Ağır Ceza Mahkemesi Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/31221
K. 2010/40902
T. 27.12.2010
BANKA ZARARININ ÖDETİLMESİ İSTEMİ (Ağır Ceza Mahkemesi Dosyasında Alınan Bilirkişi Raporu İle Bu Dosyada Alınan Bilirkişi Raporları Arasında Çelişkiler Olduğundan Bu Çelişkilerin Giderilmesi Gerektiği)
BİLİRKİŞİ RAPORLARI ARASINDA ÇELİŞKİ BULUNMASI (Banka Zararının Ödetilmesi İstemi – Ağır Ceza Mahkemesi Dosyasında Alınan Bilirkişi Raporu İle Bu Dosyada Alınan Bilirkişi Raporları Arasında Çelişkiler Olduğundan Giderilmesi Gerektiği)
AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE ALINAN BİLİRKİŞİ RAPORU (Davacının Zararından Davalının Sorumlu Olduğunun Tespiti Yapıldiği – Alınan Bilirkişi Raporu İle Bu Dosyada Alınan Bilirkişi Raporları Arasında Çelişkiler Olduğundan Bu Çelişkilerin Giderilmesi Gerektiği)
818/m.53
ÖZET: Davacı, uğranılan banka zararının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Davacı hukuka ve bankacılık kurallarına aykırı işlemleri nedeni ile Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve mahkum olmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinde alınan bilirkişi raporunda davacının zararından davalının sorumlu olduğunun tespiti yapılmıştır. Mahkemece alınan bilirkişi raporlarında ise banka zararının oluşmadığı sonucuna varılmıştır. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında alınan bilirkişi raporu ile bu dosyada alınan bilirkişi raporları arasında çelişkiler vardır. Bu çelişkilerin giderilmesi için üniversitelerin ticaret hukuku konusunda borçlar hukuku konusunda ve bankacılık konusunda uzmandan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınarak çelişkilerin giderilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
DAVA: Davacı, uğranılan banka zararının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi R. Taşdelen tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: Davacı, davalının banka müdürü olduğunu, görev yaptığı sırada kanunlarına ve bankacılık ilkelerine aykırı olarak hareket ettiğini, bir kısım çeklerin karşılığı olmadığı halde çek tutarlarının hesapta olduğunu ve bloke edildiğini bildirdiği, banka müşterisi Akar Koli Şirketinin kredi hesabından bir kısım kişilere ödemelerde bulunduğunu Setim İnşaat Şirketinin sermaye artışı ile ilgili tahsil etmediği halde tahsil edilmiş gibi yazıyı Sanayi Ticaret Bakanlığına yazdığını belirterek:
Bloke şerhi vermekten dolayı faizler hariç 1.500.000.000 TL,
Satim İnşaatla ilgili olarak 296.295.000 TL,
Usulsüz ödemelerle ilgili olarak da 2.000.000.000 TL civarında zararlar meydana geldiğini, davalının bankayı zarara uğrattığını bildirip, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 500.000.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. 12.06.2005 tarihli açıklama dilekçesi ile,
Sermaye artırımı işleminin usulsüzlüğü nedeni ile ramazan Çetinkaya’ya ödenen 296.295.000 TL, Usulsüz ödemelerden dolayı 103.705 TL,
Bloke şerhli çeklerden dolayı uğranılan zarardan dolayı da 100.000.000 TL talep edildiğini,
Usulsüz ödemelerin Akar Koli. Şti. Rasim Sason firması hesabından Mehmet Doğan’ın hesabına yapılan işlemlerle ilgili olduğunu. Blokeli çekler Mehmet Zamanoğlu ve Mehmet Cüce ile ilgili işlemler olduğunu açıklamıştır.
Davalı, davacı vekilinin sadece Ağır Ceza dosyasını delil olarak gösterdiğini, oysa şartların değiştiğini, örneğin Ağır Ceza Yargılaması sırasında 296.295.000 TL lik zararla ilgili olarak İcra Tetkik Merciince verilen kararın Yargıtayca Bozulduğunu, davacının bu borçtan sorumlu olmayacağına dair mahkemenin kararının kesinleştiğini. Davacının kendisine isnat ettiği iddiaların doğru olmadığını, bankanın kesinlikle bedel ödemediğini, bu nedenle zararı olmadığını, davacının zararını ispatlaması gerektiğini beyanla davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece,”… Dava davalı işçinin bankayı zarara uğrattığı iddiasına dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir. Dosyaya sunulan 01/12/1997 tarihli tek kişilik bilirkişi raporu ile karşılıksız suretle çek şerhinin verilmesini bankanın kurallarına aykırı olduğunu ancak bu çekler nedeniyle bankaca herhangi bir ödeme yapılmadığını, usulsüz mevduat hesabı açılması yönünden de bankanın herhangi bir zararının bulunmadığını. Setim Ltd. Şti.’nin sermaye artırımı işleminde başkaca bir ödeme yapılmamış olduğundan bankanın zararı olmadığını, bir kısım firma sahiplerinden başkalarına ödeme yapılmasından da bankanın zararı olmadığını belirtmiştir. Dosya 3’lü bilirkişiye tevdii edilmiştir. 16/02/2001 tarihli bilirkişi raporu emekli banka müdürü, emekli hukuk müşaviri, emekli Sayıştay uzman denetçisi tarafından verilmiştir. Bu raporda önceki bilirkişilerin belirttiği hususlarda bankanın zarara uğramadığı zira bankaca bir ödeme yapılmadığı belirtilmiştir. Davalının eylemleri ceza hukuku açısından suç sayılır eylemler niteliğinde bulunmuşsa da ceza mahkemesi kararının Borçlar Kanunun 53. Maddesi gereğince zarar yönünden hukuk mahkemesini bağlayıcı etkisi yoktur. Hukuk Hakimi bir zarar doğup doğmadığını araştıracaktır. Burada davalının kusuru ile bağlı değildir. Davalının eylemleri yasalar ve bankalar hukuku ve ilkelerine uygun değildir. Ancak ortada davacı bankanın kasasından çıkan herhangi bir zarar da yoktur. Davacı bankanın zararının olmadığı bilirkişi raporları ile sabit bulunmakla gerekçeleri itibari ile oluşan uygun kabul edilen bilirkişi raporları da nazara alınarak davacının açmış olduğu davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm fıkrası kurulmuştur.” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalının eylemleri ve işlemleri nedeni ile davacıya zarar verip vermediği noktasında toplanmaktadır.
Davacı hukuka ve bankacılık kurallarına aykırı işlemleri nedeni ile Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve mahkum olmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinde alınan bilirkişi raporunda davacının zararından davalının sorumlu olduğunun tespiti yapılmıştır. Mahkemece alınan bilirkişi raporlarında ise banka zararının oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında alınan bilirkişi raporu ile bu dosyada alınan bilirkişi raporları arasında çelişkiler vardır. Bu çelişkilerin giderilmesi için üniversitelerin ticaret hukuku konusunda borçlar hukuku konusunda ve bankacılık konusunda uzmandan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınarak çelişkilerin giderilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ve eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 27.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. CEZA DAİRESİ
E. 2011/21066
K. 2012/12403
T. 17.5.2012
CUMHURİYET SAVCISININ TEMYİZ İSTEMİ (Ağır Ceza Mahkemesi Nezdindeki C.Savcılarının Yargı Çevresindeki Asliye ve Sulh Ceza Mahkemelerinin Hükümlerine Karşı Tefhim Tarihinden İtibaren Bir Ay İçinde Başvurabilecekleri – Temyiz Süresinin Görüldü İle Değil Tefhimle Başlayacağı)
TEMYİZ SÜRESİ (Ağır Ceza Mahkemesi Nezdindeki C.Savcılarının Yargı Çevresindeki Asliye ve Sulh Ceza Mahkemelerinin Hükümlerine Karşı Tefhim Tarihinden İtibaren Bir Ay İçinde Temyiz Yoluna Başvurabilecekleri)
AĞIR CEZA MAHKEMESİ NEZDİNDEKİ C. SAVCILARININ TEMYİZ SÜRESİ (Yargı Çevresindeki Asliye ve Sulh Ceza Mahkemelerinin Hükümlerine Karşı Tefhim Tarihinden İtibaren Bir Ay İçinde Başvurabilecekleri – Temyiz Süresinin Görüldü İle Değil Tefhimle Başlayacağı)
1412/m.310, 317
ÖZET: Ağır Ceza Mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet savcılarının yargı çevresindeki Asliye ve Sulh Ceza Mahkemelerinin hükümlerine karşı tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz kanun yoluna başvurabilecekleri, temyiz süresinin görüldü ile değil tefhimle başlayacağı dikkate alındığında temyiz istemi süresinde olmadığından reddine karar verilmiştir.
DAVA: Taksirle öldürme ve 6136 sayılı kanuna muhalefet suçlarından, sanığın beraatine ilişkin hüküm, Üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR: Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.11.2007 gün ve 167/222 sayılı kararında belirtildiği üzere Ağır Ceza Mahkemesi nezdindeki C. savcılarının yargı çevresindeki Asliye ve Sulh Ceza Mahkemelerinin hükümlerine karşı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 310. maddesi gereğince tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz kanun yoluna başvurabilecekleri, temyiz süresinin görüldü ile değil tefhimle başlayacağı 23.03.2010 tarihinde verilen hükme karşı 06.05.2010 tarihinde yapılan temyiz isteminin süresinde olmadığı anlaşılmakla,
SONUÇ: Üst C. Savcısının temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’un 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE, 17.05.2012 tarihinde isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/9-104
K. 2007/116
T. 29.5.2007
GEREKÇELİ KARAR (Hüküm Fıkrasını İçeren Bölümü Dışındaki Diğer Sayfaların Sadece Mahkeme Başkanı ve Katip Tarafından İmzalanması – Geçerli Bir Mahkeme Kararının Bulunduğu İmzaya İlişkin Bir Noksanlığın Olmadığı)
HÜKÜM FIKRASI (Gerekçeli Kararın Bu Bölümü Dışındaki Diğer Sayfaların Sadece Mahkeme Başkanı ve Katip Tarafından İmzalanması – İmzaya İlişkin Bir Noksanlığın Olmadığı/Geçerli Bir Mahkeme Kararının Bulunduğu)
MAHKEME BAŞKANI VE KATİP TARAFINDAN İMZALANAN GEREKÇELİ KARAR(Üyelerin Hüküm Fıkrasını İçeren Bölüm Dışındaki Diğer Sayfaları İmzalamamalarının Noksanlık Oluşturmayacağı)
AĞIR CEZA MAHKEMESİ KARARLARI (Gerekçeli Kararın Hüküm Fıkrasını İçeren Bölümü Dışındaki Diğer Sayfaların Sadece Mahkeme Başkanı ve Katip Tarafından İmzalanması – Geçerli Bir Mahkeme Kararının Bulunduğu)
5271/m. 219, 232/4
1412/m. 268/2
ÖZET: Çözümü gereken uyuşmazlık, gerekçeli kararın hüküm fıkrasını içeren bölümü dışındaki diğer sayfaların sadece mahkeme başkanı ve katip tarafından imzalanmasının yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Gerekçeli kararın hüküm fıkrasını içeren dördüncü sayfasının mahkeme başkanı, üyeler ve zabıt katibi tarafından imzalanması, gerekçeyi ve diğer hususları içeren ilk üç sayfanın ise mahkeme başkanı ile kararı yazan katip tarafından imzalanmış bulunması karşısında, geçerli bir mahkeme kararının bulunduğu, imzaya ilişkin bir noksanlığın olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, imza noksanlıkları nedeniyle ortada hukuken geçerli ve temyiz denetimine elverişli bir gerekçeli kararın bulunmadığı hallerde, bu hususun bozma nedeni sayılmayıp, noksanlığın mahallinde ikmal ettirilmesinden sonra temyiz denetiminin gerçekleştirilmesi gerekir.
DAVA: Sanık Gülabi’nin, 5237 sayılı TCY’nın 85/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, aynı Yasanın 53/6. maddesi uyarınca sürücü belgesinin 1 yıl süre ile geri alınmasına, hakkında 63. maddenin uygulanmasına ilişkin Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.08.2006 gün ve 14/346 sayılı hüküm,
Sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 12.03.2007 gün ve 8495-1932 sayı ile;
“… Gerekçeli kararın 1, 2 ve 3. sayfalarının hükme iştirak eden üye hakimler tarafından imzalanmaması suretiyle, CMK’nun 232/4. maddesine aykırı davranılması…” isabetsizliğinden, sair yönleri incelenmeksizin oyçokluğuyla bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 7.5.2007 gün ve 288197 sayı ile;
“Tefhimle hükmün esasını oluşturan kısa kararın yer aldığı 23.08.2006 tarihli duruşma tutanağının 2. sayfası ile gerekçeli kararın hüküm fıkrasının tamamının yer aldığı 4. sayfasının mahkeme başkanı, üye hakimler ve zabıt katibi tarafından imzalandığı, gerekçeli kararın 1 ila 3. sayfalarının ise duruşma ve karara iştirak eden üye hakimler tarafından imzasız bırakılarak, sadece mahkeme başkanı ve zabıt katibi tarafından imzalandığı görülmüştür. Hüküm fıkrası, tefhim olunan kısa karar ile gerekçeli kararda aynı olup, imza eksikliğine yönelik bir temyiz itirazı da bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın konusu, gerekçeli kararın tüm sayfalarının hükme iştirak eden üye hakimler tarafından imzalanmasının gerekli olup olmadığına ilişkindir.
Konu ile ilgili yasa metinlerine bakıldığında;
1412 sayılı CMUK.nun 268/2. maddesinde, “Hüküm ve kararlar buna iştirak eden hakimler tarafından imzalanır.”; karşılığı 5271 sayılı CMK.nun 232/4. maddesinde, “Karar ve hükümler bunlara katılan hakimler tarafından imzalanır.” şeklinde düzenleme getirilmiştir. İki yasa metni arasında bir farklılık bulunmamaktadır.
Yerleşmiş uygulamada, gerekçeli kararın birden fazla sayfaya yazılması halinde ilk sayfaların duruşma tutanağındaki gibi mahkeme başkanı ve zabıt katibi tarafından, kararın son sayfasının ise hükme iştirak eden tüm hakimler tarafından imzalanması yeterli görülmektedir.
Aslolan tefhimle hükmün esasını oluşturan kısa karar ve bu kararın yer aldığı duruşma tutanağının tüm hakimler tarafından imzalanması gerçeğinden hareket edecek olursak, yargılama sonrası aşamayı kapsamakta olan gerekçeli karar yazımındaki imza noksanlığının yerinde tamamlanması mümkündür. Kaldı ki, gerekçeli karardaki imza eksikliğinin bozma nedeni sayılması usul ekonomisine aykırı olup, sadece bu bozma nedeni üzerine tekrar duruşma açılmasının da pratik bir faydası bulunmamaktadır. Nitekim, Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu başka bir dava dosyası ile ilgili olarak verdiği 10.04.2007 tarih ve 9-2007/74-86 sayılı kararında, gerekçeli karardaki üye hakim imza eksikliğinin bozma nedeni yapılamayacağı yönündeki itirazımızı kabul etmiştir.
Somut olayda, tefhimle hükmün esasını oluşturan kısa kararın yer aldığı 23.08.2006 tarihli duruşma tutanağının 2. sayfası ile gerekçeli kararın hüküm fıkrasının tamamının yer aldığı 4. sayfası mahkeme başkanı, üye hakimler ve zabıt katibi tarafından imzalanmakla, kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkrasının aynı olduğu ve gerekçeli kararı üye hakimlerin onaylayarak katıldıkları biçiminde kabul etmek gerekir.” gerekçesiyle itiraz yoluna başvurularak, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12.03.2007 tarih ve 2006/8495 esas, 2007/1932 karar sayılı bozma kararının kaldırılarak, hükmün esastan incelenmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: Sanığın 5237 sayılı TCY’nın 85/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, aynı Yasanın 53/6. maddesi uyarınca sürücü belgesinin 1 yıl süre ile geri alınmasına, hakkında 63. maddenin uygulanmasına ilişkin Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.08.2006 gün ve 14/346 sayılı hüküm, Özel Dairece; “Gerekçeli kararın 1, 2 ve 3. sayfalarının karara katılan üye hakimler tarafından imzalanmaması suretiyle CYY’nın 232/4. maddesine aykırı davranılması” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı, gerekçeli kararın hüküm bölümünü içeren sayfalarının hükme katılan hakimler tarafından imzalanmasının yeterli olduğunu, gerekçeyi içeren sayfalarının ise mahkeme başkanı ile katip dışındaki diğer üyelerce imzalanmasının zorunlu bulunmadığını belirterek itiraz etmiştir.
Çözümü gereken uyuşmazlık, gerekçeli kararın hüküm fıkrasını içeren bölümü dışındaki diğer sayfaların sadece mahkeme başkanı ve katip tarafından imzalanmasının yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
İncelenen olayda;
23.08.2006 tarihli oturumun, hüküm fıkrasının yer aldığı ikinci sayfasının, Başkan, üyeler ve katip tarafından imzalandığı, 4 sayfadan oluşan gerekçeli kararın ise, ilk üç sayfasının Başkan ve katip tarafından, hüküm fıkrasının yer aldığı 4. sayfasının ise Başkan, üyeler ve katip tarafından imzalandığı anlaşılmaktadır.
Ceza Yargılaması Yasasının “Duruşma tutanağı” başlığını taşıyan 219. maddesinde: duruşma için tutulan tutanağın mahkeme başkanı veya hakim ile zabıt katibi tarafından imzalanacağı, mahkeme başkanının mazereti olduğunda, tutanağın en kıdemli üye tarafından imzalanacağı,
231. maddesinde: duruşmanın sonunda, 232. maddede belirtilen esaslar dahilinde hazırlanmış bulunan hüküm fıkrasının duruşma tutanağına geçirileceği ve bunun duruşmada okunacağı,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlığını taşıyan 232. maddesinin ilk iki fıkrasında: hükmün başlığında bulunması gereken unsurların neler olduğu, üçüncü fıkrasında; duruşma sırasında tutanağa geçirilmeyen hüküm gerekçesinin hükmün açıklanmasından itibaren onbeş gün içinde yazılarak dava dosyasına konulacağı ve 4. fıkrasında da; karar ve hükümlerin, bunlara katılan hakimler tarafından imzalanacağı belirtilmektedir.
Sözü edilen yasal normlar birlikte değerlendirildiğinde; duruşma sürecini saptamak için tutulan tutanakların mahkeme başkanı ile zabıt katibi tarafından imzalanmasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, son karar verilmeden, başka deyişle henüz duruşma süreci devam ederken mahkemece verilebilecek çeşitli kararlar da bulunmaktadır. Örneğin; sanığın tutuklanmasına veya yaşının düzeltilmesine yahut bir başka mahkemede görülmekte olan bir davanın bekletici mesele yapılmasına ilişkin ve uygulamada ara kararı diye adlandırılan bir kısım kararlar duruşma tutanağına geçirildiğinde, duruşma tutanağının bu hususları içeren sayfalarının, 232. Maddenin 4. Fıkrasında yazılı kural gereği bu karara katılan tüm hakimler ve tutanak katibi tarafından imzalanması lazımdır. Duruşma sürecinin sonunda verilen ve tutanağa geçirilip duruşmada okunan son kararın da, karara katılan tüm hakimler ve tutanağı yazan katiplerce imzalanması zorunludur. Uygulamada kısa karar diye adlandırılan bu hüküm, esasen hükmün esasını oluşturmakta, duruşma tutanağına geçirilip açıklanmış bulunmakla da geçerlilik kazanmaktadır. Asıl olan, duruşma sonunda verilen hükmün duruşma tutanağına geçirilmesi sırasında, hükmün gerekçesinin de tutanağa yazılmasıdır. Böyle yapıldığında, duruşma tutanağının hüküm fıkrasını içeren sayfalarının 232/4. Madde uyarınca karara katılan tüm hâkimler ve tutanak kâtibi tarafından imzalanması, duruşma tutanağının gerekçeyi içeren kısmının ise 219. Madde uyarınca mahkeme başkanı ve tutanak katibi tarafından imzalanması yeterli olacaktır. Hükümle birlikte tutanağa geçirilmeyen gerekçenin ise, ceza yargılaması yasasının 232/3. Maddesi uyarınca onbeş gün içinde yazılıp dava dosyasına konulması zorunludur. Önceki ceza yargılaması yasamızda hükmün beyaz edilmesi olarak isimlendirilen bu işlem, hükmün esasını oluşturan kısa kararın, ceza yargılaması yasasının 230. Maddesine uygun biçimde gerekçeyi ve 232. Maddede yazılı unsurları da içerecek biçimde yazılmasından ibarettir. Bu durumda, hükmü ve gerekçesini birlikte içeren ve kesinleştiğinde ilam hüviyetini alacak, gerektiğinde infaza konu olabilecek bir başka belge ortaya çıkmış olacaktır.
Gerekçeli karar olarak isimlendirilen bu belge, yargılamayı gerçekleştiren ve yargılananlarla ilgili bilgileri, iddiayı, savunmayı, kabul edilen ve reddedilen kanıtları, bunların tartışılmasını, gerekçeyi ve hükmü içermektedir. Bir çok sayfadan oluşması mümkün bu yeni belgenin, duruşmada tutanağa geçirilip açıklanmakla geçerlilik kazanmış bulunan ve esasen hükmün esasını oluşturan kısa kararı içeren sayfalarının, ceza yargılaması yasasının 232. Maddesinin 4. Fıkrasında yazılı buyurucu kural gereği, karara katılmış bulunan tüm hâkimler ve gerekçeli kararı yazan kâtip tarafından imzalanması zorunludur. Diğer sayfalarının ise mahkeme başkanı ile zabıt kâtibi tarafından imzalanması, gerekçeli kararın geçerli bir belge hüviyetini kazanması bakımından yeterlidir.
Somut olayda, gerekçeli kararın hüküm fıkrasını içeren dördüncü sayfasının mahkeme başkanı, üyeler ve zabıt katibi tarafından imzalanması, gerekçeyi ve diğer hususları içeren ilk üç sayfanın ise mahkeme başkanı ile kararı yazan katip tarafından imzalanmış bulunması karşısında, geçerli bir mahkeme kararının bulunduğu, imzaya ilişkin bir noksanlığın olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, imza noksanlıkları nedeniyle ortada hukuken geçerli ve temyiz denetimine elverişli bir gerekçeli kararın bulunmadığı hallerde, bu hususun bozma nedeni sayılmayıp, noksanlığın mahallinde ikmal ettirilmesinden sonra temyiz denetiminin gerçekleştirilmesi gerekir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, dosyanın temyiz incelemesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12.03.2007 gün ve 8495-1932 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın diğer yönlerin temyizen incelenmesi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 29.05.2007 günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/7-33
K. 2010/58
T. 23.3.2010
OLAĞANÜSTÜ YASA YOLU (Ağır Ceza Mahkemesince İdari Yaptırım Kararının Verilmesi Halinde En Yakın Ağır Ceza Mahkemesinin Verdiği Karar Üzerine Yasa Yolu Süreci Tamamlanacağından Bu Aşamadan Sonra Başvurulamayacağı)
İDARİ YAPTIRIM KARARI (En Yakın Ağır Ceza Mahkemesinin Verdiği Karar Üzerine Yasa Yolu Süreci Tamamlanacağından Bu Aşamadan Sonra Herhangi Bir Olağanüstü Yasa Yoluna Başvurulamayacağı)
YASA YARARINA BOZMA (Kesinleşen Kararlara Karşı İstinaf veya Temyiz İncelemesinden Geçmeksizin Kesinleşen Hakimlik veya Mahkeme Kararları İle 5271 S. CYY’nın 223. Md.sinde Tanımlanan Hükümler İçin Kabul Edilen Yasa Yararına Bozma Yasa Yoluna Başvurulamayacağı)
KABAHAT OLUŞTURAN EYLEM (Suç Nedeniyle Kovuşturmaya Yer Olmadığına Karar Verilmesi Halinde Kovuşturmaya Yer Olmadığına İlişkin Karara İtiraz Edilmesi Üzerine Bu Kararın C. Savcısı’nın Görev Yaptığı Ağır Ceza Mahkemesine En Yakın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Tarafından İnceleneceği)
AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANINCA VERİLEN KARAR (Hem Suç Soruşturması İle İlgili Yapılan İşlemleri Hem de İdari Yaptırım Kararını Kapsadığından Bu Kararın Olağan Üstü Yasa Yolu Olan Yasa Yararına Bozma Yasa Yoluna Konu Edileceği)
KABAHAT NEDENİYLE İDARİ YAPTIRIM KARARI VERİLMESİ (Bu Şekilde Kesinleşen Bir Beraat Kararının Eylemin Suç Oluşturduğu İddiasıyla Yasa Yararına Bozma Konusu Olamayacağı)
5252/m.7,12
5271/m.173, 223,309
ÖZET: Ağır ceza mahkemesince idari yaptırım kararının verilmesi halinde en yakın ağır ceza mahkemesinin verdiği karar üzerine, yasa yolu süreci tamamlanacağından, bu aşamadan sonra herhangi bir olağanüstü yasa yoluna başvurulamayacaktır. Bu şekilde kesinleşen kararlara karşı, 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde düzenlenen, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hakimlik veya mahkeme kararları ile 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde tanımlanan hükümler için kabul edilen yasa yararına bozma yasa yoluna da başvurulamaz. Zira 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde ifade edilen “kararlar” sözcüğü, 5271 sayılı CYY’nda tanımlanan ve bu yasadaki yöntem uygulanarak verilen kararları kapsamakta olup, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararlar kural olarak bu kapsamda değerlendirilemez.
Ancak, C. Savcılığı’nca eylemin suç oluşturmayıp kabahat oluşturduğu saptanarak, suç nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edilmesi üzerine, bu kararın Cumhuriyet Savcısı’nın görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanı tarafından inceleneceğinden, ağır ceza mahkemesi başkanınca verilen karar, hem suç soruşturması ile ilgili yapılan işlemleri hem de idari yaptırım kararını kapsadığından, bu kararın olağan üstü yasa yolu olan yasa yararına bozma yasa yoluna konu edileceğinin kabulü gerekmektedir.
Mahkemelerce eylemin suç oluşturmaması nedeniyle suçtan dolayı beraat, kabahat nedeniyle de idari yaptırım kararı verilmesi halinde, bu şekilde kesinleşen bir beraat kararının, eylemin suç oluşturduğu iddiasıyla yasa yararına bozma konusu yapılabilecektir.
DAVA: İzmir Valiliği’nin 6977 sayılı kararı ile E… Eczanesinde 12.11.2008 tarihinde yapılan denetim sonucunda, bulundurulması zorunlu ilaçların bulundurulmaması, miadı geçmiş ilaç bulundurulması, kontrole tabi ilaçların reçetesiz satılması veya reçetelerin saklanmaması, 2004 yılı Avrupa Farmakopesi Adaptasyonu bulundurulmaması eylemleri nedeniyle, 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkındaki Yasa’nın 29, 44, 41, Eczaneler ve Eczane Hizmetleri Hakkındaki Yönetmeliğin 16, 20 ve 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 32. maddeleri uyarınca verilen toplam 1026,88.-YTL idari para cezası kararına yönelik, kabahatli A. tarafından yapılan başvuru, Karşıyaka 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce 04.03.2009 gün ve 2008/640 D. İş sayı ile; idari yaptırım kararının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle, 5326 sayılı Yasanın 28/8-a maddesi gereğince red edilmiştir.
Karşıyaka 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen karara karşı Adalet Bakanlığınca yasa yararına bozma isteminde bulunulması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 11.11.2009 gün ve 17421-15412 sayı ile;
“… Mezkür ihbarnamede;
Tüm dosya kapsamına göre, 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 45/2. maddesindeki “Bu kanunda yazılı olan idari para cezaları mahalli mülki amir tarafından verilir” hükmü karşısında kabahatliye eyleminden dolayı verilmesi gereken idari para cezasının ilçe kaymakamlığı tarafından verilmesi gerekeceği, valilikçe verilemeyeceği cihetle itirazın bu yönden kabulüne karar vermek gerekirken reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;
Temel ceza kanunları olarak adlandırılan Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Adli Sicil Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilerek 01.06.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Anılan kanunlarla ceza adalet sistemimizde önemli yenilikler ve değişiklikler yapılmıştır. Bu bağlamda kabahatler suç olmaktan çıkarılmış ve yukarıda sayılan kanunların kapsamı dışında tutularak kabahat fiilleri ile ilgili genel kanun niteliği taşıyan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu düzenlenerek 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bu kanunun 1-31. maddelerinden oluşan birinci kısmında kabahatler hakkında, a ) kabahate ilişkin genel ilkeler, b ) kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçlan, c ) kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, d ) idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu, e ) idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar konularında genel hükümler düzenlenmiştir. Kabahatler Kanunu’nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, diğer genel hükümlerinin ise idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün kabahat fiilleri hakkında uygulanacağı hususu da 3. madde ile hüküm altına alınmıştır.
Kanun koyucu kabahatlerle ilgili genel hükümleri düzenlerken ihtiyaç duyduğu konularda başta 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu olmak üzere bazı kanunlara atıfta bulunan düzenlemelere de yer vermiştir. Örneğin 22. maddenin 4. fıkrası ile yer bakımından yetki kuralları konusunda 5271 sayılı CMK’nun ilgili kurallarına, 28. maddenin 5. fıkrası ile, tanıklığa, bilirkişi incelemesine ve keşfe ilişkin konularda 5271 sayılı CMK’nun ilgili kurallarına, 6. maddesiyle yer bakımından uygulama konusunda 5237 sayılı TCK’nun 8. maddesine atıfta bulunmuştur.
Yine kanun koyucu bazı durumlarda idari yaptırım kararlarını Kabahatler Kanunu’nda düzenlenen kanun yolundan farklı kanun yoluna tabi tutmuştur. Örneğin 27. maddenin;
a ) 6. fıkrası ile soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla birlikte idari yaptırım kararı da verilmesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiğinde idari yaptırım kararına karşı yapılacak başvurunun da bu itiraz merciinde inceleneceğini,
b ) 7. fıkra ile kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle beraat kararı ile birlikte idari yaptırım kararı da verilmesi halinde, beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiğinde ( bu kanun yolu istinaf, temyiz ya da kanun yararına bozma yollarından biri olabilir ) idari yaptırım kararına karşı yapılacak itirazın da beraat kararını inceleyecek kanun yolu merciince inceleneceğini,
c ) 8. fıkrası ile idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, işlemin iptali talep edildiğinde idari yaptırım kararına karşı ileri sürülen hukuka aykırılık iddialarının da idari yargı merciinde görüleceğini hüküm altına almıştır.
Görüldüğü gibi kanun koyucu, yaptığı düzenlemelerle bazı durumlarda idari yaptırım kararlarına karşı 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda gösterilen kanun yollarından farklı kanun yollarına da başvurulabileceğini öngörmüştür. Bu istisnalar dışında ise idari yaptırım kararlarına karşı ancak ve sadece 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin 1-5. fıkralarında, 28. maddesinde ve 29. maddesinde ön görülen kanun yollarına başvurulabileceğini benimsemiştir. Anılan maddelerdeki düzenlemelere göre idari yaptırım kararlarına karşı başvurulan yasa yolları süreci ağır ceza mahkemesine yapılan itirazla tükenmekte ve bu itiraz üzerine verilen kararla itiraza konu idari yaptırım kararı kesinleşmektedir. Kesinleşen bu idari yaptırım kararına karşı başvurulabilecek olağan ya da olağanüstü bir kanun yolu Kabahatler Kanunu’nda düzenlenmemiştir. Bu konuda, 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesinde düzenlenen kanun yararına bozma ( olağanüstü yasa yolu ) yoluna gidilebileceğine dair gönderme yapan bir düzenleme de yoktur. Bilindiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinde düzenlenen “kanun yararına bozma” yasa yolu, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen ve CMK’nun 223. maddesinde belirtilen hükümler ile aynı kanunun 267-271. maddeleri kapsamındaki kararlara karşı başvurulabilen yasa yoludur. Kabahatler Kanunu’nun 27-29. maddelerine göre verilen kararlar ise CMK’nun belirtilen maddeleri kapsamı dışındadır. Dolayısıyla CMK’nun 309. maddesinde ifade edilen “kararlar” sözcüğü Kabahatler Kanunu’na göre verilen kararları kapsamamaktadır. Kanun yararına bozma müessesesi yalnızca adli suçlara ilişkin inceleme olanağı veren bir yasa yoludur. Adli yargı düzeni içersinde gerçekleşen yasaya aykırılık hallerinin giderilmesi için olağanüstü bir yasa yolu olarak öngörülmüştür. Halbuki idari yaptırım kararlarına karşı Kabahatler Kanunu’nda düzenlenen yasa yollarına göre mahkemelerin yapmakta oldukları incelemeler, idarenin kamu gücünü kullandığı ve kamu hukukuna ilişkin bir işleminin denetlenmesinden ibarettir. Burada mahkemelerce Ceza Muhakemesi kuralları ile ilgili bir işlem yapılmamaktadır.
Bu durum karşısında, Kabahatler Kanunu’nda düzenlenen yasa yolları uygulanarak kesinleşen idari yaptırım kararlarına karşı kanun yararına bozma yasa yoluna gidilemez.
Açıklanan bu nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yerinde görülmeyen kanun yararına bozma isteminin oybirliğiyle reddine…”,
Karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise, 28.01.2009 gün ve 214703 sayı ile;
“… 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkındaki Kanun’a ve bu kanuna dayanarak çıkarılan Eczaneler ve Eczane Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğe aykırılık eylemlerinden dolayı kabahatli A.’ın 6197 Sayılı Yasanın 41, 44 ve 5326 sayılı Yasanın 32. maddeleri gereğince toplam 1.026,88.-YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin İzmir Valiliği’nin 6977 sayılı kararına yönelik başvuru, Karşıyaka 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kesin nitelikteki 04.03.2009 tarih ve 2008/640 Değişik iş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
Bu karara karşı Yüksek Adalet Bakanlığı’nın 15.09.2009 gün ve 2009/8937-43652 sayılı kanun yararına bozma isteminin Yüksek Daire’ nin 11.11.2009 gün ve 2009/17421-15412 sayılı kararı 5326 Sayılı Yasada düzenlenen yasa yolları uygulanarak kesinleşen idari yaptırım kararlarına karşı kanun yararına bozma yasa yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 309. maddesi uyarınca, hakim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddi hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal nedenlerini açıklayarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak, Yargıtay Ceza Dairesi’ne verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm yasa yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir. Yasanın 310. maddesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına da kanun yararına bozma isteminde bulunma hak ve yetkisi tanınmıştır. Ancak bu yetki, istisnai ve sınırlı bir yetkidir.
Bu yasa yolu ile ülke sathında uygulama birliğine ulaşılacak, hakim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır.
Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrım yapılarak maddenin 4. fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Bu olağanüstü yasa yolunun konusunu hakim veya mahkemeler tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar ve hükümler oluşturmaktadır. Ancak, istinaf mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar kanun yararına bozmanın konusunu 1412 sayılı CMUK’na göre temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümler oluşturacaktır.
Kanun yararına bozma yasa yolu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiştir. Bu nedenle de yalnızca ceza mahkemeleri ve hakimlerince verilen karar veya hükümlere karşı kanun yararına bozma yoluna başvurulabilir. CMUK’nun 343. maddesindeki “hakim” ve “mahkemeler” terimleri ile 5271 sayılı Yasanın 309. maddesindeki “hakim” veya “mahkeme” deyimlerinin, anılan iki yasanın uygulama alanı göz önüne alındığında “Ceza mahkemeleri” ve “Hakimleri” olduğunda şüphe yoktur.
Söz konusu maddelerde, ceza mahkemelerinin hangi tür karar veya hükümleri aleyhine kanun yararına bozma yoluna başvurulabileceği belirtilmemiş, herhangi bir sınırlama getirilmemiştir.
Ancak 26.10.1932 gün ve 29/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, yasa yararına bozma konusunu oluşturan kanuna muhalefet halleri açıklanmış ve bunların uygulamadaki esaslı yanlışlıklar ile esasa etkili usul hatalarından ibaret olduğu belirtilmiştir.
Yine gerek öğretide ve gerekse yerleşik Yargıtay kararlarında, kanun yararına bozma yoluna kesinleşmiş hüküm ve kararlara karşı gidilmesi nedeniyle kesin hükmün otoritesinin bütünüyle zedelenmemesi amacıyla bu yola başvurabilmek için hukuka aykırılık halinin ciddi boyutlara varması gerektiği, her hukuka veya yasaya aykırılık nedeninin kanun yararına bozma yoluna konu olabileceğinin kabul edilemeyeceği, olağan yasa yolu olan temyiz için geçerli olan bozma sebeplerinin tümünün kanun yararına bozma yolunda da geçerli kabul etmenin mümkün olmadığı benimsenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.05.2007-2007/6-112-117; 06.06.2006-2006/4-144-152 sayılı kararlarında da değinildiği üzere, kanun yararına bozma ile hakim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır.
Ancak sözü edilen kararlardaki “cezaya ilişkin karar veya hükümler” ibaresini yalnızca suç karşılığı yaptırım olarak “ceza” öngörülen eylemlere ilişkin karar veya hükümler şeklinde anlamak doğru değildir. Ceza mahkemelerinin veya hakimlerinin suç karşılığı olarak ceza güvenlik tedbiri yaptırımı öngörülen eylemler nedeniyle yapılan yargılamalar dolayısıyla verilen karar veya hükümler yanında idari yaptırım öngörülen fiiller sebebiyle verilen kararlar aleyhine de kanun yararına bozma yasa yoluna gidilebilir.
Bu bağlamda:
Ceza mahkemelerinin yargılama sonunda eylemin kabahat olması nedeniyle verdikleri idari yaptırım kararları ( CGK., 27.02.2007-2007/16. HD-25-49 ) ile yargı mercii olmadıkları halde yaptırım uygulama bakımından kendilerine yetki tanınan makamlarca ( idare ) verilen idari yaptırım kararlarına başvuru üzerine sulh ceza mahkemelerinin verdikleri kararlar ( CGK. 16.05.2006-2006/9-23-141 ) ve bu kararlara itiraz üzerine verilen mahkeme kararları aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilebilir.
Yine icra mahkemelerinin; icra suçları ( CGK. 13.02.2007-2007/17. HD-16-28 ) ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Yasanın 7. maddesi ile suç olmaktan çıkarılarak kabahate dönüşen ( CGK. 13.03.2007-2007/16. HD-48-59 ) ve aynı gün yürürlüğe giren 5358 sayılı Yasa ile disiplin hapsi veya tazyik hapsi yaptırımı öngörülen ( CGK. 14.11.2006-2006/16. HD-220-231 ) eylemler nedeniyle yapılan yargılamalar sonunda verdikleri hüküm ve kararlar kanun yararına bozma kapsamındadır.
Ceza Genel Kurulu’nun 21.12.2004 gün ve 189-225 sayılı kararında; idari işlemin denetimi niteliğinde olan idari para cezasına itirazın incelenmesinde, adli yargı mercilerinin yasayla görevlendirilmesinin, yapılan işleme adli bir işlem niteliği vermediği, idari para cezalarının denetlenmesinde adli yargı mercii olan sulh hakiminin denetimi yalnızca idari işlemin yasaya uygun yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olup, yasaya aykırılığın saptanması halinde idari merciin yerine geçerek idari para cezasını belirleme yetkisinin bulunmadığının kabul edilmesinde zorunluluk bulunduğu, idari bir işlemin denetlenmesinin de idari nitelikte olması karşısında, bu tür bir işlemin adli yargıya ilişkin gerek olağan gerekse olağanüstü yasa yolu denetimine tabi tutulmasının da yasal olarak olanaksız olduğu gerekçesiyle, idari para cezasına yönelik itiraz üzerine sulh hakimince verilen kararlara karşı yasa yararına bozma işleminde bulunulamayacağı kabul edilmiştir.
Ancak, bu karardan sonra 1 Haziran 2005 tarihinde 765 sayılı Yasanın yürürlükten kalkması, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası ile birlikle 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle suç ve yaptırım sistemimiz önemli değişikliklere uğramıştır. Kabahatler Yasası’nın 2. maddesinde, kabahat, yasanın karşılığında idari yaptırım uygulamasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmış. 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilmiş, yasanın ikinci kısmında da çeşitli kabahatlere yer verilmiştir. Ayrıca yasada, idari yaptırım gerektiren fiiller bakımından uygulanabilecek genel nitelikteki ilkelere de yer verilmiş, bu kanunun idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda hüküm bulunmaması halinde, diğer genel hükümlerinin ise idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı 3. maddesinde hükme bağlanmıştır.
Kabahatler yasasında iki ayrı yasa yolu düzenlenmiştir. Bunlar başvuru yasa yolu ile itiraz yasa yoludur. Yasanın 27 ve 28. maddelerinde, idare tarafından verilen idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yoluna, 29. maddede ise gerek başvuru üzerine verilen kararlara karşı gerekse doğrudan mahkemelerin verdiği idari yaptırım kararlarına karşı itiraz yasa yoluna gidilebileceği öngörülmüştür. Kanunun 28/son maddesi uyarınca 2.000.-TL dahil idari para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesindir.
Kabahatler Yasası ile getirilen sistem gereği, kabahatler ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararları, idari bir işlemin ötesinde, Ceza Hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunmaktadır. Nitekim, anılan yasada, kanunilik, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluğun esaslan, hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran sebepler, teşebbüs, iştirak, içtima, zamanaşımı gibi Ceza Hukukunun bir çok temel ilkesine ver verilmiştir. Bu nedenledir ki, kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımlardan, idari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulmasını mümkün kılan bir düzenleme yapılmıştır. Böylelikle, bu kararların yerine getirilmesinden önce Ceza Hukuku ilkeleri bakımından adli denetim imkanı da sağlanmıştır. Bunun amacı, keyfiliği, uygulamalardaki eşitsizliği, hukuka aykırılıkları gidermektir. Böyle bir başvuru üzerine adli merci tarafından yapılan işlem, sadece dosya üzerinde yapılacak bir denetim ile sınırlı değildir. Yasanın 28. maddesine göre, mahkemece, başvurunun kabul edilmesi durumunda, başvuru dilekçesinin kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ edilmesi, gerektiğinde işlem dosyasının istenmesi, kurumun cevap dilekçesinin başvurucuya tebliği, talep üzerine ve hatta kendiliğinden tarafların çağırılarak dinlenilmesi, tanık dinlenilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, keşif yapılması, delillerin toplanmasından sonra hakkında idari yaptırım kararı verilen kişiye, kanuni temsilcisi veya vekiline son söz hakkı verilmesi de gerekmektedir. Görüldüğü üzere; idari yaptırım kararına karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesi tarafından ceza yargılamasının genel prensiplerine göre yargısal bir faaliyette bulunulması ve Ceza Hukukunun genel ilkeleri dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, yapılan işlemler ve verilen kararlar adli ceza yargısını doğrudan ilgilendiren bir nitelik taşımaktadır. Tüm bu hususlar; yasa koyucunun, idari suç ve yaptırımları yalnızca idari bir işlem, öte yandan idari yaptırım kararlarına başvuru üzerine ceza mahkemelerince verilen kararları da salt idari işlemin denetlenmesi niteliğinde görmediğinin bir ifadesidir.
Ayrıca adli yargı mercilerinde gerçekleştirilen yargılama sırasında kovuşturma konusu fiilin esasen idari yaptırım gerektiren bir kabahati oluşturduğunun anlaşılması durumunda 24. madde uyarınca mahkemelerin de bu nitelikte bir yaptırıma hükmedebilmeleri olanağı getirilmiş, yine mahkemelerin idari yaptırım kararına itiraz üzerine verdikleri karara karşı adli yargı sistemi içinde yeni başvuru yöntemleri ihdas edilmiş, böylelikle idari yaptırım kararlarının ceza yargılamasıyla paralel prensipler uygulanarak verilmesi ve adli yargı mercilerince denetlenmesi sağlanmak istenmiştir. Birinci derece yargılaması sırasında fiilin nitelik değiştirdiğini kabul ederek idari yaptırıma hükmeden bir adliye mahkemesinin bu kararı kesinleştiğinde, hiç kuskusuz yasa yararına bozma istemine konu olabilecektir. Bu durumda, mahkemelerce verilen idari yaptırım kararları bakımından yasa yararına bozma istenebileceği, buna mukabil idari merciler tarafından verilen idari yaptırım kararına yönelik başvuru ve itiraz üzerine sulh ve ağır ceza mahkemelerince verilecek kararların yasa yararına bozma işlemine konu edilemeyeceğinin kabulü çelişki ve eşitsizlik yaratacak; bu tür kararların Yargıtay denetimi dışında kalması sonucunu doğuracaktır.
Bu yasal değişiklikler ve yeni düzenlemeler karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.12.2004 gün ve 189-225 sayılı kararında belirtilen neden ve gerekçeler ortadan kalkmış olup, YCGK’nun 16.05.2006 gün ve 2006/9-23-141 sayılı kararında da belirtildiği üzere idari yaptırımlara itiraz üzerine adli mahkemelerce verilip kesinleşen kararlara karşı yasa yararına bozma yoluna başvurulması mümkün bulunmaktadır.
Yüksek Dairenin kanun yararına bozma yasa yolunun yalnızca suçlara ilişkin inceleme olanağı veren yasa yolu olarak kabulü ile idari para cezalarına karşı yapılan başvuru ve itirazlar üzerine verilen kesin kararlara karşı 5271 sayılı Yasanın 309. maddesinin uygulanacağına ilişkin bir atfın bulunmadığı gerekçesi; yukarıda belirtilen ilke ve düzenlemelere aykırılık oluşturacağı gibi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenen ancak suç oluşturmayıp, kabahat niteliğindeki eylemler nedeniyle yapılan yargılama sonunda verilen kişi özgürlüğünün kısıtlanması niteliğindeki disiplin hapsi-tazyik hapsi gibi yaptırım kararları aleyhine yasa yararına bozma yoluna başvurulamaması sonucunun da doğmasına ve hukuka aykırılık içeren kararların infaz edilmesine neden olacaktır. Zira, söz konusu eylemler suç olmayıp, kabahattir ve 2004 sayılı Yasanın 353. maddesinde, suçlara ilişkin olarak verilen kararlar için 5271 sayılı CMK’nun yasa yollarına ilişkin hükümlerinin uygulanacağına dair atıfta bulunulmasına karşın, suç teşkil etmeyen eylemler nedeniyle verilen kararlar yönünden 5271 sayılı Yasanın yasa yollarına ilişkin hükümlerinin tatbik edileceğine ilişkin bir atıf bulunmamaktadır.
Yine, Yüksek Dairenin kararı, birçok özel ceza yasasında suç karşılığı öngörülen adli para cezalarından daha ağır idari para cezalarının öngörüldüğü gerçeği karşısında; adli makamlarca yargılama sonucu verilen kararlara karşı bu olağanüstü yasa yoluna başvurulması mümkün iken, idari merciler tarafından verilen daha ağır idari para cezalarına karşı bu yasa yoluna başvurulmaması sonucunu doğuracak, uygulamada eşitsizlik yaratacak ve idarenin verdiği hukuka aykırı kararlara karşı ilgililerin daha az hukuki güvenceye tabi olmasına neden olacaktır.
Somut olayda, idarenin verdiği idari para cezasına yönelik başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen karar miktarı itibariyle kesin niteliktedir. Kesin nitelikteki bu karara karşı yasa yararına başvurulması mümkün bulunmaktadır…”,
Gerekçeleri ile itiraz yasa yoluna başvurularak Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 11.11.2009 gün ve 17421-15412 sayılı “kanun yararına bozma isteminin reddine” ilişkin kararının kaldırılmasına, dosyanın yasa yararına bozma istemi incelenmek suretiyle bir karar verilmesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesi’ne gönderilmesine karar verilmesi talep olunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR: Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, idari yaptırımlara karşı başvuru veya itiraz yasa yolu üzerine, adli merciler tarafından verilen kararlara karşı yasa yararına bozma isteminde bulunulup bulunulamayacağına ilişkindir.
Uyuşmazlıkla ilgili sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için, Kabahatler Yasası ile getirilen sistem, Kabahatler Yasası’nın yapısı ve olağanüstü bir yasa yolu olan yasa yararına bozma yasa yolunun koşulları ve sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
5252 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihinde, 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın bütün ek ve değişiklikleriyle birlikte yürürlükten kalkması, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası ile birlikte 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle suç ve yaptırım sistemimiz önemli değişikliklere uğramış, 5237 sayılı TCY’da, 765 sayılı TCY’ndaki cürüm ve kabahat ayrımına son verilerek, bir kısım kabahatler anılan yasada suç olarak tanımlanmış, bir kısım kabahatler ise Ceza Yasası kapsamından çıkarılarak, 5326 sayılı Kabahatler Yasası kapsamında idari yaptırımı gerektiren haksızlıklar olarak düzenlenmiştir.
Kabahatler Yasasının konuluş amacı; gerekçesinde özetle, bu düzenleme ile, özellikle ekonomik hayata ilişkin düzenlemelerde kazuistik olarak idari yaptırım öngören ve bir sistemden yoksun olan hükümlerin önüne geçebilmek ve ayrıca hukuk uygulamasında birliği ve hukuk güvenliğini temin etmek amacıyla belirlenen genel ilkelerin, özel yasalarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasının sağlanması şeklinde belirtilmiştir.
Kabahatler Yasası’nın birinci kısmında genel hükümlere yer verilmiş, ikinci kısmında ise çeşitli kabahatler düzenlenmiştir. Yasanın 1. maddesinde “Bu yasada; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla;
a ) Kabahatlere ilişkin genel ilkeler,
b ) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları,
c ) Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci
d ) idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı yasa yolu,
e ) idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar,
Belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır” denilerek yasanın amaç ve kapsamı gösterilmiştir.
Yasanın 2. maddesinde, “kabahat” deyiminden, yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların “idari para cezası” ve “idari tedbirler”den ibaret bulunduğu ifade edilmiş, ayrıca “idari tedbirler”in de mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili yasalarda yer verilen diğer tedbirler olduğu açıklanmıştır. Buna göre, gerek Kabahatler Yasası’nda gerekse diğer özel yasalarda, karşılığında idari yaptırım uygulanması öngörülen fiiller kabahattir.
Öte yandan, Kabahatler Yasası’nın en önemli özelliği kabahatler için genel yasa özelliği taşımasıdır. Nitekim 3. maddesinde, yasa yoluna ilişkin hükümlerinin diğer yasalarda aksi hüküm bulunmaması halinde diğer genel hükümlerinin ise idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Yasanın genel hükümlerinde ise, idari yaptırım gerektiren fiiller açısından yasallık ilkesi, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluk esasları, zamanaşımı, idari yaptırımların niteliği, türleri, sonuçları, yerine getirilmesi ve idari yaptırımlara karşı başvuru yolları düzenlenmiştir. Bu suretle genel nitelik taşıyan Kabahatler Yasası’nda öngörülen genel ilke ve hükümlerin özel yasalardaki kabahatler için de geçerli olması temin edilmiş, genel yasa ile özel yasalardaki kabahatler arasında ilişki kurulmuş, uygulamadaki dağınıklık giderilmeye çalışılmış, sadelik ve basitlik getirilmiştir.
5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın genel sistematiği ve yapısı incelendiğinde;
Anılan yasanın 5918 sayılı Yasanın 9. maddesi ile eklenen 43/A maddesi ile birlikte 46 asıl, 1 ek ve 3 geçici maddeden oluştuğu,
“İki Kısım”dan oluşan yasanın, birinci kısmını oluşturan 1 ila 31. maddelerinde;
İlk 6 maddesinde; yasanın, kapsamı, amacı, yasallık ilkesi, zaman ve yer bakımından uygulamaya ilişkin hükümlere,
7 ila 15. maddelerinde, kabahatten dolayı sorumluluğun esaslan kapsamında, kast, taksir, hata, sorumluluk, teşebbüs, iştirak ve içtima ile ilgili konulara,
16 ila 21. maddelerinde, idari yaptıranlar ve zamanaşımına ilişkin hükümlere,
Dördüncü bölümü oluşturan, 22 ila 31. maddelerinde ise, kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı yasa yollarına ilişkin konulara yer verildiği,
İkinci kısmı oluşturan 32 vd. maddelerinde de çeşitli kabahat eylemlerinin yaptırıma bağlandığı anlaşılmaktadır.
Yasanın 3. maddesinde, genel hükümlere ilişkin 1 ila 31. maddelerinin diğer yasalardaki kabahatler için de uygulanacağı belirtilmiş, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 gün ve 108/35 sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine, henüz iptal kararı yürürlüğe girmeden 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 31. maddesi ile 3. madde; yasa yoluna ilişkin hükümlerinin diğer yasalarda aksi hüküm bulunmaması halinde, diğer genel hükümlerinin ise, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı şeklinde değiştirilmiştir.
Görüldüğü gibi Kabahatler Yasası’nın yasa yollarına ilişkin hükümleri, diğer yasalarda aksi düzenleme bulunmaması koşuluyla, diğer genel hükümleri ise kabahat oluşturan tüm eylemler için uygulanabilecektir.
5326 sayılı Kabahatler Yasası’ndaki yasa yollarına geçmeden önce, bu Yasa ile 5271 sayılı CYY arasında bağlantı bulunup bulunmadığı, başka bir anlatımla Kabahatler Yasası’nda hüküm bulunmaması halinde 5271 sayılı CYY hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, 5326 sayılı Yasada kabahatler yönünden hem maddi ceza hukuku konularına, hem de usul hukuku konularına yer verilmiş, 5237 ve 5271 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması gereken hallerde ise açıkça bu hükümlere atıfta bulunulmuştur.
Bu kapsamda, zaman bakımından uygulama ( md. 5 ), yer bakımından uygulama ( md. 6 ) hata ( md. 10 ), hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler ( md. 12 ), teşebbüs ( md. 13 ) konularında 5237 sayılı TCY hükümlerine,
22. maddenin 4. fıkrası ile yer bakımından yetki kurallarına, 28. maddenin 5. fıkrasında ise, tanıklığa, bilirkişi incelemesine ve keşfe ilişkin konularda 5271 sayılı CYY hükümlerine atıfta bulunulmak suretiyle,
Kabahatler konusunda, hangi hallerde 5237 sayılı TCY ile 5271 sayılı CYY hükümlerinin uygulanacağı açıkça belirtilmiştir.
5326 sayılı Yasanın 27 ve 29. maddelerinde, yasa yolu olarak “başvuru” ve “itiraz” yöntemi kabul edilmiş, 28. maddede ise, başvurunun incelenmesi usulü düzenlenmiştir. Kabul edilen bu yasa yollarının koşulları ve sonuçlarına geçmeden önce idari yaptırım kararı verme yetki ve yöntemi konusunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yasanın 22. maddesinde, genel olarak idari yaptırım kararı verme, 23 ve 24. maddelerinde ise Cumhuriyet Savcısı ve mahkemenin karar verme yetkisi düzenlenmiştir.
23. madde uyarınca; Cumhuriyet savcısı;
1- Yasada açıkça belirtilen hallerde,
2- Suç dolayısıyla yaptığı soruşturmada, bir kabahatin işlendiğini saptaması halinde,
3- Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunu saptaması halinde,
İdari yaptırım kararı verebilecektir.
Ancak 2 nolu halde, idari yaptırım kararı verebileceği gibi durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna da bildirebilir, 3 nolu neden açısından ise idari yaptırım kara-n verebilmesi, daha önce bu konuda ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından karar verilmemiş olmasına bağlıdır.
24. madde uyarınca da,
Mahkeme, kovuşturma konusu fiilin suç oluşturmayıp, kabahat oluşturduğunu saptaması halinde idari yaptırım kararı verecektir.
İdari yaptırımlarla ilgili yasa yollarına gelince;
5326 sayılı Yasanın 27. maddesinde başvuru yasa yolu düzenlenmiş olup;
1- İdari yaptırım kararının, yasada açıkça gösterilen, idari kurul, makam veya kamu görevlileri tarafından verilmesi halinde ve yasada aykırı hüküm bulunmaması halinde, bu karar aleyhine onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurabilecektir ( 27/1. fıkra ). Ancak, idari yaptırım kararı ile birlikte idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına karşı yapılan başvuru da, idari işlemin iptali istemiyle birlikte idari yargı mercilerince karara bağlanır ( 27/8. fıkra ).
2- İdari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı yedi gün içinde yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. ( 27/5. fıkra ), ancak, kovuşturma konusu fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen idari yaptırım kararı ile birlikte fiilin suç oluşturmaması nedeniyle beraat kararı verilmişse ve bu beraat kararına karşı yasa yoluna başvurulmuşsa, idari yaptırım kararına yönelik itiraz da bu yasa yolu mercii tarafından incelenir ( 27/7. fıkra ).
3- İdari yaptırım kararının Cumhuriyet Savcısı tarafından verilmesi halinde, bu karar aleyhine onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Ancak idari yaptırım kararı ile birlikte kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmiş ise ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edilmişse, idari yaptırım kararına karşı itiraz da, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararı inceleyen, Cumhuriyet Savcısının görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanı tarafından incelenir ( 27/6. fıkra, 5271 s.Y. 173. md. ).
Başvuru üzerine, mahkemece yetkisi olmadığının anlaşılması halinde dosya yetkili sulh ceza mahkemesine gönderilecek, başvurunun süresi içinde yapılmadığı, söz konusu kararın sulh ceza mahkemesince incelenebilecek kararlardan olmadığı veya başvuranın buna hakkının olmadığının saptanması halinde başvurunun bu nedenlerle reddine karar verilecek,
Bu usuli eksikliklerin bulunmadığının saptanması halinde ise;
Mahkemece son karar olarak, idari yaptırım kararının hukuka uygun olması halinde başvurunun reddine, hukuka aykırı olması halinde ise idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verilecek, maddenin 9. fıkrasındaki koşulların bulunması halinde ise, başvuru mercii idari para cezasının miktarında değişiklik yapmak suretiyle başvurunun kabulüne karar verebilecektir.
Mahkemenin verdiği son karara karşı ise 29. madde uyarınca yedi gün içinde yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilecek, idari yaptırım kararının ağır ceza mahkemesi tarafından verilmesi halinde ise bu mahkemenin kararına karşı en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilecektir.
Kabahatler Yasasında öngörülen yasa yolu sistemini bu şekilde açıkladıktan sonra, 5271 sayılı CYY’nın yasa yolları sistemini de değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.
5271 sayılı CYY’nın 260 ila 323. maddelerinde tüm yasa yollarına ilişkin hükümlere yer verilmiş, 260 ila 266. maddelerinde ise, yasa yollarına ilişkin genel hükümlere yer verilmiştir.
5271 sayılı CYY’da teorik ayrıma uygun olarak yasa yolları, olağan ve olağanüstü yasa yolları olmak üzere ikiye ayrılmış, 267 ila 307. maddelerinde olağan yasa yolları olan itiraz, istinaf ve temyize ilişkin hükümlere, 308 ila 323. maddelerinde ise olağanüstü yasa yolları olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, yasa yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesine ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
5271 sayılı CYY’sı ile olağan yasa yolları, 1412 sayılı CYUY’nın hükümlerinden farklı olarak itiraz, istinaf ve temyiz olarak düzenlenmiş, 5235 Sayılı Yasa ile de istinaf incelemesini yapacak olan bölge adliye mahkemelerinin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde kurulması öngörülmüştür.
5271 sayılı CYY, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş, yine aynı şekilde 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 18/a maddesiyle 1412 sayılı CYUY tüm ek ve değişiklikleriyle yürürlükten kaldırılmıştır. 5235 sayılı Yasa ile kurulması öngörülen bölge adliye mahkemelerinin kurulup henüz faaliyete geçmemesi nedeniyle
5271 Sayılı Yasanın istinafa ilişkin hükümleri ile temyize ilişkin hükümleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın uygulama olanağına kavuşmamış, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi ile “Bölge adliye mahkemelerinin, göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322’nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326’ncı maddeleri” nin uygulanacağı hüküm altına alınmış, bu şekilde 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinde yer alan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri hariç olmak üzere temyize ilişkin tüm hükümlerinin uygulanması sağlanmış, 5271 sayılı CYY’nın 308. maddesinde Yargıtay C. Başsavcılığı itirazına, 1412 sayılı CYUY hükümlerine göre daha geniş bir şekilde yer verilmesi ve yeni sistemde karar düzeltme yasa yolunun öngörülmemesi nedeniyle 1412 sayılı CYUY’nm 322. maddesinin dört, beş ve altıncı fıkralarının yürürlükte kalmalarına gerek görülmemiştir.
Bu genel açıklamalar ışığında itiraz ve temyize ilişkin hükümler incelendiğinde;
5271 sayılı CYY’nın 267 ila 271. maddelerinde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, itiraz kural olarak hakimlik kararlarına, yasada açıkça belirtilmiş olmak koşulu ile de mahkeme kararlarına karşı başvurulan olağan bir yasa yoludur. Nitekim yasada da itiraz yasa yoluna tabi olan mahkeme kararları, ilgili hükümlerinde açıkça belirtilmiş, Yasanın 268. maddesinde itiraz usulü ile itiraz mercilerine ilişkin hususlara, 271. maddede itiraz mercilerinin inceleme yöntemi ile merciince verilecek kararlara yer verilmiştir.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 Sayılı Yasanın 305. maddesi uyarınca ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir.
Hükümler ise, 5271 Sayılı Yasanın 223. maddesinde;
a ) Beraat,
b ) Ceza verilmesine yer olmadığı,
c ) Mahkumiyet,
d ) Güvenlik tedbirine hükmedilmesi,
e ) Davanın reddi,
f ) Davanın düşmesi,
g ) Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı,
Şeklinde belirtilmiştir.
1412 Sayılı Yasanın 305. maddesi uyarınca yukarıda sayılan hükümlerden birinin verildiği ahvalde, kesin nitelikteki hükümler istisna olmak üzere bu kararlara başvurulabilecek olağan yasa yolu temyizdir.
1412 sayılı CYUY’nın 320. maddesinde “Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder”;
321. maddesinde ise, “Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.
Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur” hükümleri yer almaktadır.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm yasaya aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilir. Yargıtay’ca yapılacak denetimde mevcut kanıtların yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilecektir. Lehe temyiz davasında ise suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın türü ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı koşulu ile yasaya aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilecek, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise eleştiri ile yetinmek suretiyle aleyhe temyiz bulunmadığını vurgulamak suretiyle hüküm onanacaktır.
Olağan yasa yolları olan itiraz ve temyize ilişkin hükümlerden sonra, uyuşmazlığın çözümü için olağanüstü bir yasa yolu olan yasa yararına bozma kurumunun uygulanma koşulları ile sonuçlarının da belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Öğretide “olağanüstü temyiz” denilen 23.03.2005 gün ve 5320 sayılı Ceza Muhakemeleri Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’nın 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CYUY’nda “yazılı emir” olarak adlandırılan bu olağanüstü yasa yolu 5271 sayılı CYY’nın 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
5271 Sayılı Yasanın 309. maddesi uyarınca hakim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddi hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay Ceza Dairesi’ne verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm yasa yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir.
Böylece ülke sathında uygulama birliğine ulaşılacak, hakim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır.
Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrım yapılarak maddenin 4. fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Bozma nedenleri;
5271 sayılı Yasanın 223’üncü maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddenin 4. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca; kararı veren hakim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir. Bu halde yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararda lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkumiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması halinde ise, anılan fıkranın ( b ) bendi uyarınca kararı veren hakim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu halde verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkumiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise, ( c ) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, “tekriri muhakeme” yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
4’üncü fıkranın ( d ) bendi gereğince bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi halinde, cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi halinde ise bu hafif cezaya Yargıtay Ceza Dairesi’nce doğrudan hükmedilecektir. Bu halde de yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay Ceza Dairesi’nce hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü gibi Kabahatler Yasası, maddi Ceza Hukukuna ilişkin hükümler yanında yargılama hukukuna ilişkin hükümler de içermektedir. Söz konusu yasada, maddi hukuk alanında kabahatlere ilişkin genel hükümler Türk Ceza Yasası’nın genel hükümleriyle ilişkilendirilerek belirlendikten sonra; usul hukuku alanında kabahatler dolayısıyla idari yaptırım kararı verilmesine ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir. 5326 sayılı Yasada kabahatlere ilişkin genel hükümlerin belirlenmesinde, Türk Ceza Yasası’nın genel hükümleri ile irtibat kurulmuş ise de, usul hukukuna ilişkin hükümler bakımından Ceza Yargılama Yasası ile herhangi bir irtibat kurulmasına ilişkin genel bir hükme yer verilmemiştir. Bu nedenle Ceza Yargılama Yasası’nı, Kabahatler Yasası’nın usul hukukuna ilişkin hükümlerini tamamlayan bir yasa olarak görmemek gerekir ( Şahin/Özgenç; Kabahatler Kanunu’nun Uygulanmasına İlişkin Hukuki Değerlendirmeler, Fasikül, Mart 2010, Sayı 4. ).
5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 27. maddesinde başvuru, 28. maddesinde başvurunun incelenme yöntemi, 29. maddesinde ise itiraz yasa yoluna ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, her üç hükümde başvurulacak yasa yollarının koşulları ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde, hiç bir boşluk bırakılmaksızın düzenlenmiştir.
Bu hükümler uyarınca, 2000 Türk Lirasına kadar ( 2000 dahil ) idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen karar üzerine,
2000 Türk Lirasından fazla idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararlarında ise yapılan başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen kararların itiraz üzerine ağır ceza mahkemesince denetlenmesi sonucu verilen karar üzerine,
İdari yaptırım kararının mahkemece verilmesi halinde, itiraz üzerine ağır ceza mahkemesince verilen karar ile, Ağır ceza mahkemesince idari yaptırım kararının verilmesi halinde ise en yakın ağır ceza mahkemesinin verdiği karar üzerine,
Yasa yolu süreci tamamlanacağından, bu aşamadan sonra herhangi bir olağanüstü yasa yoluna başvurulamayacaktır.
Bu şekilde kesinleşen kararlara karşı, 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde düzenlenen, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hakimlik veya mahkeme kararları ile 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde tanımlanan hükümler için kabul edilen yasa yararına bozma yasa yoluna da başvurulamaz. Zira 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde ifade edilen “kararlar” sözcüğü, 5271 sayılı CYY’nda tanımlanan ve bu yasadaki yöntem uygulanarak verilen kararları kapsamakta olup, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararlar kural olarak bu kapsamda değerlendirilemez.
Ancak, C. Savcılığı’nca eylemin suç oluşturmayıp kabahat oluşturduğu saptanarak, suç nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edilmesi üzerine, bu kararın Cumhuriyet Savcısı’nın görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanı tarafından inceleneceğinden, ağır ceza mahkemesi başkanınca verilen karar, hem suç soruşturması ile ilgili yapılan işlemleri hem de idari yaptırım kararını kapsadığından, bu kararın olağan üstü yasa yolu olan yasa yararına bozma yasa yoluna konu edileceğinin kabulü gerekmektedir.
Yine aynı şekilde, mahkemelerce eylemin suç oluşturmaması nedeniyle suçtan dolayı beraat, kabahat nedeniyle de idari yaptırım kararı verilmesi halinde, bu şekilde kesinleşen bir beraat kararının, eylemin suç oluşturduğu iddiasıyla yasa yararına bozma konusu yapılabileceği kuşkusuzdur.
Belirtilen bu istisnalar dışında, başvuru veya itiraz üzerine verilen kararlara karşı yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulamayacağından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul başkanı ve diğer kurul üyeleri;
“5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 2. maddesinde, kabahat, yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmış, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilmiş, yasanın ikinci kısmında da çeşitli kabahatlere yer verilmiştir. Ayrıca yasada idari yaptırım gerektiren fiiller bakımından uygulanabilecek genel nitelikteki ilkelere de yer verilmiş, yine bu ilkelerin ilgili yasalarda yer alan diğer kabahatler hakkında da uygulanacağı 3. maddesinde hükme bağlanmıştır.
Kabahatler Yasası ile getirilen sistem gereği, kabahatler ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararları idari bir işlemin ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunmaktadır. Nitekim, anılan yasada, kanunilik, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluğun esaslan, hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran sebepler, teşebbüs, iştirak, içtima, zamanaşımı gibi ceza hukukunun bir çok temel ilkesine yer verilmiştir. Bu nedenledir ki, kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımlardan idari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulmasını mümkün kılan bir düzenleme yapılmıştır. Böylelikle, bu kararların yerine getirilmesinden önce ceza hukuku ilkeleri bakımından adli denetim imkanı da sağlanmıştır. Bunun da amacı, keyfiliği, uygulamalardaki eşitsizliği, hukuka aykırılıkları gidermektir. Böyle bir başvuru üzerine adli merci tarafından yapılan işlem, sadece dosya üzerinde yapılacak bir denetim ile sınırlı değildir. Yasanın 28. maddesine göre mahkemece, başvurunun kabul edilmesi durumunda, başvuru dilekçesinin kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ edilmesi, gerektiğinde işlem dosyasının istenmesi, kurumun cevap dilekçesinin başvurucuya tebliği, talep üzerine ve hatta kendiliğinden tarafların çağrılarak dinlenilmesi, tanık dinlenilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, keşif yapılması, delillerin toplanmasından sonra hakkında idari yaptırım kararı verilen kişiye, kanuni temsilcisi veya vekiline son söz hakkı verilmesi de gerekmektedir. Görüldüğü üzere; idari yaptırım kararma karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesi tarafından ceza yargılamasının genel prensiplerine göre yargısal bir faaliyette bulunulması ve Ceza Hukukunun genel ilkeleri dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, yapılan işlemler ve verilen kararlar adli ceza yargısını doğrudan ilgilendiren bir nitelik taşımaktadır. Tüm bu hususlar da; yasa koyucunun, idari suç ve yaptırımları yalnızca idari bir işlem, öte yandan idari yaptırım kararlarına başvuru üzerine ceza mahkemelerince verilen kararları da salt idari işlemin denetlenmesi niteliğinde görmediğinin bir ifadesidir.
Anılan yasanın, geçiş döneminde çıkacak sorunların çözümünü amaçlayan Geçici 2 ve 3. maddelerinde başvuru mercii olarak adli yargı görevlendirilmiş, ayrıca adli yargı mercilerinde gerçekleştirilen yargılama sırasında koğuşturma konusu fiilin esasen idari yaptırım gerektiren bir kabahati oluşturduğunun anlaşılması durumunda 24. madde uyarınca mahkemelerin de bu nitelikte bir yaptırıma hükmedebilmeleri olanağı getirilmiş, ayrıca mahkemelerin, idari yaptırım kararına itiraz üzerine verdikleri karara karşı adli yargı sistemi içinde yeni başvuru yöntemleri ihdas edilmiş, böylelikle idari yaptırım kararlarının ceza yargılamasıyla paralel prensipler uygulanarak verilmesi ve adli yargı mercilerince denetlenmesi sağlanmak istenmiştir.
Yasa yararına bozma konusu yapılan karar, sulh ceza mahkemesince başvuru üzerine verilen karardır, miktarı itibariyle kesin nitelikte bulunan, bu karardaki hukuka aykırılığı gidermek için olağan bir yasa yolu da bulunmamaktadır. Anılan karardaki hukuka aykırılığı giderebilmenin tek yolu 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde düzenlenmiş bulunan yasa yararına bozma olağanüstü yasa yoludur.
Bu itibarla Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile özel daire kararının kaldırılmasına, yasa yararına bozma istemi konusunda karar verilmek üzere dosyanın özel dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C. Başsavcılığı’nın itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığı’na TEVDİİNE, ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 23.03.2010 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2011/10263
K. 2011/21344
T. 2.11.2011
RESMİ EVRAKTA SAHTECİLİK (Sanığın Fiile İlişkin Suçun Niteliğinin Değerlendirmenin Üst Dereceli Ağır Ceza Mahkemesine Ait Bulunduğu Gözetilerek Görevsizlik Kararı Verilmesi Gerekirken Yargılamaya Devamla Hüküm Kurulmasının Hatalı Olduğu)
AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN DELİLLERİ DEĞERLENDİRMESİ (Sanığın Eyleminin Resmi Evrakta Sahtecilik Suçunu Oluşturup Oluşturmadığına Üst Derece Mahkemesince Karar Verileceği – Yerel Mahkemenin Görevsizlik Kararı Vermesi Gerektiği)
ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK (Yerel Mahkemenin Görevsizlik Kararı Vermesi Gerekirken Yargılamay Devamla Özel Belgede Sahtecilik Suçundan Mahkumiyet Kararı Vermesinin Hatalı Olduğu – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu/Ağır Ceza Mahkemesi)
5237/m. 204/2
765/m. 339/1
ÖZET: Muhasebeci olan sanığın, katılanın işyerinde çalışmayan şahsa ait işe giriş bildirgesi ve aylık prim ve hizmet belgelerini sahte olarak düzenleyip SGK’ya vermesi şeklindeki eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmadığına dair delilleri taktir ve değerlendirmenin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla yazılı şekilde özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hüküm kurulması hatalıdır.
DAVA: Gereği düşünüldü:
KARAR: Serbest Muhasebeci olup katılanın muhasebe işlemlerini yürüten sanığın katılanın işyerinde çalışmayan P. E. adına 1.12.2003 tarihli işe giriş bildirgesi ve 2004 Ocak-Ağustos aylarına ait aylık prim ve hizmet belgelerini sahte olarak düzenleyip SSK.na ( SGK’na ) verdiğinin iddia ve kabul olunmasına, dosya arasında mevcut ekspertiz raporunda suça konu belgeler üzerindeki işyeri sahibi Meryem Ö.’e atfen atılı imzaların eli ürünü olmadığının belirtilmesi ve sanığın bu eyleminin 3568 Sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun 2-A maddesinde belirtilen “Muhasebecilik ve Mali Müşavirlik mesleğinin konusu” kapsamındaki işlerden olup olmadığı araştırılıp, bu kapsamda olduğunun kabulü halinde aynı Kanunun 47. maddesi aracılığıyla fiilin 765 Sayılı T.C.K.nun 339/1. ( 5237 Sayılı T.C.K.nun 204/2. ). maddesine uyan suçunu oluşturacağı nazara alınıp; suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı T.C.K.nun 339/1. maddesindeki ( 5237 Sayılı T.C.K.nun 204/2. maddesi ) suça uygun resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmadığına dair delilleri taktir ve değerlendirmenin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla yazılı şekilde özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hüküm kurulması.
SONUÇ: Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepden dolayı 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 02.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2009/8421
K. 2011/6962
T. 21.11.2011
KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS SUÇU (Yaralanma Sonucunda Mağdurun Hayati Tehlike Geçirdiği – Teşebbüs Uygulamasında Zararın Ağırlığı Dikkate Alınırken Cezanın Üst Sınıra Yaklaşılarak Belirleneceği)
HAYATİ TEHLİKE GEÇİRİLMESİNE SEBEP OLACAK ŞEKİLDE YARALAMA (Kasten Öldürmeye Teşebbüs – Teşebbüs Uygulamasında Zararın Ağırlığı Dikkate Alınırken Cezanın Üst Sınıra Yaklaşılarak Belirleneceği)
AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN EK KARARI (Temyizi Kabil Olan Karar İle İlgili Olarak İtiraz Yasa Yoluna Başvurulduğu/Ağır Ceza Mahkemesinin Verdiği Kararın Hukuki Değeri Olmayacağı – Ek Karara Dayanarak Sanığın Cezasının Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejimine Göre Çektirilmesi Kararı Verilemeyeceği)
TEMYİZİ KABİL KARAR (Temyizi Kabil Olan Karar İle İlgili Olarak İtiraz Yasa Yoluna Başvurulduğu/Ağır Ceza Mahkemesinin Verdiği Kararın Hukuki Değeri Olmayacağı – Ek Karara Dayanarak Sanığın Cezasının Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejimine Göre Çektirilmesi Kararı Verilemeyeceği)
ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNUNA AYKIRILIK (Seçenek Yaptırımların Uygulanıp Uygulanmayacağının Tartışılması Gereği)
SEÇENEK YAPTIRIM (Ateşli Silahlar Kanunu’na Aykırılık – Seçenek Yaptırımların Uygulanıp Uygulanmayacağının Tartışılması Gereği)
DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ (Kasten Öldürmeye Teşebbüs/6136 S.K.’ya Aykırılık – Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejiminin Uygulanmasına Karar Verildiğinde Denetimli Serbestlik Tedbirinin Uygulanmasına da Karar Verilmesi Gereği)
MÜKERRİRLERE ÖZGÜ İNFAZ REJİMİ (Kasten Öldürmeye Teşebbüs/6136 S.K.’ya Aykırılık – Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejiminin Uygulanmasına Karar Verildiğinde Denetimli Serbestlik Tedbirinin Uygulanmasına da Karar Verilmesi Gereği)
5237/m.35,50, 81
5271/m.232
ÖZET: Kasten öldürmeye teşebbüsten; yaralanma sonucunda mağdurun hayati tehlike geçirdiği olayda; teşebbüs sebebiyle uygulama yapılırken zararın ağırlığı dikkate alınarak, cezanın üst sınıra daha da yaklaşılarak belirlenmesi gerekir.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin ek kararı temyizi kabil kararlardan olup itiraz yasa yoluna tabi olmadığından, itiraz üzerine Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar hukuki değerden yoksun olduğundan, kesinleşmemiş ek karar esas alınmak suretiyle sanığın cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçunda; seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,
Sanığın kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçları yönünden; mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilmesi yanında, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına da karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırıdır.
DAVA: H. A.’ı kasten öldürmeye teşebbüsten sanık E. Ş.’in yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne dair ( Sinop ) Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 11.03.2009 gün ve 55/16 Sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii ve müdahil vekili taraflarından istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğnameyle Dairemize gönderilmekle; incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR:
1- )
a ) Sanık E. müdafiinin duruşma talebinin cezanın miktarı itibariyle C.M.U.K.nun 318. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
b- ) Katılan vekilinin 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan verilen hükmü temyize yetkisi bulunmadığından bu suça dair temyiz talebinin C.M.U.K.nun 317 nci maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
c- ) C.M.K.nun 232/2-d maddesi gereğince, gerekçeli karar başlığında sanığın gözaltında ve tutuklu kaldığı tarih ve sürenin yazılmaması, mahallinde tamamlanabilir eksiklik olarak kabul edilmiştir.
2- ) Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık E.’ın kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 Sayılı Kanuna Aykırılık suçlarının sübutu kabul, oluşa ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde suçlarının niteliği tayin, tahrike ve takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle değerlendirilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde eleştiri ve bozma sebepleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafinin eksik soruşturmaya, suç niteliğine, haksız tahrikte indirim oranına, alt sınırdan ceza tayin edilmesi gerektiğine, katılan vekilinin haksız tahrikin bulunmadığına, T.C.K.nun 35 ve 62 nci maddeleri uyarınca cezada indirim yapılmaması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
a- ) Sanığın, mağduru göğse nafiz iki bıçak darbesiyle sağ akciğer üst lobda harabiyete ve aort keşişine, kalpte sağ atrium keşişine, 3. kot açık kırığına sebebiyet verecek şekilde yaraladığı, yaralanma sonucunda mağdurun hayati tehlike geçirdiği olayda; teşebbüs sebebiyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören T.C.K.nun 35. maddesi uygulanırken, meydana gelen zararın ağırlığı dikkate alınarak, cezanın üst sınıra daha da yaklaşılarak belirlenmesi gerekirken 12 yıl olarak belirlenmesi,
b- ) Sanığın tekerrüre esas alınan Sinop Ağır Ceza Mahkemesince 28.03.2003 tarihinde verilen ve 22.09.2004 tarihinde kesinleşen 2002/124 Esas 2003/49 Karar sayılı ilamının 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 7/2 ve 5252 Sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesi gereğince aynı mahkemenin 13.06.2005 tarih ve 2002/124 Esas 2003/49 Karar sayılı ek kararıyla kanun yolu itiraz olarak gösterilerek uyarlaması yapılmış ise de;
Sinop Ağır Ceza Mahkemesi’nin ek kararı temyizi kabil kararlardan olup itiraz yasa yoluna tabi olmadığından, itiraz üzerine Boyabat Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 08.08.2005 tarihli karar hukuki değerden yoksun olduğundan, kesinleşmemiş ek karar esas alınmak suretiyle sanığın cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
c- ) Sanığın 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçu yönünden; 5237 Sayılı T.C.K.nun 50. maddesinde belirtilen seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,
d- ) Kabule göre;
aa ) Sanığın kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçları yönünden; 5237 Sayılı T.C.K.nun 53. maddesi uyarınca belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılan sanık hakkında sadece kendi alt soyu üzerindeki velayet vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından getirilen kısıtlamanın, 53. maddenin 3. Fıkrası uyarınca şartla salıverilme tarihine kadar geçerli olduğunun dikkate alınmaması,
bb ) Sanığın kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçları yönünden; sanık hakkında, 5237 Sayılı T.C.K.nun 58. maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilmesi yanında, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına da karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
SONUÇ: Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin cumk, nun 321. maddesi uyarınca kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), sanığa verilen cezanın miktarı ve tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak sanık ve sanık müdafiinin tahliye talebinin reddine, 21.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/4898
K. 2008/4957
T. 7.7.2008
TAAHHÜDÜ İHLALE KARŞI İTİRAZ (İtiraz Mercii Olan Ağır Ceza Mahkemesinin İtirazın Konusu Hakkında Hüküm Kurması Gereği – Ancak Dosyada Eksiklik Mevcutsa Bunların Tamamlanması Yargılamayı Gerektirdiğinden Dosyayı İcra Mahkemesine Eksikliklerin Tamamlanması İçin Geri Gönderebileceği)
DOSYADAKİ EKSİKLİKLERİN İTİRAZ MERCİİ TARAFINDAN TESPİTİ (Taahhüdü İhlal/İtiraz Mercii Ağır Ceza Mahkemesinin İtirazın Konusu Hakkında Hüküm Kuracağı – Ancak Dosyada Eksiklik Mevcutsa Tamamlanması Yargılamayı Gerektirdiğinden Eksikliklerin Tamamlanması İçin Geri Gönderebileceği)
AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN GÖREV ALANI (Taahhüdü İhlal/İtiraz Mercii Ağır Ceza Mahkemesinin İtirazın Konusu Hakkında Hüküm Kuracağı – Ancak Dosyada Eksiklik Mevcutsa Tamamlanması Yargılamayı Gerektirdiğinden Eksikliklerin Tamamlanması İçin Geri Gönderebileceği)
2004/m.353
ÖZET: Taahhüdü ihlal eyleminden borçlu hakkında, icra mahkemesinden verilen itiraza tabi kararlara itiraz mercii olarak bakan Ağır Ceza Mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi durumunda itirazın konusu hakkında da bir hüküm kurulmak zorundadır. Ancak dosyada toplanması gereken delil, araştırma ya da borçlu sanığın savunmasının alınması veya meşruhatlı duruşma davetiyesi gönderilmesi gibi hususların yerine getirilmesi zorunluluğunun bulunduğu hallerde ise, itirazın kabulü ile birlikte bu noksanlıkların tamamlanmasını özel ihtisas mahkemesi olan İcra Mahkemesinden talep etmesinde bir usulsüzlük bulunmadığı, nitekim somut olayda, İcra Mahkemesince borçlu sanığa duruşma davetiyesi tebliğ edilmeden, yargılama yapılmadan dosya üzerinden verilmiş hapsen tazyik talebinin reddi kararı söz konusudur. Eksikliklerin tamamlanması yargılamayı gerektirdiğinden ağır ceza mahkemesi kararı hukuka uygundur.
DAVA: Taahhüdü ihlal eyleminden borçlu M.R Oto hakkında yapılan yargılama sonucunda hapsen tazyik talebinin reddine dair Aydın İcra Mahkemesinin 21.11.2005 tarihli ve 2005/119-119 sayılı kararına yönelik itirazın kabulü ile İcra Mahkemesi kararının kaldırılmasına yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın gereği için Mahkemesine gönderilmesine ilişkin Aydın 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 14.02.2006 tarihli ve 2006/115 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Dosya kapsamına göre; İcra Mahkemesince verilmiş bulunan karara karşı yapılan itirazın kabul edilerek kaldırılmasına karar verilmiş olunmasına göre, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 271/2.maddesi hükmü doğrultusunda itirazın konusu hakkında bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yeniden duruşma açılmak suretiyle karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine dair, yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemekle kararın 5271 sayılı CMK’nun 309.maddesi uyarınca bozulması lüzumu, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 17.04.2008 gün ve 22544 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay C.Başsavcılığının 02.05.2008 gün ve K.Y.B.2008/95355 sayılı tebliğnamesiyle istenilmiş olmakla,
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
KARAR: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.11.2006 tarih ve 2006/220-231 sayılı kararında da açıklandığı üzere “01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının ( L ) bendinde disiplin hapsinin tanımı; “kısmi bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, ön ödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartlı salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adli sicil kayıtlarına geçirilemeyen hapsi ifade eder.” olarak yapılmıştır…” disiplin hapsi ve hapsen tazyik yaptırımı 5237 sayılı TCK.nunda düzenlenen yaptırımlardan farklı niteliktedir. Bu nedenle de, duruşma açılarak yapılan bir yargılama sonunda verilmelerine karşılık, 2004 sayılı İİK.nun 353/1. maddesinde yasa yolu olarak itiraz yasa yolu öngörülmüştür. Anılan hükümler gözetildiğinde, gerek disiplin hapsi gerekse hapsen tazyik yaptırımı tayin edilen kararlar, CMK.nun 223. maddesinde belirtilen “hüküm” niteliğinde değildirler ve bunlar hakkında hükümler için öngörülen yargılama kuralları uygulanamaz.” şeklinde yapılan değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, İcra ve İflas Kanununda müeyyidesi disiplin hapsi ve tazyik hapsi olarak saptanan eylemlerin kabahat olduğu belirtilmiştir.
İcra ve İflas Kanununda İcra Mahkemesinin itiraza tabi verdiği kararlara itirazın 5358 sayılı Yasa ile değişik İİK.nun 353/1. maddesi uyarınca yedi gün içerisinde yargı çevresinde bulunduğu Ağır Ceza Mahkemesine yapılması gerekmekte olup, bu anlamda Ceza Muhakemesi Kanunundaki sistemden ayrıldığı, Ceza Muhakemesi Kanunundaki itiraz kanun yolu bir suç muhakemesi sonucunda verilen yargı kararları için olduğu, nitekim anılan kanunun “İtiraz usulü ve inceleme merciileri” başlıklı 268. maddesinde kararına itiraz edilecek ve itirazı inceleyecek mahkemeler Sulh Ceza, Asliye Ceza, Ağır Ceza ve Bölge Adliye Mahkemesi olarak belirlendiği, buna karşılık İcra ve İflas Kanununda, İcra Mahkemesinin itiraza tabi verdiği disiplin hapsi ve tazyik hapsine ilişkin kararlar, dar ve teknik anlamda “suç” karşılığı verilen kararlar olmadığı, İcra ve İflas Kanunu’nun 353/1. maddesi uyarınca icra mahkemesince verilen itiraza tabi kararlara itirazın yedi gün içerisinde doğrudan Ağır Ceza Mahkemesine yapılması ve itiraz hakkında Ağır Ceza Mahkemesince bir karar verilmesi gerekmekte ise de, bu durum yargılaması tamamlanmış, herhangi bir delil ya da sair araştırma ihtiyacı bulunmayan haller içindir. Oysa ki somut olayda icra mahkemesince 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 349. ve 350.maddelerine göre İcra Mahkemesince duruşma açılarak yargılama yapılması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekmekte iken mahkemece duruşma açılmaksızın, sanığın savunma hakkı da kısıtlanmak suretiyle evrak üzerinden verilmiş karar sözkonusudur. Ağır Ceza Mahkemesince itirazın kabulünün gerektiğinin düşünülmesi halinde aynı zamanda borçlu sanığın taahhüdü ihlal eyleminden dolayı İİK.nun 340. maddesi gereğince üç aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmasına da karar vermesi zorunluluğu nedeniyle borçlu hakkında duruşma açılarak yargılama yapılması gerekmektedir. Bu durum ancak suç muhakemesi sonucunda verilen yargı kararları için olduğu ve 5271 sayılı CMK.nun 270. maddenin 1. fıkra 1. cümlesinde dayanak bulduğu, oysa ki yukarıda da açıklandığı üzere, icra mahkemesince itiraza tabi olarak verilen disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları “suç” karşılığı verilen kararlar olarak kabul görmemektedir.
Konunun bir kez de Kabahatler Kanunu yönünden irdelenmesinde ise, anılan Kanunun “itiraz yolu” başlıklı 29. maddesinde, ” ( 1 ) Mahkemenin verdiği son karara karşı, yargı çevresinde yer aldığı Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliği tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. ( 2 ) İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir. ( 3 ) Mahkeme, her bir itirazla ilgili olarak “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine” karar verir…..” hükmü getirilmiştir. Görüldüğü üzere Kabahatler Kanununda da itirazı inceleyecek Ağır Ceza Mahkemesinin “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine,” karar verir şeklinde düzenleme getirilmiştir. Ancak itirazın kabulüne karar vermesi halinde itirazın konusu hakkında da bir karar vermesi gerektiği hususunda bir düzenleme yok ise de, itirazı kabul eden Ağır Ceza Mahkemesinin bu yönde hüküm oluşturması gerektiği de kuşkusuzdur. Diğer taraftan aynı maddenin 2. fıkrasındaki “itirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir.” amir hükmü gözetildiğinde, itiraz merciinin delil toplama ve sanığın savunmasını alması gibi yargılamayı gerektiren hususları yerine getirmesi de beklenmemelidir.
Öte yandan, bir ihtisas mahkemesi olan icra mahkemesince yerine getirilmesi gereken delil toplama ya da sair araştırmanın yapılmasını itiraz mercii olan Ağır Ceza Mahkemesinden beklemek, zaten yoğun iş yükü altında bulunan mahkemeyi kendi asıl işlevinden uzaklaştırılmasına, yargı hizmetlerinin aksamasına, ve giderek adalet duygusunun zedelenmesine yol açabilecektir.
Açıklamalar çerçevesinde İcra Mahkemesinden verilen itiraza tabi kararlara İİK.nun 353/1. maddesi uyarınca itiraz mercii olarak bakan Ağır Ceza Mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi durumunda itirazın konusu hakkında da bir hüküm kurmak zorundadır. Ancak dosyada toplanması gereken delil, araştırma ya da borçlu sanığın savunmasının alınması veya meşruhatlı duruşma davetiyesi gönderilmesi gibi hususların yerine getirilmesi zorunluluğunun bulunduğu hallerde ise, itirazın kabulü ile birlikte bu noksanlıkların tamamlanmasını özel ihtisas mahkemesi olan İcra Mahkemesinden talep etmesinde bir usulsüzlük bulunmadığı, nitekim somut olayda, İcra Mahkemesince borçlu sanığa duruşma davetiyesi tebliğ edilmeden, yargılama yapılmadan dosya üzerinden verilmiş hapsen tazyik talebinin reddi kararı söz konusudur. Bu eksikliğin tamamlanmasının yargılamayı gerektirdiği gözetildiğinde, Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.02.2006 tarih ve 2006/115 değişik iş sayılı kararına karşı kanun yararına bozma isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, sair işlemlerin mahallinde ifasına, dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.07.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.