Adam Öldürme İle İlgili Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/1-166
K. 2009/40
T. 24.2.2009
• ADAM ÖLDÜRME ( “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” Kurumunun Tatbik Alanı Genişletildiği – Sanık Lehine Sonuç Doğurduğunda Kuşku Bulunmayan Hukuki Kurumun Sanık Hakkında Uygulanıp Uygulanmayacağının Öncelikle Yerel Mahkemece Değerlendirilmesi Gerektiği )
• LEHE KANUN UYGULAMASI ( Adam Öldürme – “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” Kurumunun Tatbik Alanı Genişletildiği/Sanık Hakkında Uygulanıp Uygulanmayacağının Öncelikle Yerel Mahkemece Ele Alınıp Değerlendirilmesi Gerektiği )
• HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI ( Tatbik Alanının Genişletildiği – Adam Öldürme Suçundan Sanık Lehine Sonuç Doğurduğunda Kuşku Bulunmayan Hukuki Kurumun Sanık Hakkında Uygulanıp Uygulanmayacağının Öncelikle Yerel Mahkemece Değerlendirilmesi Gerektiği )
5271/m.231/5-14
ÖZET : Uyuşmazlık, olay tarihinde polis memuru olarak görevli olan sanığın görevinin ifası sırasında 1 el ateş ederek maktulün ölümüne neden olması eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir. Hükümden sonra yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile CYY’nın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda, bu maddede öngörülen objektif ve subjektif koşulların varlığı halinde uygulanması olanağı bulunan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun tatbik alanı genişletilmiş ve somut olayda uygulanabilir bir hale gelmiştir. Kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasına olanak sağlayan ve bu yönüyle sanık lehine sonuç doğurduğunda kuşku bulunmayan bu hukuki kurumun sanık hakkında uygulanıp uygulanmayacağı ise öncelikle yerel mahkemece ele alınıp değerlendirilmelidir.
DAVA : Adam öldürme suçundan sanık Hayrullah Aydoğan’ın yapılan yargılama sonucunda, 765 sayılı TCY’nın 448. maddesi yollamasıyla 452/1, 50, 59. maddeleri uyarınca sonuç olarak 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmesine ilişkin Tokat Ağır Ceza Mahkemesince 29.12.2004 gün ve 311-301 sayı ile verilen hükmün, sanık, katılanlar ve C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya 5237 sayılı TCY’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle 5320 sayılı Yasanın 8/2. maddesi uyarınca Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından 27.6.2005 gün ve 52263 sayı ile iade edilmiştir.
İade üzerine lehe yasa değerlendirmesini yapan Tokat Ağır Ceza Mahkemesince 08.02.2006 gün ve 184-28 sayı ile;
“… sanığın eylemi kastı aşan adam öldürme olarak kabul edilmiştir. Sanık polis memuru olarak sevk ve idaresindeki traktörle kazara kahvehaneye çarpıp akabinde kaçan maktulü kovalamaktadır. Bu hali ile sanık kanunun hükmünü ve yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan emri uygulayan şahıs konumundadır. Sanık iş bu konumda iken maktule 2 kez ateş etmiş olmakla yetki sınırını aşmıştır. Bu hali ile sanığın eylemi 765 sayılı TCK. 448, 452/1, 50. maddeleri kapsamında kalmasına rağmen 5237 sayılı TCK. açısından 87/4, 27/1, 85/1. maddeleri kapsamında kalmaktadır…” şeklindeki kabulle sanığın lehe olduğu belirtilen 5237 sayılı TCY’nın 87/4. maddesi yollamasıyla 85/1, 27/1, 62 maddeleri uyarınca sonuç olarak 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine karar verilmiştir.
Sanık müdafii ve katılan vekilinin temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.03.2008 gün ve 1000-2218 sayı ile;
“… Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın taksirle insan öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, cezayı azaltıcı ceza sorumluluğunu kaldıran nedende sınırın kast olmadan aşılması ve takdiri indirim sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yasal savunmaya, müdahil vekilinin suç vasfına, Cumhuriyet savcısının 5237 sayılı TCK.nun 27. maddesinin uygulanamayacağına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle,
5237 sayılı TCK.nun 53/1. maddesinde sayılan hak yoksunluklarının kasıtlı suçlarda uygulanacağı cihetle; hüküm fıkrasındaki ‘TCK 53/1-a, b, d bentlerindeki hak yoksunluklarının cezanın infazı tamamlanıncaya kadar sanık hakkında uygulanmasına’ ibaresinin hükümden çıkartılması…” suretiyle hüküm oyçokluğuyla düzeltilerek onanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 19.06.2008 gün ve 83328 sayı ile;
“… Olay gecesi maktul ve tanık Köksal Caymaz’ın bir düğün törenine katıldıkları, tanığın anlatımına göre maktulün o gece alkol almadığı, saat 00.00 sularında, maktulün kullandığı, ancak kendisine ait olmayan ve ruhsatı bulunmayan traktörle düğün yerinden ayrılarak, karayoluna çıktıkları, karayolunda seyrederken yolda park etmiş bir araca çarpmamak için yoldan çıkarak yol kenarında bulunan kıraathaneye çarptıkları ve yapının cam ve çerçevesini kırmak suretiyle eşyaya zarar vererek olay yerinden kaçtıkları aşikardır.
Yapılan ihbar üzerine görevli komiser yardımcısı Muhammet Karagöz ile polis memurları Oğuzhan Cingi ve sanık Hayrullah Aydoğan’ın maktulün kullandığı traktörü polis otosuyla izledikleri ve ‘dur’ çağrısında bulundukları, bunun üzerine traktörün polis otosunun giremeyeceği stabilize tali bir yola saptığı, tanık Oğuzhan’ın yaya olarak traktörü takibe başladığı ve silahıyla 3 el havaya uyarı atışı yaptığı, ancak yorulduğu için takibi bıraktığı, onunla beraber traktörün peşine düşen sanığın koşmaya devam ederek traktöre yetiştiği ve traktöre dokunmadan arkadan tabancayla yaptığı atışla maktulün ölümüne neden olduğu kabul edilmiştir.
Sadece şikayete bağlı mala zarar vermek suçunu işleyen ve ruhsatsız traktör kullanan, etkin bir saldırısı olmayan, yakalanmamak için kaçan öldürülene karşı, maktulü hedef alacak şekilde yasal bağlamda silah kullanma yetkisi olmayan sanığın eyleminin kasten öldürme eylemini oluşturacağı kanaatiyle, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16. maddesindeki koşullar oluşmadığı ve 5237 sayılı TCK.nun 24. maddesinde tanımlanan hukuka uygunluk, 25 ile 27. maddelerinde açıklanan yasal savunma nedenleri bulunmadığı…” görüşüyle, itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanık Hayrullah Aydoğan’ın, 5237 sayılı TCY’nın 87/4. maddesi yollamasıyla 85/1, 27/1, 62. maddeleri uyarınca sonuç olarak 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine karar verilen somut olayda çözümü gereken hukuksal uyuşmazlık, olay tarihinde polis memuru olarak görevli olan sanığın görevinin ifası sırasında 1 el ateş ederek maktulün ölümüne neden olması eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
Ancak, hükümden sonra yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile CYY’nın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda, bu maddede öngörülen objektif ve subjektif koşulların varlığı halinde uygulanması olanağı bulunan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun tatbik alanı genişletilmiş ve somut olayda uygulanabilir bir hale gelmiştir. Kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasına olanak sağlayan ve bu yönüyle sanık lehine sonuç doğurduğunda kuşku bulunmayan bu hukuki kurumun sanık hakkında uygulanıp uygulanmayacağı ise öncelikle yerel mahkemece ele alınıp değerlendirilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire düzelterek onama kararının kaldırılmasına ve diğer yönlerinin bu aşamada incelenmesine gerek bulunmayan yerel mahkeme hükmünün, öncelikle bu yasal değişiklik doğrultusunda değerlendirilme yapılabilmesi için bozulmasına, karar verilmelidir.
KARŞI OY :
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Ali Kınacı:
“A ) İddia, hüküm ve Yargıtay’ın ilgili dairesinin düzelterek onama kararı:
Polis memuru olan sanık hakkında, 09.08.2003 tarihinde kanunun tanıdığı sınırı aşmak suretiyle adam öldürmek suçundan kamu davası açılmış; ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucu 08.02.2006 tarihinde, sanığın 5237 sayılı TCK.nun 87/4, 85/1, 27/1 ve. 62. maddeleri gereğince 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine karar verilmiş; sanık müdafii ile suçun niteliğine yönelik katılan vekili ve Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine, Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nce 21.03.2008 tarihinde ve oy çokluğuyla, 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümün düzeltilmesi suretiyle hükmün onanmasına karar verilmiş; iki üye ise, eylemin tahrik altında ve kasten insan öldürme suçunu oluşturduğu yönünde karşı oy kullanmıştır.
B ) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, onama kararına azınlık görüşü doğrultusunda 19.06.2008 tarihinde itiraz edilmiştir.
C ) Yerel Mahkemenin kararından sonra 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinde yapılan değişiklik:
08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ başlıklı 231. maddesinde değişiklik yapılarak; iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmış ve suçun şikayete bağlı olması koşulu kaldırılmıştır. Buna göre, sanık hakkındaki hükmün, diğer koşullar da bulunduğu takdirde, açıklanmasının geri bırakılması mümkün duruma gelmiştir.
D ) Ceza Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında ileri sürülen iki değişik görüş ve varılan sonuç:
1- Ceza Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında iki farklı görüş ileri sürülmüştür:
a ) Birinci görüşte olanlar; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazına konu olan suçun niteliği ile hükmün esası incelenmeden, sadece CMK.nun 231. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin tartışılması için hükmün bozulması gerektiğini,
b ) İkinci görüşte olanlar ise; itirazın ve buna bağlı olarak hükmün bütün yönleriyle incelenmesinin zorunlu olduğunu
Belirtmişlerdir.
2- Yapılan oylama sonucu üçte ikiyi geçen çoğunlukla, birinci görüş doğrultusunda karar verilmiştir.
E ) CMK.nun 231. maddesindeki ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ ile ilgili düzenlemenin hukuksal niteliği:
CMK.nun 231. maddesindeki bu düzenleme hem ‘muhakeme kuralı’ niteliğindedir hem de ‘maddi ceza normu’ özelliği taşımaktadır. Mahkeme tarafından verilen mahkumiyet hükmünün, belirli bir süreyle açıklanmasının geri bırakılması nedeniyle ‘muhakeme kuralı’; bu süre sonunda davanın düşmesine karar verilmesi de mümkün olduğu için ‘maddi ceza normu’ niteliğindedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, aynı maddenin 12. fıkrasına göre itiraz yasa yoluna tabidir. İtirazı inceleyecek mahkemenin yetkileri, CMK.nun 231. maddesindeki koşulların bulunup bulunmadığını saptamakla sınırlıdır; bu mahkeme, fiilin sabit olup olmadığını ve suçun niteliğini inceleyemez.
F ) Bazı özel kanunlarda ve bu arada CMK.nun 231. maddesinde değişiklik yapan 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un geçici 1. maddesinin 1. fıkrası ve gerekçesi:
5728 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrası:
‘Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, usule aykırılık bulunmadığı takdirde, dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilir.’
Bu fıkranın gerekçesi:
‘Maddenin birinci fıkrasıyla, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunla değişiklik yapılan kanunlarda yer alan dosya esastan incelenmek suretiyle, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilecektir. Madde düzenlemesiyle, esasen, bu Kanunla değiştirilen kanunlardaki ceza miktarları ve suçun unsurları yönünden lehte olabilecek sonuçların, yasa bozması yerine, Yargıtay ilgili ceza dairesince koşulların bulunması halinde, doğrudan uygulanabilmesi amaçlanmıştır. Böylece, zamanaşımı süresi itibariyle bazı suçlar yönünden bozma nedeniyle zamanaşımına uğraması önlenmiştir.’
G ) Çoğunluk görüşüne katılmayışımın nedenleri:
CMK.nun 289. maddesinde ‘hukuka kesin aykırılık’ durumları belirtilmiş ve bunların temyiz dilekçesinde veya beyanında gösterilmese bile Yargıtay tarafından kendiliğinden dikkate alınacağı öngörülmüştür:
a ) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması.
b ) Hakimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hakimin hükme katılması.
c ) Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu halde hakimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hakimin hükme katılması.
d ) Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi.
e ) Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması.
f ) Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlal edilmesi.
g ) Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi.
h ) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması.
i ) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.
Hükmün temelini oluşturan bu durumlarda hukuka aykırılık varsa, hükmün esası incelenmez. Diğer hukuka aykırılık durumlarında ise, hüküm bütün yönleriyle incelenir.
CMK.nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesinin ön koşulu, sanık hakkında mahkumiyet dışında bir hüküm kurulmasının mümkün bulunmaması; başka bir anlatımla, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesinin zorunlu olmasıdır.
Açıklanmış olan mahkumiyet hükmünü inceleyen Yargıtay’ın öncelikle; fiilin sabit olup olmadığını, sabit ise suç oluşturup oluşturmadığını, oluşturuyorsa suçun niteliğini ve mahkumiyeti gerektirip gerektirmediğini incelemesi gerekir. Bu inceleme sonunda;
a ) Hukuka kesin aykırılık durumu varsa, diğer yönleri incelenmeksizin hüküm bu aykırılık nedeniyle bozulmalıdır.
b ) Suçun niteliğinin yanlış belirlendiği veya mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığında, hüküm bu yönlerden bozulmalıdır.
c ) Fiilin sabit olduğu ve suç oluşturduğu, mahkemenin suçun niteliğini ve yaptırımları doğru olarak saptadığı anlaşılırsa; yasal engelinin bulunmaması koşulu ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin tartışılması için hüküm bozulmalıdır.
Somut olayda, belirtilen biçimde esas yönünden bir inceleme yapılmadan, hükmün sadece ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ durumunun tartışılması için bozulması kabul edilemez.
Öte yandan, temyiz edilen hükmün, beraat hükmü olması durumunda esas yönünden de inceleme yapılması kaçınılmazdır. İştirak halinde kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek suçundan ( A ) ve ( B ) hakkında dava açıldığını, fiilinin kasten yaralamak suçunu oluşturduğu kabul edilerek ( A )’nın 1 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edildiğini, ( B ) hakkında ise beraat hükmü kurulduğunu; katılan ve Cumhuriyet savcısı tarafından, her iki sanığın insan öldürmeye teşebbüs etmek suçundan cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle hükümlerin temyiz edildiğini varsayalım. Çoğunluk görüşüne göre, ( A ) hakkında esasa ilişkin inceleme yapılmadan sadece CMK.nun 231. maddesi yönünden bozma yapılacak; ( B ) hakkında ise hüküm esas yönünden incelenecektir. Böyle bir uygulamanın hukuksal dayanağını bulmak mümkün değildir.
H ) Sonuç:
Açıkladığım nedenlerle, hükmün esasının incelenmesi gerektiği kanısında olduğum için, çoğunluğun görüşüne katılmıyorum” düşüncesiyle,
Kurul Üyesi Şerafettin İste: “Konu: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.02.2009 günlü gündeminin 6. sırasındaki; Tokat Ağır Ceza Mahkemesinin 08.02.2006 gün ve 184/28 sayılı kararının, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.03.2008 gün ve 100/2218 sayılı düzeltilerek onanmasına ilişkin ilamına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19.06.2008 gün ve 83328 sayılı itirazı ile ilgili olarak ceza süresi 2 yıldan aşağı olduğundan, işin esasına girilmeden, öncelikle 5271 sayılı CMK.nun 231. maddesinin değerlendirilmesi gerektiği yönünden hükmün bozulması gerekir, şeklindeki Ceza Genel Kurulunun çoğunluk kararı ile ilgili karşı oyum hakkında;
OLAY;
Olay tarihi olan 09.08.2003 de saat 00,30 sularında ölenin halasının oğlu tanık Köksal Caymaz’ın da binili olduğu, ölen Ufuk Tuncer’in sevk ve idaresindeki traktör, Tokat ili, Niksar İlçe merkezinde aşırı hızla seyrederken, gece vakti olduğu için kapalı olan kıraathanenin camekanlarını kırarak, kahvehaneye girmiş, daha sonra geri geri çıkarak, hızla olay yerinden uzaklaşmaya başlamış, civardaki evlerde bulunanlar durumu polis haber merkezine telefonla iletmişler, başlarında komiser Muhammet Karagöz ile polis memurları sanık Hayrullah Aydoğan ve Oğuzhan Cingi’nin bulunduğu ekip, polis merkezinden hareket ederek, kaçan traktörü aramaya başlamışlar, sonuçta traktörü görünce polis sirenlerini de çalıp, megafonla defalarca dur uyarısında bulunmuşlardır. Işıklı, sesli uyarılara karşın maktul durmamış, sanık polis memuru Hayrullah’ın sevk ve yönetimindeki, polis otosu da onları kovalamaya devam etmiştir. Ölen, önce mahalle aralarına girip izini kaybetmek istemiş, arkasından polis otosunun geldiğini görünce şehir dışına çıkmış, Karabadur Köyü yoluna girmiştir. Arkadan gelen polis otosu hala, uyarılarına devam etmekte iken, esasen toprak olan köy yolu üzerindeki irili ufaklı taşlar nedeniyle, polis otosunun yola devam etmesini imkansız hale gelince, sanık polis otosunu durdurmak zorunda kalmıştır. Traktör ise hala kaçmaya devam etmektedir. Polis otosunda sağ önde oturan, tanık Oğuzhan Cingi, otodan inip, koşarak traktöre yetişmek istemiş, havaya 3 el ateş etmiş, ölen yine durmamış, yorulan polis Oğuzhan durunca, bu defa, ekip şoförü olan sanık polis Hayrullah koşmaya başlamış, dur ikazlarını yinelemiş, traktör gene durmayınca;
Sanığın anlatımına göre; ‘Ben traktörün arkasındaki römork takılan demire ayağımı koydum tabancam sağ elimde idi, arazinin yapısı nedeniyle zıplayarak giden traktörden düşmemek için, bir yandan da yine sağ elimle traktör tenteliği demirine tutunmak için tutunmaya çalışırken sol elimle de diğer tente demirine tutunmak istedim. Sağ elimdeki tabancanın namlusu, yatay olarak yere doğru idi, ayağım kaydı, namlu ağzında mermi sürülü olan tabancanın tetiğine elim değmiş olacak ki, tabancam ateş aldı, sürücü arka koltuğuna mermi saplanmış, ben yere düştüm. Traktör hızla uzaklaşmaya devam etti. Yokuştan sonra da gözden kayboldu. Bizde geriye döndük ölüm olayını sonradan öğrendik…’ demektedir.
Traktörde bulunan ölenin halaoğlu Köksal Caymaz’ da, olayın oluşunu aynen anlatmakta ancak, sanık polisin 3-4 metre uzaklıktan bir kere ateş ettiğini söylemektedir.
Bu aşamada,
Karşı oy’umun konusu sübut ve vasıfla, ilgili olmayıp, sadece, CMK.nun 231. maddesi ile ilgili olduğundan, sübut delilleri ile vasıf ( nitelik ) konusuna girmiyorum.
Tokat Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda 29.12.2004 günlü kararla, sanığın 765 sayılı TCK.nun 448. maddesi aracılığı ile 452/1,50,59/2. maddeleri gereği 1 sene 1 ay 10 gün hapis cezası ile mahkumiyetine, 647 sayılı Yasanın 6. maddesi gereğince cezanın teciline karar verilmiştir.
İş bu karar lehe ve aleyhe temyiz edilmişse de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 27.06.2005 günlü yazı ile eski yeni yasa tartışması yapılarak, sonuçta lehe yasanın tespiti için, dosyayı iade etmiş, mahkeme yeniden duruşma açtıktan sonra verdiği, 08.02.2006 günlü kararla, somut karşılaştırma da yaparak, sonuçta sanığın 5237 sayılı TCK.nun 87/4,27/1 aracılığı ile 85/1-2,27/1,62. maddeleri gereğince sanığın 1 sene 1 ay 10 gün hapis cezası ile mahkumiyetine TCK.nun 53. maddesi gereğince Güvenlik Tedbirlerinin uygulanmasına, TCK.nun 51/1. maddesi gereğince cezanın teciline karar vermiştir.
İş bu karar; sanık vekili tarafından, yasal savunma olduğundan, müdahil vekilince suç vasfına, C. Savcısı tarafından da, 5237 sayılı Yasanın 27. maddenin uygulama yeri bulunmadığı gerekçeleri ile temyiz edilmiştir.
Dosyayı temyizen inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi 21.03.2008 gün ve 100/2218 sayılı ilamla; ‘Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın taksirle insan öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, cezayı azaltıcı ceza sorumluluğunu kaldıran nedenle sınırın kast olmadan aşılması ve takdiri indirim sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yasal savunmaya, müdahil vekilinin suç vasfına, Cumhuriyet Savcısının 5237 sayılı TCK.nun 27. maddesinin uygulanamayacağına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle, 5237 sayılı TCK.nun 53/1. maddesinde sayılan hak yoksunluklarının kasıtlı suçlarda uygulanacağı cihetle; hüküm fıkrasındaki ( TCK 53/1-a, b, d bentlerindeki hak yoksunluklarının cezanın infazı tamamlanıncaya kadar sanık hakkında uygulanmasına ) ibaresinin hükümden çıkartılmasına karar verilmek suretiyle CMUK 322. maddesindeki yetkiye dayanılarak düzeltilen hükmün, tebliğnamedeki düşünce hilafına, onanmasına oyçokluğu ile karar’ verilmiştir.
Karşı oy kullanan üyeler ise ‘…sanığın eylemi kasten tahrik altında insan öldürmedir. Olayda hukuka uygunluk ve 24,25 ve 27. maddeler uygulanmamalıdır’ demektedirler.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da 19.06.2008 gün ve 83328 sayılı itirazname ile ‘sadece şikayete bağlı mala zarar vermek suçunu işleyen ve ruhsatsız traktör kullanan, etkin bir saldırısı olmayan, yakalanmamak için kaçan öldürülene karşı, maktulü hedef alacak şekilde yasal bağlamda silah kullanma yetkisi olmayan sanığın eyleminin kasten insan öldürme eylemini oluşturacağı, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16. maddesindeki koşullar oluşmadığı, 5237 sayılı TCK.nun 24. maddesinde tanımlanan hukuka uygunluk, 25 ve 27. maddelerinde açıklanan yasal savunma nedenleri bulunmadığı gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması nedeniyle…’ itirazda bulunmuştur.
Ceza Genel Kurulunda, daha işin esasına girilmeden, sayın Başkan ‘… İtiraz suçun nitelendirilmesine ilişkin ise de, hükmolunan ceza miktarı itibari ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması hususunun değerlendirilmesini…’ ön mesele olarak görüşmeye açmıştır.
Önce bu konu ( ön mesele ) görüşülmüş, 4 azınlık oyuna karşılık 19 oyla, ‘öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu konu çözümlenmeden esasa girilemez, Hükmün öncelikle bu nedenle ( CMK.nun 231 ) bozulması gerekir…’ şeklinde özetleyebileceğim gerekçe ile 1. Ceza Dairesinin onama kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
KARŞI OY GEREKÇEM:
1- Önce esasa girilip, suçun sübut bulup bulmadığı, sübut bulmuş ise, suç vasfı belirlenmeli, ondan sonra, ceza süresi 2 yıl ve altında ise, mahal mahkemede, ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ ile ilgili bir karar vermemiş ise, bu durumda sadece bu nedenle CMK.nun 231. maddesinin değerlendirilmesi açısından karar bozulmalıdır. ( CMK.nun 231. maddesine, 5560 sayılı Yasanın 23. maddesi ile eklenen 12 fıkraya göre “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı İTİRAZ’a tabidir. İtiraz edilebilecek kararlar CMK.da sayılmış olup, miktar itibarı ile temyiz kapsamı dışında olan kararlarda belirtilmiş olmakla, bu iki duruma da girmeyen hükmün açıklanmasının reddine dair kararların temyiz yasa yoluna tabi olmaları gerekir. )
Çünkü;
CMK.nun 231. maddesine 06.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasanın 23. maddesi ile eklenen, fıkralar ile 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile yapılan değişikliklere göre, ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi’ için,
a- Hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması,
b- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması,
Sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanata varılması,
c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
d- İşlenen suçun Anayasanın 174. maddesinde koruma altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlardan olmaması gerekmektedir.
Yani, 2 yıla kadar hapis cezası verilmiş olan her hükümde CMK.nun 231. maddesi gereği ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına’ karar verilemez.
Yukarıda da işaret ettiğim gibi, ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına’ karar verilmişse, CMK.nun 231/12. maddesi gereği, bu karar İTİRAZ yasa yoluna tabidir. İtiraz makamı, ancak, şekli bir inceleme yapar. Yani önce hapis cezasını süresinin 2 yıl ya da daha az olup olmamasına, yine suçun Anayasanın 174. maddesinde koruma altına alınmış olan İnkılap Kanunlarında yer alan suçlardan olup olmadığına, sonra da, mağdurun yada kanunun uğradığı zararların iade, … veya önceki hale getirme şeklinde telafi edilip edilmediğine bakacaktır. Örneğin suçun sübutuna ya da vasfına bakamaz. Bunlara temyiz yasa yolunda bakılır.
2- ‘Hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ konusuna, olayımızda olduğu gibi mahkeme hiç değinmemişse veya ‘Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasının Reddi’ ne karar verilmişse;
Tabii ki temyiz yasa yolunda, işin esasına girilecektir. Şayet sanığın beraat etmesi gerekiyorsa, temyiz mahkemesi; ‘Beraat’ kararı verilmeli gerekçesi ile kararı bozmalıdır.
Aksi takdirde, işin esasına girilmemesi halinde ‘Beraat’ edecek olan sanığa, sırf esasa girilmediği için, CMK.nun 231 gereği bazı mükellefiyetler yüklenebilecektir. ( 231/5 deki gibi, 5 yıl süre ile denetim süresine tabi tutulma, bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere denetimli serbestlik tedbiri olarak, bir eğitim programına devam, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek ve sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırma belli yerlere gitmekten yasaklanma ya da belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınma gibi )
Görüldüğü gibi, temyiz yasa yolu mahkemesi, işin esasına girmediği, suçun oluşup oluşmadığına bakmadığı zaman, beraat etmesi gereken kişi yerel mahkemede, herhangi bir yanılgı nedeniyle 2 yıla kadar hapis yada adli para cezası ile cezalandırıldığında, haksız yere CMK.nun 231/5 deki yükümlülükler altına girecektir.
3- Yukarıda anlatılanın tersi olan, uygulamada seyrek de olsa karşılaşılan bir başka durumdan sözedelim.
Sanık uygun mesafeden, elverişli silahla, mağdura 4 el ateş ediyor. Mermilerden 2 tanesi mağdurun sol göğüs bölgesine isabet etse de, rastlantı olarak, kalp dokusuna girmeden, kalbin yanlarından yumuşak dokulardan geçip vücudu terk ediyor. Adli Tıp raporunda mermi giriş yolları belirtildikten sonra, mağdurun yaşamsal tehlike geçirmediği, yaraların basit tıbbi tedavi ile iyileşemeyeceği belirtiliyor.
Bu durumda vasıf gerek Yargıtay 1. Ceza Dairesince gerek Ceza Genel Kurulunca insan öldürmeye teşebbüs olarak belirlenmektedir.
Çünkü sanık 4-5 metre uzaklıktan, tabanca ile hedef gözetilerek 4 el ateş etmiştir. 2 mermi hayati bölge olan, kalp nahiyesine gelmiştir. Ama her nasılsa, kalbi delip geçmemiş, kalbin kenarlarından yumuşak dokulardan geçtiği için, mağdur ölmemiştir. Burada sonuca bakıp, silahla yaralama denemez. Sanığın eylemi TCK.nun 81,35. maddesi kapsamına girer.
Ancak, Ağır Ceza Mahkemesi her nasılsa, delilleri yanlış değerlendirmiş ve eylemi yaralama olarak kabul edip, 5237 sayılı TCK.nun 86/1. maddesi gereği 1 sene hapis, suç silahla işlendiğinden 86/3-e maddesi gereği cezayı yarı oranında artırıp 1 sene 6 ay hapis, sanığın duruşmadaki tutum ve davranışları nedeni ile de TCK.nun 62. maddesi gereği sanığa 1 sene 3 ay hapis cezası, ruhsatsız tabanca taşımaktan da 6136 sayılı Yasanın 13/1,62. maddesi gereği 10 ay hapis ve 375 TL. adli para cezası verildikten sonra, CMK.nun 231. maddesini hiç değerlendirmeden karar vermiş olsun. Katılan sıfatını alan mağdur, süresinde, suçun vasfı ‘insan öldürmeye teşebbüs’ olur diyerek temyiz ettiğinde, şimdi temyiz incelemesi yapacak olan 1. Ceza Dairesi, bu olayda, Ceza Genel kurulu, sayın çoğunluğu gibi düşünecek olursa, suçun vasfına giremeyerek, sadece ceza süresinin 2 yılın altında olduğuna bakıp, sırf bu nedenle, CMK.nun 231. maddesi yönünde değerlendirme yapılması için hükmü bozarsa, bozmaya uyan ilk mahkemesi de, yine aynı kararı verip, CMK.nun 231. gereği, hükmün açıklanmasının ertelenmesine, karar verirse, mağdurun hakları ne olacaktır.
Bu şekilde erteleme kararı verildikten sonra, 5 yıl içinde sanık başka suç da işlemezse, düşme kararı verilecektir.
Acaba müdahil mağdurun 5 yıl sonra verilen bu ‘Düşme’ kararını temyize yetkisi var mıdır? A.İ.H.S.nin 2 maddesindeki ‘yaşam hakkı’ 6. maddedeki ‘adil yargılanma hakkı’ ne olacaktır?
Olayımıza benzer bir olayla ilgili olarak A.İ.H.M.nin 33086/04 sayılı Türkan-Türkiye kararından sözetmek istiyorum. İstanbul Esenler’de çıkan bir kavgada, polislerce gözaltına alınırken kötü muamele gördüğünü iddia eden başvuran M. Türkan polislerden şikayetçi olmuş. Polisler hakkında “765 sayılı TCK.nun 245. maddesinden cezalandırılmaları için Eyüp Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmış. Dava devam ederken, 4616 sayılı Yasa yürürlüğe girince, Asliye mahkemesi 4616 sayılı Yasa gereği sanık polisler hakkındaki kamu davasının ertelenmesine karar vermiş, başvuran ( mağdur-katılan ) Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiş, itiraz reddedilince, konuyu Strazburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürmüştür. A.İ.H.M.nin 33086/04 sayılı kararında, sözleşmenin 35. maddesindeki iç hukuk yollarının tüketilmiş olduğunu, 4616 sayılı Yasanın, mağdurun yaşam hakkına yapılan müdahaleyi gidermediğini 4616 sayılı Yasanın mevcut davaya uygulanması haklarındaki kasıta bakılmaksızın şiddet eyleminin failleri için kişisel dokunulmazlık doğurduğunu vs belirtip, Türkiye Cumhuriyetini tazminata mahkum etmiştir.
SONUÇ OLARAK;
1- Suçun sübutuna, vasfına ( nitelendirilmesine ) ilişkin lehe ve aleyhe temyiz var ise, temyiz mahkemesi işin esasına girip, önce sübutu incelemeli, suç oluşmuş ise vasfa bakmalıdır.
Şayet nitelendirmede, yanılgı saptarsa, yukarıda verilen örnekte görüldüğü gibi, öldürmeye teşebbüs suçu yaralama olarak nitelendirilmiş ise, öncelikle bu yönden BOZMA kararı verilmelidir. Çünkü doğru nitelendirme yapıldığında, esasen ceza süresi 2 yılın çok üzerinde olacaktır. CMK.nun 231 in uygulama olanağı kalmayacaktır.
2- Şayet suçun vasfı ( nitelendirilmesi ) ile ilgili olarak aleyhe temyiz yoksa; sadece sanık sübut yönünden temyiz etmiş ise, temyiz mahkemesi yine sübut yönünden inceleme yapacaktır. Çünkü gerçekten sanık suçsuz olup, beraat etmesi gerekebilir.
Ancak sübut yönünden bir hata yok ise ve mahkeme CMK.nun 231. maddesi tartışmamış ise, o takdirde vasfa girmeden, sadece bu nedenle kararı bozmalıdır.
Açıkladığım nedenlerle, sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum” düşüncesiyle,
Bir kısım Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle dosyanın esasına ilişkin inceleme yapıldıktan sonra 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması hususunun değerlendirilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.03.2008 gün ve 1000-2218 sayılı düzelterek onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Tokat Asliye Ceza Mahkemesinin 08.02.2006 gün ve 184-28 sayılı hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin öncelikle açıklanan yasa değişikliği nedeniyle BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.02.2009 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2008/2777
K. 2008/6275
T. 24.7.2008
• ADAM ÖLDÜRME ( 15 Yaşını Doldurmamış Küçük – İşlediği Suçun Farik ve Mümeyyizi Olduğunda Sosyal Çalışma Uzmanına Rapor Hazırlatılıp Ceza Sorumluluğunun Belirlenmesi Gereği )
• KÜÇÜĞÜN İŞLEDİĞİ SUÇUN FARİK VE MÜMEYYİZİ OLMASI ( Sosyal Çalışma Uzmanına Rapor Hazırlatılıp Ceza Sorumluluğunun Belirlenmesi Gereği – 15 Yaşını Doldurmamış Küçüğün Kasten Adam Öldürmesi )
• CEZA EHLİYETİ ( 15 Yaşını Doldurmamış Küçüğün Adam Öldürmesi – İşlediği Suçun Farik ve Mümeyyizi Olduğunda Sosyal Çalışma Uzmanına Aile Sosyal ve Ekonomik Koşullar İle Psikolojik ve Eğitim Durumu Hakkında Rapor Hazırlatılıp Belirlenmesi Gereği )
5237/m. 31/2
ÖZET : 5237 sayılı TCK ‘nın 31/2. maddesi kapsamında kalan 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olan küçüklerin, işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığının tespitinde, küçüğün içinde bulunduğu aile, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında sosyal çalışma uzmanına rapor hazırlatılması, sonucuna göre ceza sorumluluğunun belirlenmesi gerekir.
DAVA : Ramazan’ı kasten öldürmekten sanık Gökhan’ın yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne, diğer sanıklar Murat ile İbrahim’in beraetlerine ilişkin ( Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi )’nden verilen 06.09.2007 gün ve 475/265 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık Gökhan ile müdahil vekili taraflarından istenilmiş olduğundan, dava dosyası C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Gökhan’ın suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçun niteliği tayin, cezayı azaltıcı tahrik ve takdiri indirim sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanıklar İbrahim ve Murat yönünden elde edilen delillerin hükümlülüğe yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin ve katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,
2- Ancak;
a ) Sanık Gökhan yönünden yapılan değerlendirmede; 5237 sayılı TCK’nın 31/2. maddesi kapsamında kalan 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olan küçüklerin, işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığının tespitinde, küçüğün içinde bulunduğu aile, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında sosyal çalışma uzmanına, kişilere rapor hazırlatılması, hazırlanan bu raporlar değerlendirilerek hakim tarafından ceza sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken, devlet hastanesinde görev yapan nöroloji uzmanından alınan yetersiz rapora dayanılarak hüküm kurulması,
b ) Sanığın işlediği suçun farik ve mümeyyizi olup olmadığının mahkemece tartışılmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı olup, sanık müdafii ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnamedeki düşünce hilafına ( BOZULMASINA ), 24.07.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2007/164
K. 2007/1755
T. 21.3.2007
• ADAM ÖLDÜRME ( 5237 S. TCK. Gereği Karşılaştırma Yapılırken Md. 62’nin Uygulanmasına Yer Olmadığına Denildiği Ancak 765 S. TCK. Uygulamasında Md. 59 Uygulanarak Çelişki Yaratıldığı )
• TAKDİRİ İNDİRİM ( 5237 S. TCK. Gereği Karşılaştırma Yapılırken Md. 62’nin Uygulanmasına Yer Olmadığına Denildiği Ancak 765 S. TCK. Uygulamasında Md. 59 Uygulanarak Çelişki Yaratıldığı – Adam Öldürme )
• ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA AYKIRILIK ( 5237 S.K. Md. 62 Uygulanması Suretiyle Aynı Yasanın 53. Maddesinin İnfaz Aşamasında Sanık Aleyhine Sonuç Doğuracağının Gözetilmemesinin Doğru Olmadığı )
765/m. 59
5237/m. 53, 62
ÖZET : 1- Sanığın, maktulleri öldürme suçlarında 5237 sayılı TCK. gereği karşılaştırma yapılırken, 62. maddenin uygulanmasına yer olmadığına denildiği ancak 765 sayılı TCK. uygulamasında 59. maddesi uygulanarak çelişki yaratılması,
2- 6136 sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan hükümde ise, 5237 sayılı yasanın 62. maddesi uygulanması suretiyle aynı Yasanın 53. maddesinin de infaz aşamasında sanık aleyhine sonuç doğuracağının gözetilmemesi doğru değildir.
DAVA : Aynı sebep ve kasıt altında … ile … taammüden öldürmekten ve izinsiz silah taşımaktan sanık … bozma üzerine yapılan yargılanması sonunda; Hükümlülüğüne ilişkin ( ARTVİN ( Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 22.02.2006 gün ve 155/32 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş ve hüküm kısmen resen de temyize tabi bulunmuş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 1-a ( Sanığın, maktulleri öldürme suçlarında 5237 sayılı TCK. gereği karşılaştırma yapılırken, 62. maddenin uygulanmasına yer olmadığına denildiği ancak 765 sayılı TCK. uygulamasında 59. maddesi uygulanarak çelişki yaratılması,
b ( 6136 sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan hükümde ise, 5237 sayılı yasanın 62. maddesi uygulanması suretiyle aynı Yasanın 53. maddesinin de infaz aşamasında sanık aleyhine sonuç doğuracağının gözetilmemesi,
765 sayılı TCK ile verilen hükümlerde içtima olanağının bulunması ve kazanılmış hak gözetildiğinden, sanık aleyhine sonuç doğurmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.
2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, cezayı azaltıcı,tahrik ve takdiri tahfif sebeplerinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozmaya uyularak verilen hükümlerde eleştiri ve düzeltme sebepleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan,
SONUÇ : Sanık müdafiinin eksik soruşturmaya, ağır tahrik bulunduğuna, sanığın ceza sorumluluğunun incelenmediğine ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarını reddiyle, 6136 sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan hükümle ilgili olarak içtima sonucu verilen adli para cezasının “285 YTL.” şeklinde yazılmasına karar verilmek suretiyle CMUK.nun 322. maddesindeki yetkiye istinaden DÜZELTİLEN, resen de temyize tabi bulunan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA, 21.03.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2006/3349
K. 2006/2964
T. 5.7.2006
• ADAM ÖLDÜRME ( 5237 Sayılı TCK’nun 7 ve 5252 Sayılı TCK’nun 9. Maddesi Hükümleri Uyarınca Sanığın Hukuki Durumunun Yeniden Değerlendirilmesinde Zorunluluk Bulunduğu )
• SANIĞIN HUKUKİ DURUMUNUN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ ( 5237 Sayılı TCK’nun 7 ve 5252 Sayılı TCK’nun 9. Maddesi Hükümleri Uyarınca Zorunluluk Bulunduğu – Adam Öldürme )
• SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Müessir Fiil ve 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet Suçunda da Seçenek Yaptırımların Takdirine Olanak Sağlanması Sözkonusu Olup Bu Husus Bozmayı Gerektirdiği )
• MÜESSİR FİİL VE 6136 SAYILI KANUNA MUHALEFET ( Suçunda da Seçenek Yaptırımların Takdirine Olanak Sağlanması Sözkonusu Olup Bu Husus Bozmayı Gerektirdiği )
5237/m.7
5252/m.9
ÖZET : Hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK.nun 7. ve 5252 sayılı TCK.nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 9. maddesi hükümleri uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, müessir fiil ve 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçunda da seçenek yaptırımların takdirine olanak sağlanması sözkonusu olup, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Karısı Naciye Kaçar’ı öldürmekten ve ruhsatsız av tüfeği bulundurmaktan sanık Seydi Kaçar, Seydi Kaçar’ı silahla yaralamaktan, yalan tanıklıktan ve izinsiz silah taşımaktan sanık Veli Sarı’nın yapılan yargılanmaları sonunda:
Hükümlülüklerine ilişkin ( BURHANİYE ) Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 25.05.2004 gün ve 323/154 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi C.Savcısı ile sanıklar taraflarından istenilmiş ve hüküm kısmen re’sen de temyize tabi bulunmuş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle; incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 1- Toplanan deliller karar yerinde incelenip,
a- Sanık Seydi Kaçar’ın adam öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, cezayı azaltıcı sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin eksik incelemeye, suç vasfına ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
Hüküm fıkrasındaki `ağır hapis` ibaresinin `hapis` olarak değiştirilmesine karar verilmek suretiyle CMUK.nun 322. maddesindeki yetkiye istinaden DÜZELTİLEN ve 5237 Sayılı TCK. ile kurulacak hükme göre sanığın lehine olan re’sen de temyize tabi hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ( ONANMASINA ),
b- Sanık Seydi Kaçar hakkında TCK.nun 549. maddesi uyarınca açılan kamu davasında TCK.nun 102 ve 104. maddeleri uyarınca dava zamanaşımının dolduğu anlaşılmakla hükmün bozulmasına, bozma sebebi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden bu suçtan açılan davanın ORTADAN KALDIRILMASINA
2- Sanık Veli hakkında açılan yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarında sanığın suçunun sübutunda oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliğinin tayin olunmasında isabetsizlik bulunmamıştır.
Ancak;
a- Soma Asliye Ceza Mahkemesinin 98/311 esas, 469 karar sayılı kesinleşmiş tecilli ilamı ile verilen ceza 10 ay hapis ve ağır para cezası olup yeni kurulan hüküm ise hapisten çevrili para cezası olmasına göre TCK.nun 95. maddesinin uygulanmasına karar verilmesi,
b- Hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK.nun 7. ve 5252 sayılı TCK.nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 9. maddesi hükümleri uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, müessir fiil ve 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçunda da seçenek yaptırımların takdirine olanak sağlanması sözkonusu olup,
SONUÇ : Bu husus bozmayı gerektirmiş, sanık Veli müdafii ve C.Savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan sanık Veli hakkındaki hükmün ( BOZULMASINA ), 05.07.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2006/408
K. 2006/2151
T. 25.5.2006
• ADAM ÖLDÜRME ( 765 S.K. Gereğince Kurulacak Hükümde İçtima Hükümleri Nedeniyle Sadece Müebbet Hapis ve Hücre Cezasına Hükmedilmesi Gerektiğinden Bu Husus Koşullu Salıverme Hükümleri İle Birlikte Değerlendirildiğinde 765 S.K.’nun Daha Lehe Olduğu Düşünülmesi Gereği – Lehe Yasanın Belirlenmesi )
• LEHE YASANIN BELİRLENMESİ ( Adam Öldürme – 765 S.K. Gereğince Kurulacak Hükümde İçtima Hükümleri Nedeniyle Sadece Müebbet Hapis ve Hücre Cezasına Hükmedilmesi Gerektiğinden Bu Husus Koşullu Salıverme Hükümleri İle Birlikte Değerlendirildiğinde 765 S.K.’nun Daha Lehe Olduğu Düşünülmesi Gereği )
• İÇTİMA ( 765 S.K. Gereğince Kurulacak Hükümde İçtima Hükümleri Nedeniyle Sadece Müebbet Hapis ve Hücre Cezasına Hükmedilmesi Gerektiğinden Bu Husus Koşullu Salıverme Hükümleri İle Birlikte Değerlendirildiğinde 765 S.K.’nun Daha Lehe Olduğu Düşünülmesi Gereği – Adam Öldürme )
765/m. 73, 450
ÖZET : Sanık hakkında lehe yasanın belirlenmesi ile ilgili olarak; 765 sayılı yasa gereğince kurulacak hükümde, bu yasada yer alan içtima hükümleri nedeniyle, 765 sayılı yasanın 73. maddesine göre sadece müebbet hapis ve hücre cezasına hükmedilmesi gerektiğinden, bu husus koşullu salıverme hükümleri ile birlikte değerlendirildiğinde 765 sayılı yasanın sonuç olarak daha lehe olduğu düşünülmeden, yazılı şekilde 5237 sayılı yasa gereğince hüküm kurulması yasaya aykırıdır.
DAVA : Sanık H. hakkındaki hükümleriyle ilgili olarak; toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık H.’ın maktuller K. ve A.’ı öldürme ve 6136 sayılı kanuna muhalefet suçlarının sübutu kabul, maktul K.’i tasarlayarak öldürme ve 6136 sayılı kanuna muhalefetten kurulan hükümleriyle ilgili olmak üzere; oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların nitelikleri tayin, cezayı azaltıcı sebeplerin nitelikleri ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma sebebi dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık H. müdafiinin eksik soruşturmaya, zorunluluk hali ve sınırın aşılması koşullarının oluştuğuna, maktül A.’a karşı suç yönünden de tahrikin bulunduğuna yönelen, tüm müdahiller vekillerinin eksik soruşturmaya, maktul K.’e yönelik suç yönünden tahrikin yokluğuna ilişen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine;
Ancak;
a- Sanık hakkında maktül A’a karşı suçtan hüküm kurulurken: sanığın yaklaşık 6 yıl önce kardeşinin maktül K. tarafından öldürülmesi nedeniyle, olay günü maktüllerin cezaevi ziyaretine geleceklerini bildiği için maktülleri öldürmeyi tasarladığı, kılık değiştirdiği, olay yerinde planladığı şekilde maktülleri görmesi üzerine de maktül K.’i tahrik altında tasarlayarak öldürdüğü, buna rağmen kardeşine karşı bir eylemi bulunmayan A ‘yı herhangi bir tahrikin etkisi altında kalmaksızın, sırf kan gütme saikiyle ve tasarlayarak öldürdüğü dosya kapsamından anlaşılmasına karşılık, maktül A ‘ın öldürülmesi eyleminde kan gütme saikinin bulunmadığının kabul edilmesi,
b- Sanık hakkında lehe yasanın belirlenmesi ile ilgili olarak; 765 sayılı yasa gereğince kurulacak hükümde, bu yasada yer alan içtima hükümleri nedeniyle, 765 sayılı yasanın 73. maddesine göre sadece müebbet hapis ve hücre cezasına hükmedilmesi gerektiğinden, bu husus koşullu salıverme hükümleri ile birlikte değerlendirildiğinde 765 sayılı yasanın sonuç olarak daha lehe olduğu düşünülmeden, yazılı şekilde 5237 sayılı yasa gereğince hüküm kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı olup, sanık H. müdafiinin duruşmalı incelemedeki temyiz itirazları ile müdahiller vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, sanık Handan hakkındaki hükümlerin kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 6136 sayılı yasa ile kurulan hükümde; 765 sayılı yasanın 59. maddesi yerine 5237 sayılı yasanın 62. maddesinin uygulanması, koşulları bulunmadığı halde 5237 sayılı yasanın 53. maddesinin uygulanması, 765 sayılı yasanın 68-77. maddeleri uyarınca cezaların toplanmasına karar verilmemesi nedenleriyle hükümlerin bozulması gerektiği, öldürme ve öldürmeye teşebbüs suçlarına ilişkin hükümlerin 5237 sayılı yasa ile kurulmasında yasaya aykırılık bulunmadığı yolundaki üyenin karşı oyu ve oy çokluğu, diğer konularda oybirliği ile 25.05.2006 gününde karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2006/1740
K. 2006/2185
T. 29.5.2006
• AYNI HAPİS CEZASININ HÜKMEDİLMESİ ( 765 ve 5237 Sayılı Yasaların İlgili Maddelerinin Karşılaştırıldığı – 5237 Sayılı Yasanın 53. Maddesi İle 765 Sayılı Yasanın 31 ve 33. Maddeleri Karşılaştırıldığında Sanık Lehine Olduğu Anlaşılan 5237 Sayılı Yasanın Uygulanması Gerektiği )
• LEHE KANUN KARŞILAŞTIRMASI ( 765 ve 5237 Sayılı Yasaların İlgili Maddelerinin Karşılaştırıldığında Aynı Hapis Cezasına Hükmedilmesi Halinde 5237 Sayılı Yasanın 53. Maddesi İle 765 Sayılı Yasanın 31 ve 33. Maddeleri Karşılaştırıldığında Sanık Lehine Olduğu Anlaşılan 5237 Sayılı Yasanın Uygulanması Gerektiği )
• ADAM ÖLDÜRME ( 765 ve 5237 Sayılı Yasaların İlgili Maddelerinin Karşılaştırıldığında Aynı Hapis Cezasına Hükmedilmesi Halinde 5237 Sayılı Yasanın 53. Maddesi İle 765 Sayılı Yasanın 31 ve 33. Maddeleri Karşılaştırıldığında Sanık Lehine Olduğu Anlaşılan 5237 Sayılı Yasanın Uygulanması Gerektiği )
765/m.31,33,449
5237/m.7,53
5252/m.9
ÖZET : 765 Sayılı Yasanın 449/1, 51/1 ve 59. maddeleri uygulanarak verilen ve kesinleşen hükmün 5237 Sayılı Yasanın 7/2 ve 5252 Sayılı Kanunun 9. maddeleri gereğince yeniden ele alınıp lehe olan yasanın belirlenmesi için 765 ve 5237 Sayılı Yasaların ilgili maddeleri karşılaştırılıp, takdir hakkı kullanıldıktan sonra, netice olarak aynı hapis cezasına hükmedilmesi halinde ayrıca 5237 Sayılı Yasanın 53. maddesi ile 765 Sayılı Yasanın 31 ve 33. maddeleri karşılaştırıldığında 5237 Sayılı Yasanın açıkça sanık lehine olduğu anlaşıldığı cihetle 5237 Sayılı TCK. ile uygulama yapılması gerekirken 5237 Sayılı Yasanın sanık lehine olmadığından bahisle uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi, yasaya aykırıdır.
DAVA : Kardeşi Seliha Mızıkacı’yı öldürmekten sanık Gökhan Alptekin’in yapılan yargılanması sonunda:
765 sayılı TCK.nun 449, 51/1, 59. maddeleri gereğince 20 sene ağır hapis cezası verilen ve kesinleşen bu karara karşı hükümlünün 5237 sayılı Yasanın uygulanması ile ilgili uyarlama talebi üzerine talebin reddine dair ( MALATYA ) İkinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 03.10.2005 gün ve 137/495 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi hükümlü vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle; incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 765 Sayılı Yasanın 449/1, 51/1 ve 59. maddeleri uygulanarak verilen ve kesinleşen hükmün 5237 Sayılı Yasanın 7/2 ve 5252 Sayılı Kanunun 9. maddeleri gereğince yeniden ele alınıp lehe olan yasanın belirlenmesi için 765 ve 5237 Sayılı Yasaların ilgili maddeleri karşılaştırılıp, takdir hakkı kullanıldıktan sonra, netice olarak aynı hapis cezasına hükmedilmesi halinde ayrıca 5237 Sayılı Yasanın 53. maddesi ile 765 Sayılı Yasanın 31 ve 33. maddeleri karşılaştırıldığında 5237 Sayılı Yasanın açıkça sanık lehine olduğu anlaşıldığı cihetle 5237 Sayılı TCK. ile uygulama yapılması gerekirken 5237 Sayılı Yasanın sanık lehine olmadığından bahisle uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve hükümlü müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair cihetleri incelenmeksizin öncelikle bu nedenle re’sen de temyize tabi bulunan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi CMUK.nun 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 29.05.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2009/5392
K. 2010/7397
T. 11.11.2010
• ADAM ÖLDÜRME ( Alacağını İsteyen Maktule Borç Alarak Ödeyeceklerini Senedi Yanında Getirmesini Söyleyen Sanıkların Araçlarına Aldıkları Maktulü Öldürüp Üzerindeki Senetleri Almaları – Yağma ve Yağma İçin Öldürme Suçlarını Oluşturduğu )
• YAĞMA VE YAĞMA İÇİN ÖLDÜRME ( Alacağını İsteyen Maktule Borç Alarak Ödeyeceklerini Senedi Yanında Getirmesini Söyleyen Sanıkların Araçlarına Aldıkları Maktulü Öldürüp Üzerindeki Senetleri Almaları )
• NİTELİKLİ YAĞMA SUÇU ( Alacağını İsteyen Maktule Borç Alarak Ödeyeceklerini Senedi Yanında Getirmesini Söyleyen Sanıkların Araçlarına Aldıkları Maktulü Öldürüp Üzerindeki Senetleri Almaları )
• KASTEN ÖLDÜRME ( Alacağını İsteyen Maktule Borç Alarak Ödeyeceklerini Senedi Yanında Getirmesini Söyleyen Sanıkların Araçlarına Aldıkları Maktulü Öldürüp Üzerindeki Senetleri Almaları – Yağma ve Yağma İçin Öldürme Suçlarını Oluşturduğu )
5237/m. 82/1, 149/1
ÖZET : Alacağını isteyen maktule başka bir yerden borç alacaklarını, senedi yanında getirmesini söyleyen sanıkların, araçlarına aldıkları maktulü öldürüp üzerinde bulunan senetleri almaları eylemi, yağma ve yağma için öldürme suçlarını oluşturur.
DAVA : H.’i birlikte kasten öldürmekten ve hırsızlıktan sanıklar A. ve M., izinsiz silah taşımaktan adıgeçen sanık A.’in yapılan yargılanmaları sonunda; hükümlülüklerine ilişkin ( Amasya Ağır Ceza Mahkemesi )’nden verilen 18.12.2008 gün ve 133/285 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi C.Savcısı, sanıklar müdafii ile müdahiller vekili taraflarından istenilmiş ve hüküm kısmen re’sen de temyize tabi bulunmuş olduğundan, dava dosyası C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi.
KARAR : Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde sanık A.’in 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun niteliği tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık A. müdafiinin meşru savunmaya, sanık M. müdafiinin suç vasfına yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
a ) Sanık A. hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan kurulan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
b ) Sanıklar A. ve M.’ın hırsızlık ve kasten öldürme suçlarından kurulan hükümlerde ise;
Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanık M.’ın 2006 yılının Mayıs ayında otomobil alım-satım işi yapan maktulden vadeli olarak 18.500,00 TL bedel mukabilinde bir adet otomobil satın aldığı, karşılığında senet tanzim edip maktule verdiği, borcuna karşılık diğer sanığın sözle veya senede imza atmak suretiyle kefaletinin söz konusu olduğu, kefalet biçimi tereddütsüz ortaya konamamakla birlikte varlığı hususunda şüphenin bulunmadığı, maktulün alacağının ödenmemesi üzerine, sanıklarla ödeme konusunda birkaç kez görüştüğü, sanıkların da gerçek olmadığı halde borcun tamamını bir başkasından alacakları parayla ödeyeceklerini, bunun için borç para alacakları kişinin ikamet ettiği O… Köyü’ne gitmeleri gerektiğini, borca konu senedi yanında getirmesini maktule söyleyip, sanık A.’in otomobiliyle hep birlikte gece sayılan zaman dilimi içerisinde, söz konusu köye hareket ettikten bir süre sonra, bu köye giden yoldan ayrılarak P. Köyü’ne giden yola saptıkları, üzerinde bulunan söz konusu senedi almak ve yağma suçunun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla maktulü silahla öldürdükleri, sonrasında maktulün üzerinden otomobil alım satımı ilişkisine konu 38.500,00 TL’lik senet ile sanık A. yakalandığında yapılan üst aramasında ele geçen ve el koyulan 16.07.1999 düzenleme ve aynı gün ödeme tarihli, borçlusunun yine sanık M. olduğu 2.500,00 TL’lik senedi aldıkları olayda; yağma ve yağma için öldürme kastıyla hareket edildiği anlaşıldığı halde, sanıkların TCK’nın 82/1-h ve 149/1-a-c-h maddeleri gereğince cezalandırılmaları gerekirken, yazılı şekilde tahrik altında kasten öldürme ve hırsızlık suçlarından cezalandırılmaları yoluna gidilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olup, katılanlar vekilinin ve Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), 11.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/1-29
K. 2008/218
T. 14.10.2008
• BOZMADAN SONRA BAŞLAYAN YARGILAMA ( Kamu Davasının Kesintisizlik ve Süreklilik İlkesinin Doğal Sonucu Olarak “Son Sözün Sanığa Verilmesi” Kuralının Burda da Geçerli Olduğu )
• SON SÖZÜN SANIĞA VERİLMEMESİ ( İlk Defa Hüküm Kurulurken “Son Sözün Sanığa Verilmesi” Kuralı Bozmadan Sonra Başlayan Yargılamada da Geçerli Olduğu )
• ADAM ÖLDÜRME ( Bozmadan Sonra Başlayan Yargılamada İddia Makamından Bozmaya Karşı Diyecekleri Sorulduktan Sonra Hazır Bulunan Sanığa Son Söz Verilmeden Yargılamanın Bitirilmesinin Yasaya Aykırı Olduğu )
5271/m.216
1412/m.251
ÖZET : Sanıktan son söz sorulup sanığın “takdir mahkemenindir” beyanından sonra bu kez iddia makamından bozmaya karşı diyecekleri sorulup, iddia makamının Yargıtay bozma ilamına direnilmesine karar verilmesi mütalaası üzerine hazır bulunan sanıktan son sözü sorulmadan önceki hükümde direnilmek suretiyle duruşmanın bitirildiği anlaşılmaktadır. Yargılamanın son söz sanığa verilmeden bitirilmesi yasaya aykırıdır.
İlk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir.
DAVA : Sanık F.A’ın kasten adam öldürme suçundan 5237 sayılı Yasanın 81, 21/2, 29 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında aynı Yasanın 53 ve 63. maddelerinin tatbikine, adam öldürmeye teşebbüs suçlarından ise beraatine, müsadere ve yargılama giderlerine hükmedilmesine ilişkin Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince verilen 03.03.2006 gün ve 136-40 sayılı hüküm, sanık müdafii ile katılan sanıklar vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 04.05.2007 gün ve 7820-3428 sayı ile;
“… Sanığın suça konu silah ile maktulün içinde bulunduğu traktörü hedef alarak ateş etmesi sonucu maktul öldüğüne göre sanığın kasten insan öldürme suçundan cezalandırılması yerine, yazılı şekilde karar verilmesi…” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 05.07.2007 gün ve 148-186 sayı ile önceki hükümde direnilmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 16.01.2008 gün ve 2704 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, öldürme suçunun olası kastla işlenip, işlenmediğinin belirlenmesi noktasında toplanmakta ise de;
İncelenen dosya içeriğine göre;
05.07.2007 tarihli oturumda Yargıtay bozma ilamı okunup sırasıyla katılanlar vekili, sanık F.A, sanık müdafii avukat Abbas Aydın’dan bozma ilamına karşı diyecekleri sorulduktan sonra, sanıktan son söz sorulup sanığın “takdir mahkemenindir” beyanından sonra bu kez iddia makamından bozmaya karşı diyecekleri sorulup, iddia makamının Yargıtay bozma ilamına direnilmesine karar verilmesi mütalaası üzerine hazır bulunan sanıktan son sözü sorulmadan önceki hükümde direnilmek suretiyle duruşmanın bitirildiği anlaşılmaktadır. Yargılamanın son söz sanığa verilmeden bitirilmesi yasaya aykırıdır.
Şöyle ki;
1412 sayılı CYUY’nın 251. maddesine paralel düzenlemeler içeren 5271 sayılı CYY’nın 216. maddesinin son fıkrasında, “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince katılmış olduğu takdirde duruşma mutlaka son söz sanığa verilerek bitirilecektir. Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında da vurgulandığı üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu usul kuralı buyurucu nitelikte olup uyulmaması yasaya mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, bu hak hiç bir şekilde kısıtlanamaz.
İlk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir. Çünkü dava sonuçlanmamış yargılama devam etmektedir. Bu nedenle, “en son söz”ün sanığa verilmemesi CYY’nın 216. maddesine aykırıdır. Bu hükmün, kovuşturmanın sona erdirilmesi ve hükmün tesis ve tefhimine geçilmesi öncesinde, son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
Bu itibarla direnme hükmünün öncelikle saptanan bu usuli yanılgı nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün öncelikle saptanan bu usuli yanılgı nedeniyle BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 14.10.2008 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2009/4015
K. 2010/1277
T. 3.3.2010
• ADAM ÖLDÜRME ( Hakkında Koruma Tedbiri Kararı Alınan Tanık Beyanının Hükme Tek Başına Esas Teşkil Etmeyeceği – Tek Başına Bu Tanık Beyanına Dayanılarak Hüküm Kurulamayacağı )
• KORUMA TEDBİRİ ALINAN TANIK ( Tek Başına Bu Tanık Beyanına Dayanılarak Hüküm Kurulamayacağı – Adam Öldürme )
• TANIK BEYANI ( Hakkında Koruma Tedbiri Kararı Alınan – Adam Öldürme/Beyanının Hükme Tek Başına Esas Teşkil Etmeyeceği )
• MAKTULÜN ONSEKİZ YAŞINDAN KÜÇÜK OLMASI ( 5237 S. TCK. Md. 82/1’in “e” Bendinin de Uygulanması Gerektiği )
5726/m. 9/8
5237/m. 82/1
ÖZET : Hakkında koruma tedbiri kararı alınan tanık beyanının hükme tek başına esas teşkil etmeyeceği gözetilmeyerek tek başına bu tanık beyanına dayanılarak hüküm kurulması suretiyle 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’ nun 9/8. maddesine aykırı davranılması,
Kabule göre de ; suç tarihinde maktulün 18 yaşından küçük olması nedeniyle 5237 sayılı TCK.’nun 82/1. Maddesinin “e” bendinin de uygulanması gerektiğinin düşünülmemesi, bozmayı gerektirir.
DAVA : Cumali Çiftçi’yi kangütme saikiyle öldürmekten, Sinan Şiş’i olası kastla yaralamaktan ve izinsiz silah taşımaktan sanık İlyas Demir’in yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin ( ŞANLIURFA ) İkinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 05/12/2008 gün ve 77/347 sayılı hükmün duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle; duruşmalı olarak incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : A ) 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükümde, suç tarihi ; itibariyle adli para cezasının, 08.02.2008 gün ve 5728 sayılı Yasa ile değişik 6136 sayılı Yasanın 13/1. maddesi uyarınca 30 günden aşağı olamayacağının nazara alınmaksızın 450-YTL. adli para cezasına hükmedilmesi, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
B ) Dosyanın incelenmesinde;
1 ) Mahkemede dinlenilen tanıklar İbrahim Halil Çiftçi, Suphi Kas ve Yıldız Cesur’un yeminli beyanlarının gerekçeli kararda yazılmaması ve bu tanıkların ifadelerine itibar edilip edilmediğinin gerekçede tartışmasız bırakılması suretiyle CMK.nun 230/1-b maddesine aykırı davranılması,
2 ) Hakkında koruma tedbiri kararı alınan tanık beyanının hükme tek başına esas teşkil etmeyeceği gözetilmeyerek tek başına bu tanık beyanına dayanılarak hüküm kurulması suretiyle 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’ nun 9/8. maddesine aykırı davranılması,
3 ) 25.04.2008 günlü celsede gizli tanığın ifadesi alındıktan sonra savcılık beyanının okunduğu yazılı ise de dosya arasında savcılık beyanının bulunmaması,
4 ) Kabule göre de ; suç tarihinde maktulün 18 yaşından küçük olması nedeniyle 5237 sayılı TCK.’nun 82/1. Maddesinin “e” bendinin de uygulanması gerektiğinin düşünülmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmekle, sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ve duruşmalı incelemede ileri sürdüğü temyiz itirazlarının bu itibarla kabulüyle, kısmen re’sen de temyize tâbi bulunan hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), ceza miktarı ve tutuklulukta kalınan süre nazara alınarak sanık müdafiinin tahliye talebinin REDDİNE, 03.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/1-281
K. 2008/37
T. 26.2.2008
• MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN AŞILMASI ( Gece Saatlerinde Sadece Kadınların ve Küçük Çocukların Bulunduğu Eve Tahtadan Yapılmış Olan Tuvalet Penceresini Kullanarak Girecek Kadar Gözünü Karartmış ve Makul Hareket Edemeyecek Ölçüde Sarhoş Olan Maktulün Öldürülmesi – Sanığa Ceza Verilemeyeceği )
• ADAM ÖLDÜRME ( Gece Saatlerinde Sadece Kadınların ve Küçük Çocukların Bulunduğu Eve Tahtadan Yapılmış Olan Tuvalet Penceresini Kullanarak Girecek Kadar Gözünü Karartmış ve Makul Hareket Edemeyecek Ölçüde Sarhoş Olan Maktulün Öldürülmesi – Sanığa Ceza Verilemeyeceği )
• MAKUL HAREKET EDEMEYECEK ÖLÇÜDE SARHOŞ OLAN MAKTULÜN ÖLDÜRÜLMESİ ( Sadece Kadınların ve Küçük Çocukların Bulunduğu Eve Tuvalet Penceresini Kullanarak Girmesi – Meşru Savunmada Sınırın Aşılması/Adam Öldürme )
• HAKSIZ TAHRİK ( Gece Saatlerinde Sadece Kadınların ve Küçük Çocukların Bulunduğu Eve Tahtadan Yapılmış Olan Tuvalet Penceresini Kullanarak Girecek Kadar Gözünü Karartmış ve Makul Hareket Edemeyecek Ölçüde Sarhoş Olan Maktulün Öldürülmesi – Sanığa Ceza Verilemeyeceği )
5237/m.27/2,81
765/m.50
ÖZET : Gece saat 24.00 sıralarında, kadınlardan ve küçük çocuklardan başka kimsenin bulunmadığı eve tahtadan yapılmış olan tuvalet penceresini kullanarak girecek kadar gözünü karartmış ve makul hareket edemeyecek ölçüde sarhoş olan maktulün, evin içerisinde sanık A’ya, sanığın annesi H’ye ve yengesi S’ye yönelik olarak cinsel ilişkiye girme istediğini de açıkça ortaya koyan saldırgan hareketlerde bulunup, bahsedilen üç kadının tüm uğraşlarına rağmen saldırılarına son vermeyerek onları zor durumda bırakması ve kadınların güç kullanarakta saldırılara son vermeye muktedir olamamaları sonunda; tamamen saldırıdan kurtulma gayesine yönelik olarak eline aldığı tüfeğe bir fişek koyup, maktule rastgele ateş ederek ölümüne neden olan sanığın, meşru savunmanın sınırını olay sırasında kapıldığı mazur görülebilir korku, panik ve şaşkınlıkla aştığını kabul etmek gerekir. Bu anlamda, evin içerisindeki cesedi gömleğin etekleri pantolonun dışına çıkmış vaziyette bulunan ve bu haliyle belinde silah olup olmadığı net olarak anlaşılamayan maktulün, olay sırasında gerçekten silahlı olup olmaması, sanığın içinde bulunduğu heyecan ve korku göz önünde bulundurulduğunda çok ta önemli değildir. Dolayısıyla sanık 5237 sayılı Yasanın 27/2. maddesine uyan eylemi nedeniyle kusursuz sayılmalı ve kendisine ceza verilmemelidir.
DAVA : 01.08.2004 tarihinde maktul Hicabi Odacı’nın geceleyin tuvalet penceresinden girmiş olduğu evde sanık Aliye Yılmaz tarafından öldürüldüğü iddiası ve sanık Aliye Yılmaz’ın 765 sayılı Yasanın 448. ve 51/2. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda; Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesince 27.09.2005 gün ve 335-159 sayı ile `sanığın daha lehine olan 5237 sayılı Yasanın 81/1 ve 29.. maddeleri uyarınca 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hakkında 53. madde gereğince hak yoksunluklarına` hükmedilmiş, resen temyize tabi olan bu hükmün sanık Aliye müdafii ile katılan vekilleri ve yerel Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1.Ceza Dairesince 01.11.2006 gün ve 2170-4659 sayı ile dosya kapsamına göre, `haksız tahrik nedeniyle yapılan indirimin az bulunduğu ile 765 ve 5237 sayılı Yasaların usulüne göre karşılaştırılmamış olması` isabetsizliklerinden bozma kararı verilmiştir.
Evvelki hükümde direnilmesine karar veren, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesince 26.12.2006 gün ve 360-584 sayı ile önceki hüküm yeniden verilmiş olup, bu hükmün sanık Aliye müdafi ile yerel Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine de Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca 01.05.2007 gün ve 93-104 sayı ile; ( hükmün tefhimi sırasında usule aykırı bildirimde bulunulmuş olması nedeniyle ) `yasa yolu süresi ve şeklini içeren açıklama ile birlikte hükmün katılan vekiline tebliğ edilmesi, meşruhatlı tebligatın alınışından sonraki yasal sürede katılan veya vekilinin temyiz dilekçesi vermesi halinde bu dilekçe de eklenerek, vermemeleri halinde hükmü önceden temyiz eden sanık müdafi ve yerel Cumhuriyet savcısının temyizinin incelenmesi için dosyanın iadesinin sağlanması gerektiği` yönünde karar verilmesi üzerine hüküm katılan vekiline meşruhatlı olarak tebliğ edilmiş ise de, katılan vekili tarafından temyiz edilmemiştir.
Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının `bozma` istekli, 05.04.2007 gün ve 60188 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü:
KARAR : Genel Kuruldaki inceleme sanık Aliye Yılmaz hakkındaki hükme hasren yapılmıştır. Sanıkla aynı köyden olan ve 13 yıl önce sanığa ilgi duyduğu ve hatta onunla evlenmek isteyip muvaffak olamadığı anlaşılan 33 yaşındaki 9 yıllık evli ve 2 çocuklu maktulün olay günü arkadaşlarıyla gezip eğlenmek için köyüne gelmesi ve sanığın da o sırada köyde, annesinin evinde olduğunu öğrenmesi üzerine, akşamüzeri sarhoş vaziyette sanığın bulunduğu eve gidip, o sırada kalabalık olan evden çay içip ayrılması, ardından da gece yarısı evdeki erkeklerin başka bir köye gittiklerini bildiği için aynı eve tekrar gelip, evin dışında bulunan tuvalet penceresinden tuvalete, oradan da içeri açılan tuvalet kapısından eve girmesi, bunu fark eden sanık ile sanığın annesi ve yengesinin tüm çaba ve yalvarmamalarına rağmen evden çıkmamakta ısrar etmesi, bunun üzerine de sanık tarafından bir el av tüfeği ile ateş edilmek suretiyle öldürülmesi tarzında gerçekleşen olayda, Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Genel Kurulca çözümlenmesi gereken hukuki ihtilaf olay gecesi maktulden kaynaklanan hareketler bütününün hangi düzeyde haksız tahriki oluşturduğunun belirlenmesinden ibarettir.
Dosya incelendiğinde;
Kızılcahamam’a bağlı Yıldırım Yağlıca Köyü’nde meydana gelen olayın £andarma komutanlığına 31.07.2004 tarihinde saat 24.00’te telefonla haber verildiği, olay yeri olan eve gelindiğinde maktule ait cesedin, tuvalet kapısının da açıldığı salonda yattığı, maktulün elbiseli ve ayakkabılı olduğu, gömlek eteğinin pantolonunun üzerine doğru kemerden çıkmış vaziyette durduğu, evde Aliye, Satı ve Hatice isimli bayanlarla, 4 küçük çocuğun bulunduğu, sözlü olarak yapılan ilk sorguda maktulün eve tuvaletten girdiği ve Aliye’ye saldırdığı, Aliye’nin de tüfeğe fişek koyarak onu öldürdüğünün ifade edildiği görülmektedir. Olayda kullanılan tüfek ise cesedin 2 metre ilerisine bırakılmıştır.
Ekspertiz raporuna göre, olay yerindeki tüfeğin içinde bulunan kartuş bu tüfekten atılmıştır.
Kızılcahamam Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen 01.08.2004 tarihli olay yeri keşif ölü muayene otopsi raporundan; göbeğin 4 cm. üst tarafından barsakların dışarı çıkmış olduğu ve koklamakla ölenin alkollü olduğu görülmektedir. Ölene ait 55.000.000 lira para, cep telefonu ve diğer bazı şahsi eşyaları da cebinde bulunmaktadır. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen otopsi raporuna göre de; maktulde batında umblikusun 5 cm üstünde aynı hizada, 3×2 cm çapında av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası tespit edilmiştir. Vücutta başkaca darp ve cebir izine rastlanmamıştır. Maktul, saçma yaralanmasından kaynaklanan karaciğer, böbrek, ince-kalın barsak ve büyük damar yaralanmasına bağlı iç ve dış kanama sonucu ölmüştür. Kanda 317 promil alkol tespit edilmiştir.
Jandarma komutanlığınca düzenlenen 02.09.2004 tarihli tutanakta, maktulün evin tuvaletine dışarıdan girmesinin mümkün olduğu belirtilmektedir. Yine dosyada kapsamından; 33 yaşındaki maktulün 60 kg ağırlığında ve 1.65 metre boyunda olduğu belirlenmiştir. Olay yeri tespit tutanağının sanık müdafii tarafından dosyaya sunulan fotoğraflarla birlikte değerlendirilmesi sonucunda ise; tamamen ahşaptan inşa edilmiş bulunan ve penceresinin yerden yüksekliği 2 metre 10 santimetre olan tuvaletin eve bitişik şekilde inşa edildiği, buna karşılık tahtaların basamak olarak kullanılması suretiyle pencereye çıkılabileceği gibi, pencereden bir insanın rahatlıkla içeri girebileceği, nitekim tuvaletin duvarını oluşturan tahtalardan bir kısmının kırılmış olduğu sonucuna varılmaktadır.
Olay yerindeki çifte av tüfeğinin içinde bir adet kartuş bulunmuştur. Ankara Jandarma Kriminal Laboratuarı’ndan alınan 02.09.2004 gün ve 61594 sayılı ekspertiz raporundan, olayda kullanılan 55172 seri numaralı çifte av tüfeğinin namlusunda bulunan 3 adet parmak izinin Aliye Yılmaz’a ait olduğu tespit edilmiştir. Yine aynı kurumdan alınan 18.08.2004 tarihli ekspertiz raporundan, olay yerinde bulunan Satı ve Hatice’nin el svapları ile maktulün yüz svaplarında ve tüfek namlusunda atış artıklarına rastlandığı, buna karşılık Aliye’nin el svaplarında atış artıklarına rastlanmadığı görülmektedir. Atış mesafesi ise yakın atış olarak bildirilmiştir.
Sanık Aliye Yılmaz’ın 01.08.2004 günü saat 09.30 da yapılan muayenesinde herhangi bir darp cebir izine rastlanmamıştır.
Mahkemece ayrı bir araştırma yapılmamış olmakla birlikte, sanık müdafiinin dilekçesinde ifade edildiği kadarıyla, evde bulunanlardan Satı Arıoğlu 20 yaşlarında, 45 kg ağırlığında ve 1.60 metre boyundadır. Hatice Arıoğlu ise 65 yaşlarında, 40 kg. ağırlığında ve 1.55 metre boyundadır. Evde bulunan çocuklardan birisi 6 aylık, birisi 1,5 yaşında, diğeri 3,5 yaşında, en büyüğü ise 10 yaşındadır.
Olay nedeniyle alınan savunma ve ifadeler incelendiğinde; sanık Aliye Yılmaz’ın ilki olaydan hemen sonra 01.08.2004 tarihinde kollukta yapmış olduğu savunma ile, Cumhuriyet savcısı önündeki, sulh ceza hakimi huzurundaki ve hatta mahkemede 05.10.2004 tarihinde müdafii ile birlikte yaptığı savunmanın aynı mahiyette olduğu görülmektedir. Buna karşılık sanık 01.12.2004 tarihli duruşmadan itibaren savunmasını değiştirmiştir. Sanığın değiştirmeden önce istikrarlı olarak yaptığı ve samimi olduğu değerlendirilen ifade ana hatlarıyla şu şekildedir: Sanık kollukta, `Hicabi köylüm olur. Kendisini genç kızlığımdan bu yana tanırım. Hicabi daha önce beni ailemden iki kez istetmişti. Bundan 1 ay önce ben köye anneme tarlada yardım etmek için 3 çocuğumla birlikte geldim. Olay günü tarladan geldik, akşam dinlenmeye çekildik. Saat 22.00 sıralarında Hicabi tek başına eve geldi. Sarhoş olduğu anlaşılıyordu. Çayınız var mı dedi. Biz de çay ikram ettik. Evde hepimiz vardık. Hicabi çay içerken, Ramazan ve Ersan geldiler. Bir süre sonra Hicabi onlara siz gidin dedi, arabanın anahtarını da verdi. Çay içilirken, kardeşim Ömer, gelinimiz ve annem hava almak için salona çıktılar, içeride Mehmet amca ve çocuklarım kalmıştı. Ben de çay dağıtıyordum. O sırada Hicabi el kol hareketi yaparak bana biliyor musun Aliye diye mırıldanıyordu. Ben bu hareketlerden fazlasıyla sıkıldım. Annemin yanına gittim. Kardeşim Ömer’e şuna söyle buradan gitsin dedim. Ömer de bu arada tuvalete girdi, çıktı, Hicabi de tuvalete girdi çıktı ve birlikte dışarı çıktılar. 5-6 dakika sonra abim geldi, haydi hazırlan Mehmet Amca’yı köyüne bırakalım, sen de hava alırsın dedi. Dışarı çıktığımız esnada Hicabi evin yanındaki çeşmenin önündeydi, kardeşim Ömer’e arabam batmış ben şimdi traktör bulamam bana yardım eder misin dedi. Kardeşim traktörü çalıştırdı ve beraber gittiler. Biz de Mehmet Amca ve Ramazan’ın kardeşini arkadan gönderdik. Kendimiz de kadınlar olarak tepeye doğru çıktık. Sonra, ağabeyimler Mehmet Amca’yı köyüne bırakmaya gittiler. Biz de saat 24.00 sıralarında eve girdik. Annem ve çocuklar yattılar, ben ve Satı oturuyorduk. O sırada evin tuvalet kısmından garip sesler gelmeye başladı. Anneme bağırarak tuvalete bakmasını istedim. Annem kalkıp, salonun ışığını yaktı. Biz de yanındaydık. Annem tuvaletin kapısını açınca bir anda bağırmaya başladı. Sen kimsin, ne işin var burada, çabuk git gibi şeyler söyledi. Hicabi annemi iterek tuvaletten evin içerisine girdi. Annem, bize akşamki gelen misafir, çıkartamıyorum diye bağırıyordu. Şahıs bizim evin tuvaletinin yere yakın olmasından faydalanarak eve girmiş, ben de bulunduğum odada vitrinin yanında asılı vaziyette bulunan babamdan kalma çift kırma av tüfeğini aldım. Namlunun sağ tarafına fişek koydum, annem ve gelinimiz Satı Hicabi’yi çıkartmak için uğraşıyorlardı. Şahsın bulunduğu yere geldim. Hicabi’ye sen ne arıyorsun burada, ya geldiğin yerden çık yada kapıdan çık dedim. O da benim üzerine doğru yöneldi. Ben de bu esnada tetiğe bastım ve şahıs yere yığıldı. Bir süre kendime gelemedim. Kendime geldiğimde şahsın ölmüş olduğunu gördüm. Sadece korkutmak istemiştim. Üzerime gelince bir anda paniğe kapıldım, ne yaptığımı hatırlamıyorum. Kendimi ve ailemi korumak istemiştim. Pişmanım` dedikten sonra; Cumhuriyet savcısı önünde, `annemin bağırmasına rağmen annemi itekleyerek içeriye girdi. Satı ve ben çok korktuk. Evin salon kısmına geldiğinde ben de kendisini uyardım. Evden dışarı çıkmasını söyledim. İkaz etmeme rağmen şahıs aldırmıyordu. Hala içeriye doğru geliyordu ve benim üzerine doğru geliyordu, aynı zamanda şahıs aşırı derecede sarhoştu. Israrla uyarmama rağmen evden çıkartamayacağımızı anlayınca evde bulunan av tüfeğini elime aldım, içerisine fişek koyup şahsı tekrar uyardım, yine beni dinlemedi ve eve girdikten sonra sürekli bana yönelik sarkıntılık eylemlerinde bulundu, el kol hareketleri yapıyordu, bana sarılmak istiyordu, beni öpmeye çalışıyordu. Üzerime üzerime geliyordu, beni düşürmeye çalışıyordu, amacı açık bir şekilde anlaşılıyordu ki bana tecavüz etmekti. Beni düşürmeye yatırmaya çalışıyordu, ben kendisini defalarca uyardığım halde dinlemeyince en son tüfeği geri kaçarak korkutmak amacıyla boşa ateş edecektim, karın bölgesine ateş etmişim. Bu şahsın bana olay günü neden sarkıntılık yaptığı ve tecavüz etmeye yeltendiğini bilemiyorum. Namusumu kurtarmak için onu korkutmak amacıyla ateş etmiştim. Kesinlikle öldürme, yaralama kastım yoktu, mahkemede ise c.Hicabi annemi iterek, siktir git oruspu ben buraya senin için gelmedim, ben onun için geldim, bu akşam bu işi bitireceğim, önce onu daha sonra gelininizi c seni de geberteceğim diyerek galiz küfürler ederek üzerime gelmesi üzerine annem düştüğü yerden kalkarak oğlum yapma o evli çocukları var, çocuklarına acı diyerek yalvarıyordu, bu sırada gelinimiz Satı da yapma abi sen bizim büyüğümüzsün diyerek kolundan tutması üzerine Hicabi her ikisini de şiddetli bir biçimde iterek her ikisini de duvara yapıştırması ve annem ve gelinimizin yerlerde sürüklenmesi üzerine odada duvarda asılı bulunan tüfeği aldım ve hemen içine fişek koydum, tekrar odadan çıkarak tüfeği Hicabi’ye doğrulttum, bu sırada Hicabi ayaklarına kapanmış olan annemi tekmelemeye çalışıyor, Satı da abi yapma diyerek hem ağlıyor ve hem de Hicabi’nin ilerlemesine mani olmaya çalışıyordu, Hicabi ise galiz küfürler ederek üzerimize geliyordu. Israrla beni o akşam …yapacağını ve icabında tüm evde bulunanları öldüreceğini söylüyordu. Tüfeği Hicabi’nin üstüne doğru tutuyordum, ben de kendisine bu evi hemen terk etmesini, evli olduğumu, çocuklarımın bulunduğunu, namusum için yaşadığımı söyleyerek evden çıkmasını bağırarak söylüyordum. Hicabi ise ısrarla hem annemi ve hem de gelinimizi hırpalayarak küfürler ediyor ve … yapacağını söylüyordu. Üzerime gelme diyerek ikaz etmeme rağmen o ısrarla beni … yapacağını buna kimsenin mani olamayacağını, mani olmaya kalkanı öldüreceğini, Ömer ile Ali’nin bir saatten önce dönemeyeceğini ifade etmesi üzerine korkutmak için ateş ettim` şeklinde ilavelerde bulunmuştur. Bununla birlikte 02.12.2004 tarihli duruşmada, `Ben daha önce maktulü öldürdüğümü söylemiştim, ancak maktulü ben öldürmedim, Satı Arıoğlu öldürmüştür. Tehdit edildiğim için suçu üzerime almak zorunda kaldım. Bu hususu mahkemenize bildiriyorum. Çocuklarımı düşündüğüm için bugüne kadar bu hususu gündeme getiremedim.` biçiminde savunma yapılmak suretiyle olay başka bir mecraya taşınmak istenmiştir. Nitekim, yargılama sonuçlanıncaya kadar da aynı savunma tekrar edilmiştir.
Olay sırasında sanıkla aynı evde bulunduğu belirlenen annesi Hatice Arıoğlu ile yengesi Satı Arıoğlu’nun ifadeleri de sanıkla aynı mahiyette ve istikrarlıdır.
Bunun yanında, ölenin arkadaşları Ramazan Küçükşahin ile Ersan Ünal, olay günü köye misafir gelen maktulün akşam saatlerinde Hatice Arıoğlu’nun evine uğrayıp çay içtiğini, daha sonra birlikte içki içip saat 23.30 sıralarında ayrıldıklarını, köyde kalacak yeri olmayan Hicabi’nin ben başımın çaresine bakarım diyerek kendi evlerine gelmediğini ifade etmişlerdir. Ersan Ünal ayrıca Hicabi’nin Aliye Yılmaz’ı sevdiğini, muhtemelen onu görmek için olay yeri olan eve gittiğini söylemiştir. Ölenin eşi Seher Odacı da evlenmeden önce maktulün sanığa ilgi duyduğu yöndeki söylemleri teyit etmiştir.
Sanığın ağabeyi olan Ömer Arıoğlu; akşam üstü evde çay içilmesi sırasında maktulün varlığından rahatsız olan sanığın kendisinden maktulün evden gitmesini istediği şeklindeki beyanı ile sanığı doğrulamıştır. Ayrıca Ömer Arıoğlu ve Ömer’in kayınpederi Mehmet Tığlı’nın ifadelerinden olay saatinde evin erkeklerinin Mehmet Tığlı’yı evine bırakmak üzere başka bir köye gittikleri anlaşılmaktadır.
Deliller bu şekilde ortaya konulduktan sonra, sanığın eyleminin hukuki nitelendirme açısından da değerlendirilmesi lazımdır:
Suçun 01.08.2004 tarihinde işlenmiş olması nedeniyle; sanığın hukuki durumunun 765 ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasalarına göre ayrı ayrı belirlenmesi ve sonuç olarak hangisi lehe ise ona göre hüküm verilmesi gerekmektedir.
Dosyaya yansıyan uyuşmazlık `haksız tahrikin düzeyi` ile ilgili olmakla birlikte, bu bağlamda öncelikle değerlendirilmesi gereken konu, sanığın eyleminin `meşru müdafa` sınırları içinde kalıp kalmadığı konusudur.
765 sayılı TCY.nın 49/2. maddesinde bir `hukuka uygunluk nedeni` olarak yer alan meşru müdafaa, 5237 sayılı TCY.nın 25/1. maddesinde de `hukuka uygunluk nedeni` olarak düzenlenmiştir. Meşru müdafaanın koşullarına ilişkin olarak 765 ve 5237 sayılı Yasalar arasındaki en önemli fark `meşru müdafaa` yoluyla korunan hakkın niteliğine ilişkindir. Onun dışındaki koşullar açısından yerleşik uygulama ile yeni Yasadaki düzenleme arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır.
765 sayılı TCY.nın 49/2. maddesindeki düzenleme; `Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filhal def’i zaruretinin bahis olduğu mecburiyetlec.işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.` şeklinde olup, bu düzenleme ile meşru müdafaanın sadece nefse ve ırza yönelik saldırılarda söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır. En geniş yorumla maddenin diğer `kişilik haklarına yönelik saldırılarda` dahi uygulanabileceği kabul edilmiş ise de, malvarlığına yönelik saldırıyı önlemek maksadıyla işlenen fiiller bu kapsamda değerlendirilmemiştir. Öte yandan, 765 sayılı TCY.nın 461. maddesinde meşru müdafaa açısından önem taşıyan özel bir hükme yer verilmiştir. Buna göre; kasten yaralama ve öldürme fiillerini gasp, çıkar amaçlı adam kaldırma, konut dokunulmazlığını ihlal ve kişi güvenliğini ihlale yönelik eylemleri defetmek amacıyla işleyenlere belli koşulların gerçekleşmesi halinde ceza verilmez.
Buna karşılık, 5237 sayılı TCY.nın 25/1. maddesinde; `Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez` biçiminde daha geniş bir düzenlemeye yer verilmiştir. Düzenlemeye göre, meşru müdafanın kabulü için saldırının `herhangi bir hakka yönelmiş olması` yeterli görülmüştür.
Öteden beri öğretide ve uygulamada kabul edilegeldiği üzere; 765 sayılı TCY.nın 49/2. ve 5237 sayılı TCY.nın 25/1. maddelerinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru müdafaa, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta, dolayısıyla eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Meşru müdafaanın kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
A- Saldırıya ilişkin koşullar;
a- Bir saldırı bulunmalıdır; burada somut bir saldırının varlığı gerekmekte ise de, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı olanaksız kılacak veya güç hale getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.
b- Saldırı haksız olmalıdır.
c- Saldırı 765 sayılı Yasaya göre, nefis yada ırza; 5237 sayılı Yasaya göre ise herhangi bir hakka yönelik olmalıdır.
d- Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.
B- Savunmaya ilişkin koşullar;
a- Savunma zorunlu olmalıdır,
b- Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında, sanığın eyleminin meşru müdafaa kapsamında kabul edilip edilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmiştir.
Somut olayda saldırıya ve savunmaya ilişkin diğer koşulların bulunmasına karşılık, `gerçekleştirilen savunma hareketinin, maruz kalınan tecavüzü defedecek ölçüde olması` yani `saldırı ile savunma arasında oran bulunması` koşulu gerçekleşmediğinden meşru müdafaa şartlarının oluştuğundan bahsedilemez. Zira, maktulün ırza yönelik saldırısı karşısında, sanığın kendisini ve yanındakileri savunma hakkının doğduğu kabul edilmeli ise de; sanığın doğrudan göğüs bölgesine ateş etmek suretiyle maktulü öldürmesi eyleminde, savunma ile saldırı arasındaki dengenin savunma lehine bozulmuş olduğu, dolayısıyla da ölçülülük ilkesinin ihlal edilmiş olması nedenine dayalı olarak her iki Yasa açısından da meşru müdafaa koşullarının bulunmadığı söylenebilir.
Savunmanın meşru müdafaa koşullarında başladığı, fakat ölçülük ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru müdafaanın kabul edilmediği bu gibi durumlarda, `sınırın aşılması` söz konusu olabilmektedir.
Meşru müdafaada sınırın aşılması 765 sayılı TCY.nın 50. maddesinde, `49’uncu maddede yazılı fiillerden birini icra ederken kanunun veya salahiyettar makamın veya zaruretin tayin ettiği hududu tecavüz edenler asıl suça mürettep ceza altıda birinden eksik ve yarısından ziyade olmamak üzere indirilir ve ağır hapis hapse tahvil olunur ve amme hizmetlerinden müebbed memnuiyet cezası yerine muvakkat memnuiyet cezası verilir.` biçiminde yer almıştır. Düzenlemeye göre; sınırın aşılması Yasanın 49. maddesinde sayılan tüm hukuka uygunluk nedenleriyle ilgili olarak uygulama alanı bulabilmektedir. Bu maddenin uygulanabilmesi için, meşru müdafaa koşullarında başlayan bir savunmada ölçülülük ilkesinin ihlali nedeniyle sınırın aşılmış olması yada saldırı etkisiz hale getirildikten sonra dahi savunmaya veya tepkiye devam edilmesi yeterli olup, sınırın kastla veya taksirle aşılmış olması önemli değildir. Sınır ne şekilde ve hangi niyetle aşılmış olursa olsun 50. madde uyarınca uygulama yapılabilecektir. Buna karşılık, 765 sayılı Yasanın 461. maddesinin söz konusu olduğu durumlarda, 50. maddenin uygulanma olasılığı bulunmamaktadır.
`Sınırın aşılması` ile ilgili olarak; 5237 sayılı Yasada yer alan düzenleme, 765 sayılı Yasadakinden oldukça farklıdır:
5237 sayılı Yasanın sınırın aşılmasını düzenleyen 27. maddesinin 1. fıkrasına göre; `Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.` Yasa maddesinin ve gerekçenin aksine öğretide kabul edilen ve özellikle de Prof. Dr. İzzet Özgenç tarafından savunulan görüşe göre, `Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması` ibaresini `Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması` olarak anlamak gerekir. Zira, 5271 sayılı CYY.nın hüküm türlerini düzenleyen 223. maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.
Diğer taraftan, 5237 sayılı TCY.nın 27. maddenin 2. fıkrasında, `Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez` denilmek suretiyle, bu fıkranın uygulama alanı `meşru savunma` ile sınırlandırılmıştır.
Yeni sistemde, başlıca dört hukuka uygunluk nedeninden bahsedilmektedir. Bunlar; meşru savunma, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızasıdır. Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, bu durumda fail hakkında beraat kararı verilmesi gerekecektir. Buna karşılık, `sınırın aşılması` bir hukuka uygunluk nedeni değil, 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde `beraat hükmü` değil, Yasanın 27/1. maddesine göre indirimli ceza veya Yasanın 27/2. maddesine göre ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir. Bu husus, 5271 sayılı Yasanın 223. maddesinden de açıkça anlaşılmaktadır.
Şu halde, 27. maddenin 1. fıkrasının uygulanabilmesi için; öncelikle bir hukuka uygunluk nedeni söz konusu olmalıdır. Failin, hukuka uygunluk nedenine ilişkin koşulların sınırlarını `kast olmaksızın` aşması da ikinci koşuldur. Dolayısıyla, 765 sayılı Yasanın 50. maddesinden farklı olarak sınırın kasten aşılması halinde bu madde uygulanamayacaktır. Yine, 765 sayılı Yasadaki durumdan farklı olarak, 5237 sayılı Yasada hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmemiş olan `zorunluluk hali` için de bu maddenin uygulanma şansı bulunmamaktadır.
Bu durumda, olayımız açısından bakıldığında; sınırı kasten aştığı açıkça görülen sanığın eyleminin 5237 sayılı Yasanın 27/1. maddesi kapsamına girmediği açıkça bellidir. Buna karşılık, 765 sayılı Yasanın 50. maddesindeki koşullar oluşmuştur.
Her ne kadar sanığın eylemi 5237 sayılı Yasanın 27/1. maddesi kapsamında değerlendirilemez ise de, bu eylemin aynı maddenin 2. fıkrası kapsamında değerlendirilebilmesine engel teşkil eden bir durum değildir. O nedenle, 2. fıkranın uygulanabilme koşullarının ortaya konulması gerekir.
5237 sayılı Yasanın 27/2. maddesinin uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin koşulların var olması,
3- Savunmaya ilişkin koşullardan `ölçülülük` şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
4- `Sınırın aşılmasının` mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi,
Gerekmekte olup, tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile ceza verilmeyecektir.
Bu durumda; kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru müdafaada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolo£ik durumdur. Zira, kişi sırf maruz kaldığı saldırının tesiriyle `heyecan, korku ve paniğe` kapılarak meşru müdafaanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık; sırf saldırının etkisiyle değil de, ( velev ki saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi ) öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde tutmak lazımdır. Yani, failin niyeti, fiilin icra tarzına ve ruh haline göre ciddi bir saldırının def’inden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise `meşru savunmanın` sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilir.
Somut olaya döndüğümüzde;
Tarafsız görgü tanığı bulunmayan olayda, sanığın duruşmaların belli bir evresinden sonra ve psikolojik nedenlere dayalı olarak kendisini cezadan kurtarmak amacıyla suçu inkar etmesi dışında, bu evreye kadar devam eden ve Hatice Arıoğlu ile Satı Arıoğlu’nun ifadeleriyle de tam bir uyum gösteren savunması ile tanıklar Ömer Arıoğlu ve Mehmet Tığlı’nın savunmayı büyük ölçüde doğrulayan beyanları, maktulün arkadaşı olduğu anlaşılan Ramazan Küçükşahin ve Ersan Ünal’ın ifadeleriyle birlikte değerlendirilip, maddi delillerle karşılaştırıldığında savunmaya itibar edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle; gece saat 24.00 sıralarında, kadınlardan ve küçük çocuklardan başka kimsenin bulunmadığı eve tahtadan yapılmış olan tuvalet penceresini kullanarak girecek kadar gözünü karartmış ve makul hareket edemeyecek ölçüde sarhoş olan maktulün, evin içerisinde sanık Aliye Yılmaz’a, sanığın annesi Hatice Arıoğlu’na ve yengesi Satı Arıoğlu’na yönelik olarak cinsel ilişkiye girme istediğini de açıkça ortaya koyan saldırgan hareketlerde bulunup, bahsedilen üç kadının tüm uğraşlarına rağmen saldırılarına son vermeyerek onları zor durumda bırakması ve kadınların güç kullanarakta saldırılara son vermeye muktedir olamamaları sonunda; tamamen saldırıdan kurtulma gayesine yönelik olarak eline aldığı tüfeğe bir fişek koyup, maktule rastgele ateş ederek ölümüne neden olan sanığın, meşru savunmanın sınırını olay sırasında kapıldığı mazur görülebilir korku, panik ve şaşkınlıkla aştığını kabul etmek gerekir. Bu anlamda, evin içerisindeki cesedi gömleğin etekleri pantolonun dışına çıkmış vaziyette bulunan ve bu haliyle belinde silah olup olmadığı net olarak anlaşılamayan maktulün, olay sırasında gerçekten silahlı olup olmaması, sanığın içinde bulunduğu heyecan ve korku göz önünde bulundurulduğunda çok ta önemli değildir. Dolayısıyla sanık 5237 sayılı Yasanın 27/2. maddesine uyan eylemi nedeniyle kusursuz sayılmalı ve kendisine ceza verilmemelidir.
Sanığın 765 sayılı Yasanın 50. maddesine uyan eylemi, 5237 sayılı Yasanın 27/2. maddesine uyduğundan; `indirim` yerine `ceza verilmesine yer olmadığı kararı` vermeyi gerektiren 5237 sayılı Yasa uyarınca verilecek hüküm daha lehe olacaktır.
Bu itibarla, sanık Aliye müdafii ile yerel Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları yerinde görülmekle, Yerel Mahkeme direnme kararının tebliğnameden farklı düşünce ile bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.12.2006 gün ve 360-584 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Bozma kararının mahiyetine göre, sanık Aliye Yılmaz’ın BİHAKKIN TAHLİYESİNE, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse derhal tahliyesinin sağlanması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,
3- Dosyanın Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 26.02.2008 günü yapılan müzakerede tebliğnameden farklı düşünce ve oybirliği ile karar verildi.