Edimlerin Aynen İfası Hakkında Yargıtay Kararları
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/9094
K. 2004/847
T. 29.1.2004
• TAZMİNAT DAVASI ( Davalının Haksız Yere Sözleşmeye Aykırı Davrandığı Sonucuna Varıldığı Taktirde Davacının Davalının Sözleşme Gereğince Edimlerinin Aynen Yerine Getirmesine Karar Verilmesini İsteminin Değerlendirilmesi Zorunlu Olduğu )
• AYNEN İFA TALEBİ ( Davalının Haksız Yere Sözleşmeye Aykırı Davrandığı Sonucuna Varıldığı Taktirde Talebin Değerlendirilmesi Gereği )
• MÜSPET ZARAR ( Belirli Bir Döneme İlişkin Müspet Zarara Hükmedildiği Halde Bu Yöndeki Diğer İsteğin Reddine Karar Verilmesi Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu )
818/m.264
ÖZET :Davacı dava dilekçesinde açıkça davalının sözleşme gereğince edimlerinin aynen yerine getirmesine karar verilmesini istemiştir. Taraflar arasındaki sözleşme 5 yıl süreli olup, davacının böyle bir talepte bulunmasına hukuken engel bulunmamaktadır. Mahkemece, yapılacak inceleme sonucunda, davalının haksız yere sözleşmeye aykırı davrandığı sonucuna varıldığı taktirde bu talebinde değerlendirilmesi zorunludur. Mahkeme, belirli bir döneme ilişkin müspet zarara hükmedildiği halde bu yöndeki diğer isteğin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı, taraflar arasında düzenlenen 8.11.1999 tarihli sözleşme uyarınca davalı taşınmazına baz istasyonu montajı yaparak iki yıllık kira bedelinin peşin ödendiğini, ancak, davalının elektrik enerjisini keserek sistemin çalışmasını engellediğini ileri sürerek davalının sözleşmeden doğan edimlerini aynen yerine getirmesine, istasyonun çalışmadığı günler gelir kaybına ilişkin olarak 10.000.000.000 TL. ile yine bu döneme ilişkin 873.000.000 TL.nın faizi ile tahsilini istemiştir.
Davalı davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davalının BK.nun 264. maddesine aykırı olarak sözleşmeyi feshettiğini bildirdiği ve tesisin elektriğini kesmek suretiyle müdahalede bulunduğu, bu durumda, hesap edilen gelir kaybından ve bu döneme ilişkin kira bedelinden sorumlu olduğu, ancak aynen ifanın bu davada uygulama olanağı bulunmadığı gerekçesi ile, davanın kısmen kabulüne 10.650.000.000 TL.nın faizi ile tahsiline ilişkin verilen karar taraflarca temyiz edilmiştir.
1- Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi, davacı, davalının sözleşme hükümlerine aykırı davrandığını, kira sözleşmesine uygun olarak tesis edilen baz istasyonunun elektriğinin, kesildiğini ileri sürerek, sözleşmedeki edimlere aynen uyulmasına, bu nedenle uğranılan maddi zarara hükmedilmesini istemiş, davalı ise davaya cevap vermemiştir. Davalı davaya cevap vermemekle davanın reddini istediği kabul olunarak buna göre yargılamanın sürdürüleceği açıktır. MK.nun 6. maddesi hükmü gereğince de kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını bir başka anlatım ile iddiasını ispat ile yükümlüdür. Davacı, davalıya gönderdiği 8.5.2001 tarihli ihtarında; baz istasyonunun sistemini çalıştıran elektrik enerjisine haksız müdahalede bulunulmamasını istemiş davalı ise, 23.5.2001 tarihli ihtarında baz istasyonunun yaymış olduğu radyo ve elektrik dalgalarının sağlığa zararlı olduğu için sözleşmeyi tek taraflı feshettiğini açıklamıştır. Davacı gerek dava dilekçesinde gerekse delil olarak bu olgulara dayandığına göre, davalının sözleşmeyi haksız feshettiğini ve böyle bir fesih nedeninin haklı olmadığını kanıtlamalıdır. Çünkü, davalı sözleşmeyi fesih nedenini açıklamış olup, yargılama sırasında cevap vermemiş olması sonuca etkili değildir. Oysa mahkemece bu yön üzerinde durulmamıştır.
Öte yandan mahkemece hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda, baz istasyonunun 5.5.2001 tarihinden beri çalıştırılamadığı kabul edilerek bu tarihten sonrası için kazanç kaybı hesaplandığına ve mahkemece de bu miktar hüküm altına alındığına göre, bu tarihten sonraya isabet eden ve peşin ödenen kira bedelinin geri istenmesi mümkün değildir.
Bu durumda mahkemece, davalı taşınmazına tesis edilen baz istasyonunun çevre sağlığına zarar veren boyutlarda etki yapıp yapmadığı hususunda davacıdan ve gerektiğinde davalıdan delilleri sorularak elde edilecek sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2- Davacı tarafın temyiz itirazlarına gelince, davacı, sözleşmeyi ayakta tutmak suretiyle müspet zararını talep ettiği gibi, dava dilekçesinde açıkça davalının sözleşme gereğince edimlerinin aynen yerine getirmesine karar verilmesini istemiştir. Taraflar arasındaki sözleşme 5 yıl süreli olup, davacının böyle bir talepte bulunmasına hukuken engel bulunmamaktadır. Mahkemece, yukarıda ilk bentte açıklanan ilkeler çerçevesinde yapılacak inceleme sonucunda, davalının haksız yere sözleşmeye aykırı davrandığı sonucuna varıldığı taktirde bu talebinde değerlendirilmesi zorunludur. Mahkeme, belirli bir döneme ilişkin müspet zarara hükmedildiği halde bu yöndeki diğer isteğin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davalı, ( 2 ) nolu bentte yazılı nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 29.1.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/21507
K. 2010/3703
T. 18.2.2010
• AYIPLI OTOMOBİL ( Aynen İfanın Mümkün Olmaması – Aracın Değerinin Ticaret Odası’ndan Sorularak Belirlenmesi Gerektiği/Doğrudan Bilirkişi Marifeti İle Değer Tespiti Yapılamayacağı )
• AYNEN İFANIN MÜMKÜN OLMAMASI ( Ayıplı Otomobil – Doğrudan Bilirkişi Marifeti İle Değer Tespiti Yapılamayacağı/Aracın Değerinin Ticaret Odası’ndan Sorularak Belirlenmesi Gerektiği )
• DEĞER TESPİTİ ( Aynen İfası Mümkün Olmayan Ayıplı Otomobil – Ticaret Odası’ndan Sorularak Belirlenmesi Gerektiği/Doğrudan Bilirkişi Marifeti İle Değer Tespiti Yapılamayacağı )
2004/m. 24/4-5
ÖZET : Takip konusu ilam gereğince ayıplı otonun misli ile aynen değiştirilmesi mümkün değilse, Ticaret Odası’ndan aracın değeri sorularak değer tespiti yapılmalıdır. Doğrudan bilirkişi marifeti ile değer tespiti yapılması doğru değildir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İİK’in 24. maddesi taşınır teslime ilişkin olup 24/4. madde hükmü taşınırın borçlu yedinde olmaması halini düzenlenmektedir. Buna göre taşınır borçlu yedinde bulunması ve taşınır malın değeri ilamda yazılı değilse veya çekişmeli ise icra müdürü tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre takdir olunur. İİK’in 24/5. madde hükmü ise hükmolunan taşınırın değeri, borsa veya ticaret odalarından, olmayan yerlerde icra müdürü tarafından seçilecek bilirkişiden sorulup alınacak cevaba göre tayin edilir.
Somut olayda takibe konu ilamın hüküm bölümünde “ayıplı otonun ayıpsız misli ile değiştirilmesi aynen ifa mümkün değil ise İİK’in 24. maddesine göre işlem yapılması öngörülmüştür.”
Borçlu vekili 23.10.2008 tarihli dilekçe ile ilama konu olan aracın ellerinde bulunmadığını ve İİK’in 24. maddesinin uygulanarak aracın değerinin tespitini istediğine göre İcra Müdürünce aynen ifa mümkün olmadığından İİK’in 24/5. madde hükmü uyarınca Ticaret Odası’ndan aracın değerinin sorularak belirlenmesi gerekirken doğrudan bilirkişi marifeti ile değer tespiti yapılması doğru değildir.
O halde Mahkemece şikayetin kabulü ile İcra Müdürlüğü’nün İİK’in 24/5 hükmüne aykırı işleminin iptaline ve anılan madde hükmü doğrultusunda işlem yapılmasına karar verilmesi yerine bilirkişi incelemesi yaptırılarak yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 18.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/3049
K. 2010/5174
T. 28.4.2010
• KAYIT KABUL DAVASI ( Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesinin Geçerli Olduğu ve Davacıya 3. Kişi Konumundaki Kooperatif Kanalıyla Kat İrtifaklı Arsa Tapusunun Verildiği ve Yüklenici Konumundaki Müflisin Eseri Tamamlamadığı ve İflasla Tamamlama İmkanının da Ortadan Kalktığı )
• TAŞINMAZ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ ( Geçerli Olduğu ve Davacıya 3. Kişi Konumundaki Kooperatif Kanalıyla Kat İrtifaklı Arsa Tapusunun Verildiği ve Yüklenici Konumundaki Müflisin Eseri Tamamlamadığı ve İflasla Tamamlama İmkanının da Ortadan Kalktığı )
• AYNEN İFA ( Mümkün Olmaması Karşısında Davacının Arsa ve İmalat Bedellerinin Mahsubuyla Bakiye Miktarı Talep Edebileceği Gerekçesiyle Bu Miktarın Masaya Kaydına Karar Verilmesinin İsabetli Olduğu – Kayıt Kabul Davası )
818/m.22,355
ÖZET : Taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin geçerli olduğu, davacıya üçüncü kişi konumundaki kooperatif kanalıyla kat irtifaklı arsa tapusunun verildiği, yüklenici konumundaki müflisin eseri tamamlamadığı ve iflasla tamamlama imkanının da ortadan kalktığı, aynen ifanın mümkün olmaması karşısında davacının arsa ve imalat bedellerinin mahsubuyla bakiye …TL.’yi talep edebileceği gerekçesiyle bu miktarın masaya kaydına karar verilmesi isabetlidir.
DAVA : Taraflar arasındaki kayıt-kabul davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili müvekkili ile davalı arasında yapılan taşınmaz satış vaadi sözleşmesi kapsamında 78.200,-TL ödendiğini, ancak davalının edimini henüz ifa etmeden iflasının açıldığını ileri sürerek ödenen bedelin iflas masasına kaydına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı iflas idaresi vekili davacıya kat irtifaklı arsa tapusunun verildiğini, ödediği paranın iadesini isteyen davacının fesih hakkını kullandığının kabulü gerekeceğini ve bu durumda da arsanın iade edilmesi ya da rayiç değeri üzerinden iadesinin gerekeceğini bildirmiştir.
Mahkemece yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve alınan bilirkişi raporuna göre taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin geçerli olduğu, davacıya üçüncü kişi konumundaki kooperatif kanalıyla kat irtifaklı arsa tapusunun verildiği, yüklenici konumundaki müflisin eseri tamamlamadığı ve iflasla tamamlama imkanının da ortadan kalktığı, aynen ifanın mümkün olmaması karşısında davacının arsa ve imalat bedellerinin mahsubuyla bakiye 56.989,58 TL.’yi talep edebileceği gerekçesiyle bu miktarın masaya kaydına karar verilmiş; hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
SONUÇ : Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle davacıya tapusu verilen kat irtifaklı arsa değeri ile üzerine yapılan imalat tutarının davacı alacağından temin edilmesinde, davacının masaya kayıt ve dava dilekçesinde faiz talebinin olmadığının gözetilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, taraf vekillerinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükümün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenlerden davacıdan alınmasına, 28.4.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/11030
K. 2011/4426
T. 5.4.2011
• HUSUMET ( Alacak Davası – Davalının Aracın İmalatçısı veya Satıcısı Olup Olmadığı Yönünde Yeterince Durulup Davalıya Husumet Yöneltilip Yöneltilmeyeceğinin Karar Yerinde Tartışılmadan Aleyhinde Hüküm Tesisinin Doğru Görülmediği )
• ALACAK DAVASI ( Davalının Aracın İmalatçısı veya Satıcısı Olup Olmadığı Yönünde Yeterince Durulup Davalıya Husumet Yöneltilip Yöneltilmeyeceğinin Karar Yerinde Tartışılmadan Aleyhinde Hüküm Tesis Edilemeyeceği )
• ARACIN YENİSİ İLE DEĞİŞTİRİLMESİ YA DA BEDELİNİN TALEBİ ( Davacının Satın Aldığı Araçtan İstediği Verimi Elde Edemediği – Davalının Aracın İmalatçısı veya Satıcısı Olup Olmadığının Tespit Edileceği )
• AYNEN İFA KURALI ( Ödenen Paranın Satıcı Davalıda Aracın Alıcı Davacıda Olduğu ve Aynen İfa Kuralı Gereğince Aracın Davalıya Teslim Edilmediği Gözetilmeden Karar Verilmesinin İsabetli Olmadığı )
1086/m.38
ÖZET : Davacı, araçta, kullanılmaya başlanılmasından kısa bir süre sonra arızalar oluştuğunu, arızalar için yetkili servis ile diğer davalıya aracın götürüldüğünü, istediği verimi alamadığı ve yararlanma imkanının olmadığını belirterek, aracın yenisi ile değiştirilmesi, bu talebin mümkün olmaması halinde bedelin faiziyle ödenmesini talep etmiştir. Davacı anılan davalının servis hizmeti verdiğini bildirmiştir. Davalının aracın imalatçısı veya satıcısı olup olmadığı yönünde yeterince durulup davalıya husumet yöneltilip yöneltilmeyeceğinin tartışılmadan aleyhinde hüküm tesisi doğru görülmemiştir. Ödenen paranın satıcı davalıda, aracın alıcı davacıda olduğu, aynen ifa kuralı gereğince aracın davalıya teslim edilmediği gözetilmeden karar verilmesi isabetli değildir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükümün davalılardan A…A.Ş. vekilince duruşmalı, diğer davalı vekilince de duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalılardan D..A.Ş. vekili gelmiş, diğer davalı ve davacı taraftan kimse gelmemiş olduğundan onların yokluğunda duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten ve temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan D…A.Ş. ‘den 8.6.2005 tarihinde 2005 model Transporter satın aldığını, sözkonusu araçta kullanılmaya başlanılmasından kısa bir süre sonra arızalar oluştuğunu, arızalar için V… yetkili servisi diğer davalı A…A.Ş. ‘ye aracın götürüldüğünü, son olarak komple şanzımanın değiştirildiğini, müvekkilinin istediği verimi alamadığı ve yararlanma imkanının olmadığını belirterek, aracın yenisi ile değiştirilmesi, bu talebin mümkün olmaması halinde aracın değerinin alım-satım tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle müvekkiline ödenmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı D…A.Ş. vekili, görev yetki itirazında bulunarak araç bedelinin iadesi için teknik ve yasal şartların oluşmadığını bildirerek davanın reddi gerektiğini, savunmuştur Davalı A…A.Ş. vekili, davanın reddi beyanında bulunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre davalı D… A.Ş. vekilinin yetki itirazında yetkili mahkemeyi doğru göstermemiş olduğu gerekçesi ile yetki itirazının reddine, benimsenen bilirkişi raporuna göre araçta meydana gelen arızaların gizli ayıp niteliğinde olduğu ve davacının süresi içerisinde davalı tarafa başvurduğu, aracın misli ile değiştirilmesi mümkün olmadığından araç bedelinin iadesi gerektiği, ne var ki, bu miktardan faydalanma bedeli olan 4.960.00.-TL’nin düşülmesi ile kalan miktar yönünden davanın kısmen kabulüyle 37.014.00.-TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, davaya konu edilen aracın her türlü takyidattan arınmış halde davalılara iadesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, hüküm davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
1- ) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- ) Davalı A…A.Ş. ‘nin temyizi yönünden: davacı dava dilekçesinde anılan davalının servis hizmeti verdiğini bildirmiştir. Bu iddia karşısında davalı A… A.Ş. ‘nin aracın imalatçısı veya satıcısı olup olmadığı yönünde yeterince durulup davalıya husumet yöneltilip yöneltilmeyeceğinin karar yerinde tartışılmadan aleyhinde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
3- ) Davalı D…A.Ş. vekilinin mahkemenin davacı yanın faiz talebinin kabulüne yönelik temyiz itirazlarına gelince:
Ödenen paranın satıcı davalıda, aracın alıcı davacıda olduğu, aynen ifa kuralı gereğince aracın davalıya teslim edilmediği gözetilmeden yazılı olduğu şekilde karar verilmesi isabetli değildir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, hükümün ( 2 ) sayılı bentte açıklanan sebeplerle davalı A…A.Ş. yararına, ( 3 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davalı D…A.Ş. yararına BOZULMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davalı D…A.Ş. yararına takdir edilen 825.00.-TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak, davalı D… A.Ş. ‘ye verilmesine, peşin harçların istenmesi halinde iadesine, 5.4.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/22579
K. 2008/728
T. 21.1.2008
• AYIPLI ÜRÜNÜN İADESİ ( Ayıpsız Yeni Ürünün Verilmesi İçerikli İlama Dayalı Olarak Alacaklının Kendiliğinden Bir Bedel Belirleyerek Yaptığı İcra Takibinin İlama Aykırılık Oluşturduğu )
• İLAMA AYKIRI İCRA TAKİBİ ( Ayıplı Ürünün İadesi Ayıpsız Yeni Ürünün Verilmesi İçerikli İlama Dayalı Olarak Alacaklının Kendiliğinden Bir Bedel Belirleyerek Yaptığı İcra Takibinin İlama Aykırılık Oluşturduğu )
• AYNEN İFA ( Alacaklının İlama Uygun Olarak Aynen İfayı Talep Etmesi Aynen İfa Mümkün Olmazsa İİK’nun 24. Maddesi Uyarınca İşlem Yapılmasını İstemesi Gerektiği – Kendiliğinden Bir Bedel Belirleyerek Talep Etmesi İlama Aykırılık Oluşturduğu )
2004/m.24, 58
ÖZET : Takibe dayanak ilamda, “ayıplı ürünün iadesine, aynen ifa mümkün olmazsa İİK’nun 24. maddesine göre işlem yapılmasına” karar verilmiştir. Bu durumda alacaklının, ilama uygun olarak aynen ifayı talep etmesi, aynen ifa mümkün olmazsa İİK’nun 24. maddesi uyarınca işlem yapılmasını istemesi gerekir. Kendiliğinden bir bedel belirleyerek talep etmesi ilama aykırılık oluşturur.
Taleple bağlı kalınmaksızın ilama aykırı bölümün iptaline karar verilmesi gerekir.
DAVA : Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklının İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi’nden aldığı 16.03.2007 tarihli ilamın hüküm bölümünde “davanın kabulü ile dava konusu ayıplı ürünün davacıya iadesine, aynı nitelikteki ayıpsız yeni ürünün davacıya verilmesinin aynen ifa mümkün olmazsa İİK’nun 24. maddesine göre işlem yapılmasına” karar verildiği görülmüştür.
İİK’nun 24/4. maddesi “yerinde bulunmazsa ilamda yazılı değerin alınacağı, vermezse ayrıca icra emrine hacet kalmaksızın haciz yolu ile tahsil olunacağına, taşınır malın değeri ilamda yazılı olmadığı veya ihtilaflı bulunduğu takdirde icra müdürü tarafından haczin yapıldığı tarihteki değere göre takdir olunacağı” hüküm altına almıştır.
Bu durumda, yapılması gereken iş; ilama uygun olarak alacaklının takip talepnamesinde ” … aynen ifayı” talep etmesi, bunun yanında “aynen ifanın mümkün olmaması halinde icra müdürlüğünce 24. maddeye uygun olarak işlem yapılmasını” istemekten ibaretken ilama aykırı olarak, kendiliğinden, bir bedel tespit ederek İİK’ nun 58/3. maddesine de aykırı biçimde takipte ( 28.000 Euro )’nun tahsilini talep etmesine ve 24. madde uygulaması sonucunda tespit edilecek bedelin ödenmesi için borçluya tebliğ edilecek olan muhtıranın tebliğ tarihinden itibaren faiz istenebileceği de göz ardı edilerek yukarıda açıklanan bu bedele yıllık % 12 faiz istenmesi de doğru değildir.
Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda şikayetin kabulüyle ilama aykırılığın kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle taleple bağlı kalınmaksızın takibin bu yöne ilişkin bölümünün iptaline karar vermek gerekirken yazılı biçimde reddine karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 21.01.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/14-244
K. 2010/260
T. 12.5.2010
• AYNEN İFANIN REDDİ İLE MÜSPET ZARARIN ( KAR KAYBI ) TAZMİNİ ( Fazla Ödenen Kira Parasının Tahsili – Davacının Fesih Nedeni İle Sağladığı Bir Hak ve Yine Bu Süre İçersinde Başka İşten Sağlayacağı veya Kasten Sağlamaktan Kaçındığı Kazancının Olmayacağı )
• FAZLA ÖDENEN KİRA PARASININ TAHSİLİ ( Aynen İfanın Reddi İle Müspet Zararın ( Kar Kaybı ) Tazmini – Davacının Fesih Nedeni İle Sağladığı Bir Hak ve Yine Bu Süre İçersinde Başka İşten Sağlayacağı veya Kasten Sağlamaktan Kaçındığı Kazancının Olmayacağı )
• KAR MAHRUMİYETİNDEN KESİNTİ YAPILMASINA GEREK OLMAMASI ( Davacının İş Yerini Kullanmadığı Dönemde Elde Edeceği Kar Mahrumiyeti Hesaplanırken İşletme İçin Gerekli Giderlerin Ayrıntısı Bilirkişi Raporunda Gösterildiğinden ve Kar Mahrumiyetinin Bu Giderler Düşülerek Hesaplanması Nedeniyle )
818/m.325
ÖZET : Asıl dava, kira sözleşmesinin haksız feshinden kaynaklanan aynen ifanın reddi ile müspet zararın ( kar kaybı ) tazmini ve fazla ödenen kira parasının tahsiline; birleşen dava ise, kiralanandan zorla tahliye sırasında meydana gelen zararların tutarının tahsili istemine ilişkindir. Davacının işi market işletmeciliği olduğuna göre, bu 7 aylık sürede sadece 7 ay için şehir içersinde veya başka bir yerde ( otel hariç ) market açıp işletmesi, işin doğasına ve tabiatına aykırı olup, hakimin genel bilgisi ile dahi değerlendireceği bir husus olduğundan, davacının fesih nedeni ile sağladığı bir hak ve yine bu süre içersinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazancının olmayacağı anlaşılmaktadır.
Ayrıca kar mahrumiyetinden kesinti yapılmasına gerek olmadığı kabul edilerek, davacının iş yerini kullanmadığı dönemde elde edeceği kar mahrumiyeti hesaplanırken, işletme için gerekli giderlerin ayrıntısı bilirkişi raporunda gösterildiğinden ve kar mahrumiyetinin bu giderler düşülerek hesaplandığı anlaşıldığından, bu yönlere dayanan direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın onanması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “Tazminat-Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 1.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.11.2008 gün ve 60-631 Sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 12.5.2009 gün ve 2009/3404-6006 Sayılı ilamı ile;
( … Dava, 1.11.2004 ve 31.12.2005 tarihlerini kapsayan kira sözleşmesinin haksız feshi sebebiyle kar kaybı ( müspet zarar ) ve fazla ödenen kira parasının tahsili istemleriyle açılmıştır.
Birleşen dava ise kiralanandan zorla tahliye sırasında meydana gelen zararların tutarı 5.025,80 YTL’nin tahsilini istenmiştir.
Davalı kiralayan, fesihte kusurlarının olmadığını esasen fazladan tahsil ettikleri kira parasını otel kasasında davacıya ödenmek üzere hazır bulundurduklarını, bu durumu davacıya 31.3.2005 tarihli ihtarla duyurduklarını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüyle 54.450,00 YTL mahrum kalınan kar kaybı ile 65.778,63 YTL ödenmiş olan kira bedelinden ibaret toplam 120.228,63 YTL’nin dava tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faizi ile davalıdan tahsiline, birleşen davada ise 2.252,50 YTL haksız fiile dayalı zararın haksız fiil tarihi olan 1.4.2005 tarihinden itibaren avans faizi ile davalıdan alınmasına karar verilmiştir.
Hükmü, davalı temyiz etmiştir.
Görülüyor ki; davadaki istemin dayanağı sözleşmenin kusurlu feshi sebebiyle yoksun kalınan kar kaybı alacağı ve fesihten ötürü fazla ödenen kira parasının istirdadı istemleri ile haksız fiilden kaynaklanan zarar kalemlerine ilişkindir.
Müspet zarar ( positive ve interesse ) alacaklının gereği gibi ve vaktinde olan ifaya taalluk eden menfaatine tekabül eder. Yani borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne vaziyette bulunacak idi ise bu vaziyet ile mamelekin hala hazır vaziyeti arasındaki farktır. Diğer bir ifadeyle müspet zarar aktin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesinden doğan zarardır. Müspet zarar, kusursuz olan tarafın temerrüde düşen taraftan sözleşme yürürlükte kaldığı sürece isteyebileceği bir tazminat türüdür. Sözleşmeden kusurlu olarak dönen taraftan istenebilir. Yeter ki sözleşmeden dönülmemiş olsun, dönülmüş ise dönen taraf kendisi olmasın ve kusursuz bulunsun.
Kar kaybı ise kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kar kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kar kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.
Müspet zarar ve kar kaybı zararı kavramlarına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Taraflar arasında düzenlenen 1.11.2004-31.12.2005 dönemini kapsayan kira sözleşmesinin süresi bitmeden davalı tarafından 31.3.2005 tarihinde feshedildiği tartışmasızdır. Davalı feshe sebep olarak otelde yapılan bazı anket sonuçlarına dayanmış ise de, anket sonuçları otel müşterilerinin tamamının düşüncesini yansıtmayan sübjektif değerlendirmelere ilişkin olduğundan fesihte kusurludur. Dolayısıyla sözleşmeden dönmeyen kiracı kusurlu fesih sebebiyle kiralayan davalıdan kar kaybı zararı adı altında bir miktar paranın kendisine ödenmesini isteyebilecektir. Ancak; iki taraflı sözleşmelerin karşı tarafça haksız feshedildiği hallerde Borçlar Kanununun 106. ve 108. maddeleri hükümleri gereğince kar kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen Borçlar Kanununun 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması gerekir. Bu yönteme göre kar kaybı ise sözleşme ifa ile bitse idi zarar görenin elde etmesi muhtemel bütün gelirlerden yapması gereken bilcümle zorunlu harcama kalemleri ile sözleşme süresinden evvel feshedildiğinden süresinden evvel fesih sebebiyle sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarları toplamı indirilerek bulunur. Elde edilecek fark miktara da net kar denilir. Bu yönteme uygun kar kaybı zararı hesaplanırken davacının davalıya ödemesi gereken kira paraları da elbette davacının yapması zorunlu giderler içindedir. Somut uyuşmazlıkta; kira parası peşin ödenmiş, davacı kar kaybı zararı dışında sözleşmenin feshinden ifa süresi sonuna kadar geçen dönem kira parasının istirdadını da istemiş, mahkemece bu istek de hüküm altına alınmıştır. Kira dönemi içerisinde kar elde edebilmek için kira parası ödenmesi de zorunlu olduğundan davacının ayrıca iş yerini çalıştıramamasından dolayı peşin ödediği kira parasının istirdadına olanak yoktur. Davadaki bu istek kaleminin açıklanan sebeple reddi gerekir.
Diğer taraftan, yukarda sözü edildiği üzere sözleşme 31.3.2005 tarihinde feshedildiğinden bu tarihten kira sözleşmesinin sona ereceği 31.12.2005 tarihine kadar geçecek dönemde davacının fesih sebebiyle sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya sağlamaktan kasten kaçındığı değerlerin de davacının kar mahrumiyeti zararından düşülmesi gerekir. Bu hususa 26.3.2008 tarihli ek bilirkişi raporunda değinildiği halde mahkemece gözden kaçırılmıştır.
Bu açıklamaların sonucuna göre mahkemece yapılması gereken iş; bilirkişilerden ek rapor alınarak davacının kar mahrumiyeti zararını belirtilen doğrultuda hesaplamak, varsa bu zarar ile haksız fiilden kaynaklanan zararına hükmetmek, fazla ödenen kira parasına ilişkin davacı talebini de reddetmek olmalıdır.
Karar açıklanan bütün bu sebeplerle bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Asıl dava, kira sözleşmesinin haksız feshinden kaynaklanan aynen ifanın reddi ile müspet zararın ( kar kaybı ) tazmini ve fazla ödenen kira parasının tahsiline; birleşen dava ise, kiralanandan zorla tahliye sırasında meydana gelen zararların tutarı olan 5.025,80 YTL’nin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı kiracı, mülkiyeti davalı şirkete ait otel bünyesindeki marketi 23.10.2003 tarihli kira sözleşmesine bağlı olarak 1.11.2003-31.10.2004 tarihleri arasında kiracı sıfatı ile işlettiğini, kira süresinin sonunda kiralayanın memnuniyetini yazılı olarak bildirdiğini, bu çerçevede 1.11.2004- 31.10.2005 tarihlerini kapsayan dönem içinde kira sözleşmesinin yenilendiğini, bu yeni dönem için belirlenen 58.500 Euro kira bedelini de ödediğini, yeni turizm sezonuna ilişkin hazırlıklarını tamamladığını, ancak ortada hiçbir geçerli sebep yok iken kiralayan davalının 31.3.2005 tarihinde keşide ettiği ihtarname ile sözleşmeyi feshettiğini ve 9.4.2005 tarihinde otel yöneticilerinin markette bulunan işçiyi etkisiz hale getirerek eşyaları boşaltarak market dışına çıkardıklarını, müvekkili şirketin 110 bin YTL kira bedeli ödediği bu işletmeyi, davalının haksız fiili sebebi ile işletemediği için en az 250 bin YTL gelirden mahrum kaldığını, davalının B.K.nun 249. maddesindeki yükümlülüğünü yerine getirmediğinden temerrüde düştüğünü, bu sebeple B.K.nun 106. maddesi gereğince aynen ifanın reddi ile müspet zararlarının tazminini talep ettiklerini, ifadeyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 180.000 YTL’nin 1.5.2004 tarihinden itibaren ticari faizi ile tahsilini istemiştir.
Davalı kiralayan, fesihte kusurlarının olmadığını esasen fazladan tahsil ettikleri kira parasını otel kasasında davacıya ödenmek üzere hazır bulundurduklarını, bu durumu davacıya 31.3.2005 tarihli ihtarla duyurduklarını beyanla, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüyle 54.450,00 YTL mahrum kalınan kar kaybı ve 65.778,63 YTL ödenmiş olan kira bedelinden ibaret toplam 120.228,63 YTL’nin dava tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faizi ile davalıdan tahsiline, birleşen davada ise 2.252,50 YTL haksız fiile dayalı zararın haksız fiil tarihi olan 1.4.2005 tarihinden itibaren avans faizi ile davalıdan alınmasına karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarda başlık bölümünde açıklanan sebeplerle karar bozulmuştur.
Yerel mahkemece, Yargıtay bozma ilamında da belirtildiği üzere, davalı kiralayanın davacı kiracıyı iş yerinden tahliye etmesinin haksız olduğu, bu halde, davacı kiracının B.K.nun 106. maddesinde belirtilen seçimlik haklarının mevcut bulunduğu; eğer davalı kiralayan kira süresi sonuna kadar edimini ifa etmiş olsa idi, kiracının bu kira bedelini ödemesi zorunlu olacağından, bu durumda kira bedelinin istirdat etmesine olanak bulunmadığı, dolayısı ile davacının kira parasının istirdadını talep ettiğini kabul etmenin mümkün olmadığı açıklandıktan sonra; mahkemelerince, kira parasının istirdadına karar verilmediği, bunun davacının müspet zararının içersinde yer alması nedeni ile bu tazminatın içinde hesaplandığı; mahkemelerince verilen ilk kararda her ne kadar kira bedeli olarak geçmiş ise de, gerçekte somut ve ayrıca ispatı gerekmeyen bir kalem olması nedeni ile davacının kira parası olarak ödediği tutarın müspet zarar olduğu; bunun bir kiranın iadesi olmayıp, müspet zarar tazminatı içinde değerlendirilmesi gerektiği kabul edilerek sonuca varıldığı; davacının fesih nedeni ile sağladığı bir hak ve yine bu süre içersinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazancının olmayacağının anlaşıldığı, bu sebeple B.K.nun 325. maddesi uyarınca ayrıca kar mahrumiyetinden kesinti yapılmasına gerek olmadığının kabul edildiği; zaten, davacının iş yerine kullanmadığı dönemde elde edeceği kar mahrumiyeti hesaplanırken işletme için gerekli giderlerin ayrıntısının bilirkişi raporunda gösterilmiş ve kar mahrumiyeti bu giderler düşülerek hesaplanmış olduğu açıklanarak önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Davacı kiracı ile davalı kiralayan arasında birinci kira dönemini takip eden ve 1.11.2004- 31.12.2005 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan, otelin market bölümüne ilişkin bir kira sözleşmesi yapıldığı ve kira bedeli olan 58.500 Euro’nun kiracı tarafından peşin olarak ödendiği; davalı- kiralayan tarafından davacının kiralayıp işlettiği marketin 1.4.2005 tarihinde eşyalarının boşaltılmak sureti ile kira sözleşmesinin haksız olarak feshedildiği konusunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; davacının iş yerini kullanmadığı dönemde elde edeceği kardan mahrumiyeti hesaplanırken, işletme için gerekli giderlerin bilirkişi raporunda gösterilerek, kar mahrumiyetinin bu giderler düşülerek hesaplanıp hesaplanmadığı; buna göre, davacının kar mahrumiyeti zararının bozmada belirtilen şekilde hesaplanarak, varsa bu zarar ile haksız fiilden kaynaklanan zarara hükmedilmesi ve fazla ödenen kira parasına ilişkin davacı talebinin de reddedilmesinin gerekip gerekmediği; noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, müspet ve menfi zarar kavramları ile kar kaybı tazminatına ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Alacaklının, borçludan istemeye yetkili olduğu, borçlunun da yerine getirmekle yükümlü bulunduğu bir tek edimi yani bir tek alacak veya borcu ihtiva eden hukuki ilişkiye borç veya dar anlamda borç ilişkisi denir. Borç, bir sözleşme ilişkisinden yüklenilen edimlerle sınırlı değildir, bu edimlerin yerine getirilmemesinden veya sözleşme dışı haksız eylemden doğan tazminat alacağı da borç kavramı içindedir.
Borçlar Yasasının 96. maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi sebebiyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır: kuşkusuz kar mahrumiyetini de içine alır.
Borcun yerine getirilmesinin kusurla olanaksız hale gelmesinde, temerrüde düşen borçludan, gecikmiş ifa ile birlikte gecikme dolayısıyla tazminat istenmesinde yahut borçlunun temerrüdü halinde ifadan vazgeçilip, ifa yerine tazminat istenmesinde ve sözleşmenin olumlu biçimde ihlalinde, müspet zararın giderimi söz konusu olur. ( Prof. Dr. H. Tandoğan Türk Mesuliyet Hukuku 1961 s. 426 vd. ).
Borçlar Kanununun 106. maddesi, sözleşmelerde borçlunun temerrüdü sonucu borç yerine getirilmemişse alacaklıya üç yetki tanımıştır. Alacaklı her zaman için ifa gecikme tazminatı isteğinde bulunabilir; derhal ifadan vazgeçip müspet zararının tazminini isteyebilir veya ifadan vazgeçip akdi fesheder ve menfi zararını isteyebilir.
Müspet zarar, alacaklının ifadan vazgeçerek zararının tazminini istemesi halinde söz konusu olur: sözleşme ortadan kalkmamaktadır, yalnız alacaklının ifaya ilişkin talep hakkının yerini müspet zararının tazminine dair talep hakkı alır. Burada sözleşmenin feshedilmesinden değil borcun ifa edilmemesinden doğan zararın söz konusu olduğu gözardı edilmemelidir.
Menfi zarar ise, uyulacağı ve yerine getirileceğine inanılan bir sözleşmenin hüküm ifade etmemesi ve yerine getirilmemesi yüzünden güvenin boşa çıkması dolayısıyla uğranılan zarardır. Başka bir anlatımla sözleşme yapılmasaydı uğranılmayacak olan zarardır. Menfi zarar borçlunun sözleşmeye aykırı hareket etmesi yüzünden sözleşme hüküm ifade etmemesi dolayısıyla ortaya çıkar ( Tandoğan, age., s. 427 ). Bu husus Borçlar Kanununun 108. maddesindeki düzenlemeden kaynaklanmıştır: burada alacaklının sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan zararının tazmini söz konusudur. Çünkü sözleşme fesih edilerek hükümsüz olduktan sonra tekrar sözleşmeye dayanarak borcun ifa edilmemesinden doğan zarardan söz edilemez; istenilecek zarar menfi zarardır.
Menfi zarar kavramına şunların gireceği kabul edilmektedir ( Tandoğan, age., s. 427-428 ): Sözleşmenin yapılmasına ilişkin giderler: Harçlar, posta giderleri, noter ücreti gibi; Sözleşmenin yerine getirilmesi ve karşılık edanın kabulü için yapılan masraflar; Sözleşmenin yerine getirilmesi dolayısıyla uğranılan zarar: gönderilen şeyin yolda kaybolması gibi; sözleşmenin geçerliğine inanılarak başka bir sözleşme fırsatının kaçırılması dolayısıyla uğranılan zarar; hükümsüz sayılan sözleşmeyle satın alınan şey, örneğin o zaman başkasından 100 liraya alınabilirken şimdi 120 liraya alınabilmesi; başka bir sözleşmenin yerine getirilmemesi dolayısıyla uğranılan zarar; dava masrafları.
Bu tür bir zarar ayrımı, sözleşme sorumluluğunda söz konusu olmaktadır. Genel olarak menfi zarar: sözleşmenin kurulmamasından veya geçerli olmamasından; müspet zarar ise, ifa edilmemesinden doğan zararı ifade eder ( Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, s.482 ).
Kar kaybı ise kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kar kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kar kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.
Somut olayda, taraflar arasında düzenlenen 1.11.2004-31.12.2005 dönemini kapsayan kira sözleşmesinin, süresi bitmeden davalı tarafından 31.3.2005 tarihinde, sübjektif bazı değerlendirmelerle kusurlu olarak feshedildiği belirgindir. Bu durumda, sözleşmeden dönmeyen kiracı, kusurlu fesih sebebiyle kiralayan davalıdan kar kaybı zararının kendisine ödenmesini isteyebilir.
İki taraflı sözleşmelerin karşı tarafça haksız feshedildiği hallerde Borçlar Kanununun 106. ve 108. maddeleri hükümleri gereğince kar kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen Borçlar Kanununun 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması gerekir. Bu yönteme göre hesaplanan kar kaybı; sözleşme ifa ile bitseydi zarar görenin elde etmesi muhtemel bütün gelirlerden, yapması gereken tüm zorunlu harcamalar ile sözleşme süresinden önce feshedildiğinden, sözleşmenin süresinden önce feshi sebebiyle sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarlarının toplamı indirilerek bulunur. Bu şekilde elde edilecek fark miktara ise net kar denilir. Bu yönteme uygun kar kaybı zararı hesaplanırken davacının davalıya ödemesi gereken kira paraları da davacının yapması zorunlu giderler arasında bulunmaktadır.
Buna karşılık, dosya kapsamına göre; kira bedeli davacı kiracı tarafından davalı kiralayana peşin olarak ödendiğinden, bu bedelin davacıya geri ödenmesi gerekir. Şöyle ki, davacı kiracının B.K.nun 106. maddesinde belirtilen seçimlik hakları mevcuttur. Nitekim davacı, bu seçimlik haklarından aynen ifanın reddi ile müspet zararını talep etmiştir. Davacı dilekçelerinde peşin olarak ödemiş olduğu kira bedelinin iadesini de talep etmişse de, gerçekte bu talebinin peşin olarak ödemiş olduğu kiranın geri verilmesi olmayıp, bu kira tutarının da müspet zarar içerisinde olması nedeni ile müspet zarar hesaplanırken nazara alınması talebini içerdiği anlaşılmaktadır.
Özel Dairenin bozma ilamında da belirtildiği gibi, kiralayanın normal şekilde edimini ifa etmiş olması durumunda, davacı kiracının kira süresi sonuna kadar bu kira bedelini ödemesi zorunlu olacağından, kira bedelini istirdat etmesi mümkün olmamakla; davacının kira parasının istirdadını talep ettiği kabul edilemez.
Yerel mahkemece kira parasının istirdadına karar verilmiş olmayıp, bu zarar davacının müspet zararı içersinde yer alması nedeni ile tazminatın içinde hesaplanmıştır.
26.3.2008 tarihli ek bilirkişi raporunda da ayrıntılı hesabı gösterildiği üzere, davacının haksız fesih nedeni ile iş yerini kullanamadığı dönemde yapabileceği ciro toplamı 197.000,00 TL olarak gösterilmiştir. Bu cironun içersinde satılacak malın maliyeti, personel gideri, vergiler, elektrik, telefon, su ve diğer giderler düşüldükten sonra kalan bakiye kar 124.879,00 TL dir. O halde, davacı kira parası ödememiş olsaydı, bu miktar kar elde edebileceği anlaşılmaktadır.
Ancak, davacı kira ödemekle yükümlü olduğundan ve bu döneme tekabül eden 65.778,63 TL kira parasını davalıya peşin ödediğinden, ödediği bu kira tutarı kadar karı eksik olmaktadır. Bir başka ifadeyle, karının 65.778,63 TL’si peşin ödediği bu kiraya sayıldığından, net karı bu kira bedeli düşüldükten sonra ve yukarıdaki hesaplama gerekçesi uyarınca 54.450,00 TL olarak hesaplanmıştır.
Ayrıca, davacı haksız fesih nedeni ile müspet zararlarını talep ettiğinden, ödemiş olduğu kira tutarı da bu zararlarındandır. Zira, davalı edimlerini sözleşme süresince eksiksiz yerine getirseydi, davacı kiracının kiraya konu market işletmeciliği sebebiyle ödemiş olduğu kiraya tekabül eden bedeli de kazanmış olacaktı.
Eğer, davacının bu bedeli isteyemeyeceği kabul edilirse, davacı kira parasını peşin ödediği halde marketi işletemediğinden, bu kira parasına tekabül eden rakamın geri kazanmasına imkan bulunmamaktadır.
Davacının kira parasını ödeyecek olması, bu kira bedelinin marketteki genel ciro neticesinde kendisine dönmeyeceği anlamına gelmemektedir. Ancak doğaldır ki, bu bir kar kaybı değildir. Zira genel ciro içersindeki bu kazanç kira bedeline gideceği için davacının cebine girmeyecek, ama neticede davacının genel cirosu içersinde davacıya geri dönecektir. Yani davacı, kira parasını karından ödemiş olacaktı. Halbuki, iş yerinin sözleşmeye aykırı şekilde tahliye edilmesi nedeni ile ödemiş olduğu kira parasını karşılayacak şekilde kazanç elde etme olanağından mahrum kalmıştır. Dolayısı ile bu zararın da bir müspet zarar olduğu belirgindir.
Davacı B.K.nun 106’daki seçimlik bu hakkını kullanmayıp akdin haksız feshi nedeni ile sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre, taşınmazı kullanmadığı döneme ilişkin kira bedelinin geri istemiş olsa idi, bu döneme tekabül eden 65.778,63 TL’yi geri alabilecekti. Esasen davalı da bu bedeli ödemeye hazır olduğunu gerek davadan önceki ihtarnamesinde gerekse dava sırasında beyan etmiştir.
Bu nedenledir ki, yerel mahkemece; her ne kadar kira bedeli olarak istenilmiş ise de, gerçekte somut ve ayrıca ispatı gerekmeyen bir kalem olması nedeni ile davacının kira parası olarak ödediği tutarın müspet zarar olduğu ve bunun bir kiranın iadesi olmayıp, müspet zarar tazminatı içinde değerlendirilmesi gerektiği kabul edilerek sonuca varılmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Kar mahrumiyeti hesaplanırken B.K.nun 325. maddesi kıyasen uygulanması yönünden ise, davalının gerek bilirkişi raporlarına beyanlarında, gerekse temyiz dilekçesinde davacının fesih nedeni ile sağladığı, yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içersinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarları ile ilgili bir talebi ve itirazı olmamıştır.
Yani, davacının tazminatından bu şekilde bir indirim yapılmasını gerektirir bir beyanı ve delili dosyaya sunulmamıştır. Kaldı ki, davaya konu iş, otelde market işletmeciliği olup; 1.7.2008 tarihli ek bilirkişi raporunda açıkça belirtildiği üzere, bu tür iş yerleri turizm sezonunun bittiği Kasım ayından itibaren turizm sezonunun başladığı Nisan ayından önceki zamanlarda kiralanmaktadır.Taraflar arasındaki kira sözleşmesi turizm sezonunun başladığı 1.4.2005 tarihinde davalı şirket tarafından feshedilmiştir. Bu tarihten sonraki aynı nitelikteki bir iş yeri en erken 2005 yılı turizm sezonunun bittiği Kasım ayında kiralanabilecektir. Fesih tarihi itibarı ile turizm sezonu başlamış olup, aynı nitelikteki bir işyerinin kiralama ihtimali bulunmamaktadır. Öyle ki, davacının fesih tarihinden itibaren en erken 7 ay sonra benzer bir iş yerini kiralama şansı bulunmaktadır. Davacının işi market işletmeciliği olduğuna göre, bu 7 aylık sürede sadece 7 ay için şehir içersinde veya başka bir yerde ( otel hariç ) market açıp işletmesi, işin doğasına ve tabiatına aykırı olup, hakimin genel bilgisi ile dahi değerlendireceği bir husus olduğundan, davacının fesih nedeni ile sağladığı bir hak ve yine bu süre içersinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazancının olmayacağı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, B.K.nun 325. maddesi uyarınca ayrıca kar mahrumiyetinden kesinti yapılmasına gerek olmadığı kabul edilerek, davacının iş yerini kullanmadığı dönemde elde edeceği kar mahrumiyeti hesaplanırken, işletme için gerekli giderlerin ayrıntısı bilirkişi raporunda gösterildiğinden ve kar mahrumiyetinin bu giderler düşülerek hesaplandığı anlaşıldığından, bu yönlere dayanan direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın onanması gerekir.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarda açıklanan sebeplerle ONANMASINA aşağıda dökümü yazılı ( 5.621,65 TL ) harcın temyiz edenden alınmasına, 12.5.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/18559
K. 2008/22119
T. 16.12.2008
• AYIPLI OTO ( Ayıpsız Misli İle Değiştirilmesi ve Bu Şekilde Aynen İfa Mümkün Değilse Aracın Değeri Ticaret Odasından Sorularak İşlem Yapılması Gerektiği )
• AYNEN İFA ( Takip Dayanağı İlam Gereğince Ayıplı Otonun Ayıpsız Misli İle Değiştirilmesi ve Bu Şekilde Aynen İfa Mümkün Değilse Aracın Değeri Ticaret Odasından Sorularak İşlem Yapılması Gerektiği )
• BEDELİN TAHSİLİ ( Takip Dayanağı İlam Gereğince Ayıplı Otonun Ayıpsız Misli İle Değiştirilmesi ve Bu Şekilde Aynen İfa Mümkün Değilse Aracın Değeri Ticaret Odasından Sorularak İşlem Yapılması Gerektiği )
2004/m.24
ÖZET : Takip dayanağı ilam gereğince ayıplı otonun ayıpsız misli ile değiştirilmesi ve bu şekilde aynen ifa mümkün değilse; aracın değeri Ticaret Odasından sorularak işlem yapılmalıdır.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu isle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İİK’nun 24. maddesi taşınır teslimine ilişkin olup 24/4. madde hükmü taşınırın borçlu yedinde olmaması halini düzenlemektedir. Buna göre taşınır borçlu yedinde bulunması ve tapınır malın değeri ilamda yazılı değilse veya çekişmeli ise icra müdürü tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre takdir olunur. İİK’nun 24/5. madde hükmü ise hükmolunan taşınırın değeri, borsa veya ticaret odalarından, olmayan yerlerde icra müdürü tarafından seçilecek bilirkişiden sorulup alınacak cevaba göre tayin edilir.
Somut olayda takibe konu ilamın hüküm bölümünde “ayıplı otonun ayıpsız misli ile değiştirilmesi aynen ifa mümkün değil ise İİK’nun 24. maddesine göre işlem yapılması” öngörülmüştür.
Borçlu vekili 07.06.2007 tarihli dilekçe ile ilama konu aracın ellerinde bulunmadığını ve İİK’nun 24. maddesinin uygulanarak aracın değerinin tespitini istediğine göre icra müdürünce aynen ifa mümkün olmadığından İİK’nun 24/5. madde hükmü uyarınca Ticaret Odasından aracın değerinin sorularak belirlenmesi gerekirken doğrudan bilirkişi marifeti ile değer tespiti yapılması doğru değildir.
O halde Mahkemece şikayetin kabulü ile icra müdürlüğünün İİK’nun 24/5. madde hükmüne aykırı işleminin iptaline ve anılan madde hükmü doğrultusunda işlem yapılmasına karar verilmesi yerine bilirkişi incelemesi yaptırılarak yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK. ‘un 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 16.12.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/11146
K. 2011/15450
T. 14.12.2011
• TAPU İPTALİ VE TESCİL İLE TAZMİNAT DAVASI (Davacının Yüklenici Şirketten Satın Almış Olduğu Bağımsız Bölümün Tapu Ferağ İşlemlerinin Yapılmaması – Davacının Kira Alacağı ve Manevi Tazminat Talebi/Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağının Uygulaması)
• HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI YASAĞI (Bazı İstisnai ve Özel Durumlarda Geçersiz Bir Sözleşme Bulunsa Dahi MK’nın 2. M. Gereğince Geçerli Bir Sözleşmenin Varlığının Kabul Edilebileceği – MK 2.M. Adaletin Sağlanmasında Daha Uygun Düşeceği)
• SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİK ŞARTLARINA UYULMAMASI (Davacının Yapması Gerekli Tüm Edimlerini İfa Etmiş Olduğu/Daha Sonra Karşı Tarafından İfa Talebinde Bulunduğu – Eldeki Davada Sözleşmenin Geçersizliği İddasının Hakkın Kötüye Kullanılması Sayılacağı)
• SÖLEŞMENİN GEÇERSİZLİĞİ İDDİASININ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI SAYILDIĞI DURUM (Davacı Alacaklının Tüm Edimlerini Yerine Getirdiği – Sözleşmeyi İfadan Kaçınan Borçlunun Sözleşmenin Geçersizliği İddiasının Hakkın Kötüye Kullanımı Sayılacağı)
• İKİ TARAFA BORÇ YÜKLEYEN SÖZLEŞME (Sözleşmenin Geçersizliği İddiasının Hakkın Kötüye Kullanılması Sayıldığından Taraflar Arasındaki Sözleşme de 818 S.K. 106.M Belirtilen Seçimlik Hakların Davacı Tarafından Kullanılabilmesinin Olanaklı Olduğu)
• AYNEN İFA VE GECİKMEDEN DOLAYI TAZMİNAT TALEBİ (İki Tarafa Borç Yükleyen Sözleşme – Davacının Seçimlik Haklarını Kullanabileceği/Yerel Mahkemece Sözleşmenin Geçersizliğinden Bahisle Davacının Tüm Taleplerinin Reddinin Hatalı Olduğu)
• ALACAKLININ SEÇİMLİK HAKLARI (Davacının Aynen İfa ve Gecikmeden Dolayı Tazminat Talebinin Mahkemece Dikkate Alınacağı)
4721/m. 2
818/m. 81,106,108
ÖZET : Davacı, yüklenici şirketin yapmakta olduğu ve davacının satın aldığı bağımsız bölümün tapu ferağ işlemlerinin yapılmaması nedeniyle tapu kaydının iptali ve adına tescili ile kira alacağı ve manevi tazminat talep etmiştir. Kanunun öngördüğü şekil bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlenmiş olduğu durumlarda buna uyulmadan yapılan sözleşmeler hukuki sonuç doğurmaz ancak MK’daki hakkın kötüye kullanılamaması yasağı gereği hakim özel ve istisnai bazı hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağı sağlamaktadır. Bu kuralla, kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine bir istisna getirilmiştir. Davacının ifa etmesi gereken bütün ödemeleri yaptıktan sonra karşı taraftan ifa talebinde bulunmasına karşın sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek yerine getirmeyen davalının tutumu açıkça hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırıdır. Dolayısıyla, davalının sözleşmenin geçersizliği savunmasını kabul etmek mümkün değildir. Kendi borcunun ifa eden veya ifaya hazır olduğunu bildiren diğer taraf alacaklı, edimini yerine getirmeyen taraf ise borçludur. Kısaca davacı alacaklı, davalı ise borçludur. Dayanılan sözleşmesinin iki tarafa borç yükleyen sözleşme olması özelliğinden dolayı borçlunun temerrüdü halinde B.K.nun m. 102’ye değil, B.K. m. 106-108’e bakmak gerekir. Davacı alacaklının üç ayrı seçimlik hakkı bulunmaktadır. Sözleşme, davacı tarafından feshedilmemiş ve borçlu da temerrüde düşmüş olduğundan alacaklı olan davacının seçimlik haklarından “aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteme” hakkını kullanması hukuka uygundur. Mahkemece, sözleşmenin geçersizliğinden bahisle davacının tüm taleplerin reddi doğru değildir.
DAVA : Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 22.6.2009 gününde verilen dilekçeyle tapu iptali ve tescil tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 23.3.2011 tarihli hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 13.12.2011 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı şirketin yapmakta olduğu Jetkent-3 sitesindeki A5 Blok 105 numaralı bağımsız bölümü 30.9.1997 tarihinde satın aldığını, uzun bir süre geçmesine rağmen davalının tapuda ferağ işlemini yerine getirmediğini belirterek bağımsız bölüme ait tapu kaydının iptal ve adına tescilini, inşaatın tamamlanarak iskan (oturma) ruhsatı alınmış şekilde teslim edilmesinin davalıya ihtarını, yapının teslim tarihi olan 30.6.2001 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş kira alacağı 17.850,00 TL’nin, davanın devamı süresinde işleyecek aylık 275,00 TL kira kaybı alacağının davalıdan tahsiline, taşınmazın deprem yönetmeliğine uygunluğunun tespitine, 25.000,00 TL manevi tazminatın da davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah suretiyle kira tazminatı tutarını 20.837,33 TL’ye arttırmıştır.
Davalı, tüketici mahkemesinin görevli olmadığını zamanaşımı süresinin geçtiğini, taraflar arasında adi yazılı sözleşme bulunduğunu, edimlerini hukuki ve fiili imkansızlık sebebiyle yerine getiremediğini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, yapı tamamlanmadığından tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tescil istemi reddedildiğinden kira alacağı taleplerinin reddine, taşınmazdaki değer kaybı ve taşınmazın deprem yönetmeliğine uygunluğunun tespitinin olanaklı bulunmadığına, manevi tazminat isteminin de şartları oluşmadığından reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
Davada, adi yazılı şekilde düzenlenen 30.9.1997 tarihli sözleşmeye dayanılmıştır. Bu sözleşmede, tapuda kayıtlı bir taşınmazda inşaat yapımından sonra bağımsız bölümünün mülkiyetinin davacıya aktarılacağı yazılıdır. Ayrıca, sözleşmede inşaatın teslim tarihi 30.6.2001 olarak kararlaştırılmıştır.
Gerçekten, B.K.nun 11. maddesinin 2 nci fıkrasına göre kanunun öngördüğü bir şeklin kapsam ve sonuçları hakkında başka bir hüküm konulmamışsa, bu şekle uyulmadan yapılan sözleşme sahih olmaz. Başka bir anlatımla, kanunun öngördüğü şekil bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlenmiş bulunduğundan, buna uyulmadan yapılan sözleşmeler hukuki sonuç doğurmaz. Fakat. 25.1.1984 tarihli ve 3/1 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da ifade edildiği üzere Türk Medeni Kanununun 2 nci maddesinin 2 nci fıkrası hakkın kötüye kullanılması yasağına dair düzenleme getirmiştir. Hakkın kötüye kullanılması yasağının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağı sağlamaktadır. Türk Medeni Kanununun 2 nci maddesinin 2 nci fıkrasındaki kuralla, kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine bir istisna getirilmiştir. Hiç kuşkusuz, bu kuralın her meseleye uygulanmaması, haksızlığın giderilmesi amacıyla istisna olarak uygulanması gerekir. Aynı konu, 30.9.1988 tarihli ve 1987/2, 1988/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da tartışılmış, o kararın sonuç bölümünde Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazlarda, bağımsız bölüm satımına dair geçerli bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi, satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması halinde Türk Medeni Kanununun 2 nci maddesine dayanılarak açılan tescil davasının kabul edilebileceği vurgulanmıştır.
Türk Medeni Kanununun 2 nci maddesinin 2 nci fıkrasındaki hakkın kötüye kullanılması yasağına ait açık hüküm ve sözü edilen Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları çerçevesinde sorun değerlendirildiğinde, yapması gereken bütün ödemeleri yapan davacının ifa talebini, sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek yerine getirmeyen davalının tutumu açıkça hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırıdır. Dolayısıyla, davalının sözleşmenin geçersizliği savunmasını kabul etmek mümkün değildir.
Yukarıda belirtildiği üzere sözleşmede teslimin 30.6.2001 tarihinde yapılacağı kararlaştırılmıştır. Diğer taraftan, sözleşme davacı tarafından feshedilmemiş olup ayaktadır. Davalının, temerrüde düştüğü de açıktır. Sözleşme, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir. Burada, biri diğerinin karşılığı olan borçlar vardır. Başka bir anlatımla, taraflar, birbirine karşı hem alacaklı ve hem de borçludur. Kendi borcunun ifa eden veya ifaya hazır olduğunu bildiren diğer taraf alacaklı (B.K. M .81), edimini yerine getirmeyen taraf ise borçludur. Kısaca davacı alacaklı, davalı ise borçludur. Dayanılan sözleşmesinin iki tarafa borç yükleyen sözleşme olması özelliğinden dolayı borçlunun temerrüdü halinde B.K.nun m. 102’ye değil, B.K. m. 106-108’e bakmak gerekir. B.K. m. 106-108 birlikte değerlendirildiğinde iki tarafa borç yükleyen sözleşmeyle temerrüde düşen borçluya karşı, alacaklıya üç ayrı seçimlik hak tanındığı görülmektedir. Bunlar; aynen ifa veya gecikmeden dolayı tazminat isteme hakkı, aynen ifayı reddederek ademi ifa sebebiyle müspet zararının talep hakkı ve sözleşmeyi feshederek menfi zararını istemektir. Teslimde temerrüt halinde alacaklı. B.K.nun 106 nci maddesindeki seçimlik haklardan birini kullanabileceği gibi. B.K.nun 97/ilk maddesine dayanarak “ifaya izin” talebinde de bulunabilir.
Borçlunun temerrüdüne, alacaklının seçimlik haklarına dair bu genel açıklamalardan sonra, somut olaya gelince;
Sözleşme, davacı tarafından feshedilmemiş, borçlu temerrüde düşmüş, alacaklı olan davacı B.K.nun 106 nci maddesindeki seçimlik haklarından “aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteme” hakkını kullanmıştır. Bu bakımdan da davacı tescil istemiyle birlikte kira kaybı zararını da davalıdan isteyebilir.
Mahkemece, davacının öne sürdüğü taleplerin bu çerçevede incelenip değerlendirilerek bir sonuca ulaşılması yerine sözleşmenin geçersizliğinden bahisle tüm taleplerin yazılı olduğu şekilde reddi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 825,00 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 14.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2003/15-8
K. 2003/5
T. 22.1.2003
• AYNEN İFA VE TAZMİNAT DAVASI ( Kat Mülkiyeti Kurulmadığı İçin Tapu İle Paydaş Olan Tüm Hissedarların Davada Taraf Durumnda Olmasının Zorunlu Olması )
• DAVAYA TARAF OLMA ( Kat Mülkiyeti Kurulmadığı İçin Tapu İle Paydaş Olan Tüm Hissedarların Davada Taraf Durumnda Olmasının Zorunlu Olması )
• EKSİK TARAF TEŞKİLİ ( Yerel Mahkemenin Taksimi Yapılmamış Taşınmazda Bütün Paydaşların Davaya Taraf Olması Gerektiğini Gözetmemesi )
• PAYDAŞLARIN EŞİT PAY SAHİBİ OLMASI ( Hisseleri Bilfiil Taksim Edilmemiş Taşınmazlarda Başka Türlü Belirtilmemişse Paydaşların Eşit Pay Sahibi Olduğunun Kabul Edilmesi )
743/m.623
ÖZET : MK.nun 623. maddesi hükmünce, birden ziyade kimseler şayian bir şeye malik olur ve hisseleri bilfiil taksim edilmemiş bulunursa onlar o şeyin hissedarıdırlar ve başka türlü belirlenmedikçe o yerin tümünde eşit pay sahibi sayılırlar. Bu durumda, aynen hüküm altına alınan düzeltme istemi bakımından yapıda kat mülkiyeti kurulmadığı için tapu ile paydaş olan tüm hissedarların davada taraf durumu olması zorunludur. Aksi halde davaya katılması sağlanmadan bunların aleyhine de sonuç doğuracak hüküm kurulamaz. 0 nedenle mahkemece; tapudaki tüm maliklerin davaya katılmaları sağlanmalı davacının düzeltim talebi bunların da huzuru ile incelenerek bir sonuca varılmalıdır. Eksik taraf teşkili ile bu bölüm isteğin yazılı şekilde kabulü bozmayı gerektirir.
DAVA : Taraflar arasındaki “aynen ifa ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 8. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.02.2001 gün ve 1998/650 E- 2001/60 K. sayılı kararın incelenmesi davalı karşı davacı Celal Ülker ve dahili davalı Raziye vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 27.09.2001 gün ve 2001/3636-4165 sayılı ilamı ile; ( …Dosyada mevcut tapu kaydına göre; üzerine inşaat yapılan 418, 71 m2 yüzölçümlü 12927 parsel sayılı taşınmaz arsa niteliğinde görülmekte olup bu taşınmazda davanın tarafları ve davaya katılması sağlananlar dışında başka kişilerinde paydaş oldukları görülmektedir. MK.nun 623. maddesi hükmünce, birden ziyade kimseler şayian bir şeye malik olur ve hisseleri bilfiil taksim edilmemiş bulunursa onlar o şeyin hissedarıdırlar ve başka türlü belirlenmedikçe o yerin tümünde eşit pay sahibi sayılırlar. Bu durumda, aynen hüküm altına alınan düzeltme istemi bakımından yapıda kat mülkiyeti kurulmadığı için tapu ile paydaş olan tüm hissedarların davada taraf durumu olması zorunludur. Aksi halde davaya katılması sağlanmadan bunların aleyhine de sonuç doğuracak hüküm kurulamaz. 0 nedenle mahkemece; tapudaki tüm maliklerin davaya katılmaları sağlanmalı davacının düzeltim talebi bunların da huzuru ile incelenerek bir sonuca varılmalıdır. Eksik taraf teşkili ile bu bölüm isteğin yazılı şekilde kabulü bozmayı gerektirir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı-karşı davacı Celal Ülker vekili ve dahili davalı Raziye K. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.01.2003 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.