Asıl Alacak Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/13361
K. 2007/180
T. 15.1.2007
ASIL ALACAĞA İLİŞKİN ÖDEME ( Dava Tarihinde Temerrüde Düşen Sigortacının Faiz Borcunu Ödemediği – Alacaklının Kabul Zorunluluğu Bulunmadığı )
SİGORTACININ TEMERRÜDÜ ( Dava Tarihinde Düştüğü – Sadece Asıl Alacağa İlişkin Olan Kısmi Ödemeyi Alacaklının Kabul Zorunluluğu Bulunmadığı/Sigortacı Tarafından Tevdi Mahalli Tayini Yoluna Gidilmediği )
TEVDİ MAHALLİ TAYİNİ ( Dava Sırasındaki Asıl Alacağa İlişkin Ödeme Davacının Hesabına Değil Bankaya Müracaatında Ödenmek Üzere Havale Şeklinde Yapıldığı – Sigortacının Davanın Açılmasıyla Temerrüde Düştüğü )
KISMİ ÖDEME ( Sadece Asıl Alacağın Ödendiği/Alacaklının Kabul Zorunluluğu Bulunmadığı – Davacının Hesabına Değil Bankaya Müracaatında Ödenmek Üzere Havale Şeklinde Yapıldığı/Sigortacı Tarafından Tevdi Mahalli Tayini Yoluna Gidilmediği )
818/m. 84, 91
6762/m. 1301
ÖZET : Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir. Sigortacının dava sırasındaki asıl alacağa ilişkin ödemesi, davacının hesabına değil, bankaya müracaatında ödenmek üzere havale şeklinde yapılmıştır. Davacı tarafından da, sadece asıl alacağın ödendiği, faiz borcunun ödenmediği gerekçesiyle, bu ödeme iade edilmiştir. Davanın açılması ile dava tarihinde temerrüde düşen davalı sigortacının faiz borcunu ödememesi karşısında, sadece asıl alacağa ilişkin olan kısmi ödemeyi, davacının kabul zorunluluğu bulunmamakta olup, davalı sigortacı tarafından tevdi mahalli tayini yoluna da gidilmemiştir. Mahkemece, davalı sigorta şirketi yönünden dava tarihinden itibaren temerrüt faiziyle birlikte alacağın tahsiline ve davacı yararına yargılama harç ve giderlerine hükmedilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Şişli 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 24.06.2005 tarih ve 2004/2256 – 2005/1240 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ata Durak tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı sigortacının, TTK.nun 1301. maddesi hükmüne dayalı olarak davalı taraf aleyhine açtığı rücu davası sonucunda, mahkemece davanın kısmen kabulüne dair tesis edilen hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Ancak, dava TTK.nun 1301. maddesi hükmüne dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davalılardan sigortacının dava sırasındaki asıl alacağa ilişkin ödemesi, davacının hesabına değil, bankaya müracaatında ödenmek üzere havale şeklinde yapılmıştır. Davacı tarafından da, sadece asıl alacağın ödendiği, faiz borcunun ödenmediği gerekçesiyle, bu ödeme iade edilmiştir. Davanın açılması ile dava tarihinde temerrüde düşen davalı sigortacının faiz borcunu ödememesi karşısında, sadece asıl alacağa ilişkin olan kısmi ödemeyi, davacının kabul zorunluluğu bulunmamakta olup, davalı sigortacı tarafından tevdi mahalli tayini yoluna da gidilmemiştir. Ayrıca, dosyada bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davalının dava tarihinden önce temerrüde düşürüldüğünün de kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında mahkemece, davalı sigorta şirketi yönünden de dava tarihinden itibaren temerrüt faiziyle birlikte alacağın tahsiline ve davacı yararına yargılama harç ve giderlerine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalının ödemesinin usulüne uygun olduğu benimsenerek, davalı sigortacı yönünden sadece asıl alacağın tahsiline ve yargılama harç ve giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesi doğru olmamıştır.
3- Kabul şekli bakımından da, diğer davalılar yönünden davanın kabulüne karar verildiği halde, davacı yararına yargılama harç ve giderlerine hükmedilmemesi dahi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) no’lu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) ve ( 3 ) no’lu bentlerde açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 15.01.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/16556
K. 2007/4367
T. 22.3.2007
ASIL ALACAĞA İLİŞKİN ÖDEME EMİRLERİNİN İPTALİ ( Kamu Borçlusunun Tebliğ Tarihinden İtibaren 7 Gün İçerisinde Açacağı İptal Davasında Bu Şekilde Hukuken ve Maddeten Böyle Bir Borcu Olmadığını Kanıtlayarak İptal Ettirebileceği )
İPTAL DAVASI ( Kamu Borçlusunun Ödeme Emrinin Tebliğ Tarihinden İtibaren 7 Gün İçerisinde Açacağı İptal Davasında Bu Şekilde Hukuken ve Maddeten Böyle Bir Borcu Olmadığını Kanıtlayarak Ödeme Emrini İptal Ettirebileceği )
6183/m.58
506/m.80
ÖZET : Davacı, asıl alacağa ilişkin ödeme emirlerinin iptali ile bu alacak ve ferilerinden sorumlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
6183 Sayılı Kanunun 58. maddesi hükmüne göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kamu borçlusu tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde açacağı iptal davasında “böyle bir borcu olmadığı” nedenine dayanabilir. Kamu borçlusunun bu şekilde hukuken ve maddeten böyle bir borcu olmadığını kanıtlayarak ödeme emrini iptal ettirmesi mümkündür.
Ancak, bu tür davaların temelini icra takibinin oluşturduğu ve icra takibi ile ayrılmaz bir bütün teşkil ettiği nazara alınarak; bahse konu takip dosyalarında davacı adına icra takibi başlatılmadığı, ödeme emri gönderilmediği ve haciz işlemi de yapılmadığı anlaşıldığından takibin ve ödeme emirlerinin iptali talepleri hakkında yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz bulunmuştur.
DAVA : Davacı, 1.243.654.648 TL asıl alacağa ilişkin ödeme emirlerinin iptali ile bu alacak ve ferilerinden sorumlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Yeşim Sayıldı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Dava, davacının 07.01.1996 tarihi itibariyle hisselerinin tamamını devretmek suretiyle sermaye ortaklığını sona erdirdiği Tazı Dağıtım Hizmetleri Tic. A.Ş.’nin 1995 ve 1996 yılındaki bir kısım aylara ilişkin olarak davacı kurum tarafından yapılan prim borcu ile idari para cezalarının tahsiline ilişkin icra takiplerine konu ödeme emrinin iptaline ilişkindir.
Mahkemece, davacının 1995-1996 yıllarında yönetim kurulu üyeliği ve yetkili yönetim kurulu üyesi olma durumunu gösteren bir belge olmadığından bahisle, açılan davanın kabulüne, davacının Bakırköy Sigorta Müdürlüğünün 1997/605, 1999/44, 1999/45, 2002/3202 esas sayılı takibe konu 1.243.654.648 TL. borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık; bir A.Ş’nin kurucu ortak ve yetkilisi olmayıp sermaye ortağı olanların, tüzel kişiliğin prim borcundan sorumlu olup olmayacaklarına ve hakkında henüz ödeme emri düzenlenmeyen davacının ilgili A.Ş. aleyhine başlatılan icra takibine yönelik dava açıp açamayacağına ilişkindir.
Prim borçlusu şirketin Anonim Şirket olduğu gözetilirse davanın yasal dayanağı; 506 sayılı Yasanın 80. maddesi olup, bu madde hükmüne göre, tüzel kişiliği haiz bir Özel kuruluşta görev yapan bir kişinin primlerin ödenmesinden işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olabilmesi için; primlerin tahakkuk ve ödenmesinde yetkili, üst düzey yöneticisi olması zorunlu olup, ayrıca “sigorta primlerinin haklı sebep olmaksızın süresinde ödenmemesi”ne bağlıdır. Söz konusu maddeye göre primlerin ödenmesinden sorumlu üst düzey yöneticiden sözedebilmek için, bu kimsenin şirket kurucu ortağı veya yönetim kurulunda başkan veya iş bölümüne göre primlerin ödenmesinden sorumlu üye olması veya şirketin yönetiminde parasal konularda yetkili genel müdür, finansman veya muhasebe müdürü gibi üst düzeyde sorumluluk taşıyan görevli olması gerekir. Bunun dışında kalan ve şirketin idare veya mali işlerinde doğrudan söz sahibi veya yetkili olmayan, karar organında yer almayan kişilerin işverenle müşterek sorumluluğu düşünülemez. Şirkette görevli bir kimsenin; belli konularda imza sahibi olması da, bu zorunluluğu ortadan kaldırmaz. Dava konusu olayda, işverenin bir Anonim Şirket olduğu ve davacının da bu şirketin yetkili kişisi ve yönetim kurulu üyesi olmadığı, keza şirket hisselerini 07.01.1996 tarihinde tamamen devrettiği dosyada mevcut bilgi ve belgelerden anlaşılmakla, davacı hakkında ödeme emri düzenlendiği anlaşılan 1997/605 esas no.lu takip dosyasına ilişkin kurulan mahkeme hükmü yerinde ise de, dava konusu 1999/44, 45 ve 2002/3202 esas no.lu takip dosyalarına ilişkin kurulan hüküm doğru bulunmamıştır. Zira, hukuki nitelikçe ödeme emrinin iptali davası niteliğinde olan bahse konu bu takip dosyaları bakımından davacı hakkında düzenlenmiş ödeme emri ve tebliğ işlemi bulunmamaktadır.
6183 Sayılı Kanunun 58. maddesi hükmüne göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kamu borçlusu tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde açacağı iptal davasında “böyle bir borcu olmadığı” nedenine dayanabilir. Kamu borçlusunun bu şekilde hukuken ve maddeten böyle bir borcu olmadığını kanıtlayarak ödeme emrini iptal ettirmesi mümkündür.
Ancak, bu tür davaların temelini icra takibinin oluşturduğu ve icra takibi ile ayrılmaz bir bütün teşkil ettiği nazara alınarak; bahse konu takip dosyalarında davacı adına icra takibi başlatılmadığı, ödeme emri gönderilmediği ve haciz işlemi de yapılmadığı anlaşıldığından takibin ve ödeme emirlerinin iptali talepleri hakkında yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz bulunmuştur.
Açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeden eksik araştırma, inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Ne var ki; bu aykırılığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hüküm bozulmamalı, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesi gereğince düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : Hüküm fıkrasının tamamen silinmesine yerine;
“Davanın kısmen kabulü ile, davacının Bakırköy Sigorta Müdürlüğünün 1997/605 esas sayılı takibe konu asıl alacak ve gecikme zammı toplamı olan 1.616.596.527 TL. borçlu olmadığının tespitine,
Davalı Bakırköy Sigorta Müdürlüğünün 1999/44, 1999/45 ve 2002/3202 sayılı takip dosyalarında, davacı adına icra takibi başlatılmadığı ve ödeme emri gönderilmediği anlaşıldığından takibin ve ödeme emirlerinin iptaline ilişkin talebin reddine,
Bakırköy Sigorta Müdürlüğü harçtan muaf olduğundan harç konusunda karar verilmesine yer olmadığına,
11.200.000 TL. maktu red harcının davacıdan tahsili ile hazineye gelir yazılmasına,
144.70 TL. yargılama giderinin davanın kabul ve red oranı dikkate alınarak 75.56 TL.sinin davalıdan tahsiline, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına,
Kabul edilen miktar nazara alınarak, karar tarihinde yürürlükte bulunan tarife uyarınca hesaplanan 400,00 TL. vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı kuruma verilmesine, reddedilen miktar üzerinden hesaplanan 400,00 TL. vekalet ücretinin de davacı kurumdan alınıp davalı kuruma verilmesine,
Dair verilen karar davacı vekili ile davalı kurum vekilinin yüzünde yasa yolları açık olmak üzere “açıkça okundu usulen anlatıldı” hükümlerinin yazılmasına ve hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, 22.03.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/16383
K. 2012/405
T. 17.1.2012
GECİKME ZAMMI ( 6183 S. Yasa Gereğince Hesaplanan Gecikme Zammı Faiz Niteliğinde Olduğu – Faize Faiz Yürütülmesinin Mümkün Olmadığı )
FAİZE FAİZ YÜRÜTÜLMESİ ( Mümkün Olmadığı – “Asıl Alacağa Takip Tarihinden İtibaren Kademeli Faiz İşletilmesine” Şeklinde Hüküm Kurulmakla Faize Faiz Yürütülmesinin İsabetsizliği )
ASIL ALACAĞA KADEMELİ FAİZ YÜRÜTÜLMESİ ( Mahkemece “Asıl Alacağa Takip Tarihinden İtibaren Kademeli Faiz İşletilmesine” Şeklinde Hüküm Kurulmakla Faize Faiz Yürütülmesinin İsabetsizliği )
818/m.104/son
ÖZET : Dairemizin yerleşmiş içtihatlarına göre 6183 sayılı yasa gereğince hesaplanan gecikme zammı faiz niteliğindedir. BK.nun 104/son maddesi uyarınca faize faiz yürütülmesi mümkün değildir. Mahkemece “asıl alacağa takip tarihinden itibaren kademeli faiz işletilmesine” şeklinde hüküm kurulmakla faize faiz yürütülmüştür ki bu yön B.K.nun 104/son maddesinde düzenlenen faize faiz yürütülemez hükmüne açıkça aykırılık teşkil etmekte olup, bozmayı gerektirir.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı abonenin kullandığı elektrik bedellerini ödememesi sebebiyle, alacaklarını Eyüp 2. İcra Müdürlüğü’nün 2008/4040 sayılı dosyasıyla takibe koyduklarını ancak davalının itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek toplam 7.932,90 TL alacaklarına yapılan itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davalı borçlunun Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2008/4040 sayılı takibe yapmış olduğu itirazın kısmen iptali ile takibin 7.884,20 TL üzerinden devamına, asıl alacak 7.273,30 TL ye takip tarihinden itibaren kademeli faiz işletilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Dosyada mevcut ve hükme dayanak yapılan bilirkişi raporuna göre, asıl alacağın 3.880,00TL, gecikme zammının 3.393,39TL,KDV’nin 610,81TL olduğu anlaşılmıştır.
Dairemizin yerleşmiş içtihatlarına göre 6183 sayılı yasa gereğince hesaplanan gecikme zammı faiz niteliğindedir. Hal böyle olunca BK.nun 104/son maddesi uyarınca faize faiz yürütülmesi mümkün değildir.
Mahkemece “asıl alacak 7.273,30 TL ye takip tarihinden itibaren kademeli faiz işletilmesine” şeklinde hüküm kurulmakla faize faiz yürütülmüştür ki bu yön B.K.nun 104/son maddesinde düzenlenen faize faiz yürütülemez hükmüne açıkça aykırılık teşkil etmekte olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen kararın davalı yararına BOZULMASINA, 17.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/5369
K. 2010/6140
T. 9.11.2010
ESER SÖZLEŞMESİ ( Yazılı Olmayan – İş Bedelinde Anlaşmazlık/İşin Yapıldığı Tarihteki Serbest Piyasa Rayiçleri Üzerinden Uzman Bir Bilirkişiye Hesaplattırılması ve Bulunacak Bedel Üzerinden Bir Hükme Varılması Gerektiği )
İŞ BEDELİ ( Konusunda Anlaşmazlık/Taraflar Arasında Yazılı Sözleşme Bulunmadığı – Alacağın İşin Yapıldığı Tarihteki Serbest Piyasa Rayiçleri Üzerinden Uzman Bir Bilirkişiye Hesaplattırılıp Bulunacak Bedel Üzerinden Hükme Varılacağı )
İCRA İNKAR TAZMİNATI ( İş Bedeli Konusunda Uyuşmazlık Bulunduğu ve Alacağın Bilirkişi İncelemesi Sonucu Tespit Edilebileceği Dikkate Alınarak Takip Konusu Bedelin Belli Olmadığı Anlaşıldığından İstemin Kabulünün Doğru Olmadığı )
ASIL ALACAĞA YÖNELİK İTİRAZIN İPTALİ ( Yalnızca Asıl Alacağa Yapılan İtirazın İptaline Karar Verilmesi Yerine Takip Konusu İşlemiş Faizi de Kapsayacak Şekilde İtirazın İptaline ve Takibin Devamına Karar Verilmesinin Doğru Olmadığı )
818/m. 355, 366
ÖZET : Davacı yüklenici davalıya ait traktörün tamir ve bakımını yapmış ancak iş bedelinin ödenmemesi üzerine davalı iş sahibi aleyhine icra takibi başlatmış, itiraz üzerine de eldeki itirazın iptali davasını açmıştır. Davacı iş bedeline ilişkin olarak düzenlediği faturasına dayanarak tamir ve bakım bedelini istemekte ise de davalı akdi ilişkiyi kabul etmekle beraber bu bedeli kabul etmemiş bulunmaktadır. Taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmaması ve iş bedeli konusunda herhangi bir miktar üzerinde anlaşmaya varılamaması karşısında davacı alacağının B.K.nun 366. maddesi uyarınca işin yapıldığı tarihteki serbest piyasa rayiçleri üzerinden uzman bir bilirkişiye hesaplattırılması ve bulunacak bedel üzerinden bir hükme varılması yerine eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır.
Dava sadece asıl alacağa yönelik itirazın iptali hususunda açıldığı halde yalnızca asıl alacağa yapılan itirazın iptaline karar verilmesi yerine takip konusu işlemiş faizi de kapsayacak şekilde itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilmesi de doğru değildir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükümün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, B.K.nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup davacı yüklenici iş bedelinin tahsili için başlattığı icra takibine davalı iş sahibince itiraz edilmesi üzerine itirazın iptali, takibin devamı ve %40 icra inkar tazminatının tahsilini istemiş, mahkemece davanın kabulüne ilişkin verilen karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle davalı yargılama sırasında Avukat Mustafa Özdemir tarafından temsil edildiği halde karar başlığında bu vekilin adının yazılmaması maddi hata niteliğinde görülmüş olup, mahkemece bu hususun H.U.M.K.nun 459. maddesi uyarınca mahallinde düzeltilebileceğinin tabii bulunmasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-)Davacı yüklenici davalıya ait traktörün tamir ve bakımını yapmış ancak iş bedelinin ödenmemesi üzerine davalı iş sahibi aleyhine icra takibi başlatmış, itiraz üzerine de eldeki itirazın iptali davasını açmıştır. Davacı iş bedeline ilişkin olarak düzenlediği 21.8.2008 gün ve 0046203 sıra numaralı faturasına dayanarak tamir ve bakım bedelinin 3.695,00 TL olduğunu iddia etmekte ise de davalı akdi ilişkiyi kabul etmekle beraber bu bedeli kabul etmemiş bulunmaktadır. Hal böyle olunca taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmaması ve iş bedeli konusunda herhangi bir miktar üzerinde anlaşmaya varılamaması karşısında davacı alacağının B.K.nun 366. maddesi uyarınca işin yapıldığı tarihteki serbest piyasa rayiçleri üzerinden uzman bir bilirkişiye hesaplattırılması ve bulunacak bedel üzerinden bir hükme varılması yerine eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur.
Yine iş bedeli konusunda uyuşmazlık bulunduğu ve alacağın bilirkişi incelemesi sonucu tespit edilebileceği dikkate alınarak takip konusu bedelin de bu nitelikte olmadığı anlaşıldığından davacının icra inkar tazminatı isteminin reddi yerine kabulü doğru olmadığı gibi kabule göre de dava sadece asıl alacağa yönelik itirazın iptali hususunda açıldığı halde yalnızca asıl alacağa yapılan itirazın iptaline karar verilmesi yerine takip konusu işlemiş faizi de kapsayacak şekilde itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilmesi de doğru olmamış, usul ve yasaya aykırı hükümün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca kabulüyle hükümün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 9.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/13360
K. 2005/14165
T. 22.12.2005
BEDEL ARTIRIMINDAN DOĞAN DAVA ( Kamulaştırma Kanununun 37. Maddesi Uyarınca Davaya Miktarına Bakılmaksızın Taşınmazın Bulunduğu Yer Mahkemesinde Bakılacağı )
BORÇLU BULUNMADIĞININ TESPİTİ ( Bedel Artırımı – Kamulaştırma Kanununun 37. Maddesi Uyarınca Davaya Miktarına Bakılmaksızın Taşınmazın Bulunduğu Yer Mahkemesinde Bakılacağı )
FAZLA ÖDENEN MİKTARIN TAHSİLİ TALEBİ ( Kamulaştırma Kanununun Uygulanmasından Kaynaklanan Bedel Artırımı – Davaya Miktarına Bakılmaksızın Taşınmazın Bulunduğu Yer Mahkemesinde Bakılacağı )
YETKİLİ MAHKEME ( Kamulaştırma Kanununun Uygulanmasından Kaynaklanan Bedel Artırımı – Davaya Miktarına Bakılmaksızın Taşınmazın Bulunduğu Yer Mahkemesinde Bakılacağı )
ASIL ALACAĞIN FER’İ OLAN FAİZE İLİŞKİN DAVA ( Kamulaştırma Kanununun Uygulanmasından Kaynaklanan Bedel Artırımı – Davaya Miktarına Bakılmaksızın Taşınmazın Bulunduğu Aynı Yer Mahkemesinde Bakılacağı )
2942/m.37
ÖZET : Dava, Kamulaştırma Kanununun uygulanmasından kaynaklanan bedel artırımından kaynaklanan borçlu bulunmadığının tespiti ve fazla ödenen miktarın davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Bu davalara Kamulaştırma Kanununun 37. maddesi uyarınca miktarına bakılmaksızın taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde bakılır. Asıl alacağın fer’i olan faize ilişkin davalara da yine aynı mahkemede bakılması gerekir. Bu husus kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında da mahkeme tarafından re’sen nazara alınır.
DAVA : Taraflar arasındaki açılan bedel artırımı sonucu verilen kararda hüküm altına alınan ve icraya konulan miktar için fazla talep edilen ve ödenen faiz nedeniyle 27.778.150.000-TL. borçlarının bulunmadığının tesbiti ile fazla ödenen miktarın davalıdan tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Mahkemenin yetkisizliğine dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, açılan bedel artırımı sonucu verilen kararda hüküm altına alınan ve icraya konulan miktar için fazla talep edilen ve ödenen faiz nedeniyle 27.778.150.000-TL. borçlarının bulunmadığının tesbiti ile fazla ödenen miktarın davalıdan tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, mahkemenin yetkisizliğine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, Kamulaştırma Kanununun uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Bu davalara Kamulaştırma Kanununun 37. maddesi uyarınca miktarına bakılmaksızın taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde bakılır. Asıl alacağın fer’i olan faize ilişkin davalara da yine aynı mahkemede bakılması gerekir. Bu husus kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında da mahkeme tarafından re’sen nazara alınır. Dava konusu taşınmaz Gölcük ilçesinde bulunduğundan, davaya da Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılacağı gözetilmeden yer itibariyle yetkisizlik kararı verilmesi,
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün açıklanan nedenle HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine, 22.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2003/13-657
K. 2003/628
T. 5.11.2003
MUNZAM ZARAR ( Asıl Alacak Temerrüt Faizleri Yönünden İcra Takibi Yapılması ve Dava Açılması Sırasında Bunlarla Birlikte İstenilmemiş Olsa da Munzam Zarar Davasının Her Zaman Görülebilmesi )
ZAMANAŞIMI ( İcra Takibi Esnasında Munzam Zararın Talep Edilmemiş Olmasının Zamanaşımı Süresi İçinde Bu Yöne İlişkin Dava Açılmasına Engel Olmaması )
KATKI PAYI DAVASI ( Dava Neticesinde İcra Takibi Yapılmış Olsa da Ülkede Yaşanan Yüksek Enflasyon Oranları Karşısında Munzam Zararın Her Zaman Talep Edilebilmesi )
FİİLİ KARİNE ( Enflasyon Oranları Karşısında Alacağını Geç Alan Alacaklının Zarara Uğradığının Karine Olması-Borçlunun Bu Durumdan Kusursuz Olduğunu İspat Etmesinin Gerekmesi )
BORÇLUNUN KUSURU ( Enflasyon Oranları Karşısında Alacağını Geç Alan Alacaklının Zarara Uğradığının Fiili Karine Olması-Borçlunun Bu Durumdan Kusursuz Olduğunu İspat Etmesinin Gerekmesi )
ASIL ALACAĞIN İCRA TAKİBİ YAPILMASINA RAĞMEN MUNZAM ZARARIN TALEP EDİLMEMESİ ( Zamanaşımı Süresi İçinde Zararın İstenmesine Engel Olmaması )
2709/m.9,36
1086/m.238,409
4721/m.6
743/m.2
818/m.41,42,43,98,103,105
ÖZET : Munzam zararın, asıl alacak temerrüt faizleri yönünden icra takibi yapılması ve dava açılması sırasında bunlarla birlikte istenilmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması munzam zarar davasının görülmesine engel değildir. Zaman aşımı süresi içinde her zaman bu yöne ilişkin dava açabilir.
Ülkemizde yıllardır yüksek oranda seyreden enflasyon oranları dikkate alındığında alacağını zamanında elde eden tarafın bunu biran önce mal veya hizmet yatırımlarına yöneltmesi veya en azından banka mevduat faizine veya devlet tahviline yatırması veya dövize dönüştürmesi yaşanan hayat gerçeklerine uygun bir davranış olur. Enflasyon oranları karşısında alacağına geç alan alacaklının zarar gördüğü ve yasal faizin bu zararın karşılanmasına yetmeyeceği bir gerçektir. Bu hal zararın varlığı için fiili karine oluşturur. Bu nedenle enflasyon nedeniyle paranın alım gücünün azalması ile ortaya çıkan zarar istemlerinin BK. 105. maddesi kapsamında yorumlanması kaçınılmazdır. Hal böyle olunca fiili karine karşısında alacaklının ayrıca zararını ispat etmesi gerekmez. Bu vakıa sabit sayılır ve borçlu ise bu karinenin aksini ve kusursuzluğunu kanıtlamalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak ( munzam zarar tazminatı ) davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 30. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.3.2002 gün ve 2001/525 -2002/198 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 1.11.2002 gün ve 2002/8240-11532 sayılı ilamı ile, ( …Davacı, davalı ile 5.4.1995 tarihinde kesinleşen ilamla boşandıklarını, evlilikleri süresince ortak alınan kooperatif eviyle ilgili olarak açtığı katkı payı davasında Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.11.2000 tarih ve 1995/200 esas, 2000/648 karar sayılı kararıyla dava tarihindeki değeri üzerinden 1/2 katkı payı karşılığı 750.000.000 TL.nın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verildiği, kararın 13.12.2001 tarihinde kesinleştiğini, icraya konduğu ancak henüz tahsil edilmediğini, edilse bile hesabı mümkün olan yasal faiziyle tahsili halinde dahi elde edilecek miktarın taşınmaz değerindeki artış, paranın satın alma gücü, enflasyon oranı ve katkı payı davasının uzun sürmesi nedeniyle, mahkeme kararına dayalı alacak ve bu alacağa ilişkin yasal faizle karşılanamayan ölçüde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 30.000.000.000 TL munzam zararının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı, daha önce açılan katkı payı davası sonucu 2.8.2001 tarihinde yasal faiziyle beraber 3.275.560.000 TL.nin tahsil edildiğini, davacının başka bir alacağı kalmadığını, davanın uzamasında bir kusurunun olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece davacının faizi aşan zararını ve katkı payı davasının uzamasında davalının kusurunun ispat edilememesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı eş, 23.2.1995 tarihli dava dilekçesi ile kooperatif evindeki 2/3 katkı payı karşılığı 1.000.000.000 TL.nin tahsilini talep etmiş, Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.11.2000 günlü kararı ile 1/2 katkı payı karşılığı 750.000.000 TL. nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş, karar 13.12.2001 tarihinde Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Kesinleşen ilamdaki alacak henüz tahsil edilmeden dava açılmış, yargılama sırasında 2.8.2001 tarihinde icra dosyasına yatan para 22.10.2001 tarihinde davacı tarafından tahsil edilmiştir. Mahkemece faizi aşan zarar ve geç tahsilde davalının kusuru ispat edilemediği gerekçesi ile bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın davanın reddine karar verilmiştir.
Gerçekten borçlunun temerrüdü sonucu alacağın zamanında tahsil edilememesi halinde alacaklının zararı olacağı açıktır. Yasa koyucu, bu şekilde oluşan zararın kural olarak temerrüt faiziyle karşılanacağını varsaymıştır. Ne var ki alacaklının bu yüzden uğradığı zararın her zaman temerrüt faiziyle karşılanamayacağı düşünülerek BK.nun 105. maddesinin 1. fıkrası ile “alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir” hükmü getirilmiştir. Bu hükme göre alacaklı faizi aşan zararını isteme hakkına sahiptir.
Yasada geçmiş günler faizini aşan zararın türü ve niteliği konusunda bir açıklık yoksa da, buradaki zararın, hukukumuzdaki müsbet zarar tanımlamasıyla eşdeğer olduğu kuşkusuzdur. Hal böyle olunca bu zararın borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki fark; temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar olarak tanımlanabilir. Böyle bir zarar her somut olayın özelliğinden kaynaklanabilir.
Munzam zarar alacaklısı öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağının geç ifa edilmesinden dolayı faizle karşılanamayan zararını ve miktarını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek durumundadır. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.
Munzam zarar temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiil, nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde bu borcun hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle asıl alacak temerrüt faizleri yönünden icra takibi yapılması ve dava açılması sırasında onlarla birlikte istenilmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması davanın görülmesine engel değildir. Zaman aşımı süresi içinde her zaman bu yöne ilişkin dava açabilir.
Her ne kadar MK.nun 6. maddesi hükmüne göre davacı iddiasını ispat etmekle yükümlü ise de; bu kural mutlak değildir. İstisnaların başında karine gelir. Var olan bir durumda bilinmeyen bir durumun çıkarılması halinde karine var denir. Olayımızda yasal bir karine yoktur. Buna karşılık yaşanan hayatın gerçekleri ve olaylardan çıkan eylemli bir karinenin varlığı tartışmasızdır. Davacının eline geçecek parayı değerlendirmesi ve bunun için banka hesabına ve gelir getiren kurumlara yatırması, döviz yada altın alması yada gayrimenkul alması şeklinde yararlanması beklenebilecek bir davranış olup, bu davranış toplumumuzun içinde bulunduğu ekonomik-sosyal yaşantısına da uygun düşer. Bu tür getiri oranlarının temerrüt faizinden fazla olduğu hususu da bilinen bir gerçektir. HUMK.nun 238. maddesi gereğince maruf ve meşhur olan hususlar münazaalı sayılmaz. Bu nedenle davacının temerrüt faizinden fazla bir zararı olduğu ortadadır. Davalı bu karinenin aksini ispat etmek durumundadır.
Davacının temerrüt tarihi itibariyle geçen zaman zarfında enflasyonun da etkisi ile para değerinin düşmesi ve alım gücünün azalması ile oluşan zararın ödetilmesini istediği anlaşılmaktadır. Dava konusu zarar ilk temerrüt tarihinden başlayarak asıl borcun ödendiği zamana kadar her gün artarak devam eden zarar olması nedeni ile davacı bu süre içinde gerçekleşen zararını talep edebilir.
Ülkemizde yıllardır yüksek oranda seyreden enflasyon oranları dikkate alındığında alacağını zamanında elde eden davacının bunu biran önce mal veya hizmet yatırımlarına yöneltmesi veya en azından banka mevduat faizine veya devlet tahviline yatırması veya dövize dönüştürmesi yaşanan hayat gerçeklerine uygun bir davranış olur. Enflasyon oranlan karşısında alacağını geç alan ala caklının zarar gördüğü ve yasal faizin bu zararın karşılanmasına yetmeyeceği bir gerçektir. Bu hal zararın varlığı için fiili karine oluşturur. Bu nedenle enflasyon nedeniyle paranın alım gücünün azalması ile ortaya çıkan zarar istemlerinin BK. 105.maddesi kapsamında yorumlanması kaçınılmazdır. Hal böyle olunca fiili karine karşısında davacının ayrıca zararını ispat etmesi gerekmez. Bu vakıa sabit sayılır ve davalı ise bu karinenin aksini ve kusursuzluğunu kanıtlamalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında mahkemece yapılacak iş davalının temerrüde düştüğü ilk davanın açıldığı 23.2.1995 tarihinden bu davanın açıldığı tarihe kadar geçen zaman zarfında her yıl itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, TL karşısında döviz, kurları ve taşınmaz fiyatlarında artış, TEFE ve TÜFE oranlarına ilişkin oranları gösterir listeler resmi kurumlardan araştırılarak, bu belgelerle birlikte uzman bilirkişi düşüncesinden de yararlanmak suretiyle davacı alacaklının maruz kaldığı asgari zarar miktarını BK.42/II maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle tespit etmek, bulunan zarar miktarından davacının icrada tahsil ettiği temerrüt faizini mahsup ederek bakiyesine davacının munzam zararı olarak hükmetmekten ibarettir.
Mahkemece belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapılmadan davanın reddi usule ve yasaya aykırıdır. Kararın bu nedenle bozulması gerekir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığından, 5.11.2003 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI :
Davacı, dava dilekçesinde özetle, daha önce davalı hakkında 22.2.1995 tarihinde açılan, taşınmaza katkı payına ilişkin alacak davasında, fazlaya ilişkin hak saklı tutularak bir milyar TL.nin tahsilini istediğini, o davada davanın kısmen kabulü ile 750.000.000 TL.nin faizi ile tahsiline karar verildiğini beş yılı aşan yargılama sırasında ülkedeki enflasyon nedeniyle talep edilen miktarın hızla eridiğini dava çabuk bitse idi hükmedilen bedel ile bir taşınmaz edinmesi mümkün iken şimdi bu taşınmazı ancak 30 milyar ile alabileceğini aradaki farkın munzam zararını oluşturduğunu ileri sürerek, 30 milyarın munzam zarar olarak tahsilini talep ve dava etmiştir.
Görüldüğü gibi munzam zarar için ileri sürülen neden sadece davanın makul süre içinde bitirilmemesi olgudur.
Bilindiği gibi BK.nun 105 maddesine göre “alacaklının düçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemıyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir” denilmiştir. Uygulama ve öğreti de, mehaz kanun dikkate alınarak faizi aşan bu zararın bir tazminat alacağı olduğu benimsenmiştir. ( Bkz.Or.Art.106 da “Grösserer Schaden BGB.s.228 ABS.2” ) Mehaz kanunda “Weiterer Schaden” deyimlerine yer verildiğini, bu terimin tazminat karşılığı olarak kullanıldığını belirtmiştir. ( Bkz.Dr.Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar 1992 s.190 )
Borçlu, para borcunu vadesinde ödemediğinde ( temerrüdü oluştuğunda ) sözleşme veya yasada belirlenen temerrüt faizi ödeme yükümü altına girer.Bu durumda BK.103 maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı yasa koyucu tarafından kabul edildiği için bu faraziye de alacaklıyı uğradığı zararı ispat yükümlülüğü altına sokmadan ve en önemlisi borçlunun kusuru araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı ( faizi ile karşılanan miktarı ) borçlu ödemek zorunda kalır.
Yukarıda anıldığı gibi munzam zarar sorumluluğunun kusur sorumluluğuna dayalı, kanundan doğan bir borç olduğu tartışmasızdır.0 halde munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur.Munzam zarar sorumluluğu için alacaklı öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüd faizi ile karşılanmıyan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasında uygun illiyet bağını isbat etmekle yükümlüdür.Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamak koşuluyla sorumluluktan kurtulacaktır. Munzam zarar sorumluluğun bir kusur sorumluluğu olduğu, diğer şartta yanında uygun illiyet bağının kanıtlanması gerektiği Yargıtay uygulamasında duraksamaksızın benimsenmektedir ( BK. YHGK.nun 19.6.2002 gün E:2002/13-569 K:2002/534, Y.11.H.D.11.12.1996 gün E:1996/8212 K:1996/ 8688, 5.6.1995 gün E:1995/3602 K:1995/4569 )
Bundan çıkan sonuca göre BK. 98/son maddesi yollamasıyla sözleşmelere de uygulanan BK.42 ve 43. madde uyarınca hakim bu tazminatın tutar ve kapsamını doğrudan doğruya araştırmak, belirlemek ve gerekirse hakkaniyet ölçüsünde indirime tabi tutmakla yükümlüdür ( YHGK.12.6.1996 gün E:1996/11-372 K:1996/485 ).
O halde munzam zarar alacaklısı;
1-Temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını ( munzam zararın varlığının ıspat ile ilgisi yok )
2-Temerrüt faizi ile karşılanmıyan bir zararla karşılaştığını,
3-Zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispatlamakla yükümlü olacaktır.
Bu sonuçlar, munzam zarar alacağının bir tazminat alacağı olduğu ve munzam zarar sorumluluğunun bir kusur sorumluluğu olmasının tabi bir neti cesidir.
Somut olayda uygun illiyet bağı oluşmuş mudur?
Sözleşmeden doğan sorumluluklarda olduğu gibi sözleşme dışı sorum luluklarda da uygun illiyet bağı borçlunun sorumluluğunun kurucu unsurların dan birini oluşturur. Öğreti ve Yargıtayın yerleşmiş tanımına göre, hayattak genel deneyimlere ve olayların tabi akışına göre diğer bir olayı meydana getir meye elverişli bulunur, diğer bir anlatımla olayın ortaya çıkması görünüşte söz konusu diğer bir olayın meydana gelmiş olmasıyla kolaylaşmış bulunursa ilk olay uygun talep ve sonuç ölçüsüne göre ikincinin nedeni sayılabilir. Başka bir deyimle, uygun illiyetten söz edilebilmek için, zararlı netice tipik mahiyet itibariyle fiile uygun olmalı, onun uygun neticesi olarak görülmelidir.Verilen zararın tazmin borcunu doğurabilmesi için zarar eylemin bir sonucu olarak görülmelidir. İlliyet bağının var olup olmadığı yukarıdaki ilkeler çerçevesinde mantık kurallanna göre belirlenir.
Ortak, yanşan illiyette eylem niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış akışına, hayat tecrübelerine ve objektif olasılığa göre bu türden bir zarar doğurmaya elverişli ise o eylemle, zarar arasında uygun illiyet bağı var demektir. Sözü edilen bu tür illiyetten birden çok sebebin birleşmesiyle zarar doğmuş ise buna ortak illiyet diyebiliriz.
Somut olayda alacak davası Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde 23.2.1995 tarihinde açıldığı. 13.4.1995 günü için ilk duruşma günü verildi. İkinci duruşma 1.6.1995
Üçüncü duruşma 5.7.1995
Dördüncü duruşma 27.9.1995 günleri yapıldı.Usul yasası uyarınca ara kararları verilerek uyuşmazlığın biran önce sonuçlandırılması için gayret sarf edildi.
Beşinci duruşma günü olan 8.11.1995 tarihli celseye davacı vekili hiçbir mazeret bildirmeden katılmadı. Mahkemece HUMK.nun 409.maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verdi.
Davacı vekili 23.11.1995 tarihli dilekçe ile davayı yeniledi. Altıncı duruşma 19.12.1995
Yedinci duruşma 8.2.1996
Sekizinci duruşma 20.3.1996 tarihinde yapıldı.
Davacı vekili 20.3.1996 tarihli celse için mazeret bildirdi. Mahkemece mazeret kabul edilerek duruşma 9.5.1996 tarihine bırakıldı.
Diğer duruşmalar 10.7.1996, 26.9.1996, 21.11.1996, 23.1.1997, 5.3.1997 günleri yapıldı.
Bu duruşmalarda tarafların delilleri incelendi.Dosya bilirkişiye verildi. Bilirkişi 2.4.1997 günlü duruşmada rapor vermeden dosyayı mahkemeye iade etti.
Aynı celsede yeni bir bilirkişi atanarak dosya bu bilirkişiye verildi.
22.5.1997 ve 19.6.1997.tarihli celselerde dosyanın bilirkişiden dönmesi beklendi.
2.10.1997 tarihinde dosya bilirkişiden döndü.Davacı vekili bilirkişiden ek rapor alınmasını istedi.
3.11.1997, 11.12.1997, 18.2.1998, 14.4.1998, 28.5.1998, 9.7.1998, 8.10.1998 tarihli duruşmalarda tanıkların dinlenmeşi ve yazılan talimatların cevaplarının beklenmesı işlemleri yapıldı.
26.11.1998 günlü duruşmaya davacı mazeretsiz olarak katılmadığından dosyanın HUMK.409 maddesi uyarınca ikinci kez başvuruya bırakılmasına karar verildi.
Davacı vekili 18.12.1998 tarihli dilekçe ile dosyayı yeniledi. Yenilenen dosyanın duruşması 24.2.1999 tarihine bırakıldı.
24.3.1999 tarihli duruşmada davalı ve karşı davacının tanıkları dinlendi. 6.5.1999 tarihli celsede davacının dayandığı tapu kaydının celbine karar verildi. 16.6.1999 tarihli celsede davacı tapusunun celbi için tekit yapıldı.
16.9.1999 tarihli celsede karşılık davanın konusu olan davacı üzerinde kayıtlı bulunan aracın bilirkişi aracılığı ile değerinin tesbiti işlemine geçildi. 27.10.1999 tarihli celsede taraf vekillerinin isteği üzerine bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere taraf vekillerine süre verildi.
8.12.1999 tarihli celsede asıl davacı üzerinde bulunan dava konusu aracın trafik kaydının celbine, tanıkların dinlenmesi için yapılan talimatların cevaplarının beklenmesine karar verildi.
3.2.2000 tarihli celsede asıl davacı 29.11.1999 tarihli dilekçe ile bu davada munzam zararının hüküm altına alınmasını istedi.
23.3.2000 günlü celsede tanıklar için yazılan talimatların cevaplarının beklenmesine ve dâvacının munzam zarar isteği hakkında diyeceklerini bildirmek üzere davalıya süre verildi.
3.5.2000 tarihli duruşmada davacı vekili süre isteyerek aracın bedeli ve asıl ve karşı davada tarafların istekleri konusunda verilen bilirkişi raporunu incelemek ve diyeceklerini yazılı bildirmek üzere süre istedi.
Hakim bu celsede taraflara dava hakkında son diyeceklerini bildirmek üzere 20 gün süre verdi.
31.5.2000 tarihli celsede davacı vekili, dosyanın yeniden bilirkişiye verilerek rapor alınmasını istedi.Davalı ve karşı davacı raporu kabul etmediklerini bildirdi.
Mahkemece; tarafların evlilik birliği içinde edindikleri mal varlıkları dikkate alınarak katkı payı oranlarının tespiti için bilirkişiden rapor alınmasına karar verdi.
12.7.2000 tarihli celsede dosyanın bilirkişiden dönmesi beklendi. 17.10.2000 tarihli celsede taraf vekillerinin isteği gibi gelen bilirkişi raporunu incelemek üzere taraflara süre verildi.
4.11.2000 tarihli celsede mahkeme asıl ve birleşen davanın kısmen kabul ve kısmen reddine karar verdi.
Davacı vekili 3.7.2001 davalı ve karşı davacı 9.7.2001 tarihli dilekçe ile mahkeme kararını temyiz ettiler. Yargıtay 2.H.D.si tarafların temyiz itirazlarının reddi ile yerel mahkeme kararının onanmasına karar verdi.
Davalı ve karşı davacı yasal hakkı olduğu halde karar düzeltme talebinde bulunmadığindan yerel mahkeme kararı 13.12.2001 tarihinde kesinleşti.
Davacı kesinleşen hükmü 30.7.2001 tarihinde icraya koydu. İcra Müdürü tarafından 750.000.000 asıl alacak, 2.115.000.000 TL.işlemiş temerrüt faizi harç, masraf vs. toplam 3.275.460.000 TL. 2.8.2001 tarihinde davalıdan tahsil edildi.
Bu takibin irdelenmesine gelince; İcra takibine 30.7.2001 tarihinde başlandı. Dava tarihi olan 23.2.1995 tarihinden 1.1.2000 tarihine kadar %50, 1.1.2000 tarihinden 2.8.2001 tarihine kadar %60 faiz yürütülerek hesap yapıldı.
Anayasamızın 9.maddesinde yargı yetkisi, Türk Ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıklanmış, 36 ncı maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduklarını belirtmiştir.
Anayasamıza göre savunma hakkı temel insan haklarından olup kısıtlanamaz. Bu hakkın kullanılmasını düzenleyen HUMK.da tarafların ilk duruşmaya davetiye ile çağıracaklarını, duruşma davetiyesinin tebliğ edildiği tarih ile duruşma günü arasında en az on günlük süre bulunacağı belirtilmiş. Savunma hakkının usulüne uygun kullandırılmaması usulde bozma nedeni olarak kabul edilmiştir. Dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı, bu dilekçede ileri sürülen vakıalara karşı, karşı vakıalar ileri sürülebileceği gibi usul hukukuna ve maddi hukuka dayanan savunma vasıtalarına, def i ve itirazlara başvurabilir. Davalı savunma hakkırıı kötüye kullanmadığı sürece bu hak üstün tutulması gereken bir haktır. Savunma hakkı kısıtlanarak adalet dağıtılamaz. Davaları uzatacağı ileri sürülerek bu hak engellenemez.
Somut olayda davalı yukarıda sayılan kutsal ve Anayasal temel haklardan bulunan savunma hakkına sahipken bunları kötüye kullanmamış, bütün duruşmalara katılmış, yasal araç ve yollardan saparak hakkını suistimal etmemiştir.
Davacı ise iki kez davayı takipsiz bırakarak dosyanın başvuruya bırakılmasına neden olmuş, bir kez de dosyaya mazeret bildirerek davanın geç sonuçlanmasına sebep olmuştur. Dava açılması Anayasal bir haktır. Ancak her hak gibi dava hakkı da sınırsız değildir. 743 sayılı Medeni Kanun’un 2. maddesinde “Herkes haklarını kullanmakta ve borçlannı ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir” ilkesi yer aldıktan sonra devamla “bir hakkın sırf gayri izrar eden suistimalini kanun himaye etmez” kuralını getirmiştir.Bir hakkın kullanılması kullanana bir yarar sağlamıyor veya sağladığı küçük yarara rağmen, karşı tarafta büyük bir zarar doğmasına neden oluyorsa, böyle bir hakkın kullanımında yasal dayanak olsa dahi kötüye kullanmanın var olduğu kabul edilir. Davayı sürüncemede bırakan davalı olmayıp davacının kendisidir. Davacının hakkını kötüye kullandığı belirgindir.
Yargı yetkisi devletin temel görevlerinden başta gelenidir. 70 milyon nüfusu olan Türkiye’de Hukuk ve Ceza yargılama görevi toplam 9660 hâkim ve savcı tarafından yürütülmektedir. İdari görevde çalışan ve tetkik hakimi görevini yapan hakimler bu sayıdan çıkarıldığında tüm yargı görevi ( Hukuk ve Ceza ) 8000 hakim ve savcı tarafından yürütülmektedir. Ticaret Mahkemeleri iş yoğunluğu nedeniyle yılda en fazla üç veya dört duruşma yapabilmektedir. Asliye Hukuk Mahkemelerinin durumu Ticaret Mahkemelerinden farklı değildir. Hukuk Mahkemelerine yılda 599.552 adet iş gelmektedir. Yargı yetkisi kısıtlı olanaklarla, fedakar hakimler tarafından yürütülmektedir. Davaların geç sonuçlandırılmasının sorumluluğunu taraflara yüklemek hakkaniyete uygun olmayacaktır.
Somut olayda davanın geç sonuçlanmasında davalının bir eylemi tespit edilemediğinden zarar ile davalının eylemi arasında uygun illiyet bağı olduğunu ileri sürmenin olanaksızlığı ortadadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20.11.2002 gün E:2002/4-913 K:2002/1009 sayılı kararında yargılamanın kendine özgü seyri karşısında davalının, davanın geç bitmesinde hukuka aykırı bir davranışı bulunmaması halinde munzam zarar davasının reddi gerekeceği sonucuna varılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ahmet A.-Türkiye ( Başvurma No:26546/95 ) davasında, davacının kamulaştırma bedelinin artırılması davasının açılmasından 7 yıl sonra kamulaştırma bedeline kavuşmasının normal olmayan gecikmeler nedeniyle başvuranın tazminat davasını haklı bulmuştur. Yine bu kararda, davacının, davadaki tutumunun da göz önünde bulundurulması gerektiği açıklanmıştır.
Somut olaya konu alacak davasında, ara kararlarının incelenmesi sonucunda davalının hukuka aykırı bir davranışının bulunmadığı dava makul süre içerisinde bitirilmediği düşünülse bile, buna davacının tutum ve davranışının neden olduğu ortadadır. Nitekim davalı yasal hakkı olduğu halde Yargıtay Ozel Dairesinin onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmamış icra yolu ile istenen bedeli hiçbir şikayet yoluna başvurmadan süresinde ödemiştir. O halde munzam zarar davasında araştırılması gereken uygun illiyet bağının bu somut olayda gerçekleşmediği ortadadır.
Yukarıda anlatılanlar, Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bu davanın bir munzam zarar davası olarak algılandığı için yazılmıştır. Aslında davacının ileri sürdüğü maddi vakıaların hukuksal nitelemesi itibariyle istemin BK.41 maddesinde yazılı davanın geç sonuçlandırılmasından kaynaklanan haksız fiile dayalı zararın giderilmesine ilişkin bir dava olarak kabul edilmesi gerekir. Taraflar arasında görülüp sonuçlanan alacak davasının çözümü, eşlerin evli kaldıkları dönemde kazandıkları taşınır ve taşınmaz mallarına ne miktar ile katılabileceklerinin tespitine ilişkindir. Burada göz önünde bulundurulması gereken husus davalının meşru araç ve yollarla, hukuka uygun davranışlarla hakkını kullanmış olup olmadığının belirlenmesinde yatmaktadır.Bu tür davalarda yargı merciileri önünde sav ve savunma hakkı yasal araç ve yollardan sapılarak hakkın arkasına kötüniyetle sığınıp ahlaka aykırı davranışlarla ve karşı tarafı zararlandırmak amacıyla kullanılmış ise davalının bu eyleminden kaynaklanan zararı, BK.41 vd.maddeleri uyarınca ödeyeceği konusunda duraksamaya yer olmadığı açıktır. Açıklanan yasal olgular ve yukarıda bütün açıklığı ile yazılan ara kararları karşısında bu davanın davalısı ve karşı davacısının hukuka aykırı bir davranışının belirlenemediği aksine iyiniyetinin belirgin olduğu tartışmasızdır. Davanın maddi olgu ve delillerinin daha çok hukuksal tartışmalara açık ve elverişli olması, dosyanın birçok kez bilirkişiye gitmesi sonucunda, Türk Yargı sistemi içersinde makul süre içinde bittiği de söylenebilir. Diğer bir anlatımla davalının davranışının doğru ve adaletli düşünen insanların ahlaki duygularına uygun davranışların sınırları içinde kaldığı görülmektedir. Burada davalının kullandığı hak soyut değil somut olaylara dayandığı için davalının davranışının bir kusur teşkil ettiği ileri sürülemez. Sonuç olarak yukarıda anılan maddi olgular karşısında alacak davasının davacısının paranın geç alınmasında davalının eyleminden çok kendisinin katkısı olduğu belirgindir. Olaya BK. 41 madde kapsamında baktığımızda da zarar ile davalının eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmadığından bu şıkta da davanın reddi gerekeceği açıktır.
Bu gerekçelerle yerel mahkemenin vardığı sonuç hukuka uygun bulundıığundan kararın onanması gerekirken Özel Daire bozma kararı aynen benimsenerek yerel mahkeme kararının bozulması doğrultusunda oluşan çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/7436
K. 2011/2728
T. 2.3.2011
İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ( Faturaya Dayalı Asıl Alacağın Borçlu Tarafından Bilinebilecek Nitelikte Olduğu/İşlemiş Faizin Borçlu Tarafından Hesaplanabileceği – Borçlu Aleyhine İcra İnkar Tazminatına Hükmedileceği )
İCRA İNKAR TAZMİNATI ( Faturaya Dayalı Asıl Alacağın Likit Olduğu/Takip Tarihine Kadar İşlemiş Faizin Borçlu Tarafından Hesaplanabileceğinden Likit Kabul Edileceği – İtiraza Uğrayan İşlemiş Faiz Alacağı Yönünden Alacaklı Lehine İcra İnkar Tazminatına Hükmedilmesi Gerektiği )
ASIL ALACAĞIN MUAYYEN OLMASI ( İtirazın İptali ve İcra İnkar Tazminatı Talebi/Faturaya Dayalı Alacağın Borçlu Tarafından Bilinebilecek Olduğu – İşlemiş Faiz Alacağı Üzerinden Alacaklı Lehine İcra İnkar Tazminatına Hükmedileceği )
İŞLEMİŞ FAİZ ( Asıl Alacağın Likit Olduğu/Takip Tarihine Kadar Borçlunun İşlemiş Faizi Hesaplayabileceğinden Faizin Muayyen Olduğu – Alacaklı Lehine İcra İnkar Tazminatına Hükmedileceği )
2004/m.67
ÖZET : Davacı vekili aleyhine girişilen takibe davalı borçlunun kısmi itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Faturaya dayalı asıl alacak borçlu tarafından bilinebilecek niteliktedir. Bu alacağın takip tarihine kadar işlemiş faizi de borçlu tarafından hesaplanabileceğinden likit kabul edilmelidir. İtiraza uğrayan işlemiş faiz alacağı üzerinden davacı alacaklı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, taraflar arasındaki ticari ilişki kapsamında faturalar içeriğindeki malların müvekkilince davalıya satılarak teslim edilmiş ise de, bedellerinin ödenmediğini, aleyhine girişilen takibe davalı borçlunun kısmi itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve %40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuş ve %40 oranında tazminatın davacıdan tahsilini istemiştir.
Mahkemece benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda itiraza konu fatura alacağının davacı yanca kanıtlanamadığı gerekçesiyle davaya konu asıl alacak bakımından reddine, davalı tarafça kabul edilen ve takipten sonra ödenen 12.677,61 TL’lik üç adet fatura ile ilgili fiili ödeme tarihi olan 2683,41 TL yönünden davanın kabulüyle bu kısım için yapılan itirazın kaldırılmasına, davacının fazlaya dair taleplerinin reddine, koşulları oluşmadığından davacının icra inkar tazminatı isteminin reddine, asıl alacağın reddedilen kısmı olan 4347 TL’nin %40’na isabet eden 1893,60 TL tazminatın davacıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
1-) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-) Faturaya dayalı asıl alacak borçlu tarafından bilinebilecek ( likit, muayyen ) niteliktedir. Bu alacağın takip tarihine kadar işlemiş faizi de borçlu tarafından hesaplanabileceğindenlikit kabul edilmelidir. Mahkemece, bu yön gözetilerek itiraza uğrayan işlemiş faiz alacağı üzerinden davacı alacaklı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle reddinde isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle hükümün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istenmesi halinde iadesine, 2.3.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/21-130
K. 2006/130
T. 5.4.2006
ASIL ALACAĞIN ÖDENMESİ ( Faiziyle Birlikte Ödenmesi Borçludan Talep Edilmiş İse Asıl Alacağın Tahsili Sırasında Faiz Konusunda Çekince Beyanı Bildirilmemiş de Olsa Faiz İsteme Hakkı Ortadan Kalkmadığı )
FAİZ İSTEMİ ( Asıl Alacak İle Birlikte Borçludan Talep Edilmiş İse Asıl Alacağın Tahsili Sırasında Faiz Konusunda Çekince Beyanı Bildirilmemiş de Olsa Faiz İsteme Hakkı Ortadan Kalkmadığı )
ÇEKİNCE BEYANI ( Asıl Alacağın Faiziyle Birlikte Ödenmesi Borçludan Talep Edilmiş İse Asıl Alacağın Tahsili Sırasında Faiz Konusunda Çekince Beyanı Bildirilmemiş de Olsa Faiz İsteme Hakkı Ortadan Kalkmadığı )
818/m.113/2
ÖZET : Bir alacağın faiziyle birlikte ödenmesi borçludan talep edilmiş ise, asıl alacağın tahsili sırasında faiz konusunda çekince beyanı bildirilmemiş de olsa, faiz isteme hakkı ortadan kalkmaz.
DAVA : Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Siirt Asliye Hukuk ( İş ) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 3.2.2005 gün ve 2002/448-2005/20 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 12.9.2005 gün ve 2005/3024-7633 sayılı ilamı ile;
( …Dava nitelikçe davacıların murisi A. V. ‘nin ölümü nedeni ile mirasçılarına bağlanan ölüm aylığının kurumun haksız işlemi nedeniyle kesilmesi sonucu 21.11.1997-21.9.2002 tarihleri arasında tahakkuk eden aylıkların geç ödenmesi nedeniyle 8.000.000.000 TL ( 8.000.00 YTL ) birikmiş faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece 6.476.40 YTL faiz alacağının hüküm altına alınmasına karar verilmiştir.
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden nızah dönem ödenmeyen maaş tutarının 20.9.2002 tarihinde gecikmeli olarak ödendiği, bu ödemeyi tahsil eden mirasçı N. V. tarafından BK’nın 113/2. maddesi uyarınca ihtirazı kayıt ileri sürülmediği anlaşıldığına göre mahkemece davanın reddi yerine kabule ilişkin hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, davacılar, ekili taralından S.S.K. Sürt İl Müdürlüğüne verilen ve 27.6.2002 tarihinde cevaplandırılan 7.5.2002 günlü dilekçede, davacılara 21.11.1997 tarihinden itibaren haksız olarak ödenmeyen maaşların yasal faizleriyle birlikte ödenmesinin istenilmiş olması karşısında, asıl alacağın bankadan tahsili sırasında işlemiş faiz yönünden ayrıca ihtirazi kayıt bildirilmesine gerek bulunmamasına göre;
Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, davalı vekilinin, hüküm altına alınan faiz miktarına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiş olduğundan, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Davalı vekilinin, hüküm altına alınan faiz miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21. Hukuk Dairesine gönderilmesine. 5.4.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/10226
K. 2011/10771
T. 14.9.2011
İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ ( Davacı Lehine Hüküm Altına Alınan Faiz Alacağının Yanı Sıra Asıl Alacak Miktarı da Gözetilmek Suretiyle Kendisini Vekille Temsil Ettiren Davacı Lehine Nisbi Vekalet Ücretine Hükmedilmesi Gerektiği)
VEKALET ÜCRETİ ( İtirazın İptali İstemi – Davacı Lehine Hüküm Altına Alınan Faiz Alacağının Yanı Sıra Asıl Alacak Miktarı da Gözetilmek Suretiyle Kendisini Vekille Temsil Ettiren Davacı Lehine Nisbi Vekalet Ücretine Hükmedilmesi Gerektiği)
ASIL ALACAĞIN ÖDENMESİ SEBEBİYLE DAVANIN KONUSUZ KALMASI ( İtirazın İptali İstemi – Davacı Lehine Hüküm Altına Alınan Faiz Alacağının Yanı Sıra Asıl Alacak Miktarı da Gözetilmek Suretiyle Kendisini Vekille Temsil Ettiren Davacı Lehine Nisbi Vekalet Ücretine Hükmedileceği)
2004/m.67
ÖZET : Dava, itirazın iptaline ilişkindir. Dava, konusu parayla ölçülebilen itirazın iptali talebine ilişkindir. Yargılama aşamasında davaya konu asıl alacağın ödenmesi sebebiyle dava konusuz kalmış ve mahkemece asıl alacak yönünden karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Bu durumda davacı lehine hüküm altına alınan faiz alacağının yanı sıra, asıl alacak miktarı da gözetilmek suretiyle kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesinde isabet görülmemiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının bozma kararına uyularak yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı A. Ö.’ün müvekkili şirketten gübre satın aldığını, ancak bedelini ödemediğini, aynı borç için ipotek veren davalılar hakkında yapılan takibe davalıların itiraz ettiğini belirterek itirazın iptalini, %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, davacının muaccel hale gelmiş bir alacağının bulunmadığını, ipotek borçlusu olmayan A. Ö. aleyhine takip yapılmayacağını, ipotek verenler aleyhine ayrı ayrı takip yapılması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece ; asıl alacak ödendiğinden bu yönden dava konusuz kalmakla bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, ihtarnamenin davalılara tebliğinden itibaren 7 günlük ödeme süresi sonunda davalıların temerrüde düştüğü, yapılan hesaplama uyarınca temerrüt tarihinden takip tarihine kadar olan süredeki faiz miktarının 446.24 TL olduğu, 290.05 TL’lik kısmından davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu, 156.19 TL ‘lik kısmından davalılar A. ve N.’in sorumlu olduğu gerekçesiyle faiz alacağı yönünden davanın kısmen kabulune, itirazın kısmen iptaline, 290.05 TL ‘nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 159.16 TL ‘nin davalılar A. ve N. ‘ den müştereken ve müteselsilen tahsiline, fazlaya dair talebin reddine, alacağın %40’ı oranında icra inkar tazminatının davalılardan tahsiliyle davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekili ve davalılar vekilinin aşağıdaki bendlerin dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-) Dava, konusu parayla ölçülebilen itirazın iptali talebine ilişkindir. Yargılama aşamasında davaya konu asıl alacağın ödenmesi sebebiyle dava konusuz kalmış ve mahkemece asıl alacak yönünden karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Bu durumda davacı lehine hüküm altına alınan faiz alacağının yanı sıra, asıl alacak miktarı da gözetilmek suretiyle kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesinde isabet görülmemiştir.
3-) Davacı yan davalıların icra takibine itirazlarının iptalini istemiştir. Mahkemece asıl alacak ödenmekle bu yönden dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına, faize dair davanın kısmen kabulüne, itirazın kısmen iptaline, 290.05 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 159.16 TL’nin davalılar A. ve N.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Dava itirazın iptali davası olup mahkemece hem itirazın iptali hem de alacağın tahsili biçiminde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin ve davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2) numaralı bentte açıklanan sebeplerle hükmün temyiz eden davacı yararına, ( 3) numaralı bentte açıklanan sebeplerle hükmün temyiz eden davalılar yararına BOZULMASINA, peşin harçların istenmesi halinde iadesine, 14.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/5361
K. 2011/7569
T. 7.6.2011
MENFİ TESPİT DAVASI ( Davacının Borçlu Olmadığı İddiası – Davalının Yargılama Sırasında Asıl Alacağın Miktarını Belirtmiş Olması/Bu Miktarın Mahkemece Gözetilmesi Gerektiği )
ASIL ALACAK ( Davalının Yargılama Sırasında Asıl Alacağın Miktarını Belirtmiş Olması/Bu Miktarın Mahkemece Gözetilmesi Gerektiği – Menfi Tespit Davası )
ALACAKLININ YARGILAMA SIRASINDAKİ BEYANI ( Asıl Alacağın Miktarını Belirtmiş Olması/Bu Miktarın Mahkemece Gözetilmesi Gerektiği – Menfi Tespit Davası/Davanın Tamamen Reddedilemeyeceği )
2004/m.67
1086/m.92
ÖZET : Davalı alacaklı, yargılama sırasında cevap dilekçesinde, asıl alacağın 14.550.-TL. olduğunu bildirmiştir.Bu durumda davalının bu beyanı gözetilerek asıl alacak yönünden kısmen kabul, kısmen red kararı verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükümün davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı asil . ile vekili ve davalı vekili gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan asil ve avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin 2005 yılı Haziran ayında davalı alacaklıdan belgeye bağlamadan 15.000.-TL. borç para aldığını, 2 ay sonra ödemeyi kararlaştırdıklarını, bu borca karşılık 15.8.2005 tarihli 4.000.-TL.lik, 20.8.2005 tarihli 4.661.-TL.Iik müşteri çekleri vererek bunların tahsil edildiğini, ayrıca müvekkilinin abisinin 4.500.-TL.yi elden ödediğini ileri sürerek, 15.000.-TL. üzerinden yapılan takipten dolayı borçlu olmadığının tespitine, toplamda 1.839.-TL. borçlu olduğuna ve % 40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının müvekkilinden borç para aldığını kabul ettiğini, ödeme iddialarının kabul edilemeyeceğini, 1.6.2005 tarihli protokole göre davacı borcunun 19.050.-TL. olup, bu borcun sadece 4.500.-TL.sinin ödendiğini, bu ödeme dışında ödeme de olmadığını, zuhulen 15.000.-TL. olarak yapılan takibin 14.550.-TL. olarak düzeltildiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece dosya kapsamı, bilirkişi raporu, Adli Tıp Kurumu Raporu ve davacının teklifi üzerine davalının yeminini eda etmesi karşısında davanın reddine, takip durmadığından davalının tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
1- )Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- )Davalı alacaklı, davaya konu icra takibinde 15.000.-TL. asıl alacak ve 7.703.01.-TL. işlemiş faiz olmak üzere toplam 22.703.01.-TL.nin tahsilini istemiş olup, davacı talep edilen bu miktardan borcunun ancak 1.839.-TL. kaldığını, bakiyesinden borçlu olmadığını bildirerek iş bu davayı açmıştır. Davalı alacaklı, yargılama sırasında 28.4.2008 havale tarihli cevap dilekçesinde, asıl alacağın 14.550.-TL. olduğunu bildirmiştir.
Bu durumda davalının bu beyanı gözetilerek asıl alacak yönünden kısmen kabul, kısmen red kararı verilmesi gerekirken, davanın tümden reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 )numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin öteki temyiz itirazlarının reddine, ( 2 )numaralı bentte açıklanan sebeplerle hükümün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 825.00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin harcın istenmesi halinde iadesine, 7.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/4986
K. 2011/6437
T. 19.7.2011
İŞ KAZASI SONUCU MALULİYETTEN DOĞAN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Davacının Asıl Alacak İçin Açtığı Davada Faiz İsteminde Bulunmaması – Asıl Borç Ödenene Kadar Faiz İçin Ayrı Bir Dava Açılabileceği)
ASIL ALACAK İÇİN AÇILAN DAVADA FAİZ İSTEMİNDE BULUNULMAMASI ( Asıl Borç Ödenene Kadar Faiz İçin Ayrı Bir Dava Açılmasının Mümkün Olduğu – Asıl Alacak İçin Açılan Dava Kesinleştiğinden Faiz Talebi Hakkında Ayrı Bir Dava Açılması Gereği)
1086/m. 75, 179
ÖZET : Davacının asıl alacak için açtığı davada faiz isteminde bulunmadığı durumlarda asıl borç ödenene kadar sonradan faiz için ayrı bir dava açmasının mümkündür.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Bülent Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, temyiz edenin sıfatına ve temyizin kapsamına göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
Dava 11.2.2000 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 65,00 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen 24.12.2008 tarihli kararın davacı ile davalılardan R. Y. tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizce tarafların sair temyiz itirazları reddolunarak, maddi tazminatın hesaplanmasına esas alınacak ücretin belirlenmesine yönelik olarak bozulmuştur.
Yerel mahkemece Dairemiz bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama sırasında, davacı, davalılardan G… Metal San. Tic. Ltd. Şti.’ne yönelik davasını atiye bıraktığını açıklamış ve hüküm altına alınacak maddi ve manevi tazminatlara olay tarihinden itibaren faiz işletilmesi istemiyle ek dava açmıştır. Faiz istemine ilişkin ek davada birleştirme kararı verilerek yapılan yargılama sonunda, davalılardan G… Metal San. Tic. Ltd. Şti.’ne yönelik davanın atiye bırakılması sebebiyle karar verilmesine yer olmadığına, davacının maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne manevi tazminat istemi ile ilgili hüküm kesinleştiğinden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının asıl alacak için açtığı davada faiz isteminde bulunmadığı durumlarda asıl borç ödenene kadar sonradan faiz için ayrı bir dava açmasının mümkün bulunduğu Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarındandır. Somut olayda da davacının manevi tazminat istemine ilişkin kurulan hüküm bozma dışı kalarak kesinleşmiştir. Bu durumda faiz istemi ile ilgili olarak ayrı bir dava açılması gerekir. Nitekim davacıda Kocaeli 1. İş Mahkemesi’nin birleşen davası ile faiz isteminde bulunduğu görülmektedir. Ne var ki Faiz istemi ile sonradan açılan davada dava dilekçesinde istemin konusunu oluşturan faiz miktarının belirtilmediği ve bunun karşılığı olan harcın yatırılmadığı görülmektedir. Mahkemece H.U.M.K.nun 179/3 ve 75/2 maddeleri gereğince davacıya dava dilekçesinin konusunu oluşturan faiz alacağının miktarı açıklatılarak buna göre harcı tamamlattıktan sonra manevi tazminata yönelik faiz istemi hakkında bir karar verilmek gerekirken, manevi tazminatla ilgili faiz istemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş bulunması isabetsiz olmuştur.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacı vekilinin bu yönleri temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 19.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/817
K. 2011/458
T. 1.2.2011
İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA FAİZ ( Davacı Alacaklı Yanca Takip Talepnamesinde İşlemiş Faizin Reeskont Faizi Oranı Esas Alınarak Hesaplandığı – Talebe Aykırı ve Talebi Aşar Şekilde Faiz Hesaplanamayacağı )
İCRA İNKAR TAZMİNATININ ASIL ALACAK ÜZERİNDEN HESAPLANACAĞI ( Kabulüne Karar Verilen Asıl Alacak Üzerinden Hükmedilmesi Gerekirken Asıl Alacağa İşlemiş Faiz Tutarı da Eklenerek Toplamı Üzerinden Tahsiline Karar Verilemeyeceği )
ASIL ALACAK ÜZERİNDEN İCRA İNKAR TAZMİNATI ( İtirazın İptali Davası – Kabulüne Karar Verilen Asıl Alacak Üzerinden Hükmedileceği )
1086/m.74
2004/m.67
ÖZET : Dava, itirazın iptaline ilişkindir. Talebi aşar şekilde işlemiş faiz hesabı avans faizi üzerinden hesaplanması ve takip tarihinden itibaren asıl alacağa yürütülmesi gereken faiz oranı da yine avans faizi olarak belirlenmesi hukuka aykırıdır. Kabulüne karar verilen asıl alacak üzerinden icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, asıl alacağa işlemiş faiz tutarı da eklenerek toplamı üzerinden tahsiline karar verilmesi de doğru olmamıştır.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozma ya uyularak verilen hükümün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemiyle başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali, takibin devamı ve % 40 icra inkar tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece kısmen kabule dair verilen karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1- )Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- )Dava, İ.İ.K.nın 67. maddesi uyarınca açılan itirazın iptali davası niteliğindedir. Davacı alacaklı yanca başlatılan icra takibinde 7.742,00.-TL asıl alacak ve 2.972,93.-TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 10.714,93.-TL’nin tahsili istenmiş, takip talepnamesinde işlemiş faizin 10.9.2006 tarihinden itibaren ve % 27 reeskont faizi oranı esas alınarak hesaplandığı işaret olunmuştur. Mahkemece verilen kararda ise H.U.M.K.nın 74. maddesine aykırı olarak ve talebi aşar şekilde işlemiş faiz hesabı avans faizi üzerinden hesaplandığı gibi takip tarihinden itibaren asıl alacağa yürütülmesi gereken faiz oranı da yine avans faizi olarak belirlenmiştir.
Bunun dışında Daire’mizin yerleşik uygulamalarına göre kabulüne karar verilen asıl alacak üzerinden icra inkar tazminatına hükmedilmek gerekirken asıl alacağa işlemiş faiz tutarı da eklenerek toplamı üzerinden icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesi de doğru olmamıştır.
Mahkemece yapılacak iş; kabulüne karar verilen asıl alacağa 27.2.2007 temerrüt tarihinden takip tarihine kadar % 27 oranını aşmamak üzere değişen oranlarda reeskont faizi esas alınarak işlemiş faiz hesabı yaptırılıp bulunacak miktarın hüküm altına alınması, keza kabul edilen asıl alacağa takip tarihinden itibaren yine % 27 oranını geçmemek üzere değişen oranlarda reeskont faizi uygulanmasına karar verilmesi ve hükmedilecek icra inkar tazminatının sadece asıl alacak üzerinden hesaplanmasından ibarettir.
Değinilen hususlar nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca hükümün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, fazla alınan temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davalıya iadesine, 01.02.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/17-474
K. 2006/460
T. 21.6.2006
TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN TAZMİNAT ( Davalı Sigorta Şirketince Takip ve Dava Tarihinden Sonra Ödenmiş Olan Miktarın İnfazda Nazara Alınmasında İsabetsizlik Olmadığı – İtirazın İptali )
İTİRAZIN İPTALİ ( Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat – Davalı Sigorta Şirketince Takip ve Dava Tarihinden Sonra Ödenmiş Olan Miktarın İnfazda Nazara Alınmasında İsabetsizlik Olmadığı )
TAKİP VE DAVADAN SONRA SİGORTA ŞİRKETİNCE ÖDENEN MİKTAR ( Asıl Alacak ve İşlemiş Faiz İçin Takibin Devamı ve Sözkonusu Miktarın İnfazda Nazara Alınmasında İsabetsizlik Olmadığı – Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat )
ASIL ALACAK VE FAİZ / MAHSUP ( Asıl Alacak ve İşlemiş Faiz İçin Takibin Devamı ve Davalı Sigorta Şirketince Takip ve Dava Tarihinden Sonra Ödenmiş Olan Miktarın İnfazda Nazara Alınmasında İsabetsizlik Olmadığı – İtirazın İptali )
818/m.41,84
2004/m.67
2918/m. 90
ÖZET : Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminattan doğan itirazın iptali istemidir. Bilirkişi raporunda, icra takip tarihine kadar hesaplanan asıl alacak ve işlemiş faiz toplamından, davalı Sigorta Şirketince yapılan hatalı ödemenin mahsubu sonucu nihai alacak miktarı belirlenmiş ise de; Mahkemece bilirkişi raporundaki tespit nazara alınmadan, takip tarihi itibariyle asıl alacak ve işlemiş faizi için takibin devamına ve davalı Sigorta Şirketince takip ve dava tarihinden sonra ödenmiş olan miktarın infazda nazara alınmasına hükmedilmiştir. Hal böyle olunca, tarafların gerçek borçlarına ilişkin isabetli değerlendirmeye dayalı olarak Yerel Mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygun olup, onanmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.12.2004 gün ve 261-564 sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı Belediye vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 22.3.2005 gün ve 3888-2672 sayılı ilamıyla;
( … Davacı vekili, müvekkiline ait 06 MSF 42 plakalı aracına, davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına ait 06 MPR 59 plakalı aracın çarptığını, 5.460.943.981 TL tazminat için yürüttükleri icra takibine davalıların itiraz ettiklerini belirterek, davalıların itirazlarının iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Belediye vekili, müvekkilinin kusursuz, takibe konu alacağın belirsiz ve fahiş olduğunu, temerrüde düşülmedikleri belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Sigorta vekili, takip tarihinden önceki faiz ile mali mesuliyet sigorta poliçesi teminat kapsamı dışında kalan gelir mahrumiyeti ile değer kaybı zararı hariç olmak üzere zarar miktarı olarak 3.280.000.000 TL’nin 13.9.2004 tarihinde ödendiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller, benimsenen bilirkişi raporu gereğince davanın kısmen kabulü ile Ankara 5.İcra Müdürlüğünün 2004/688 takip sayılı dosyasına davalıların yapmış oldukları itirazın kısmen iptaline, davalı Belediye yönünden takibin 2.590.044.503 TL asıl alacak ile 544.988.531 TL işlemiş faiz için devamına, takip tarihinden itibaren asıl alacağa değişen oranlarda yasal faiz uygulamasına, davalı sigorta yönünden takibin 2.590.044.503 TL asıl alacak için devamına, bu miktara takip tarihinden itibaren değişen oranlarda yasal faiz uygulanmasına, takipten sonra davalı sigortanın 13.9.2004 tarihinde ödemiş olduğu 3.280.000.000 TL’nin infazda nazara alınmasına karar verilmiş; hüküm davacı ve davalı Belediye vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkin itirazın iptali davasıdır.
1- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 2- Davalı Belediye’nin temyizine gelince;
Mahkemece toplanan ve doğru olarak değerlendirilen delillere ve yukarıda yazılı nedenlere göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine,
Ancak, hükme esas 21.12.2004 tarihli bilirkişi raporunda davalı sigorta tarafından yapılan ödeme miktarı 3.280.000.000 TL olduğu halde 2.590.044.593 TL kabul edilerek ödeme tarihi itibariyle 781.330.002 TL nihai alacak kaldığı belirtilmiştir. Anılan rapora göre sigorta ödemesi mahsup edildiğinde davalı Belediye’nin 91.374.595 TL faiz borcu kaldığı, davalı sigorta şirketinin ise borcunun kalmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahsuptan sonra tarafların gerçek borçlarının üzerinde davanın kısmen kabulü isabetli görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminatın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalılardan Ankara Büyükşehir Belediyesine ait aracın, müvekkiline ait araçla çarpışması nedeniyle meydana gelen kaza sonucu, araçta meydana gelen hasar nedeniyle toplam 5.460.943.981 TL alacağın tahsili için davalılar aleyhine giriştikleri ilamsız icra takibine, davalıların haksız yere itiraz ettiklerini ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, olayda müvekkiline atfedilen kusur oranını kabul etmediklerini, ayrıca davacı tarafça talep edilen alacağın da haksız ve fahiş olduğunu savunmuş; davalı Şeker Sigorta AŞ vekili ise, takip tarihinden önceki faiz ve zorunlu mali mesuliyet sigorta poliçesi teminat kapsamı dışındaki kalemler hariç davacının talep etmiş olduğu zarar miktarının 13.09.2004 tarihinde icra dosyasına yatırıldığını cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin, “davalı sigorta Şirketi, yargılama aşamasında icra dosyasına 3.280.000.000.TL ödemede bulunmuş ise de, asıl alacak miktarının 5.2.2004 icra takip tarihi itibariyle Mahkemece 2.590.044.503.-TL hesaplandığı, dolayısıyla takip ve dava tarihinden sonra Sigorta Şirketince yapılan ödemenin nazara alınmadığı” gerekçesiyle “davanın kısmen kabulü ile, davalıların icra takibine vaki itirazlarının kısmen iptaline; davalı Belediye yönünden takibin 2.590.044.503.-TL asıl alacak ile 544.988.531.TL. işlemiş faizi için devamına, takip tarihinden itibaren asıl alacağa değişen oranlarda yasal faiz uygulanmasına; davalı Sigorta Şirketi yönünden takibin 2.590.044.503.-TL asıl alacak için devamına, bu miktara takip tarihiden itibaren değişen oranlarda yasal faiz uygulanmasına; takipten sonra davalı Sigorta Şirketince yapılan 3.280.000.000.-TL ödemenin infazda nazara alınmasına” dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, “bilirkişi raporunun aksine, davalı Sigorta Şirketinin ödediği 3.280.000.000 TL’nin infazda nazara alınması gerektiğine hükmedildiği; bozma ilamının kabulünün ise, takip ve ödeme tarihleri arasındaki faiz kaybının göz önüne alınmaması sonucunu doğuracağı” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Gerçekten, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında, uyuşmazlık konusu olmayan, davalının kusur oranı ve 2.590.044.593 TL asıl alacağın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi raporundaki unsurlar Mahkemece hükme esas alınmış ise de; bu aşamadan sonra, uyuşmazlığı oluşturan, davalı Sigorta Şirketinin takip ve dava tarihinden sonra yaptığı ödemenin miktarı ve mahsubu yönünden, bilirkişi raporunun hükme esas alınmadığı açıktır.
Bir başka ifadeyle; bilirkişi raporunda, icra takip tarihine kadar hesaplanan 2.590.044.503 TL asıl alacak ve işlemiş faiz toplamından, davalı Sigorta Şirketince yapılan ödeme hatalı olarak 2.590.044.593 TL kabul edilmek suretiyle, bu miktarın mahsubu sonucu nihai alacak miktarı 781.330.002 TL belirlenmiş ise de; Mahkemece bilirkişi raporundaki tespit nazara alınmadan, takip tarihi itibariyle 2.590.044.503 TL asıl alacak ve 544.988.531 TL işlemiş faizi için takibin devamına ve davalı Sigorta Şirketince takip ve dava tarihinden sonra ödenmiş olan 3.280.000.000 TL’nin infazda nazara alınmasına hükmedilmiştir.
Hal böyle olunca, tarafların gerçek borçlarına ilişkin isabetli değerlendirme ve tesbite dayalı olarak Yerel Mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanmalıdır.
SONUÇ : Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 21.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.