılması hükme bağlanmıştır.
Kararı davalılardan Mahmut, Gaye, Sibel temyiz etmiştir. Mahkemece temyiz eden davalılara 135.000.000,00 TL karar harcı ile 33.750,00 TL temyiz harcı ve 80,00 TL posta giderinin yatırılması için HUMK’nın 434/3. maddesi uyarınca ayrı ayrı muhtıra çıkarılmıştır.
Davalılar Gaye ve Sibel, muhtırada geçen miktarların çok yüksek olması sebebiyle malvarlığı ve gelir durumları itibarıyla sözü edilen tutarların yatırılmasının mümkün olmadığını ileri sürerek, adli yardım talebinde bulunmuşlar ve harç alınmaksızın temyiz incelemesinin yapılması gerektiği yönünde istekte bulunmuşlardır.
Mahkemece, davalılardan Gaye’nin yargılama sırasında adli yardım talebinde bulunmadığı, dilekçesi ekinde de adli müzaheret kararı verilmesini gerektiren delil ibraz etmediği gerekçesiyle isteğin reddine karar verilmiştir.
Davalılardan Sibel yönünden aynı tarihli ek kararda, yargılama sırasında da adli yardım talebinde bulunulduğu ve talebin reddedildiği, son olarak aynı yönde verilen dilekçe ekinde belge verilmediği gerekçesiyle adli yardım isteğinin reddine dair hüküm kurulmuştur.
Kararı temyiz eden diğer davalı Mahmut yönünden ise, muhtıraya rağmen gerekli harç ve masrafların yatırılmaması sebebiyle HUMK’nın 434/son maddesi gereğince kararın temyiz edilmemiş sayılmasına dair ek karar verilmiştir. Mahmut vekili kararı temyiz etmiş ve yargılama sırasında adli yardım talebinde bulunulduğunu, ancak talebin reddedildiğini, sözü edilen harç ve masrafların maddi engeller sebebiyle yatırılmasının mümkün olamadığını ileri sürerek, ek kararı yasal süresi içinde temyiz etmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, adli yardım talebinin temyiz aşamasında ileri sürülmesine hukuken bir engel bulunmamaktadır. Davalılardan Gaye açısından yargılama sırasında adli yardım talebinde bulunulmamış olması, temyiz aşamasında bu yönde başvuru yapılamayacağı şeklinde değerlendirilmemelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da konuyla ilgili kararında, adli yardım talebinin kanun yollarına müracaat aşamasında yapılabileceğini kabul etmiş, ilk derece mahkemesinin bu yönde delilleri değerlendirerek usuli işlemleri tamamlaması gerektiği hükme bağlanmıştır ( Yargıtay HGK 27.01.2010 gün 2010/19-49 E, 2010/10 K ).
HUMK’nın 465. maddesinde, “Kendisiyle ailesini meişetçe ehemmiyetli zarurete düşürmeksizin masarifi lazimeyi kısmen veya tamamen ifadan aciz olan kimselerle müessesatı hayriye iddia ve müdafaalarında veya icraya ve ihtiyati tedbirlere müracaatlarında haklı olduklarına dair delil gösterirlerse müzahereti adliyeye nail olabilirler” şeklinde düzenlemeye yer verilmiş, takip eden maddelerde, adli yardımlara dair esaslar ele alınmıştır.
Dava konusu olayda davalılardan talep edilen maddi tazminat miktarı 2.500.000.00 TL olup, davalıların dosya içeriği ile sabit olan gelir durumları ve bir kısım davalılar yönünden üzerine tedbir konulan malvarlığı dikkate alındığında yargılamadaki adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmelidir. Özellikle kararın temyizi aşamasında oldukça yüksek miktarda karar ve temyiz harcının yatırılmasının istenmesi ve verilen sürede yatırılmaması üzerine kanun yoluna başvuru hakkının ortadan kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde sözü edilen adil yargılama hakkının ihlali niteliğindedir. Benzer bir olayda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında, başvurucudan istenen mahkeme harcının çok yüksek miktarda olması durumunda devletin mahkeme harcı almaktaki menfaati ile başvuranın mahkemeler vasıtasıyla hakkını korumaktaki çıkarları arasında adil bir denge bulunmadığı kabul edilmiş ve başvuran yararına ihlalin varlığı sonucuna varılmıştır ( AHİM, 19.06.2001 gün, başvuru no: 28249/95, Kreuz/Polonya ).
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararında, başvurucuyu harç ödemekle yükümlü tutmanın kendisine aşırı bir yük getirmesi halinde, mahkemeye başvuru hakkının özünün zedelendiği kabul edilmiştir ( AHİM, 26.06.2007 gün, başvuru no: 25321/02, Ülger/Türkiye ).
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylamış olup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini de kabul etmiştir. Anayasa’nın 90. maddesinde, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz ( Ek cümle: 07.05.2004-5170 S.K./7. mad ). Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” şeklinde kurala yer verilmiştir. Böyle olunca, adil yargılama hakkının ihlal edilmemesi bakımından somut olayda davalılara adli yardım hakkı sağlanmalıdır.
Öte yandan, Harçlar Kanunu’nda 6009 sayılı Yasa ile 23.07.2010 tarihinde değişiklik yapılmış olup, anılan Kanun’un 28. maddesine göre, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel oluşturmaz. Mahkemece anılan hüküm de bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verilmelidir.
Yapılan bu açıklamalara göre, davalılardan Mahmut yönünden mahkemece verilen 08.09.2008 tarihli ek kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
Bundan başka, davalılardan Sibel ile Mahmut açısından yargılama sırasında ileri sürülen adli yardım talepleri kabul edilmeli, yine davalı Gaye’nin kararın temyizi aşamasında ileri sürdüğü adli yardım isteği yerinde görülerek bu yönlerde usuli işlemler tamamlanarak bir karar verilmelidir. Mahkemece bu yönde karar verilerek gereğinin yapılması yerine, yazılı şekilde adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde karar verilmesi hatalı olmuştur.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten ( BOZULMASINA ), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 26.10.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2010/12917
K. 2011/7064
T. 23.5.2011
• HÜKMÜN AÇIKLANMASI ( Karar Verilebilmesi İçin Öncelikle Ceza Yargılamasının ‘Vasıtasızlık’ ‘Aleniyetlik’ ve ‘Sözlülük’ İlkeleri Gereği Duruşma Açılarak Sanığın Hakkında Yapılan Yargılamadan Haberdar Edilmesi Gerektiği )
• DURUŞMA AÇILMASI GEREĞİ ( Hükmün Açıklanmasına Karar Verilebilmesi İçin Öncelikle Ceza Yargılamasının ‘Vasıtasızlık’ ‘Aleniyetlik’ ve ‘Sözlülük’ İlkeleri Gereği Duruşma Açılarak Sanığın Hakkında Yapılan Yargılamadan Haberdar Edilmesi Gerektiği )
• ADİL YARGILAMA İLKESİ ( Hükmün Açıklanmasına Karar Verilebilmesi İçin Öncelikle Ceza Yargılamasının ‘Vasıtasızlık’ ‘Aleniyetlik’ ve ‘Sözlülük’ İlkeleri Gereği Duruşma Açılarak Sanığın Hakkında Yapılan Yargılamadan Haberdar Edilmesi Gerektiği )
2709/m.141
5271/m.34, 223, 230, 231, 232
ÖZET : Taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki ‘adil yargılama’ ilkesi karşısında; hükmün açıklanmasına karar verilebilmesi için öncelikle ceza yargılamasının ‘vasıtasızlık’, ‘aleniyetlik’ ve ‘sözlülük’ ilkeleri gereği duruşma açılarak, sanığın, hakkında yapılan yargılamadan haberdar edilmesi gerektiği gözetilmeden ve hükmün gerekçesinde de iddia, savunma, sanığın lehine ve aleyhine olan tüm kanıtlar, sabit kabul edilen olaylar ve suçun yasal ögelerinin nasıl oluştuğu açıklanıp, tartışılması ve dayanaklarının gösterilmesi gerektiği düşünülmeden, Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK.nun 34 ile 230. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle hiçbir gerekçeye yer verilmeden yazılı şekilde dosya üzerinde hüküm kurulması, yasaya aykırıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranan sanık hakkında 5271 sayılı CMK.nun 231/11. maddesi gereğince; geri bırakılan hükmün açıklanması, durumunun yeniden değerlendirilmesi, cezanın yarısına kadar belirlenecek bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar verilerek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurulması olanaklı olduğundan, 5271 sayılı CMK.nun 223/1. maddesindeki ‘Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür.’ ve 231/1. maddesindeki ‘Duruşma sonunda, 232. maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.’ düzenlemeler, Anayasanın ‘hak arama hürriyeti’ başlığı ile düzenlenen 36. maddesindeki ‘herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.’ hükmü ve taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki ‘adil yargılama’ ilkesi karşısında; hükmün açıklanmasına karar verilebilmesi için öncelikle ceza yargılamasının ‘vasıtasızlık’, ‘aleniyetlik’ ve ‘sözlülük’ ilkeleri gereği duruşma açılarak, sanığın, hakkında yapılan yargılamadan haberdar edilmesi gerektiği gözetilmeden ve hükmün gerekçesinde de iddia, savunma, sanığın lehine ve aleyhine olan tüm kanıtlar, sabit kabul edilen olaylar ve suçun yasal ögelerinin nasıl oluştuğu açıklanıp, tartışılması ve dayanaklarının gösterilmesi gerektiği düşünülmeden, Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK.nun 34 ile 230. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle hiçbir gerekçeye yer verilmeden yazılı şekilde dosya üzerinde hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenle isteme uygun olarak BOZULMASINA, 23.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2006/5836
K. 2007/1735
T. 1.3.2007
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( AİHM’nin Saptadığı İhlallerin Sonuçlarını Etkin Biçimde Ortadan Kaldıracak Yeni Bir Adil Yargılamanın Yapılması Amacıyla Yargılamanın Yenilenmesi İstemi Yerinde Olduğu )
• YARGILANMANIN YENİLENMESİ İSTEMİ ( AİHM’nin Saptadığı İhlallerin Sonuçlarını Etkin Biçimde Ortadan Kaldıracak Yeni Bir Adil Yargılamanın Yapılması Amacıyla İsteminin Yerinde Olduğu )
• YENİLENEN YARGILANMA ( Suçun Nitelendirmesi Yapılarak Yenilenen Yargılamanın Daha Önce Yapılıp Bitirilen Yargılama Sonucunda Ulaşılan Sonuçları Değiştirecek Bir Yenilik Getirip Getirmediği Duraksamaya Yer Vermeyecek Biçimde Açıkça Gösterilmesi Gerektiği )
2709/m.141
5271/m.34,230
ÖZET : AİHM’nin saptadığı ihlallerin sonuçlarını etkin biçimde ortadan kaldıracak, yeni bir adil yargılamanın yapılması amacıyla yargılamanın yenilenmesi istemi yerinde görülerek duruşma açılıp gerçekleştirilen yeni yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde tartışılıp suçun ne şekilde işlendiği açıklanmalı, mevcut deliller irdelenmeli, delillerle sonuç arasında bağ kurulmalı bir başka deyişle bu delillerle neden bu sonuca varıldığı anlatılmalı, suçun nitelendirmesi yapılarak yenilenen yargılamanın daha önce yapılıp bitirilen yargılama sonucunda ulaşılan sonuçları değiştirecek bir yenilik getirip getirmediği duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Anayasanın 141 ve CMK.nun 34. maddelerinde mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı belirtilmiş, CMK.nun 230. maddesinde ise hükmün gerekçesinde gösterilecek hususlar açıklanmıştır.
Gerekçede hükmün dayanakları akla hukuka ve dosyadaki bilgi ve belgelere uygun olarak açıklanmalı, yasal ve yeterli olmalı, tarafları tatmin etmeli, yasanın amacına uygun düşmeli, uygulamada keyfiliği önlemeli ve bu şekilde denetim yapılmasına olanak sağlamalıdır.
İncelenen dosyada AİHM’nin saptadığı ihlallerin sonuçlarını etkin biçimde ortadan kaldıracak, yeni bir adil yargılamanın yapılması amacıyla yargılamanın yenilenmesi istemi yerinde görülerek duruşma açılıp gerçekleştirilen yeni yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde tartışılıp suçun ne şekilde işlendiği açıklanmalı, mevcut deliller irdelenmeli, delillerle sonuç arasında bağ kurulmalı bir başka deyişle bu delillerle neden bu sonuca varıldığı anlatılmalı, suçun nitelendirmesi yapılarak yenilenen yargılamanın daha önce yapılıp bitirilen yargılama sonucunda ulaşılan sonuçları değiştirecek bir yenilik getirip getirmediği duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
Gerekçeli kararda önceki yargılama sürecinin ve gelişiminin anlatılmasıyla yetinilip yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden hüküm kurulması suretiyle Anayasanın 141, CMK.nun 34 ve 230. maddelerine muhalefet edilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı hükümlü ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle bu nedenle BOZULMASINA, 01.03.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2012/6243
K. 2012/14162
T. 12.7.2012
• ZORUNLU SAVUNMAN GÖREVLENDİRİLEN SANIK ( Savunmana Ödenen Avukatlık Ücretinin Mali Geliri Bulunmadığı Anlaşılan Sanığa Yargılama Gideri Olarak Yükletilmesine Karar Verilemeyeceği )
• MALİ GELİRİ BULUNMAYAN SANIK ( Sanığın Savunmasını Yapmak Üzere Zorunlu Savunman Görevlendirildiği – Mali Geliri Bulunmayan Sanıktan Bu Ücretin Talep Edilemeyeceği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Avukatlık Ücretinin Mali Geliri Bulunmadığı Anlaşılan Sanığa Yargılama Gideri Olarak Yükletilmesine Karar Verilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Düzenlenen Adil Yargılanma Hakkına İlişkin Düzenlemeye Aykırı Olduğu )
• AVUKATLIK ÜCRETİNİN SANIĞA YARGILAMA GİDERİ OLARAK YÜKLETİLMESİ ( Sanığın Savunmasını Yapmak Üzere Zorunlu Savunman Görevlendirildiği/Sanığın Mali Geliri Bulunmadığı – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Aykırı Olduğunun Gözetileceği )
5271/m.150, 324, 325
5230/m.13
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m. 6/3-c
ÖZET : Sanığın savunmasını yapmak üzere zorunlu savunmanın görevlendirilmesi nedeniyle, savunmana ödenen avukatlık ücretinin, dosyadaki bilgilerden mali geliri bulunmadığı anlaşılan sanığa, yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırıdır.
DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : I- Sanık hakkında yaralama suçundan kurulan hükmün incelenmesinde,
Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCY.nın 50/5. maddesinde öngörülen düzenlemeye göre, hükmolunan cezanın tür ve miktarı bakımından, 5219 sayılı Yasa ile değişik 1412 sayılı CMUK.nun 305/1. maddesi gereğince hükmün temyizi olanaklı bulunmayıp kesin nitelikte olduğundan, sanık savunmanının temyiz isteğinin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK.nun 317. maddesi uyarınca istem gibi REDDİNE,
II- Sanık hakkında yağma suçundan kurulan hükmün temyiz incelenmesine gelince;
Sanığın, yağma eylemini anneannesi olan ve aynı konutta ikamet ettiği yakınan Y.B’ye karşı işlediğinin anlaşılması karşısında 5237 sayılı TCY.nın 149. maddesinin 1. fıkrasının ( a )- ( d )- ( h ) bentlerine aykırı biçimde silahla, geceleyin ve konutta işlendiği halde uygulama sırasında ( d ) bendinin gösterilmemesi gösterilen teşdit gerekçesi karşısında bozma nedeni yapılmamıştır.
Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak; Yasa koyucu, suç işlememiş olmasına karşın hakkında çeşitli nedenlerle ceza soruşturması yapılan ve bu süreçte kendisini yeterince savunamayacağı varsayılan bazı kişilerin yargılanmalarının adil yapılabilmesinin sağlanması ve bu durumda olan kişilerin ceza almamalarındaki toplumsal yararı gözeterek, istemleri olmasa dahi zorunlu olarak müdafii atanmasını düzenlemiştir. Bu duruma 5271 sayılı Yasanın 74/2 ve 150. maddeleri örnek olarak gösterilebilir.
5320 sayılı Yasanın 13/1. maddesinde, Ceza Muhakemeleri Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafii ve vekile ücret ödeneceği, bu ücretin yargılama giderlerinden sayılacağı, 5271 sayılı CMK.nun 324. maddesinde yargılama giderlerinin neleri kapsayacağı ve aynı Yasanın 325 maddesinde de, bütün yargılama giderlerinin cezaya ya da güvenlik tedbirine mahkum edilen sanığa yükleneceğinin düzenlenmiş olmasına karşın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesinde, her sanığın kendi kendini savunmaktan başka, kendisinin seçeceği ya da mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından, yararlanma hakkına da sahip olduğu belirtilmiş ve TC.Anayasa’sının 90. Maddesinin son fıkrasında usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslar arası sözleşmelerin yasa gücünde olduğu, anayasaya aykırılıklarının ileri sürülemeyeceği ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası sözleşmelerle yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslar arası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir. Anılan maddeye göre, hakim uyuşmazlıklarda, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen ulusal yasalarla, uluslar arası sözleşmelerin çelişmesi durumunda şüphesiz ki uluslar arası sözleşme hükümlerine göre hareket etme durumundadır.
Bu açıklamalar ışığında;
Mahkemece 5271 sayılı Yasası’nın 150/3. maddesi uyarınca,sanığın savunmasını yapmak üzere zorunlu savunmanın görevlendirilmesi nedeniyle, savunmana ödenen avukatlık ücretinin, dosyadaki bilgilerden mali geliri bulunmadığı anlaşılan sanığa, yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı olduğundan,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık M.B. savunmanının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığıyla CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından yargılama giderlerinin tahsiline ilişkin bölümden “462.00 TL müdafii giderinin ” çıkarılarak, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 12.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/7-305
K. 2011/275
T. 20.12.2011
• BANDROLSÜZ MÜZİK VE FİLM CD’Sİ SATMAK ( 5846 S.K.’da Yapılan Kanun Değişikliği İle Suç Tipinin Yeniden Düzenlendiği – Öncelikle Yargıtay Özel Dairesince Bu Durumun Değerlendirilmesi Gereği )
• FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU’NA AYKIRILIK ( Bandrolsüz Müzik ve Film Cd’si Satmak – 5846 S.K.’da Yapılan Kanun Değişikliği İle Suç Tipinin Yeniden Düzenlendiği/Öncelikle Yargıtay Özel Dairesince Bu Durumun Değerlendirileceği )
• SUÇ TİPİNİN KANUN DEĞİŞİKLİĞİ İLE YENİDEN DÜZENLENMESİ ( Bandrolsüz Müzik ve Film Cd’si Satmak – Kanun Değişikliği Nedeniyle Dosyanın Özel Dairece İncelenmesi Gereği )
• KANUN DEĞİŞİKLİĞİ İLE SUÇ TİPİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ ( Bandrolsüz Müzik ve Film Cd’si Satmak – Kanun Değişikliği Nedeniyle Dosyanın Özel Dairece İncelenmesi Gereği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Bandrolsüz Müzik ve Film Cd’si Satmak/846 S.K.’da Yapılan Kanun Değişikliği İle Suç Tipinin Yeniden Düzenlendiği – Öncelikle Yargıtay Özel Dairesince Bu Durumun Değerlendirileceği )
5846/m.81
2709/m.161
AİHS/m.6
ÖZET : Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına aykırılık suçunda; uyuşmazlık 5846 Sayılı Yasada yapılan değişiklikler sebebiyle sanığın hukuksal durumunun yeniden değerlendirilmesi amacıyla bozulmasının isabetli olup olmadığıdır.
Sanık hakkında “hak sahibinin izni olmaksızın korsan olarak çoğaltılmış bandrolsüz müzik ve film cd’lerini yol ve kaldırım üzerinde sattığı” iddiasıyla Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına aykırılık suçundan kamu davası açılması üzerine yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, Özel Dairece yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu anlaşılmaktadır. Suçun nitelendirmesinin tartışmalı olduğu inceleme konusu olaydaki eyleme uyan suç tipinin önceki düzenlemeden farklı unsurlar içerecek biçimde yeniden düzenlenmesi ve öncekinden değişik yaptırımlar öngörülmesi karşısında, suçun vasıflandırılması ve iddianamede tanımlanan eylemin hangi suçu ya da suçları oluşturabileceği Yargıtayca incelenip sonuca bağlanmadan yerel mahkemece yapılacak bir hukuki değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı, bu uygulamanın “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını” yargının görevi olarak niteleyen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 ve aihs’nin 6 ncı maddelerine aykırılık oluşturacağı, bu durumda öncelikle işin esasının Yargıtay ilgili dairesinde görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.
DAVA : Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına aykırılık suçundan sanık H.Ç.’in, 5101 Sayılı Yasayla değişik 5846 Sayılı Kanunun 81/9-1-a ve 5237 Sayılı T.C.K.nın 62 nci maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Antalya 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 4.7.2007 gün ve 345-624 Sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 2.6.2011 gün ve 10548-7666 sayı ile;
“… 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılmasının gerekmesi ve 5271 Sayılı C.M.K.nun 5560, 5728 ve 6008 Sayılı Yasalarla değişik 231. maddesinin 5, 6. ve 14. fıkralarında değişiklikler uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden, 5237 Sayılı T.C.K.nın 7 nci maddesi gözetilerek, yasal koşullarının oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunması…”, sebebiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.09.2011 gün ve 276478 sayı ile;
“… İtirazlarımız Özel Dairenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının şartlarının bulunup bulunmadığının saptanmasıyla 5846 Sayılı Yasada yer alan değişikliklerin sanık lehine bulunup bulunmadığının tesbiti yönünden bozulan hükmün kaldırılmasına ve sair yönlerden incelenmesine yöneliktir.
Yasal mevzuatımız incelendiğinde;
5271 Sayılı Kanunun 5728 Sayılı Yasayla değişik 231/5-6-14. maddelerinde,
A) 1) 5) (Ek fıkra: 06/1212006-5560 s. K./23. md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya dair hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.
6) (Ek fıkra: 6.12.2006-5560 s. K./23. md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleriyle duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir.
(Ek cümle: 22.7.2010-6008 s. K./7. md.) Sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez
14) (Değişik fıkra: 23.1.2008-5728 s. K./562. md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hükümleri, Anayasanın 174. maddesinde koruma altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz’ şeklindedir.
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecektir.
2)Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun 81/7 nci maddesi şöyledir;
‘Bu Kanun kapsamında korunan, yasal olarak çoğaltılmış, bandrollü nüshaların da yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışı yasaktır. Bu nüshalara da genel kolluk veya zabıta gördüğü yerde el koymak ve topladığı nüsha ve yayınları yetkili mercilere göndermek zorundadır. Bu şekilde toplanan nüsha ve yayınların, satış veya diğer yollarla değerlendirilme şekli ilgili alan meslek birliklerinin de görüşlerini almak suretiyle Bakanlıkça belirlenir’
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun 81.9.1-a ve b maddesi ise şöyledir;
‘… Bu madde hükümlerine aykırı olarak kasten,
1. Bu Kanuna göre bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, cd, Vcd ve dvd gibi taşıyıcı materyallerle süreli olmayan yayınları;
a) Bu maddenin yedinci fıkrasında sayılan yerlerde, bandrol almaksızın satanlar hakkında, üç aydan iki yıla kadar hapis veya beşmilyar liradan ellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
b) Bandrol almaksızın çoğaltan ve yayan veya eser sahibinin ve bağlantılı hak sahibinin haklarını ihlal edecek şekilde bedelsiz yayan, bu Kanuna ve ilgili mevzuata uygun alınmış bandrolleri mevzuatta belirlenen şekilde yapıştırmadan bedelli ve bedelsiz yayan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden, hükmolunur’ denilmektedir.
Hükümden sonra, 8.2.2008 tarih ve 26781 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 23.1.2008 gün ve 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Kanunun 143. maddesiyle değişik ve anılan 81.9.1-a ve b maddelerinin karşılığı olarak düzenlendiği anlaşılan 81/4. madde ise ‘Bandrol yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır’ hükmünü getirmiştir.
Öte yandan;
B)Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.9.2008 gün ve 2008/11-250 E; 2009/13 K sayılı yine 6.4.2010 gün ve 2010/4-71 E. ve 2010/76 K. sayılı hükümlerinde de belirtildiği gibi,
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşulları suça ve sanığa dair olmak üzere iki grupta değerlendirilecek olursa;
Suça dair koşullar;
1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmeli ve hükmolunan ceza ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olmalıdır.
2- Suç, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Yasalarında yer alan suçlardan bulunmamalıdır.
3- 1.3.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 Sayılı Yasayla 1632 Sayılı Kanun kapsamında yer alan suçlardan olmaması gerekmektedir.
Sanığa dair koşullar;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması,
2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
3- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleriyle duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması, gerekmektedir… şeklinde sınıflandırılabilecektir.
C)Diğer yandan anılan Genel Kurul kararlarında bir kasıtlı suçtan ne anlaşılması gerektiği hususuyla ilgili olarak da ‘5237 Sayılı Kanun döneminden önce 765 Sayılı T.C.K.döneminde işlenip, 3682 Sayılı Kanunun 8 ve 5352 Sayılı Kanunun Geçici 2 nci maddesi uyarınca adli sicilden silinme koşulları oluşmuş olan mahkumiyetlerle ertelenmiş ve esasen vaki olmamış sayılmasına karar verilen mahkumiyetlerin kasıtlı bir suçtan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal engel oluşturmayacağı, 1.6.2005 sonrası yeni dönemde işlenen suçlar açısından ise infazdan sonra 5237 Sayılı Kanunun 58. maddesinde belirtilen tekerrür sürelerinin geçirilmesinden sonra bu hükümlerin kasıtlı bir suç olarak kabul edilmemesinin hakkaniyete uygun bir çözüm olacağı’ hususu vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde,
1-Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasının Koşullarının Bulunup Bulunmadığı Yönünden Yapılan inceleme;
Sanığın birçok sabıkası olup dosyada bulunan en son sabıka kaydına göre Antalya 3. Asliye Ceza Mahkemesince 5.10.2005 tarihinde 5846 s. K.’nun 81/9,1-a 5237 s. K.’nun 62, 51/1-4. maddelerinden verilip, 28.11.2005 tarihinde kesinleşen 5000.000.000 TL adli para cezası bulunmakta olup cezası ertelenerek 3 yıl denetim süresi öngörülmüştür.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 Sayılı Kanunun 58. maddesinin 2 nci fıkrasının (b) bendinde, beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl, süreyle yeni bir suç işlenmemesi halinde tekerür hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiş olup, 5237 Sayılı Kanunun ertelemeyi düzenleyen 51/8. maddesinde ise denetim süresi yükümlülüklere uygun veya iyi halli olarak geçirildiği takdirde, cezanın infaz edilmiş sayılacağı belirtilmiştir.
Sanığın sabıkasına konu ilam 5846 Sayılı Yasaya aykırılık eylemidir. Sanık hakkında verilen hüküm 3 yıl denetim süresi öngörülerek ertelenmiştir. Sanığın ise 28.11.2005 tarihinde ertelenerek kesinleşen mahkumiyet hükmünün 5237 Sayılı Yasada tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için 58. maddede öngörülen süre olan üç yıl geçmeden 22.2.2006 tarihinde incelemeye konu 5846 Sayılı Yasaya aykırılık fiilini işlediği anlaşılmaktadır.
Tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında sanığın 5271 Sayılı C.M.K.nun 5728 Sayılı Yasayla değişik 6 ncı fıkrasının (a) bendinde yer alan kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması objektif şartını yerine getiremediği ve hakkında bu yönde uygulama yapılmasının mümkün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda sanık hakkında Özel Dairece, hükmün esasına geçilerek inceleme yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
2- 5846 Sayılı Yasada Yer Alan Değişikliklerin Sanık Lehine Bulunup Bulunmadığının Tesbiti Yönünden Yapılan inceleme;
Sanığın seyyar tezgah üzerinde bandrole tabi eserleri bandrolsüz satarken yakalandığı sabit olup eylemine uyan bandrolsüz cd’lerin yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışını yasaklayan 5846 Sayılı Kanunun 81/9,1-a maddesinden uygulama yapılmıştır. Bu durumda 5846 Sayılı Kanunun suç tarihinde yürürlükte bulunan 81/9, 1-a maddesinin mi yoksa hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Kanunun 143. maddesiyle değişik 81/4. maddesinin mi sanık lehine bulunup bulunmadığını değerlendirmek gerekecektir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5846 Sayılı Kanunun 81/9, 1-a maddesi bandrolsüz nüshaların da yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışını yasaklamakta olup buna aykırı davranan sanıklar hakkında ‘üç aydan iki yıla kadar hapis veya beşmilyar liradan ellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden’ şeklinde seçimlik bir ceza öngörmektedir.
Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 143. maddesiyle değişik 5846 Sayılı Kanunun 81/4. maddesi ise ‘bandrol yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır’ hükmünü getirmiştir.
Her iki hüküm incelendiğinde görüleceği üzere, 5846 Sayılı Kanunun 81/9, 1-a maddesindeki seçimlik cezanın 5728 Sayılı Kanunun 143. maddesiyle değişik 81/4. maddesindeki temel hürriyeti bağlayıcı ceza artırılmak, ayrıca adli para cezası da getirilmek suretiyle tek bir cezaya dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
Hakim tarafından sanık hakkında seçimlik cezalardan hürriyeti bağlayıcı cezanın tercih edildiği ve 2 ay 15 gün temel ceza uygulandığı anlaşılmaktadır.
5846 Sayılı Kanunun 5728 Sayılı Yasayla değişik 81/4. maddesinde ise hürriyeti bağlayıcı cezanın alt sınırının ise 1 yıl olduğu ayrıca adli para cezasının da getirildiği gözetildiğinde hapis cezasının yeni hükümde tercih edilmesi halinde sanığın aleyhine olduğu görülecektir. Bu durumda 5846 Sayılı Kanunun değişiklikten önceki ilk hükmünün, değişiklikten sonraki hükümden çok lehe olduğu anlaşılmaktadır.
Anlatılan sebeplerle Özel Daire tarafından hükmün 5846 Sayılı Kanun yönünden T.C.K.nun 7 nci maddesi gözetilerek bozulması kararı yasaya aykırı olup hükmün esastan incelenmesi gerekir…”,
Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına aykırılık suçundan 5101 Sayılı Yasayla değişik 5846 Sayılı Kanunun 81/ 9- 1-a ve 5237 Sayılı T.C.K.nın 62 nci maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı,
2- Hükmün 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişiklikler sebebiyle sanığın hukuksal durumunun yeniden değerlendirilmesi amacıyla bozulmasının isabetli olup olmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
22.2.2006 tarihli yakalama ve elkoyma tutanağına göre, Şaranpol Cad. İpek Mobilya karşısında bulunan kaldırımda seyyar tabla üzerinde cd satışı yapan sanığın yakalandığı, sergisinde 36 adet bandrolsüz cd’nin ele geçirildiği,
Sanık hakkında “hak sahibinin izni olmaksızın korsan olarak çoğaltılmış bandrolsüz müzik ve film cd’lerini yol ve kaldırım üzerinde sattığı” iddiasıyla kamu davası açıldığı,
Sanığın mahkemece alınan savunmasında, bir çocuğun seyyar tezgahta cd satarken yakalandığını, eskiden tezgahta cd sattığı için görevlilerin kendisinden kuşku duyduklarını, ancak ele geçen cd’lerle bir ilgisinin bulunmadığını, artık inşaatlarda işçi olarak çalışmaya başladığını belirttiği,
Teknik Bilirkişi A. G.’ün 10.4.2006 tarihli raporunda, cd’lerin tamamının korsan, çoğaltma ve bandrolsüz olduğu yönünde görüş bildirilerek eser, firma ve sanatçı adlarının belirtildiği,
Sanığın adli sicil kaydında iki hükümlülüğün yer aldığı, buna göre;
Antalya 3. Asliye Ceza Mahkemesince 5.10.2005 gün ve 195-517 Sayılı ilamı ile, 4.2.2005 tarihinde işlenen 5846 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan aynı Kanunun 81/9-1, 5237 Sayılı T.C.K.nın 51/1 ve 54. maddeleri uyarınca verilen 5.000.000.000 TL adli para cezasının ertelendiği, hükmün 28.11.2005 tarihinde kesinleştiği, deneme süresi dolmadan uyuşmazlık konusu suçun işlendiği,
Antalya 3. Sulh Ceza Mahkemesince 8.5.2002 gün ve 96-538 Sayılı ilamı ile de, 26.12.1999 tarihinde işlenen kasten yaralama suçundan, 765 Sayılı T.C.K.nın 456/4, 457/1, 463 ve 647 Sayılı Kanunun 6 ncı maddeleri uyarınca verilen 40.000.000 TL para cezasının ertelendiği hükmün 12.11.2002 tarihinde kesinleştiği ve 5 yıllık deneme süresi içinde uyuşmazlık konusu suçun işlendiği, Anlaşılmaktadır.
1- Sanık hakkında C.M.K.nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı:
Hukukumuza ilk kez çocuklar hakkında 5395 Sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesiyle giren hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 Sayılı Yasayla 5271 Sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralarla büyükler için de kabul edilmiş, aynı Kanunun 40. maddesiyle 5395 Sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlularla yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikayete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu kurum, 5728 Sayılı Kanunun 562 nci maddesiyle 5271 Sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Yasalarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına dair tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5560, 5728, 5739 ve 6008 Sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanabilmesi için gerekli olan koşullar şöyle sıralanabilir:
1) Suça ilişkin;
a- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olması,
b- Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Yasalarında yer alan, 1.3.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 Sayılı Yasayla 1632 Sayılı Kanun kapsamında yer alan suçlardan olmaması,
2) Sanığa ilişkin;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
c- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleriyle duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
d- Sanığın hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasını kabul etmesi,
Koşullarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
5271 Sayılı Kanunun 231. maddesinin 6 ncı fıkrasının (a) bendinde öngörülen daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama koşulu açısından herhangi bir ayrım gözetilmediğinden, hükmolunan cezanın hapis veya adli para cezası olmasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3.2.2009 gün ve 250-13 Sayılı kararında da vurgulandığı üzere, 1.6.2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, önceki mahkûmiyetin 765 Sayılı T.C.K.nın 95/2 nci maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı haller veya 3682 Sayılı Adli Sicil Yasasının 8 ve 5352 Sayılı Adli Sicil Yasasının geçici 2 nci maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan önceki mahkûmiyetler, adli sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın, 1.6.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden ise, 5237 Sayılı T.C.K.nda tekerrür hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin geçmiş olması halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının değerlendirilmesinde engel bir sebep olarak kabul edilemeyecektir. Ancak, yasal engel oluşturmayan bu mahkûmiyetlerin yargılama mercilerince, subjektif koşulun ele alınmasında sanığın suç işleme eğilimi açısından değerlendirmeye esas alınmasına da bir engel bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sabıkasında kasıtlı suçlar sebebiyle verilmiş ve silinme koşulları oluşmayan iki mahkûmiyet hükmü mevcut olan sanık hakkında, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunma koşulu gerçekleşmediğinden, C.M.K.nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu nedenle, yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma koşullarının değerlendirilmesi amacıyla BOZULMASINA karar verilmesi isabetli değildir.
2- 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişiklikler sebebiyle sanığın hukuksal durumunun yeniden değerlendirilmesi için yasa bozması yapılmasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine dair uyuşmazlığın değerlendirilmesine gelince:
Konuya dair yasal düzenlemelerin incelenmesinde:
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasının suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 81. maddesi,
“Musiki ve sinema eserlerinin çoğaltılmış nüshalarıyla süreli olmayan yayınlara bandrol yapıştırılması zorunludur. Ayrıca, kolay kopyalanmaya müsait diğer eserlerin çoğaltılmış nüshalarına da eser veya hak sahibinin talebi üzerine bandrol yapıştırılması zorunludur. Bandroller, Bakanlıkça bastırılır ve satılır. Bakanlıkça belirlenen satış fiyatı üzerinden meslek birlikleri aracılığı ile de bandrol satışı yapılabilir.
Bandrol alınabilmesi için, bandrol talebinde bulunanın yasal hak sahibi olduğunu beyan eden bir taahhütnameyi doldurması zorunludur. Bakanlıkça tespit edilen diğer evrak ve belgelerle birlikte başvuru yapılır. Bakanlık, bu başvuru üzerine başka bir işleme gerek kalmaksızın on iş günü içinde bandrol vermek mecburiyetindedir. Beyana müstenit yapılan bu işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamaz…
Bu Kanun kapsamında korunan, yasal olarak çoğaltılmış, bandrollü nüshaların da yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışı yasaktır. Bu nüshalara da genel kolluk veya zabıta gördüğü yerde el koymak ve topladığı nüsha ve yayınları yetkili mercilere göndermek zorundadır. Bu şekilde toplanan nüsha ve yayınların, satış veya diğer yollarla değerlendirilme şekli ilgili alan meslek birliklerinin de görüşlerini almak suretiyle Bakanlıkça belirlenir. Bu maddede belirtilen hususların uygulanmasına dair usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir. Bu madde hükümlerine aykırı olarak kasten,
1. Bu Kanuna göre bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, cd, Vcd ve dvd gibi taşıyıcı materyallerle süreli olmayan yayınları;
Bu maddenin yedinci fıkrasında sayılan yerlerde, bandrol almaksızın satanlar hakkında, üç aydan iki yıla kadar hapis veya beşmilyar liradan ellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
Bandrol almaksızın çoğaltan ve yayan veya eser sahibinin ve bağlantılı hak sahibinin haklarını ihlal edecek şekilde bedelsiz yayan, bu Kanuna ve ilgili mevzuata uygun alınmış bandrolleri mevzuatta belirlenen şekilde yapıştırmadan bedelli ve bedelsiz yayan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
Bu Kanun ve ilgili mevzuata göre bandrol alma hakkı olmadığı halde, sahte evrak veya dokümanlarla veya herhangi bir biçimde Bakanlık veya yetkilendirdiği kuruluşları yanıltarak bandrol alan, münhasıran bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, cd, Vcd ve dvd gibi taşıyıcı materyallerle süreli olmayan yayınlar için verilen bandrolleri amacı dışında kullanan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya yirmimilyar liradan ikiyüzmilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
Sahte bandrol imal eden, kullanan ve/veya sahte bandrolden her ne şekilde olursa olsun ticari menfaat sağlayan kişiler hakkında, üç yıldan altı yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan ikiyüzellimilyar liraya kadar adli para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,Hükmolunur.
Yukarıdaki fıkrada sayılan ve yaptırım gerektiren fiillerden birini kasten işleyenler hakkında; 3005 Sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu, 1. maddesinin (A) bendindeki mahal ve 4. maddesindeki yazılı zaman kaydına bakılmaksızın uygulanır ve 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 344. maddesinin (8) numaralı bendindeki şart aranmaksızın kamu davası açılır” şeklinde düzenlenmiş iken,
Anılan Yasada 5728 Sayılı Yasayla yapılan değişikler sonucunda “Haklara Tecavüzün Önlenmesi” başlıklı 81. maddesi ;
“…Bandrol yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
Bakanlıkla mülki idare amirleri bandrollenmesi zorunlu olan nüshaların ve süreli olmayan yayınların, bandrollü olup olmadıklarını her zaman denetleyebilir. Gerekli görüldüğünde, mülki idare amirleri re’sen veya Bakanlığın talebi ile bu denetimi gerçekleştirmek üzere illerde denetim komisyonu oluşturabilir. İhtiyaç halinde, bu komisyonlarda Bakanlık ve ilgili alan meslek birlikleri temsilcileri de görev alabilirler.
Bu denetimler sırasında bu Kanunda koruma altına alınan hakların ihlal edildiğinin tespiti halinde 75. maddenin 3. fıkrası uyarınca işlem yapılır.
Bu Kanun kapsamında korunan, yasal olarak çoğaltılmış, bandrollü nüshaların da yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışı yasaktır. Bu yasağa aykırı hareket edenler, Kabahatler Kanununun 38. maddesinin 1. fıkrasına göre cezalandırılır…
Bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71. maddenin 1. fıkrasının (1) numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde, fail hakkında sadece 71. maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.
Bu Kanunda tanımlanan suçların bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında Türk Ceza Kanununun tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur” biçimine,
Aynı Kanunun 75. maddenin 1. fıkrası ise, “71 ve 72 nci maddelerde sayılan suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması şikayete bağlıdır. Yapılan şikayetin geçerli kabul edilebilmesi için hak sahiplerinin veya üyesi oldukları meslek birliklerinin haklarını kanıtlayan belge ve sair delilleri Cumhuriyet başsavcılığına vermeleri gerekir. Bu belge ve sair delillerin şikayet süresi içinde Cumhuriyet başsavcılığına verilmemesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir” biçimine dönüştürülmüştür.
Öte yandan aynı Kanunun 71. maddesinin 1. fıkrasında; “Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticari amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur” hükmü yeralmaktadır.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının “Zaman bakımından uygulama” başlıklı 7 nci maddesi, yürürlükten kalkmış bulunan 765 Sayılı Türk Ceza Yasasının 2 nci maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup, her iki maddede de; ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına dair ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, failin lehine olan Kanunun geçmişe etkili olması, “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.
Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda;
Hapis cezasını öngören yasanın, adli para cezası kabul eden yasaya göre,
Aynı nev’i ceza içeren yasalardan;
Yukarı sınırları aynı, aşağı sınırı fazla olanın, aşağı sınırı az olan yasaya göre,
Aşağı sınırları aynı, yukarı sınırı fazla olanın, üst sınırı az olana göre,
Alt ve üst sınırlarının farklı olması halinde, üst sınırı fazla olanın, az olana göre,
Aleyhe olduğu kabul görmektedir.
Yine, şikayete tabi olan suçu, kamu adına kovuşturulması gereken suç haline getiren Kanunun aleyhe, kamu adına kovuşturulan suçu, şikayete tabi suç haline getiren Kanunun lehe, aynı cezaya ilave olarak güvenlik önlemi kabul eden Kanunun aleyhe olduğu söylenebilir ise de, bu kuralların her somut olayda, mutlak olarak aynı sonucu doğuracağının kabulü olanaksızdır. Ancak bazı somut durumlarda yetersiz de olsa bu ölçütler, yasalarda kısmi değişikliklerin yapıldığı dönemlerde benimsenilmesi gereken temel ilkeleri göstermesi bakımından önemlidir.
Lehe Kanunun tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen geçerliliğini koruyan 23.2.1938 gün ve 23/9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Suçun işlendiği zamanın yasasıyla sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki Kanunun birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde, lehe Kanunun tespitinde başvurulacak yöntem ana hatlarıyla belirtilmiştir.
Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme Kararındaki ilkeler benimsenerek, uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleriyle birlikte ayrı ayrı ele alınarak somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe sonuç veren Kanunun belirlenip son hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord. Prof. Dr. S.Dönmezer-Prof. Dr. S.Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.I, 11. Bası, sh.167 vd.; Ord. Prof. Dr. S.Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, sh.64 vd.; Prof. Dr. M.E.Artuk-Doç. Dr. A.Gökçen-Arş. Gör. A. C. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C.I, sh.221 vd.)
Diğer taraftan, 1982 Anayasasının 141. maddesinin 4. fıkrası,
“…Davaların en az giderle ve mümkün olan suratle sonuçlandırılması yargının görevidir”,
154. maddesinin 1. fıkrası “Yargıtay Adliye Mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar”,hükümlerini içermektedir.
Anılan hükümlerle birlikte, onaylamakla iç hukuk mevzuatına dahil olan ve Anayasanın 5170 Sayılı Yasayla değişik 90. maddesine göre de üstünlük ve önceliği kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6 ncı maddesinin “kişinin makul sürede yargılanma hakkı olduğuna” dair normu da dikkate alındığında, temyiz davasında işin esasına girilmek suretiyle dosyadaki tüm bilgi ve belgelerin incelenip değerlendirilmesinin esas olduğu görülmektedir. Lehe yasa hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği açıkça anlaşılan uyuşmazlıklarda işin esasına girilmeden bu yönde bozma yapılması olanaklı olmakla birlikte, yeni Kanunun aleyhe olduğunun ve yerel mahkemece verilmiş hükme dayanak oluşturan yasa hükümlerinin lehte olduğunun açıklıkla anlaşılması ya da suç niteliğinin tartışmalı olduğu durumlarda ise işin esasına girilerek inceleme yapılmalıdır.
Özellikle suçun vasıflandırılmasının tartışmalı olduğu durumlarda, sanığın suç oluşturduğu iddia edilen eylemlerinin sabit olup olmadığı saptandıktan sonra, bu eylemlerin hangi suç tipine uyduğunun ve hangi yasa hükümlerinin sanık lehine olduğunun belirlenmesine yönelik olarak öncelikle ilgili Özel Dairece esasın incelenmesinin zorunlu olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Sanık hakkında “hak sahibinin izni olmaksızın korsan olarak çoğaltılmış bandrolsüz müzik ve film cd’lerini yol ve kaldırım üzerinde sattığı” iddiasıyla Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına aykırılık suçundan kamu davası açılması üzerine yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda 5101 Sayılı Yasayla değişik 5846 Sayılı Kanunun 81. maddesinin 9. fıkrasının 1/a bendi ve 5237 Sayılı T.C.K.nın 62 nci maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, Özel Dairece 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu anlaşılmaktadır. Suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişiklikler sonucunda sanığın hukuki durumunun yeniden yerel mahkemece değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, buna göre işin esası incelenmeksizin hükmün yasa değişikliği sebebiyle bozulması gerektiği düşünülebilir ise de; suçun nitelendirmesinin tartışmalı olduğu inceleme konusu olaydaki eyleme uyan suç tipinin önceki düzenlemeden farklı unsurlar içerecek biçimde yeniden düzenlenmesi ve öncekinden değişik yaptırımlar öngörülmesi karşısında, suçun vasıflandırılması ve iddianamede tanımlanan eylemin hangi suçu ya da suçları oluşturabileceği Yargıtayca incelenip sonuca bağlanmadan yerel mahkemece yapılacak bir hukuki değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı, bu uygulamanın “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını” yargının görevi olarak niteleyen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 ve aihs’nin 6 ncı maddelerine aykırılık oluşturacağı, bu durumda öncelikle işin esasının Yargıtay ilgili dairesinde görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Özel Dairece esasa yönelik inceleme ve suçun vasıflandırılması konusunda değerlendirme yapılmadığından, Ceza Genel Kurulunca Özel Daire tarafından inceleme yapılmayan bir konuda suç niteliğinin ve lehe Kanunun tespitine yönelik değerlendirme yapılması olanağı bulunmamaktadır.
Bu nedenle, Özel Dairece işin esasına yönelik değerlendirme yapılmadan 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle bozma kararı verilmesi yerinde değildir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri M. Mutlu ve M. Tatar; “Sanığın sokaktaki tezgahında bandrolsüz ve korsan cd satma eyleminin 5846 Sayılı Kanunun 81/9-1-a maddesindeki suçu oluşturduğu sabittir. Ancak;
Hükümden sonra, 5846 Sayılı Kanunun 8.2.2008 tarih ve 26781 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 143. maddesiyle değişik 81/4. maddesinde ‘Bandrol yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.’ hükmüne yer verilmiş ise de, maddenin içtimayı düzenleyen 13. fıkrasında yer alan ‘Bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71. maddenin 1. fıkrasının (1) numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde, fail hakkında sadece 71. maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.’ hükmü ve 5728 sayılı Kanunun 138. maddesiyle değişik 71/1. maddesindeki ‘Bu kanunda koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek: Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticari amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.’ şeklindeki hüküm ve aynı Kanunun soruşturma ve kovuşturma usulünü düzenleyen 75. maddesindeki ’71 ve 72. maddelerde sayılan suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması şikayete bağlıdır. Yapılan şikayetin geçerli kabul edilebilmesi için hak sahiplerinin veya üyesi oldukları meslek birliklerinin haklarını kanıtlayan belge ve sair delilleri Cumhuriyet Başsavcılığına vermeleri gerekir.
Bu belge ve sair delillerin şikayet süresi içinde Cumhuriyet Başsavcılığına verilmemesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir’ ve ‘Bu kanunda yer alan soruşturma ve kovuşturması şikayete bağlı suçlar dolayısıyla başta Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri olmak üzere ilgili gerçek ve tüzel kişiler tarafından, eser üzerinde manevi ve mali hak sahibi kişiler şikayet haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla durumdan haberdar edilirler.’ hükümleri dikkate alınarak 5271 Sayılı Kanunun 234/2 nci maddesi ve 5846 Sayılı Kanunun 5728 sayılı Kanunun 140. maddesiyle değişik 75. maddesi gereğince, eserler üzerinde hak sahipleri olan suçun mağdurları tespit edildikten ve katılanların suçtan zarar görüp görmedikleri tespit edildikten sonra, yasal sürede şikayet hakkı bulunanlar bakımından hak sahibi olunduğunun ispatlanması halinde lehe Kanunun belirlenmesi için 5846 Sayılı Kanunun suç tarihinde yürürlükte bulunan 5101 Sayılı yasayla değişik 81. maddesinin 9. fıkrasının 1/a alt bendiyle 5728 Sayılı yasayla değişik 81/13. maddesi ve ayın Kanunun 71/1. madde hükümleri karşılaştırılıp sanık lehine olabilecek Kanunun mahkemece uygulanmasının gerektiğine işaret eden dairemiz bozmasının yasaya uygun olduğunu düşündüğümüzden itirazın bu bölümünün kabulüne dair çoğunluk kararına katılmıyoruz” görüşüyle;
Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi ise; “Özel Dairece 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle bozma kararı verilmesinin yerinde olduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Bu itibarla, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanması koşullarının bulunmadığı ve Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün esası incelenip suçun vasıflandırılması yapılmadan 5728 Sayılı Yasayla 5846 Sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle bozma kararı verilmesinin yerinde olmadığı sonucuna ulaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın esastan inceleme yapılması için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 2.6.2011 gün ve 10548-7666 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3- Dosyanın esastan inceleme yapılabilmesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 20.12.2011 günü yapılan müzakerede 1. uyuşmazlık konusuyla ilgili olarak oybirliği, 2. uyuşmazlık konusuna dair oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. CEZA DAİRESİ
E. 2012/2829
K. 2012/4193
T. 10.4.2012
• ÇOCUĞUN CİNSEL İSTİSMARI ( İlk Kararı Veren Heyetin Olayla İlgili Kanaatinin Oluştuğu – Adil Yargılama Hakkının Bir Uzantısı Olarak Farklı Bir Heyetin Yargılamanın Yenilenmesi Talebini İncelemesi Gereği )
• YARGILAMANIN YENİLENMESİ ( Çocuğun Cinsel İstismarı/İlk Kararı Veren Heyetin Olayla İlgili Kanaatinin Oluştuğu – Talebin Farklı Bir Heyet Tarafından Değerlendirileceği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Çocuğun Cinsel İstismarı – İlk Kararı Veren Heyetin Olayla İlgili Kanaatinin Oluştuğu/Adil Yargılama Hakkının Bir Uzantısı Olarak Farklı Bir Heyetin Yargılamanın Yenilenmesi Talebini İncelemesi Gereği )
5237/m.103
5271/m.23, 318
ÖZET : Çocuğun cinsel istismarı suçunda ilk kararı veren heyetin olayla ilgili kanaatinin oluştuğu, görüşünün ilk hükümle belirginleştiği, yeniden yargılama aşamasında ya da bu aşamaya götürecek talebin kabule değer olup olmadığına dair vereceği kararda önceki kanaat ve görüşünün etkisi altında kalabileceği, bu sebeple adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir heyetin yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerekir.
DAVA : Çocuğun cinsel istismarı suçundan sanık A. K.’in 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 103/2: 62. maddeleri gereğince 6 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına dair Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.11.2008 tarih ve 2006/56 Esas, 2007/202 Sayılı Kararının, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 25.09.2008 tarih ve 2008/7291 Esas, 2008/8043 Karar sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmesini müteakip, hükümlü vekili tarafından yapılan yargılamasının yenilenmesi talebinin reddine dair aynı Mahkemenin 21.11.2008 tarih ve 2006/56 Esas, 2007/202 Sayılı Ek Kararına yönelik itirazın reddine dair Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 4.12.2008 tarih ve 2008/954 D.İş sayılı Kararının, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 23/3. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi halinde önceki yargılamada görev yapan hakim aynı işte görev alamaz” şeklindeki düzenlemeyle aynı Kanunun 318/1. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir’ şeklindeki düzenlemeler karşısında, ilk kararı veren heyetin olayla ilgili kanaatinin oluştuğu, görüşünün ilk hükümle belirginleştiği, yeniden yargılama aşamasında ya da bu aşamaya götürecek talebin kabule değer olup olmadığına dair vereceği kararda önceki kanaat ve görüşünün etkisi altında kalabileceği, bu sebeple adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir heyetin yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerektiği hususu gözetilmeden itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı C.M.K.nın 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 02.02.2012 gün ve B.03.0.cig.0.00.00.04.-105-71 -8937-2011/1800/6091 s. kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğnameyle dairemize ihbar ve dava evrakıyla birlikte tevdi kılınmakla gereği düşünüldü:
KARAR : 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 23/3. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi halinde önceki yargılamada görev yapan hakim aynı işte görev alamaz” şeklindeki düzenlemeyle aynı Kanunun 318/1. Maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir’ şeklindeki düzenlemeler karşısında, ilk kararı veren heyetin olayla ilgili kanaatinin oluştuğu, görüşünün ilk hükümle belirginleştiği, yeniden yargılama aşamasında ya da bu aşamaya götürecek talebin kabule değer olup olmadığına dair vereceği kararda önceki kanaat ve görüşünün etkisi altında kalabileceği, bu sebeple adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir heyetin yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerektiği, hususu gözetilmeden itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemine dayanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04.12.2008 tarih ve 2008/954 D.İş sayılı Kararının; C.M.K.nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 10.04.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2009/2-53
K. 2009/121
T. 12.5.2009
• YASA YOLU ( Gerek Yüze Karşı Gerekse Gıyapta Verilen Hükümlerde Yasa Yolunun Süresinin Merciin ve Şeklinin Belirtilmesi ve Bu Hususların Karara Yazılmasının Zorunlu Olduğu )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Bu Hakkın Kapsamına Yeni Bir Yorum Getiren Sözleşmeye ve Yasalara Açıkça Aykırılık Oluşturduğundan Belirtilen Durumun 5271 S. Yasanın 40. Md. Uyarınca Eski Hale Getirme Nedeni Sayılması Gerektiğinde Duraksama Bulunmadığı )
• ESKİ HALE GETİRME ( 5271 S. Yasanın 40. Md.sindeki Düzenleme Uyarınca Eski Hale Getirme Nedeninin Varlığı Kabul Edilmekle Birlikte Tarafların Bu Yola Başvurabilmeleri Açısından Eksikliği Gidermeye Yeterli Meşruhatlı Duyuru İle Bilgilendirilmeleri Gerektiği )
2709/m.40/2
5271/m.34,40,231,232/6
ÖZET : Gerek yüze karşı, gerekse gıyapta verilen hükümlerde yasa yolunun, süresinin, merciin ve şeklinin belirtilmesi ve bu hususların karara yazılması zorunludur. Somut olayda; yasa yolu bildiriminde yasa yolu başvuru süresi ve başvuru şeklinin gösterilmemiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkını” düzenleyen 6. maddesi ile bu hakkın kapsamına yeni bir yorum getiren Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün 2. maddesine, 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 40/2. maddesine ve 5271 sayılı Yasanın 34/2, 231/2. ile 232/6. maddelerine açıkça aykırılık oluşturduğundan, belirtilen durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni sayılması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Bu durumda, 5271 sayılı Yasanın 40. maddesindeki düzenleme uyarınca eski hale getirme nedeninin varlığı kabul edilmekle birlikte, tarafların bu yola başvurabilmeleri açısından eksikliği gidermeye yeterli meşruhatlı duyuru ile bilgilendirilmeleri gerekmektedir.
DAVA : Sanık S. S.’in, 765 sayılı TCY’nın 482/3, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri uyarınca sonuç olarak 770 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve verilen cezanın ertelenmesine, ilişkin İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 29.03.2006 gün ve 300-136 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 27.11.2007 gün ve 8763-15843 sayı ile; lehe olan yasanın belirlenmesi sırasında 5252 sayılı Yasanın 9. maddesi uyarınca usulüne uygun bir karşılaştırmanın yapılmamış olması, hükmün esasını teşkil eden kısa kararda yargılama giderlerinin miktarının ve dökümünün gösterilmemesi, tanıkların ifadelerinin alınması sırasında 5271 sayılı CYY’nın 52/1 ve 53. maddelerinde yazılı yönteme aykırı hareket edilmesi isabetsizlikleri ile hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesi uyarınca değerlendirme yapılması zorunluluğundan bozulmuş, Yerel Mahkemece de 01.04.2008 gün ve 89-232 sayı ile bu karara karşı direnilmiştir.
Taraflarca temyiz edilmeyen hükme ait dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca “temyiz istemi bulunmadığından incelenmeksizin mahalline iadesine karar verilmesi” istemli 31.12.2008 gün ve 209692 sayılı tebliğname ile Yargıtay 2. Ceza Dairesine, Özel Dairece de 26.01.2009 gün ve 2093-1480 sayılı karar ile Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Taraflarca temyiz edilmeyen, ancak karar metninde “Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine” ibaresi bulunduğu için, Ceza Genel Kuruluna gönderilmiş bulunan hükümle ilgili olarak yapılan incelemede;
Hükmün sonunda yer alan “sanık, sanıklar vekili ve katılanın yüzüne karşı, yasa yolları açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı” şeklindeki yasa yolu bildiriminde, başvurulabilecek yasa yolunun hangisi olduğu ile bu yasa yolunun süresinin ve şeklinin gösterilmemiş olduğu görülmektedir.
Nitekim; hüküm, tefhimde hazır bulunan sanık veya katılan tarafından temyiz edilmemiştir.
İlkeleri, Ceza Genel Kurulunun 30.01.2007 gün ve 9-18 sayılı kararında açıklandığı üzere;
Gerek yüze karşı, gerekse gıyapta verilen hükümlerde yasa yolunun, süresinin, merciin ve şeklinin belirtilmesi ve bu hususların karara yazılması zorunludur.
Somut olayda; yasa yolu bildiriminde yasa yolu başvuru süresi ve başvuru şeklinin gösterilmemiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkını” düzenleyen 6. maddesi ile bu hakkın kapsamına yeni bir yorum getiren Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün 2. maddesine, 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 40/2. maddesine ve 5271 sayılı Yasanın 34/2, 231/2. ile 232/6. maddelerine açıkça aykırılık oluşturduğundan, belirtilen durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni sayılması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Bu durumda, 5271 sayılı Yasanın 40. maddesindeki düzenleme uyarınca eski hale getirme nedeninin varlığı kabul edilmekle birlikte, tarafların bu yola başvurabilmeleri açısından eksikliği gidermeye yeterli meşruhatlı duyuru ile bilgilendirilmeleri gerekmektedir.
Bu itibarla; Ceza Genel Kurulunun duraksamasız kararlarında da kabul edildiği gibi, gerekçeli kararın yasa yolu bildirimini de içeren meşruhatla birlikte taraflara tebliği ile taraflardan herhangi birisi tarafından temyiz dilekçesi verilmesi halinde dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmesi, aksi halde ise temyiz incelemesine gönderilmeksizin kesinleştirilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.04.2008 gün ve 89-232 sayılı hükmünün yasa yolu bildirimini içeren meşruhatla birlikte taraflara tebliğinin sağlanması için dosyanın İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.05.2009 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2009/3-107
K. 2009/141
T. 2.6.2009
• HAKARET VE KASTEN YARALAMA ( Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Düzenlenen Tebliğnamenin Sanık Müdafiine Tebliğ Edilmediği – Adil Yargılanma ve Savunma Hakkına Aykırılık Oluşturduğu )
• TEBLİĞNAMENİN SANIK MÜDAFİİNE TEBLİĞ EDİLMEMESİ ( Hakaret ve Kasten Yaralama – Tebliğ Edilmesi Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Hakaret ve Kasten Yaralama – Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Düzenlenen Tebliğnamenin Sanık Müdafiine Tebliğ Edilmesi Gereği )
• SAVUNMA HAKKI ( Hakaret ve Kasten Yaralama – Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Düzenlenen Tebliğnamenin Sanık Müdafiine Tebliğ Edilmesi Gerektiği )
5320/m.8
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m.6
765/m.456, 482
ÖZET : Hakaret ve kasten yaralama suçundan sanık hakkında uyuşmazlık; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmiş olan tebliğnamenin hükmü temyiz etmiş olan sanık müdafiine tebliğ edilmemesi durumunda, Özel Dairece temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağına ilişkindir. Hükmü temyiz etmeleri halinde veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, sanık veya müdafii ile katılan veya vekiline tebliğ olunması gerekir. Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ile ilgili bulunan bu hüküm buyurucu nitelikte olup uyulması zorunludur. Somut olayda, Yargıtay C. Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin sanık müdafiine tebliğ edilmediği, buna karşın itiraz konusu yapılmayan diğer sanıklar müdafiine ise iki kez tebliğ edildiği görülmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin sanık müdafiine tebliğ edilmeksizin Özel Dairece inceleme yapılarak karar verilmiş olması, yasaya aykırılık oluşturmaktadır.
DAVA : Sanık Ş…S…’in;
1- ) Hakaret suçundan 765 sayılı TCY’nın 482/3, 59, 81/1. maddeleri uyarınca 27 gün hapis ve 152.249.000 TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına,
2- ) Kasten yaralama suçundan 765 sayılı TCY’nın 456/4, 457/1, 59, 81/2. maddeleri uyarınca 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına,
3- ) Sanığa verilen cezaların 765 sayılı TCY’nın 71. maddesi uyarınca 2 ay 44 gün hapis ve 152.249.000 TL. ağır para cezası olarak toplanmasına ilişkin B… Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.11.2003 gün ve 3-201 sayılı hüküm, sanık müdafiinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 19.09.2005 gün ve 19916-14326 sayı ile;
“… 2-Sanık Ş…S…’in katılan G…A…’ı yaralama ve ona hakaret suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;
5237 sayılı Kanunun 7 ve 5252 sayılı Kanunun 9. maddeleri uyarınca, sanıkların hukuki durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun Hükümleri de nazara alınarak yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş katılan sanıklar Ş…S… müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı sair yönler incelenmeden bozulmasına…”, karar verilmiştir.
Bozmaya uyan B… Asliye Ceza Mahkemesince 01.03.2006 gün ve 224-46 sayı ile sanık Ş…S…’in;
1- ) Hakaret suçundan 765 sayılı TCY’nın 482/3, 59, 81/1. maddeleri uyarınca 27 gün hapis ve 128 YTL. adli para cezası ile,
2- ) Kasten yaralama suçundan 765 sayılı TCY’nın 456/4, 457/1, 59, 81/2. maddeleri uyarınca 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına,
3- ) Sanığa verilen cezaların 765 sayılı TCY’nın 71. maddesi uyarınca 3 ay 14 gün hapis ve 128 YTL. adli para cezası olarak toplanmasına karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesince 27.12.2007 gün ve 14283-17455 sayılı görevsizlik kararı ile dosyanın 3. Ceza Dairesine gönderilmesine, dosyanın gönderildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise 16.07.2008 gün ve 780-11038 sayı ile;
“… 2- Sanık Ş…S…’in mağdur G…A…’ı yaralaması ve hakaret etmesi… eylemlerinden dolayı kurulan hükmün” onanmasına karar vermiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 08.05.2009 gün ve 104889 sayı ile;
“… Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 16.07.2008 tarih, 2008/780-11038 sayılı kararının sanık vekili Av. R… E…’na tebliğ edilmediği yapılan inceleme ile saptanmıştır.
5271 sayılı CMK’nun değişik 316/3. maddesinde ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine dairesince tebliğ olunur’ hükmüne aykırı olarak, sözkonusu 06.09.2007 tarihli tebliğnamenin sanık vekiline tebliğ edilmemesinin yasaya aykırı olduğu…”,
Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmiş olan tebliğnamenin hükmü temyiz etmiş olan sanık müdafiine tebliğ edilmemesi durumunda, Özel Dairece temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağına ilişkindir.
Dosya incelendiğinde; yerel mahkemece sanık hakkında kasten yaralama ve hakaret suçlarından mahkûmiyet hükmü verildiği ve bu hükmün sanık müdafiince süresi içinde temyiz edildiği anlaşılmaktadır
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.09.2006 gün ve 204-197 ile 30.10.2007 gün ve 226-215 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıklandığı üzere; hükmü temyiz etmeleri halinde veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, sanık veya müdafii ile katılan veya vekiline tebliğ olunacağı 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’ nın 316. maddesine 02.01.2003 gün ve 4778 sayılı Yasanın 2. maddesi ile eklenip, 19.03.2003 gün ve 4829 sayılı Yasanın 20. maddesiyle değiştirilen 3. fıkrasında düzenlenmiştir. Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ile ilgili bulunan bu hüküm buyurucu nitelikte olup uyulması zorunludur.
Anılan düzenleme, Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile de ilgilidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 09.11.2000 gün ve 36590-97 sayılı Göç/Türkiye kararı bu konuya temas etmektedir. Nitekim bu karar üzerine, 2003 yılında mevzuatımızda yukarıda sözü edilen düzenleme yapılmış 5271 sayılı CYY’ nın 297. maddesinde de aynı hükme yer verilmiştir.
Somut olayda, Yargıtay C. Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin sanık Ş… müdafiine tebliğ edilmediği, buna karşın itiraz konusu yapılmayan diğer sanıklar G… ve Z… müdafiine ise iki kez tebliğ edildiği görülmektedir.
Şu halde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 06.09.2007 gün ve 157746 sayılı tebliğnamenin sanık müdafiine tebliğ edilmeksizin Özel Dairece inceleme yapılarak karar verilmiş olması, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 316/3. maddesinin buyurucu hükmüne aykırılık oluşturmaktadır.
Bu nedenle, itirazın kabulü ile Özel Daire kararının sanık Ş…S…’in hakaret ve kasten yaralama suçlarına ilişkin olarak sair yönleri incelenmeksizin kaldırılmasına, tebliğnamenin sanık müdafiine tebliğinden sonra temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 16.07.2008 gün ve 780-11038 sayılı kararının sanık Ş…S…’in hakaret ve kasten yaralama suçlarına ilişkin olarak belirtilen usule aykırılık nedeniyle sair yönleri incelenmeksizin KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin sanık Ş…S… müdafiine tebliğinden sonra, temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.06.2009 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5149
K. 2012/8820
T. 12.6.2012
• ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ ( Paydaşlardan veya Ortaklardan Birisinin Ölmesi Halinde Alınacak Mirasçılık Belgesine Göre Mirasçılarının Davaya Katılmaları Sağlandıktan Sonra İşin Esasının İnceleneceği )
• PAYDAŞLIĞIN GİDERİLMESİ ( Mirasçı Olduğunu İleri Süren Kişinin Müdahalliğine Karar Verilerek Mirasçılığın Tespiti İstemiyle Açtığı Davanın Kararının Kesinleşmesinin Beklenerek Karar Verileceği )
• HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI ( Adil Yargılama Hakkının En Önemli Unsuru Olduğu – Paydaşlığın Giderilmesi Davasında Mirasçı Olduğunu İleri Süren Kişinin Müdahalliğine Karar Verilmesi Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Hukuki Dinlenilme Hakkının Adil Yargılama Hakkının En Önemli Unsuru Olduğu – Ortaklığın Giderilmesi Davasında Mirasçı Olduğunu İleri Süren Kişinin Müdahalliğine Karar Verileceği )
• PAYDAŞLARDAN VEYA ORTAKLARDAN BİRİNİN ÖLMESİ ( Alınacak Mirasçılık Belgesine Göre Mirasçılarının Davaya Katılmaları Sağlandıktan Sonra İşin Esasının İnceleneceği )
4721/m. 698
6100/m.27
2709/m.36
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m.6
ÖZET : Dava, iki adet taşınmazda ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi haklarıyla bağlı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılama hakkının en önemli unsurudur. Paydaşlardan veya ortaklardan birisinin ölmesi halinde alınacak mirasçılık belgesine göre mirasçılarının davaya katılmaları sağlandıktan sonra işin esasının incelenmesi gerekir. Mirasçı olduğunu ileri süren kişinin müdahalliğine karar verilerek, mirasçılığın tespiti istemiyle açtığı davanın kararının kesinleşmesinin beklenmesi ve karar verilmesi gerekir.
DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı ortaklığın giderilmesi davasına dair karar, davalılardan F.S. tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, iki adet taşınmazda ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı olarak müdahale talebinde bulunan F.S. tarafından temyiz edilmiştir.
Paydaşlığın ( ortaklığın ) giderilmesi davaları paylı veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır veya taşınmaz mallarda paydaşlar ( ortaklar ) arasında mevcut birlikte mülkiyet ilişkisini sona erdirip ferdi mülkiyete geçmeyi sağlayan iki taraflı taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalardır.
Paydaşlığın ( ortaklığın ) giderilmesi davasını paydaşlardan ( ortaklardan ) biri veya bir kaçı diğer paydaşlara ( ortaklara ) karşı açar. HMK.’nun 27. maddesi hükmü uyarınca, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi haklarıyla bağlı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Hukuki dinlenilme hakkı, Anayasının 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının en önemli unsurudur. Bu itibarla, paydaşlardan veya ortaklardan birisinin ölmesi halinde alınacak mirasçılık belgesine göre mirasçılarının davaya katılmaları sağlandıktan sonra işin esasının incelenmesi gerekir.
Olayımıza gelince; dava dışı F.S. dava konusu taşınmazlarda malik olan A.Ç.’nın mirasçısı olduğunu, Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesine mirascılığın tespiti istemiyle dava açtığını belirterek davalı olarak davaya müdahale talebinde bulunmuş ve yargılama sırasında ise A.Ç.’nin müşterek çocuğu olduğunun tespitine ilişkin Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.04.2005 tarihli 2001/31 Esas – 2005/303 Karar sayılı ilamını dosyaya ibraz etmiştir. Mahkemece adı geçen kişinin müdahalliğine karar verilerek, Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesinin beklenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde müdahale talebi hakkında bir karar verilmeden eksik inceleme ile karar verilmesi doğru olmadığı gibi 842 parsel sayılı taşınmaz yerine taraflarla ilgisi olmayan 342 parsel sayılı taşınmazın satışına karar verilmesi de doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 12.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/11707
K. 2012/14791
T. 11.6.2012
• ÖDÜNÇ İDDİASINA DAYALI ALACAK ( Kişinin Kendisinden Habersiz Yargılama Yapılarak Karar Verilemeyeceği – Taraflar Yargılamayla İlgili Açıklamada Bulunma ve Bu Çerçevede İddia ve Savunmalarını İleri Sürme ve İspat Etme Hakkına Sahip Olduğu )
• HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI ( Taraflar Yargılamayla İlgili Açıklamada Bulunma ve Bu Çerçevede İddia ve Savunmalarını İleri Sürme ve İspat Etme Hakkına Sahip Olduğu – Yargı Organları Her İki Tarafın İddia ve Savunmaları İle Delillerini Değerlendirip Hangi Maddi ve Hukuki Sebeplerle Karar Verdiklerini Gerekçelerine Yansıtması Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Ödünç İddiasına Dayalı Alacak/Kişinin Kendisinden Habersiz Yargılama Yapılarak Karar Verilemeyeceği – Taraflar Yargılamayla İlgili Açıklamada Bulunma ve Bu Çerçevede İddia ve Savunmalarını İleri Sürme ve İspat Etme Hakkına Sahip Olduğu )
6100/m.27
ÖZET : Dava dilekçesinde ödünç iddiasına dayanan alacak davasının faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. HMK. 27.maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiş olup, bu hak Anayasanın 36.maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının en önemli unsurudur. Bu hak çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi kural olarak mümkün değildir. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Yargı organları her iki tarafın iddia ve savunmaları ile delillerini değerlendirip, hangi maddi ve hukuki sebeplerle karar verdiklerini gerekçelerine yansıtmalıdırlar. Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeye aykırı davranılarak yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Dava dilekçesinde 5.000 TL ödünç iddiasına dayanan alacak davasısının faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne; 5000 TL’nın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte alınması cihetine gidilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili dilekçesinde; davacının davalıya borç olarak 5000 TL’yi elden verdiğini, paranın ödenmediğini, davalının Cumhuriyet Başsavcılığı ifadesinde, 2.500 TL borç aldığını kabul ettiğini belirterek ödünç verilen paranın ödenmesini talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, verilen mahkeme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Somut olayda; davalıya dava dilekçesinin ve duruşma gününün tebliği için gönderilen davetiye parçasının incelenmesinde, önce “iade” ibaresinin yazıldığı, sonra bunun çizilip iptal edilerek mahalle muhtarına tebliğ yapıldığı, yapılan tebliğin Tebligat Yasasına uygun olmadığı, daha sonra aynı adrese davalının yeminli beyanda bulunması için davetiye gönderildiği, davetiyenin iade olduğu, tebliğ edilemediği, bu kez aynı adres belirtilerek Tebligat Yasası 35.maddeye göre yeminli beyanda bulunması için tebligat yapıldığı, tebligat parçasının dosyada bulunduğu, bütün bu gelişmeler sırasında taraf teşkilinin sağlandığının düşünüldüğü anlaşılmıştır.
HMK. 27.maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiş olup, bu hak Anayasanın 36.maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının en önemli unsurudur. Bu hak çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi kural olarak mümkün değildir. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Yargı organları her iki tarafın iddia ve savunmaları ile delillerini değerlendirip, hangi maddi ve hukuki sebeplerle karar verdiklerini gerekçelerine yansıtmalıdırlar.
Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeye aykırı davranılarak yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 11.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/988
K. 2009/12168
T. 2.7.2009
• RÜCUAN TAZMİNAT DAVASI ( İş Kazası Nedeniyle Yapılan Ödemelerden Kaynaklanan Kurum Zararı – Bozma Sonrasında Davalı Kat Malikleri Kuruluna Bozma İlamı ve Duruşma Gününün Tebliğ Edileceği/Adil Yargılanma Hakkı Gereğince Duruşma Gününden Önce Hüküm Kurulamayacağı )
• ADİL YARGILANMA HAKKI ( Rücuan Tazminat Davası – Duruşma Gününden Önce Hüküm Dosyanın Ele Alınarak Kurulamayacağı/Bozma Sonrasında Davalı Kat Malikleri Kuruluna Bozma İlamı ve Duruşma Gününün Tebliğ Edileceği )
• DURUŞMA GÜN VE SAATİNDEN ÖNCE DOSYA HAKKINDA HÜKÜM KURULMASI ( Rücuan Tazminat Davası – Bozma Sonrasında Davalı Kat Malikleri Kuruluna Bozma İlamı ve Duruşma Gününün Tebliği Gerektiği )
AİHS/m.6
506/m.26
ÖZET : Davacı, işkazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Adil yargılama hakkı hak arama özgürlüğünün uygulamaya yönelik uzantısı niteliğinde olduğundan duruşma gün ve saatinden önce dosyanın ele alınarak hüküm kurulması savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğundan adil yargılanma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkına aykırıdır. Bozma sonrasında davalı Kat Malikleri Kurulu’na bozma ilamı ve duruşma günü tebliğ edilmeyerek Anayasa hükmünün koruyuculuğundan yararlanma hakkı ortadan kaldırılarak gıyabında temyize konu kararın verilmesi, yasaya aykırıdır.
DAVA : Davacı, işkazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, taraflar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Alparslan Koçak tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu. Temyiz konusu hükme ilişkin dava Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından, Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi her şeyden önce tarafların yargılama gününü bilmeleri ile mümkündür. HUMK.nun 73. maddesi, mahkemenin tarafları dinlemeden onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun davet etmeden hükmünü veremeyeceği kuralını içermektedir. Anayasanın 36. maddesine göre ise herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Adil yargılama hakkı hak arama özgürlüğünün uygulamaya yönelik uzantısı niteliğinde olduğundan duruşma gün ve saatinden önce dosyanın ele alınarak hüküm kurulması savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğundan adil yargılanma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkına aykırıdır.
Somut olayda; bozma sonrasında davalı T… Apartmanı Kat Malikleri Kurulu’na bozma ilamı ve duruşma günü tebliğ edilmeyerek Anayasa hükmünün koruyuculuğundan yararlanma hakkı ortadan kaldırılarak gıyabında temyize konu kararın verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, taraflar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. Bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazları incelenmemiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 02.07.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.