Asıl İşveren Alt İşveren İlişkisi Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/9233
K. 2010/22908
T. 12.7.2010
• İŞE İADE DAVASI ( Alt İşveren Aleyhine ya da Alt İşverenin Yanında ve Asıl İşveren de Davalı Gösterilerek Açılacağı – Davacı Vekilinin Davalı İSKİ’nin Asıl İşveren Olduğunu Beyan Ederek Davayı Yalnızca İSKİ’ye Karşı Açtığı/Husumette Yanılmadan Sözedilemeyeceği )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ ( Davacının Dava Dışı Şirkette Çalıştığı/Dava Dışı Şirket İle Asıl İşveren Olarak Gösterilen Davalı İSKİ Arasında İlişkinin Muvazaaya Dayanmadığı – Davanın Husumet Yönünden Reddine Karar Verileceği )
• HUSUMET ( Alt İşveren Aleyhine ya da Alt İşverenin Yanında ve Asıl İşveren de Davalı Gösterilerek Açılacağı – Davacı Vekilinin Davalı İSKİ’nin Asıl İşveren Olduğunu Beyan Ederek Davayı Yalnızca İSKİ’ye Karşı Açtığı/Husumette Yanılmadan Sözedilemeyeceği )
4857/m.2, 20
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz. Davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin İSKİ Genel Müdürlüğü olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadecede İSKİ genel Müdürlüğü aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi de mümkün değildir. Davacının dava dışı … San.ve Tic.Ltd.Şti.’nin işçisi olduğu, davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi S.Göktaş tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davacının davalı İSKİ Genel Müdürlüğünün kanuna aykırı ve muvazaalı olarak dava dışı … İnş. Elekt.Tur.San.ve Tic.Ltd.Şti. ne yaptırdığı sayaç okuma, değiştirme gibi işlerde çalışmakta iken, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine, işe iadesine ve buna bağlı tazminat ve boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı İSKİ vekili, davacının davalı ile sözleşme yapmadığını ve davalının personeli olmadığını, davacının ihbar olunan … İnşaat Elekt.Tur.San.ve Tic.Ltd.Şti’de çalıştığını ve iş sözleşmesinin anılan şirket tarafından feshedildiğini, işin İhale Kanunu hükümlerine göre bu şirkete verildiğini, alt işverenlik sözleşmensin muvazaaya dayanmadığını, davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davalının görevinin içme ve kullanma suyunun abonelere ulaşmasını sağlamak olduğu, İş Kanununun 2.maddesine göre asli görevini alt işverene devredemeyeceği, asıl işini yapmış olduğu sözleşmeler ile alt işverenlere devretmiş olmasının davalıyı sorumluluktan kurtaramayacağı, davacının davalı İSKİ’nin işçisi olduğu, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Alt işveren, bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve görevlendirdiği işçileri sadece bu işyerinde çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise, asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımdan yola çıkıldığında asıl işveren alt işveren ilişkisinin unsurları, iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekir. Alt işverene yardımcı iş, ya da asıl işin bir bölümü, ancak teknolojik nedenlerle uzmanlık gereken işin varlığı halinde verilebilecektir. 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde asıl işveren alt işveren ilişkisini sınırlandırılması yönünde yasa koyucunun amacından da yola çıkılarak asıl işin bir bölümünün alt işveren verilmesinde “işletmenin ve işin gereği” ile “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütünün bir arada olması gerektiği belirtilmelidir. 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 6. ve 7. fıkralarında tamamen aynı biçimde “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu kararlılığı ortaya koymaktadır.
İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek istenmiş ve 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde bu konuda bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir.
Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. Bundan başka 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 7. fıkrasında sözü edilen hususların adi kanuni karine olduğu ve aksinin kanıtlanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
5538 sayılı yasa ile 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesine bazı fıkralar eklenmiş ve kamu kurum ve kuruluşlarıyla sermayesinin yarısından fazlasının kamuya ait olduğu ortaklıklara dair ayrık durumlar tanınmıştır. Bununla birlikte maddenin diğer hükümleri değişikliğe tabi tutulmadığından, asıl işveren alt işveren ilişkisinin öğeleri ve muvazaa öğeleri değişmemiştir. Öyle ki, alt işveren verilmesi mümkün olmayan bir işin bırakılması ya da muvazaalı bir ilişki içine girilmesi halinde işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 6. fıkrasında açık biçimde öngörülmüştür. Kamu işverenleri bakımından farklı bir uygulamaya gidilmesi hukuken korunmaz. Gerçekten muvazaalı ilişkide işçi, gerçek işverenin işçisi ise, kıdem ve unvanının dışında bir kadro karşılığı çalışması ve diğer işçilerle aynı ücreti talep edememesi, 4857 sayılı İş Kanununun 5. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Yine koşulların oluşmasına rağmen işçinin toplu iş sözleşmesinden yararlanamaması, anayasal temeli olan sendikal hakları engelleyen bir durumdur. Dairemizin 2008 yılında vermiş olduğu içtihatlar bu doğrultudadır ( Yargıtay 9.HD. 24.10.2008 gün 2008/ 33977 E, 2008/ 28424 K. ).
5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 67. maddesi ile Belediyelerin asıl işlerini de 6. fıkradaki sınırlamalar olmaksızın alt işverenlere verebileceği düzenlenmiştir. 67. maddedeki hüküm uyarınca temizlik işleri, park bahçe işleri, bakım ve onarım işleri, sayaç okuma ve sayaç sökme-takma işleri ile ilgili hizmetler belediyenin asli işlerinden olmasına rağmen, işletmenin veya işin gereği teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iş olup olmadığına bakılmaksızın üçüncü kişilere gördürülmesi mümkün kılınarak İş Kanunu’nun 2’nci maddesine istisna getirilmiştir.
2560 Sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2.maddesinde İSKİ Genel Müdürlüğünün görevleri düzenlenmiş olup, d bendinde “su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak” da görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Buna göre belediyenin alt işverene hizmet gördürme yetkisi davalı İSKİ Genel Müdürlüğü için de söz konusudur.
Somut olayda, davalı İSKİ Genel Müdürlüğünün abonelerin el bilgisayarı ile sayaç endeks tespiti ve fatura dağıtımı, kaçak ve usulsüz Su Kullanım tespiti, binalara ve sayaçlara barkod etiketi takılması, su kapama-açma, sayaçların değiştirilmesi, sayaçların müdahale edilmeyecek şekilde mühürlenmesi işlerini ihale ile dava dışı … İnşaat Elekt.Tur.San.ve Tic.Ltd.Şti.ne vermiş olup, davacı sözü edilen firmaya bağlı olarak çalışmakta iken iş sözleşmesi feshedilmiştir.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğünün belirtilen işleri alt işverene vermesi 2560 ve 5393 sayılı Kanunlar uyarınca mümkün olup, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin 4857 sayılı İş Kanununun 2.maddesine uygun olduğu kabul edilmelidir.
Davacı ilişkinin muvazaalı olduğunu ileri sürmüş ise de, bu hususta yeterli ve inandırıcı delil sunmamıştır. Salt alt işverenlerin değişmiş olması ilişkinin muvazaalı olduğunu göstermez. Buna göre davalı kurum ile davacı arasında iş sözleşmesi bulunmamaktadır. Davacının gerçek ve tek işvereni davanın ihbar edildiği … İnşaat Elekt.Tur.San.ve Tic.Ltd.Şti.dir.
İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz.
Somut davada, davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin İSKİ Genel Müdürlüğü olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadecede İSKİ genel Müdürlüğü aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi de mümkün değildir.
Dosyada mevcut delilere göre davacının dava dışı … İnşaat Elekt.Tur.San.ve Tic.Ltd.Şti.’nin işçisi olduğu, davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir. Yazılı gerekçe ile davalı kurum hakkında açılan davanın kabulüne karar verilmiş olması hatalı olmuştur.
Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı İş Kanunun 20.maddesinin 3.fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda belirtilen nedenlerle;
1- )Yerel mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2- )Dava dilekçesinin husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE,
3- )Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4- )Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı ( 30.00 ) TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5- )Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1000.- TL ücreti vekâletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6- )Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine, kesin olarak, 12.07.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/24882
K. 2010/22740
T. 12.7.2010
• FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE ( İşe İade Davaları ya Sadece Alt İşveren Aleyhine ya da Alt İşverenin Yanında ve Asıl İşveren de Davalı Gösterilerek Açılabileceği )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ ( Feshin Geçersizliği ve İşe İade – İşe İade Davaları ya Sadece Alt İşveren Aleyhine ya da Alt İşverenin Yanında ve Asıl İşveren de Davalı Gösterilerek Açılabileceği )
• HUSUMET ( Dava Dilekçesinde Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinin Muvazaaya Dayandığı – Gerçek İşvereninin Belediye Başkanlığı Olduğunu Belirterek Davayı Bilinçli Bir Şekilde Sadece Belediye Başkanlığı Aleyhine Açtığı/Husumette Yanılmadan Söz Edilemeyeceği )
• MUVAZAA ( Dava Dilekçesinde Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinin Muvazaaya Dayandığı – Davayı Bilinçli Bir Şekilde Sadece Belediye Başkanlığı Aleyhine Açtığı/Husumette Yanılmadan Söz Edilemeyeceği )
4857/m.2,21
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz. Zira işe iade davasında davanın esas konusu feshin geçersizliği olup, işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti feshin geçersizliğine bağlı sonuçlardır.
Somut olayda, davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin Kütahya Belediye Başkanlığı olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadece Kütahya Belediye Başkanlığı aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi mümkün değildir. Davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı Kütahya Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi S.Göktaş tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin Kütahya Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü bünyesinde taşeron işçisi olarak gösterilmek suretiyle çalıştırıldığını, davalı belediye ile taşeron firmalar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunu, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.
Davalı vekili, davacının hizmet alımı ihalesi usulü ile iş alan firmanın işçisi olduğunu, işin anahtar teslimi suretiyle verildiğini, davanın husumet veya esas yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece Belediye Kanununda 24.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle Belediyelerin bazı işlerini taşeron şirketlere ihale yoluyla verebilecekleri yolunda düzenleme yapılmış ise de davalı Belediye’deki taşeron faaliyetlerinin ve sözleşmelerin 2000 yılından bu tarafa süre geldiği, ayrıca taşeron şirketlere verilen işlerin nitelikleri itibariyle Belediyelerin asli görevleri arasında olduğu 4857 sayılı İş Yasası’nın 2/6. maddesine göre asıl işin bir bölümünün işletmenin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren hallerde alt işverene verilebileceği yolunda düzenleme bulunduğu ve aynı maddenin 7. fıkrasında ise “asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmek suretiyle haklarının kısıtlanamayacağı bu durumda asıl işveren ile alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu ve alt işveren işçilerinin asıl işveren işçisi olarak işlem görecekleri hususunun öngörülmesi karşısında davalı Belediye bünyesindeki alt işveren-üst işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu, taşeronlar ile imzalanan sözleşme içeriklerine ve ihale ile taşeronlara verilen işlere bakıldığında söz konusu işlerin tek başına teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerden olmadığı, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı Belediye tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında temel uyuşmazlık davalılar arasındaki asıl işveren alt işveren ilişkisinin kanuna uygun olup olmadığı ve muvazaaya dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Alt işveren, bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve görevlendirdiği işçileri sadece bu işyerinde çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise, asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımdan yola çıkıldığında asıl işveren alt işveren ilişkisinin unsurları, iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekir. Alt işverene yardımcı iş, ya da asıl işin bir bölümü, ancak teknolojik nedenlerle uzmanlık gereken işin varlığı halinde verilebilecektir. 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde asıl işveren alt işveren ilişkisini sınırlandırılması yönünde yasa koyucunun amacından da yola çıkılarak asıl işin bir bölümünün alt işveren verilmesinde “işletmenin ve işin gereği” ile “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütünün bir arada olması gerektiği belirtilmelidir. 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 6. ve 7. fıkralarında tamamen aynı biçimde “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu kararlılığı ortaya koymaktadır.
İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek istenmiş ve 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde bu konuda bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir.
Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. Bundan başka 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 7. fıkrasında sözü edilen hususların adi kanuni karine olduğu ve aksinin kanıtlanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
5538 sayılı yasa ile 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesine bazı fıkralar eklenmiş ve kamu kurum ve kuruluşlarıyla sermayesinin yarısından fazlasının kamuya ait olduğu ortaklıklara dair ayrık durumlar tanınmıştır. Bununla birlikte maddenin diğer hükümleri değişikliğe tabi tutulmadığından, asıl işveren alt işveren ilişkisinin öğeleri ve muvazaa öğeleri değişmemiştir. Öyle ki, alt işveren verilmesi mümkün olmayan bir işin bırakılması ya da muvazaalı bir ilişki içine girilmesi halinde işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 6. fıkrasında açık biçimde öngörülmüştür. Kamu işverenleri bakımından farklı bir uygulamaya gidilmesi hukuken korunmaz. Gerçekten muvazaalı ilişkide işçi, gerçek işverenin işçisi ise, kıdem ve unvanının dışında bir kadro karşılığı çalışması ve diğer işçilerle aynı ücreti talep edememesi, 4857 sayılı İş Kanununun 5. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Yine koşulların oluşmasına rağmen işçinin toplu iş sözleşmesinden yararlanamaması, anayasal temeli olan sendikal hakları engelleyen bir durumdur. Dairemizin 2008 yılında vermiş olduğu içtihatlar bu doğrultudadır ( Yargıtay 9.HD. 24.10.2008 gün 2008/ 33977 E, 2008/ 28424 K. ).
5393 sayılı İş Kanunun “Belediyelerin Görev ve Sorumlulukları” başlığını taşıyan 14.maddesine göre belediye; “imar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar”.
5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 67. maddesi ile Belediyeleri asıl işlerini de 6. fıkradaki sınırlamalar olmaksızın alt işverenlere verebileceği düzenlenmiştir. 67. maddedeki hüküm uyarınca temizlik işleri, park bahçe işleri, bakım ve onarım işleri belediyenin asli işlerinden olmasına rağmen, işletmenin veya işin gereği teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iş olup olmadığına bakılmaksızın üçüncü kişilere gördürülmesi mümkün kılınarak İş Kanunu’nun 2’nci maddesine istisna getirilmiştir. Ancak, söz konusu hüküm, alt işverene devir nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilebilmesi için feshin son çare olması gibi iş güvencesi hukukunun genel ilkelerine uyma zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Keza, Belediyeler Kanunu’nun 67’nci maddesi uyarınca bir işin belediye tarafından alt işverene verilmesi, muvazaa iddialarının araştırılmasına engel teşkil etmez. Söz konusu hükümde sayılan işlerin alt işverene verilmesine dayanılarak iş sözleşmesinin feshi, muvazaa iddiasının ispatı hâlinde geçersiz olacaktır ( Dairemizin 21.04.2008 gün ve 13500-9243 sayılı kararı ).
Somut olayda, davalı belediyece yangın söndürme, destek hizmeti, enkaz ve kazalarda kurtarma yapma, sel baskınlarında su tahliyesi yapma, kaloriferli, sobalı ve diğer bacaların temizliği, tazyikli su sıkma, su verme, afiş asma ve indirme, yol sulaması, cadde ve sokakların kaldırımlarında biriken kar buz ve çatı saçaklarındaki buz sarkıtlarının temizlenmesi, hizmet binası ile itfaiye araçlarının bakımı temizliği, itfaiyenin vereceği diğer görevler ile Belediye Başkanlığının göstereceği diğer işlerin yürütülmesine ilişkin ihtiyacı karşılamak üzere dava dışı bir firma ile hizmet alımı sözleşmesi yaptığı, davacının bu sözleşme kapsamında iş alan dava dışı firmaya bağlı itfaiye elemanı olarak çalışmakta iken iş sözleşmesinin feshedildiği anlaşılmaktadır.
Davalı belediyenin itfaiye ve benzeri hizmetlerini alt işverene yaptırması 5393 sayılı Belediye Kanununun 14 ve 67.maddeleri uyarınca mümkündür. Bu anlamda davalı belediye ile dava dışı Enerler Mak.Mad.Turizm İnşaat San.Tic.Ltd.Şti. arasında yapılan sözleşme 4857 sayılı İş Kanununa uygundur. Alt işverenlerin değişmesine rağmen işçinin ara vermeksizin çalışması ilişkinin muvazaalı olduğunu göstermeyeceği gibi, asıl işverenin işçilerinin hakları kısıtlanmak suretiyle alt işverene devredilmiş olması da muvazaanın varlığı için tek başına yeterli kabul edilmemektedir. Öte yandan, mahkemece aynı belediyenin alt işverenlik uygulamasına ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararları emsal olarak kabul edilmişse de, kesinleşen kararlardaki hizmet alım sözleşmesinin konusunun farklı olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki, bir hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olması, daha sonra yapılan sözleşmelerin de muvazaalı olduğu şeklinde bir peşin yargı doğru olmaz.
Somut olayda davalı belediye ile dava dışı firma arasında yapılan hizmet alım sözleşmesinin muvazaaya dayanmadığı kabul edilmelidir.
İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz. Zira işe iade davasında davanın esas konusu feshin geçersizliği olup, işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti feshin geçersizliğine bağlı sonuçlardır.
Somut olayda, davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin Kütahya Belediye Başkanlığı olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadece Kütahya Belediye Başkanlığı aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi mümkün değildir.
Dosyada mevcut delilere göre davacının dava dışı Enerler Mak.Mad.Turizm İnşaat San.Tic.Ltd.Şti.’nin işçisi olduğu, davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı Kütahya Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir. Yazılı gerekçe ile davalı kurum hakkında açılan davanın kabulüne karar verilmiş olması hatalı olmuştur.
Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı İş Kanunun 20.maddesinin 3.fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda belirtilen nedenlerle;
1- )Yerel mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2- )Davanın husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE,
3- )Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4- )Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı ( 30.00 ) TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5- )Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1000.- TL ücreti vekâletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6- )Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine, kesin olarak, 12.07.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/23831
K. 2010/24220
T. 20.9.2010
• İŞE İADE DAVASI ( Hastanede Temizlik İşçisi Olarak Çalışan İşçinin Davasını Salt Asıl İşveren Olan Sağlık Bakanlığı’na Yöneltemeyeceği – Davacıya Davasını Alt İşverene Karşı Yöneltmesi İçin Usulüne Uygun Süre Verileceği )
• HUSUMETTE YANILMA ( Hastanede Temizlik İşçisi Olarak Çalışan İşçinin Davasını Salt Asıl İşveren Olan Sağlık Bakanlığı’na Yöneltmesinin Husumette Yanılma Olarak Değerlendirileceği – Davacıya Davasını Alt İşverene Karşı Yöneltmesi İçin Süre Verilmesi Gerektiği )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ ( Hastanede Temizlik İşçisi Olarak Çalışan İşçinin Davasını Salt Asıl İşveren Olan Sağlık Bakanlığı’na Yöneltmesinin Husumette Yanılma Olarak Değerlendirileceği – Davacıya Davasını Alt İşverene Karşı Yöneltmesi İçin Süre Verilmesi Gerektiği )
4857/m.20
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Davacının alt işveren işçisi olarak davalı Sağlık Bakanlığı’na ait hastanede temizlik elemanı olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Alt işverenlik uygulamasının kanuna uygun olması ve muvazaaya dayandığının iddia ve ispat edilmemesi karşısında işe iade davasının sadece asıl işveren konumunda olan davalı Sağlık Bakanlığı’na yöneltilmesi isabetsizdir. Davanın Sağlık Bakanlığı’na karşı açılması husumette yanılma olarak değerlendirilmeli, davacıya davasını alt işverene karşı yöneltmesi için usulüne uygun süre verilmeli, davacının davasını alt işverene yöneltmesi halinde yargılamaya devam edilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili davacının Sağlık Bakanlığı’nın asıl işveren olduğu G… Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde cam işçisi olarak 08.01.2009 tarihinde işçi olarak çalışmaya başladığını, 31.12.2009 tarihinde haksız olarak işten çıkarıldığını, bu sebeplerle davacının işe iadesine, işe iade edilmediği takdirde 8 aylık iş güvencesi tazminatının ve 4 aylık boşta geçen süreye ilişkin ücret ve diğer sosyal hakların davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacı ile davalı bakanlık arasında hizmet akdinin söz konusu olmadığını, davacının Bakanlık tarafından satın alman hizmet alımı kapsamından ihale alan A… Sosyal Hizmetler Sağlık İnşaat Turizm Gıda Otomotiv Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti’nin çalışanı olduğunu, davalı Bakanlığa husumet yöneltilemeyeceğini, bu sebeplerle açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının dava dışı A… Sosyal Hizmetler Sağlık İnşaat Turizm San. ve Tic. + G… Grup Bilişim Ltd. Şti’nin işçisi olduğu, davalı Bakanlık ile dava dışı A… Şirketi arasında alt işveren-üst işveren ilişkisi olmadığı gibi davacının taşeronluk sözleşmesinin muvazaalı olduğuna ilişkin bir iddiasının bulunmadığı, davalı Sağlık Bakanlığı genel temizlik, kat ilaçlama işini ihale yoluyla A… Sosyal Hizmetler Sağlık İnşaat Turizm San. ve Tic. + G… Grup Bilişim Ltd. Şti’ne verdiği, söz konusu işin asıl işe bağlı yardımcı iş niteliğinde iş yerinde yürütülen mal ve hizmet üretimin ilişkin asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerden olmadığı, davalı bakanlığın söz konusu davada taraf sıfatına haiz olmadığı gerekçesi ile açılan davanın husumet nedeni ile reddine karar verilerek, hüküm tesis edilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Dosya içeriğine göre davacının alt işveren işçisi olarak davalı Sağlık Bakanlığı’na ait hastanede temizlik elemanı olarak çalıştığı anlaşılmaktadır.
Alt işverenlik uygulamasının kanuna uygun olması ve muvazaaya dayandığının iddia ve ispat edilmemesi karşısında işe iade davasının sadece asıl işveren konumunda olan davalı Sağlık Bakanlığı’na yöneltilmesi doğru değildir. Ancak, işini davalı Sağlık Bakanlığı’na ait işyerinde ifa eden işçinin gerçek işverenin kim olduğu konusunda yanılması mümkündür.
Bu nedenle, davacının Sağlık Bakanlığı’na karşı açılması husumette yanılma olarak değerlendirilmeli, davacıya davasını ait işverene karşı yöneltmesi için usulüne uygun süre verilmeli, davacının davasını alt işverene yöneltmesi halinde yargılamaya devam edilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 20.09.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/12247
K. 2011/13820
T. 9.5.2011
• MAHKEMELERCE VERİLEN HÜKMÜN NİTELİĞİ ( Kısa Karar ile Gerekçeli Kararın Uyumlu Olması Gerektiği – Asıl-Alt İşveren İlişkisi Bulunan Davalılar Yönünden Ayrı Ayrı Hüküm Kurularak Sorumluluklarına Karar Verilmesinin Hatalı Olduğu )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ ( Müşterek ve Müteselsil Sorumluluklarının Bulunduğu – Gerekçeli Kararda Asıl İşveren için Ayrı ve Alt İşveren İçin Ayrı Hüküm Kurulması İki Kez İnfaza Yol Açacak Şekilde Karar Verilmesi Sayılacağı )
• MÜŞTEREK VE MÜTESELSİL SORUMLULUK ( Alt İşveren ve Asıl İşveren Sorumluluğu – Hüküm Fıkrasında Ayrı Ayrı Karar Verilmesinin İki Kez İnfaza Yol Açma Tehlikesi Taşıdığından Hukuka Aykırı Olduğu/İşçilik Alacağı Davası )
• İŞÇİLİK ALACAĞI DAVASI ( İhbar ve Kıdem Tazminatı Talebi – İş Sözleşmesinin Kim Tarafından Feshedildiğinin Taraf Delilleri Toplanarak Sonuçlandırılması Gereği/Sözleşmenin Fesih Tarihinin Uyuşmazlık Konusu Olmadığı )
• KISA KARAR VE GEREKÇELİ KARAR ( Uyumlu Olması Gereği – İnfazda Tereddüde Mahal Verebilecek Kararların Hukaka Aykırı Sayılacağı )
• TEMYİZ ( Davacı Vekilinin Temyiz Defterine Kaydı Yapılmayan ve Harçlandırılmayan Temyiz Talebinin Reddedileceği )
• HARÇLANDIRMA ( Davacı Vekilinin Temyiz Defterine Kaydı Yapılmayan ve Harçlandırılmayan Temyiz Talebinin Reddedileceği )
1086/m. 381,382,388,389,426,432
818/m. 423,523
5521/m. 5
4857/m. 2
ÖZET : Dava, işçilik alacaklarının ödetilmesi talebine ilişkindir. Sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacaktır. Mahkemece yargılama sonunda verdiği kısa karar usule aykırı tefhim edildiği gibi gerekçeli kararda davacı işçinin tazminat ve alacaklarından davalı asıl işverenin ayrı, ortak girişimi oluşturan davalı alt işveren şirketleri ayrı hüküm altında sorumluluklarına karar vermiştir. Oysa asıl-alt işveren ilişkisinde alt işveren işçisine karşı asıl ve alt işverenler birlikte müteselsilin ve müştereken sorumlulukları bulunmaktadır.Gerekçeli kararın hüküm fıkrasında asıl işveren yönünden ayrı, alt işverenler yönünden ayrı bentler altında tazminat ve alacakların iki kez infazına yol açacak şekilde karar verilmesi ve keza kabule göre de ortak girişimi oluşturan şirketlerin uyuşmazlıkta yeri olmayan tazminat ve alacaklardan yarı yarıya sorumlu tutulması da isabetsizdir. Ayrıca, somut bu maddi ve hukuki olgulara göre sözleşmenin feshi tarihinde bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, iş sözleşmesinin anılan tarihte davalılar tarafından mı yoksa davacı işçi tarafından ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile mi feshedildiği noktasında toplanmaktadır. Tarafların bu konuda delilleri toplanmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Davacı vekilinin ise temyiz defterine kaydı yapılmayan, harçlandırılmayan temyiz isteminin reddi gerekmektedir.
DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı ile ödenmeyen işçilik alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm davalılar vekilleri tarafından süresi içinde, davacı vekili tarafından ise katılım yolu ile temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi B. Kar tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 1. 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5.maddesine göre iş mahkemesinden verilen kararlar tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren 8 gün içinde temyiz olunabilir. Bu süre içinde temyiz dilekçesinin hâkime havale edildikten sonra temyiz defterine kaydının yaptırılması ve harcının yatırılması gerekir. Temyiz süresi içinde temyiz dilekçesi temyiz defterine kaydedilmiş, ancak harç yatırılmamış ise, harç ve temyiz giderlerinin yatırılması için ilgili tarafa H.U.M.K. 432. madde yollaması ile aynı yasanın 426/D maddesi gereğince işlem yapılması ve 7 günlük kesin süre verilmesi gerekir.
Kısa kararın açık olmadığı, gerekçeli kararın 24.12.2010 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, davacı vekilinin katılma yolu ile 5.1.2011 tarihinde temyiz edildiği, -ancak dilekçenin temyiz defterine kaydının yapılmadığı ve harçlandırılmadığı anlaşıldığından, tebliğe göre süresinde yapılmayan, temyiz defterine kaydı yapılmayan davacı vekilinin temyiz isteminin H.U.M.K. nun 432.madde yollaması ile aynı kanunun 426/F maddesi gereğince REDDİNE,
2. Davalılar vekillerinin temyizine gelince;
a- ) Mahkemeler tarafından verilen kararlarda tarafların gösterilmesi, iddia ve savunmaların özetlenmesi, ihtilaflı konular hakkındaki delillerin tartışılması ret ve üstün tutma sebeplerinin açıklanması zorunludur. Kararın, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 388 ve 389. Maddelerinde tanımlanan unsurları taşıması ve
1. Kararı veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve tutanak kâtibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,
2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep,
4.Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi,
5.Kararın verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve tutanak kâtibinin imzaları, yönündeki hükümlerin kararın yazımında dikkate alınması gerekir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Aynı kural H.U.M.K. nun 389.maddesinde de tekrarlanmıştır. Keza H.U.M.K. nun 381.maddesi ( kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur ). Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükümün hedefine ulaşılmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. ( H.G.K.-2007/14-778 E, 2007/611 K, Dairemizin 1.4.2008 gün ve 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamı )
H.U.M.K. nun 382. maddesi gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacaktır. Asıl olan kısa karardır. Gerekçeli kararın kısa karara uygun olmaması, çelişki yaratır ve gerekçeli kararın yok hükmünde olduğu anlamına gelir.
Diğer taraftan 4857 Sayılı İş Kanununun 2/6 maddesi uyarınca, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur”. Bu hükme göre alt işveren işçisinin iş sözleşmesinden doğan alacaklarına karşı asıl işveren alt işverenle birlikte müştereken ve müteselsil sorumludur. Bu konundan doğan bir teselsül sorumluluğudur.
Ayrıca bir ortak girişimi oluşturan tüzel kişilerin aralarındaki ilişkinin adi ortaklık hükümlerine tabi olacağı tartışmasızdır. Adi ortaklığı oluşturan kişiler B.K.mun 423. Maddesi uyarınca kar ve zarardan dolayı iç sorumluluğu düzenlemiştir. Bu maddenin ortak girişimin çalışanlarına ve üçüncü kişilere karşı uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Kısaca ortak girişimi oluşturan kişiler çalıştırdıkları işçilere karşı müştereken ve müteselsilin sorumludurlar.
Mahkemece yargılama sonunda verdiği kısa karar usule aykırı tefhim edildiği gibi gerekçeli kararda davacı işçinin tazminat ve alacaklarından davalı asıl işverenin ayrı, davalı ortak girişimi oluşturan davalı alt işveren şirketleri ayrı hüküm altında sorumluluklarına karar vermiştir. Oysa açıklandığı gibi asıl-alt işveren ilişkisinde alt işveren işçisine karşı asıl ve alt işverenler birlikte müteselsilin ve müştereken sorumludurlar. Gerekçeli kararın hüküm fıkrasında asıl işveren yönünden ayrı, alt işverenler yönünden ayrı bentler altında tazminat ve alacakların iki kez infazına yol açacak şekilde karar verilmesi ve keza kabule göre de ortak girişimi oluşturan şirketlerin uyuşmazlıkta yeri olmayan B.K.’nun 523. Maddesi uyarınca altına alınan tazminat ve alacaklardan yarı yarıya sorumlu tutulması isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.
b- ) Davacı iş sözleşmesinin 11.11.2009 tarihinde davalı işveren tarafından, davalı ise davacının iş sözleşmesini noter kanalı ile gönderdiği ihtarname ile 12.11.2009 tarihinde feshedildiğini beyan etmişlerdir. Mahkemece davacının iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından 10.8.2009 tarihli bildirim ile 5.10.2009 tarihinde feshedildiği kabul edilmiştir.
Dosya içeriğine göre davalı asıl işveren Belediye Başkanlığı’ nın çöp toplama ve nakil işini yenilenen ihale sözleşmeleri ile davacı işçiyi çalıştıran ve ortak girişim olarak bu hizmeti üstlenen alt işveren davalı şirketlere verdiği, 4.8.2009 tarihli çöp toplama ve nakil hizmet ihale sözleşmesinin 3.10.2009 tarihinde sona erdiği, bu tarihte bazı işçilerin iş sözleşmelerinin feshedildiği, ancak davalı asıl işveren ile davalı ortak girişimi oluşturan şirketler arasında çöp toplama ve nakil hizmet işi sözleşmesinin 6.10.2009-2.2.2010 tarihleri arasındaki süre için imzalandığı, davacının kayıtlara göre 11.11.2009 tarihine kadar çalışmasının devam ettiği ve davacı işçinin noter kanalı ile gönderdiği ihtarname ile “Ağustos, Eylül ve Ekim ayları ücretlerinin 3 gün içinde ödenmesini, aksi halde iş sözleşmesini haklı sebeplerle feshedeceğini” beyan ettiği anlaşılmaktadır.
Somut bu maddi ve hukuki olgulara göre 5.10.2009 tarihinde gerçekleşmiş bir fesih bulunmadığından, mahkemece bu tarihin fesih tarihi kabul edilmesi hatalıdır. İş sözleşmesinin 11.11.2009 tarihinde sona erdiği uyuşmazlık dışıdır. Uyuşmazlık iş sözleşmesinin anılan tarihte davalılar tarafından mı yoksa davacı işçi tarafından ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile mi feshedildiği noktasında toplanmaktadır. Tarafların bu konuda delilleri toplanmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 09.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/10-973
K. 2007/975
T. 12.12.2007
• RÜCUAN TAZMİNAT ( İş Kazası Sonucu Ölüm Nedeniyle – Belirtilen Tarife Uyarınca Hesaplanacak ( İlk ) Peşin Sermaye Değerinin Tazmin Sorumlularının Kusuruna İsabet Eden Tutarı Oranında Rücu Alacağına Hükmedilmesi Gerektiği )
• İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM ( Belirtilen Tarife Uyarınca Hesaplanacak ( İlk ) Peşin Sermaye Değerinin Tazmin Sorumlularının Kusuruna İsabet Eden Tutarı Oranında Rücu Alacağına Hükmedilmesi Gerektiği )
• ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARI ( Kurumun Rücu Hakkı Sigortalı veya Hak Sahiplerine Yapılan veya İleride Yapılması Gerekli Bulunan Her Türlü Giderlerin Toplamı İle Gelir Bağlanırsa Bu Gelirin İlk Peşin Sermaye Değeri Miktarıyla Sınırlı Bulunduğu )
• İŞVERENİN SORUMLULUĞU ( Sigortalılar Üçüncü Bir Kişi Tarafından İşe Alınmış Olsalar Bile 506 SK’nın İşverene Yüklediği Ödevlerden Dolayı Aracı Olan Üçüncü Kişi İle Birlikte Asıl İşveren de Sorumlu Olduğu )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ ( Sigortalılar Üçüncü Bir Kişi Tarafından İşe Alınmış Olsalar Bile 506 SK’nın İşverene Yüklediği Ödevlerden Dolayı Aracı Olan Üçüncü Kişi İle Birlikte Asıl İşveren de Sorumlu Olduğu )
• ARACI KİŞİ ( Bir İşte veya Bir İşin Bölüm ve Eklentilerinde İşverenden İş Alan ve Kendi Adına Sigortalı Çalıştıran Üçüncü Kişi )
506/m. 9, 10, 26, 87
ÖZET : Dava, iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirler ve yapılan cenaze yardımı nedeniyle oluşan kurum zararının, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9, 10, 26 ve 87. maddeleri uyarınca rücuan tazmini istemine ilişkindir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ile 506 SK’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve gelir artışlarından doğan kurum zararının işverenden tahsiline olanak tanıyan H … sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere … ” bölümünü, sosyal devlet ilkesi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı bulunarak iptal edilmiş ve sonuçta gelir artışının işverenden istenemeyeceği karara bağlanmıştır. İptal kararından sonra kurumun rücu hakkı, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin toplamı ile gelir bağlanırsa bu gelirin ilk peşin sermaye değerli miktarıyla sınırlı bulunmaktadır. Sigortalılar üçüncü bir kişi tarafından işe alınmış olsalar bile 506 SK’nın işverene yüklediği ödevlerden dolayı aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur. Bir işte veya bir işin bölüm ve eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir. İşyerindeki üretim ile ilgili olmayan, asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde aracıdan söz edilemez. Açıklanan hususlar doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidilmesi hatalıdır.
Kurum tarafından ( 506 Sayılı Kanunun Ek 44. maddesi de gözetilerek ) belirlenen sigortalı geliri ile bu kanunun 20 ve 23. maddeleri uyarınca ( sigortalıya veya ) hak sahiplerine bağlanan ( sürekli iş göremezlik ve ölüm ) gelirin ( her ay ödeme tarihlerinde bir önceki aya göre Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları endeksi artış oranı kadar artırılarak belirleneceği ne ilişkin Ek 38. madde hükmü dikkate alınmaksızın ) 22. maddede belirtilen tarife uyarınca hesaplanacak ( ilk ) peşin sermaye değerinin, tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden tutarı oranında rücu alacağına hükmedilmesi gerekmektedir.
DAVA : Taraflar arasındaki “rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 5. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 16.06.2005 gün ve 899-415 sayılı kararın incelenmesi taraflar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 11.04.2006 gün ve 2657-4938 sayılı ilamı ile;
( … Dava, davalı vakıf tarafından yaptırılan ” Üniversitesi İnşaat İşyerinin” 25.10.2002 tarihli sözleşme ile kaba inşaatının yapım işini üstlenen diğer davalı limited şirketin yapım faaliyetinin devamı sırasında ve 4. kattan düşerek 22.11.2002 tarihinde vefat eden limited şirket işçisi Bekir’in hak sahiplerine kurumca yapılan sosyal sigorta yardımlarının 506 Sayılı Yasanın 10,26 ve 87. maddelerine göre rücuan tahsili istemine ilişkin olup, mahkeme, yazılı gerekçelerle ve talep gibi davanın kabulüne karar vermiştir.
a- Zararlandırıcı sigorta olayının 22.11.2002 tarihinde gerçekleşmesine, daha önce tescili bulunmayan inşaat işyerinin raporuna istinaden ve 18.11.2002 tarihi itibariyle yasa kapsamına alınmasına, kaldı ki, kazalının limited şirkete ait …. 202 sicil sayılı başka işyerinden 2002 yılı Kasım ayında bildiriminin ve 5 günlük ücret kaydının bulunup çıkışının ise kaza günü olan 22.11.2002 tarihinde verilmesine göre, somut olayda 506 Sayılı Yasanın 10. maddesi koşullarının gerçekleşmediği gözetilmeksizin söz konusu maddeye göre ve yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür.
b- Öte yandan, aracının, bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran 3. kişi olduğu hususu, 506 Sayılı Yasanın 87. maddesinin son fıkrası hükmünde açıkça belirtilmiştir. Bu tanıma göre; asıl işverenin taşeron ile birlikte müştereken sorumlu tutulabilmesi için; taşeronun bir işte veya bir işin bölüm ve eklentilerinde işverenden iş alması ve bu işte kendi adına sigortalı çalıştırması, ayrıca o işte işi ihale eden asıl işverenin de sigortalı çalıştırması gerekir. Mahkemece alınan ve birbirini teyit eden iki ayrı kusur raporunda, asıl işveren sıfatıyla davalı vakfa % 32,5, taşeron sıfatıyla davalı limited şirkete % 12,5, ölü davalı ve limited şirket müdürü Ali’ye % 20, fenni mesul ve diğer davalı Mümtaz’a % 5, ölene % 30 oranında kusur izafe edilmiştir. Somut olayda, öncelikle, davalı vakıf ile davalı limited şirket arasında asıl işveren-taşeron ilişkisi bulunup bulunmadığı 87. madde kapsamında yöntemince araştırılıp belirlenmeli, vakfın işverenlik sıfatının bulunmadığının anlaşılması halinde, 506 Sayılı Yasanın 26/2. maddesi kapsamında sorumluluk durumunun da irdelenmesini sağlayacak şekilde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile işkolunda uzman bilirkişi heyetinden kusur oran ve aidiyeti yönünden yeniden kusur raporu alınmalı, denetlendikten ve varsa çelişkiler giderildikten sonra sonucuna göre karar verilmelidir.
c- Hükme dayanak kılınan 13.05.2005 tarihli hesap raporu 10. maddeye ve % 85 kusura göre düzenlenmiş olup, hak sahibi Kamil’in dış tavanı 853.716.356.- TL belirlenmesine rağmen, dış tavan yerine % 70 isteme göre ileri sürülen 1.976.065.588.-TL’ye hükmedilerek davalılar aleyhine 1. 122.349.232.-TL fazla rücu alacağına hükmedilmesi yerinde görülmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş, yukarıda açıklanan yöntemlerle davalıların kusur oran ve aidiyetlerini belirlemek, belirlenen kusur oranlarını 13.05.2005 tarihli hesap raporuna uygulayarak hak sahiplerinin gerçek maddi zarar tavanlarını tespit etmek ve tavan kontrolü yapılarak ileri sürülen talep hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirler ve yapılan cenaze yardımı nedeniyle oluşan kurum zararının, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9, 10,26 ve 87. maddeleri uyarınca rücuan tazmini istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, istemin kabulüne dair verilen karar, özel dairece, yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş, yerel mahkemece önceki hükümde direnilmiştir.
I- İlk uyuşmazlık, 506 Sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca rücuan alacak koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Anılan madde ile; sigortalı çalıştırıldığının süresi içerisinde kuruma bildirilmemesi halinde, sonradan verilen bildirge veya durumun kurumca tespit tarihine kadar geçecek süre içerisinde meydana gelen iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hallerinde ilgililerin sigorta yardımlarının kurumca sağlanarak, yapılan veya ileride yapılması gereken giderler ile bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerleri tutarının işverene ayrıca ödettirileceği hükme bağlanmıştır.
Maddenin uygulama alanı, 4447 Sayılı Kanun ile değişik 506 Sayılı Kanunun 9. maddesinde belirtilmektedir. Buna göre, “İşveren çalıştıracağı kimseleri, işe başlatmadan önce örneği kurumca hazırlanacak işe giriş bildirgeleriyle kuruma doğrudan bildirmekle veya bu belgeleri iadeli-taahhütlü olarak göndermekle yükümlüdür.”
Maddenin devamında ise, “İnşat işyerlerinde işe başlatılacak kimseler için işe başlatıldığı gün kuruma veya iadeli-taahhütlü olarak postaya verilen işe giriş bildirgeleri ile kuruma ilk defa işyeri bildirgesi verilen işyerlerinde işe alınan işçiler için en geç bir ay içinde kuruma verilen veya iadeli-taahhütlü olarak gönderilen işe giriş bildirgeleri de süresi içinde verilmiş sayılır” denilerek, iki istisna getirilmiştir.
İş kazası nedeniyle düzenlenen 03.03.2003 günlü sigorta müfettiş raporunda; zararlandırıcı sigorta olayının meydana geldiği üniversite kampüs inşaatı işyerinin tescilsiz olduğu, iş kazasının 22.11.2002 tarihinde meydana geldiği, sigortalı işe giriş bildirgesinin 02.12.2002 tarihinde kuruma iadeli taahhütlü posta ile ulaştırıldığı, işyerinin 18.11.2002 tarihi itibariyle yasa kapsamına alınması gerektiği hususlarının saptandığı anlaşılmaktadır.
İlk defa işyeri bildirgesi verilmesi gereken işyerlerinde çalışmaya başlayan sigortalıların bir ay içerisinde kuruma bildirilmelerinin yasaca yeterli bulunması karşısında, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9 ve 10. maddelerine göre işverenin sorumluluğu yönüne gidilemeyecektir. Bir aylık sürenin başlangıcının, işyeri bildirgesinin verildiği ya da verilmesi gereken tarih olduğu ise dikkate alınmalıdır.
II- Davalı vakıf ile davalı Ltd. Şirket arasında 506 Sayılı Kanunun 87. maddesi uyarınca “asıl işveren-aracı” ilişkisi bulunup bulunmadığı yönünde araştırma yapılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine ilişkin bozma nedenine gelince;
Hemen belirtilmelidir ki, maddenin “aracı” olarak nitelediği üçüncü kişi, gerek mevzuatta, gerekse öğreti ve yargı kararlarında, alt işveren, taşeron, tali işveren, alt müteahhit, alt ısmarlanan vb. adlarla anılmaktadır.
“Üçüncü kişinin aracılığı” başlığını taşıyan 87. madde; “Sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı, aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur. Bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir” hükmünü içermektedir.
Bu hüküm ile asıl işverenin sorumluluğunun kapsamı belirlenirken, sigortalının sosyal güvenlik hakkı yanında, kurumun bir kısım alacaklarının da güvence altına alınması amaçlanmıştır.
Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre “aracı”dan söz edebilmek ve asıl işvereni aracının borçlarından dolayı sorumlu tutabilmek için maddenin tanımından ortaya çıkan birtakım zorunlu unsurlar bulunmaktadır. Maddede belirtilen koşulların yokluğu durumunda aracıdan söz edilemeyecektir.
506 Sayılı Kanunun 411. maddesi dikkate alındığında ( asıl ) işveren, sigortalıları çalıştıran gerçek ya da tüzel kişi olup, işveren niteliği sigortalı çalıştırmanın doğal sonucudur. Asıl işveren-alt işveren ilişkisi için, işyerinde, “iş sahibi”nin de sigortalı çalıştırıyor olması koşulu gereklidir. Sigortalı çalıştırmayan iş sahibi “işveren” sıfatını kazanamayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlarda aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk oluşmayacaktır.
İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir iş olarak değerlendirilebiliyor ise, işi alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde olacaktır.
İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, Sosyal Sigortalar Kanunu anlamında bir alt işverenlik, dolayısıyla dayanışmalı sorumluluk hali söz konusu olmayacaktır. Diğer işyerlerinde sigortalı çalıştırması nedeniyle “işveren” sıfatına sahip olmanın, devredilen iş dolayısıyla işverenlik sıfatını kazandırmayacağı dikkate alınmalıdır.
Aynı şekilde, işi alan kişinin de işverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle sigortalı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması gerekmektedir. Alınan işte sigortalı çalıştırmayıp, tek başına ya da ortakları ile işi yürüten kişi alt işveren olarak nitelendirilemeyecektir. Bu kişinin diğer birtakım işyerlerinde çalıştırdığı sigortalılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi ise bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; aracının aldığı iş, işverenin asıl işinin bölüm ve eklentilerindeki işin bir kesimi ya da yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Bir işverene ait işyerindeki üretim sürecine, başka bir işverenin dahil olması durumunda “aracıdan” söz edilebilecektir. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan, asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, 506 Sayılı Kanun uygulaması yönünden aracıdan söz etme olanağı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır.
Belirtilmelidir ki, yapılmış olan sözleşmede, işin kalitesi ve işyeri disiplini amacıyla bir kısım hükümlerin yer alması, inşaat sahipliği dışında asıl işverenlik sıfatını doğuracak, işi alanın bağımsız işveren kimliğini ortadan kaldıracak bir etmen olmayıp, anılan sözleşmenin, Borçlar Kanunu’nun 356 vd. maddeleri doğrultusunda müteahhide yüklenen sorumluluğun doğal bir sonucu olarak, sözleşme hükümlerinin proje ve teknik şartnameye uygunluğunun saptanabilmesi amacına yönelik olduklarının da kabulü gerekebilecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.05.2004 gün ve 2004/10-233 Esas, 262 sayılı kararı ile;
( … Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselere yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanması halinde bu gelirin yasanın 22. maddesinde sözü edilen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamının işverenden alınması öngörülmekte, bu gelirin istenebilmesi için zararın işverenin kastı ya da işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına aykırı veya suç sayılabilir hareketi sonucunda oluşması gerekmektedir. Buna göre, iptali istenilen ” … sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olmak üzere … ” bölümü, anılan sorumluluğun kapsamının belirlenmesinde, sigortalıya bağlanan gelirlerde, kanun, kararname ve katsayı değişikliği nedeni ile yapılacak artışların da işverenden istenebilmesini olanaklı kılmaktadır. Nitekim 01.07.1994 günlü, E. 1992/3, K. 1994/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’ndaki yorumun da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesi ile benimsenen hukuk devleti, bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu devlette hukuk güvenliğini sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende Devlete güven ilkesi ise vazgeçilmez temel öğelerdendir. Devletin yaptığı düzenlemelerde haksız bir edinime yol açılması ve kişilerin haksızlığa uğratılması kabul edilemez.
Anayasa’nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” denilmektedir. Bu kurala göre, sosyal güvenlik herkes için bir hak ve bunu gerçekleştirmek ise Devlet için görevdir. Sosyal güvenlik hakkı, sosyal sigorta kuruluşlarınca kendi kuralları çerçevesinde yerine getirilir. Sosyal sigortanın kapsamı, sigorta alanı ve içerdiği riskler ile alınacak primler yasalarla belirlenmiştir. Sosyal güvenliğin ve sigortanın varlık nedeni sosyal risklerin karşılanmasıdır. Kanuna uymayan eylem sonucunda hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini kuruma ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, kanun, kanun hükmünde kararname ve kararlarla bağlanan gelirlerde yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutularak dava tehdidi altında bulundurulması, sosyal güvenlik kuruluşlarına ait olması gereken risklerin işverene yükletilmesi anlamına gelir. Böyle bir durum hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.. ) gerekçesiyle;
“17.07.1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun 26. maddesinin 3395 Sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasının ” … sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere … ” bölümünün, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE” karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararı ile, 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan ve gelir artışlarından doğan kurum zararının işverenden tahsiline olanak tanıyan ” … sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere … ” bölümü, Anayasa’nın “sosyal devlet” ve “hukuk devleti” ilkelerine aykırı bulunmuş ve sonuçta kesin bir ifade ile gelir artışının işverenden istenemeyeceği karara bağlanmıştır.
Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. maddesinde “Hakim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir” yönündeki yasal ilke gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış ( derdest ) davalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır ( Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 Esas, 119 Karar, 07.04.2004 gün ve 2004/10-214 Esas, 198 Karar, 29.09.2004 gün ve 2004/10-448 Esas, 461 Karar sayılı kararları ).
Nitekim, usuli kazanılmış hak gereğince uygulanması gereken bir kanun hükmü sonradan ( görülmekte olan davada karar kesinleşmeden önce ) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse artık usuli kazanılmış hakka göre değil, usuli kazanılmış hakkın istisnası olarak Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonraki yeni duruma göre karar verilmesi gerekecektir” ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, Altıncı Baskı, Cilt V, s. 4784 ).
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ile ortaya çıkan bu maddi ve hukuki olgular karşısında, kurumun rücu hakkı, bu kanun gereğince ( sigortalıya veya ) hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin toplamı ile gelir bağlanırsa bu gelirin ilk peşin sermaye değerli tutarıyla sınırlı bulunmaktadır.
Bir diğer ifadeyle; kurum tarafından ( 506 Sayılı Kanunun Ek 44. maddesi de gözetilerek ) belirlenen sigortalı geliri ile bu kanunun 20 ve 23. maddeleri uyarınca ( sigortalıya veya ) hak sahiplerine bağlanan ( sürekli iş göremezlik ve ölüm ) gelirin ( her ay ödeme tarihlerinde bir önceki aya göre Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları endeksi artış oranı kadar artırılarak belirleneceği ne ilişkin Ek 38. madde hükmü dikkate alınmaksızın ) 22. maddede belirtilen tarife uyarınca hesaplanacak ( ilk ) peşin sermaye değerinin, tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden tutarı oranında rücu alacağına hükmedilmesi gerekmektedir.
İş kazaları ile meslek hastalıkları, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından gelir ve aylık alanlara ödenmekte olan sosyal yardım zammının 22. maddede belirtilen tarife uyarınca hesaplanacak peşin sermaye değerinin, 506 Sayılı Kanunun 26. maddesi hükümlerine göre tespit edilecek ( ilk ) peşin sermaye değerine katılması gerektiği de dikkate alınmalıdır ( Ek Madde 24/d ).
Hak sahibinin gelirden çıktığının anlaşılması halinde ise, yapılmış olan fiili ödemenin, ilk peşin sermaye değeriyle sınırlı miktarına, fiili ödeme miktarının ilk peşin sermaye değerinden düşük olması halinde ise, fiili ödeme miktarına hükmedilmelidir.
Yerel mahkemece, yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alınarak yapılacak inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 12.12.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/21-796
K. 2006/812
T. 20.12.2006
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( İş Kazası – Davalı Şirketler Arasında Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisi Bulunmaması Nedeniyle Davanın Reddi Gereği )
• İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM ( Tazminat Talebi – Çatı Yapım İşini Alan Davalı Şirketin İşçisinin Vefatı/Bağımsız Nitelikteki Çatı Onarım İşini Alan Şirket Alt İşveren Olarak Nitelendirilemeyeceğinden Talebin Reddi Gereği )
• ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN KAVRAMI ( Bir İşyerinde Yürütülen Asli veya Yardımcı İşler Dışında Bağımsız Bir İş Alan İşveren Alt İşveren Sayılmayacağı )
• BAĞIMSIZ İŞ ALINMASI ( Bir İşyerinde Yürütülen Asli veya Yardımcı İşler Dışında Bağımsız Bir İş Alan İşveren Alt İşveren Sayılmayacağı – İş Kazasından Doğan Tazminat )
506/m. 87
4857/m. 2
ÖZET : Dava, iş kazasına dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Uyuşmazlık, davalılar arasındaki ilişkinin asıl işveren-alt işveren olup olmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinden söz edebilmek için, bir işverenden işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde iş alma koşulunun gerçekleşmiş olması gerekir. Bir işyerinde yürütülen asli veya yardımcı işler dışında bağımsız iş alanlar ise alt işveren sayılmaz. Somut olayda, asıl işi gemi yapım ve onarımı olan davalı şirket, hangar çatılarının yapım işini diğer davalıya vermiştir. Çatı yapım işini alan davalı şirketin işçisi iş kazası sonucu vefat etmiştir. Açıklanan nedenlerle, işin niteliği ve yürütümü bakımından gemi yapım ve onarım işinden tamamen farklı ve bağımsız nitelikteki çatı onarım işini alan şirket alt işveren olarak nitelendirilemez. Davalı şirketler arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Kartal 2. İş Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 29.09.2005 gün ve 2003/11 E. – 2005/602 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 20.02.2006 gün ve 2005/13290 2006/1332 sayılı ilamıyla;
( … 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine.
2- Dava, iş kazası sonucu ölümden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, davacıların murisinin iş kazası sonucu ölümü sebebiyle uğradıkları maddi ve manevi zarardan yalnızca davalılardan … Limited Şirketi’nin sorumluluğuna gidilmesi, diğer davalı … Anonim Şirketi yönünden davanın reddine karar verilmesi aşağıdaki gerekçelerle doğru görülmemiştir.
Dosyadaki bilgilerden, davalı … Anonim Şirketi’nin mülkiyetinde bulunan tersanenin hangarlarının çatılarının eternit onarım işinin aralarındaki sözleşme ile diğer davalı … Limited Şirketi’ne verildiği ve onarım işi sırasında …
Limited Şirketi işçisinin eternitin kırılmasıyla yere düşerek vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Bir iş kazası sonucu zarara uğrayan işçinin tazminat davası, işveren veya kusurlu 3. kişilere karşı yöneltilir. Bundan başka aracı olarak nitelendirilen kişilerce işe alınan işçilerin uğrayacakları zarardan dolayı asıl işverenin aracı ile birlikte sorumlu olacağı 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi gereğidir.
Somut olayda çözümlenmesi gerekli sorun, davalı şirketler arasındaki hukuki ilişkinin işveren-aracı veya üst-alt işveren biçiminde olup olmadığıdır. İş Yasası’nın 2. ve 506 Sayılı Yasanın 87. maddelerindeki açıklamalar ışığında aracıdan ( taşeron ) söz edebilmek için öncelikle üst işveren ve bunun tarafından ortaya konulan bir iş olmalı ve görülmekte olan bu işin bölüm ve eklentilerinden bir iş alt işverene devredilmelidir. Buna karşın bir işin bütünüyle bir işverene devri durumunda veya anahtar teslimi denilen biçimde işin verilmesi durumunda artık üst-alt işveren ilişkisi söz konusu olamaz.
Olayımıza bu maddede belirtilen hükümler ışığında baktığımızda, işverenin asıl işinin gemi inşası ve taşıma olduğu, hangarın çatı yapım işinin diğer davalı … Gemi İnşaat San. Tic. Ltd. şirketine verildiği görülmektedir. Şayet işveren kendi yaptığı iş dışında başka bir işi anahtar teslimi, 3. bir şahsa vermişse, asıl işveren sorumlu olmayacaktır; örneğin bir ayakkabı fabrikası veya bir tekstil fabrikası çatı onarımını 3. bir şahsa anahtar teslimi vermişse sorumlu olmayacaktır. Anahtar tesliminden kasıt, asıl işverenin yapılacak işte hiçbir şeye karışmayacak malzemesiyle işçiliği ile, işçisi ile tüm iş, işi üstlenen tarafından yapılacaktır.
Oysa olayımızda, dosyada mevcut asıl işveren ve … Gemi İnş. San. Tic. Şti. arasında imzalanan sözleşmenin taşeronun yükümlülükleri başlığını taşıyan paragrafında eternit ve mahya bağlantıları malzemelerinin asıl işveren … Tersanesi’nce verileceği, sadece işçinin … Gemi İnş. Tic. Şti.’nce karşılanacağı açıkça belirtilmiştir. Somut olayda kazaya uğrayan işçi eternit kırılması sonucu düşmüştür. Sosyal Sigorta müfettişince tutulan raporda dinlenen K. de açıkça eternitlerin küçük olduğunu, kınlan eternit nedeni ile düştüğünü bildirmiştir. Zaten bu madde olguda da bir tartışma yoktur. Bu nedenle de gerek iş müfettiş raporunda ve gerekse, sigorta müfettiş raporunda, her iki işverenin birlikte sorumlu olacağı vurgulanmıştır.
Mahkemece alınan 13.01.2004 ve 14.10.2004 tarihli tek ve üç kişilik iş güvenliği uzmanlarından alınan kusur raporları da, her iki işverene de ayrı ayrı kusur vermişlerdir.
Öte yandan dikkat çeken bir husus da gemi hangarının çatı onarım işini üstlenen diğer davalının yaptığı işte asıl işverenin iştigal sahası olan, gemi inşaat sanayidir. Yani her iki şirket de gemi inşaat sanayi ile iştigal etmektedir. Bu nedenle, gerek işin anahtar teslimi olmaması ve gerekse asıl işverenle aynı işi yapan diğer bir şirketin onarım işini üstlenmesi kaza geçiren işçiye karşı birlikte sorumluluğu gerektirir.
Bu durumda davalı şirketler arasındaki 19.09.2002 tarihli sözleşme ve ekindeki teklif yazısında, bağlayıcı olmasa da taşeron sıfatından söz edilmekte, hangar çatısında kullanılacak malzemelerin işveren … AŞ. tarafından sağlanacağı, işçiliğin ise … Ltd. Şti.’nce gerçekleştirileceği belirtilmektedir. Bu durumda işin bütünüyle devri söz konusu olmadığına göre işi devreden şirketin işverenlik sıfatının ortadan kalkmayacağı buna ilaveten, tamir yapılacak hangarın, davalı … AŞ.’ne ait olması, ceza dosyasındaki beyanlar ve diğer deliller dikkate alındığında, işin AŞ.’nin kontrol ve gözetiminde yapılıyor olması da birlikte değerlendirildiğinde davalı … AŞ.’nin sorumluluğuna gidilmesi gerektiği ortadadır.
Davalılar arasındaki ilişkiyi işveren ve taşeron ilişkisi olarak değerlendirerek taraflar arasındaki kusur oranlarını belirleyen ve aralarında çelişki bulunmayan 22.01.2003 tarihli iş müfettişi raporu ile 13.01.2004 ve 04.10.2004 tarihli bilirkişi raporları göz ardı edilerek, yeniden kusur incelemesi yaptırılıp, davalı … AŞ.’ni kusursuz gören yetersiz bilirkişi raporu hükme dayanak tutularak sonuca gidilmesi uygun görülmemiştir.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulunmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan bozmayı gerektirir… )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı … Ltd. Şti. ve davacılar vekili.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, iş kazasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davalılardan … A.Ş.’nin iştigal konusunun gemi, yat yapımı ve onarımı, deniz taşımadığı ve buna bağlı faaliyetler olduğu, diğer davalı … Gemi Ltd. Şti. ile hangar çatılarının onarımı hususunda anlaştıkları, her iki şirket arasında asıl işveren alt işveren ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle, … A.Ş.’ye yönelik davanın reddine karar verilmiştir.
Yüksek Dairenin yukarıda yazılı bozma kararı üzerine yerel mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Uyuşmazlık, davalılar arasındaki hukuki ilişkinin “asıl işveren-alt işveren” niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.
506 Sayılı Kanunun 87. maddesinde “aracı”, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6. maddesinde ise “asıl işveren-alt işveren” ilişkisinin tanımına yer verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, “aracı” olarak nitelenen üçüncü kişi, gerek mevzuatta, gerekse öğreti ve yargı kararlarında; alt işveren, taşeron, tali işveren, alt müteahhit, alt ısmarlanan vb. adlarla anılmaktadır.
Bunlardan; asıl işverenin yanında “taşeron” olarak adlandırılan başka işverenlerin de işyerinden iş
almaları ve kendi sigortalılarını çalıştırmaları ile uygulama kazanmış olan “asıl işveren-alt işveren” ilişkisini Sosyal Sigortalar Kanunu açısından ele alan 506 Sayılı Kanunun 87. maddesi hükmü, tıpkı mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nun 1/son, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6. maddelerinde olduğu gibi, aracının yanında asıl işvereni de sorumlu tutan bir içerik taşımaktadır. Amaç, işçinin sosyal güvenlik hakkı yanında, iş sözleşmesi ve İş Kanunu’ndan kaynaklanan bir kısım haklarının daha geniş koruma-güvence altına alınmasını sağlamaktır.
506 Sayılı Kanunun “Üçüncü kişinin aracılığı” başlıklı 87. maddesi;
“Sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı, aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur. Bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir” hükmünü içermektedir. Bu hüküm ile asıl işverenin sorumluluğunun kapsamı belirlenmeye çalışılmıştır.
Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, aracıdan söz edebilmek ve asıl işvereni, aracının borçlarından ötürü sorumlu tutabilmek için, maddenin tanımından ortaya çıkan birtakım zorunlu unsurlar bulunmaktadır. Aracı kavramı her şeyden önce “asıl işveren”in varlığını, bir başka işverenin asıl işverene ait işin bir bölümünü yapmayı üstlenmesini ve nihayet, asıl işverene ait işyerinde veya işyerinin bir bölümünde iş alanın kendi adına sigortalı çalıştırmasını gerektirir. Asıl işverenle, aracı arasındaki sözleşmenin hukuki niteliğinin önemi yoktur. Önemli olan yön, asıl işverene ait işin aracı tarafından yapımının sağlanmasıdır.
Aracının asıl işverenden bir bölüm iş alması ve bu işte kendi adına sigortalı çalıştırması, aracı kavramının belirleyici özelliğini oluşturmaktadır. Aracı her şeyden önce bir “asıl işveren”in varlığını zorunlu kılmaktadır. Maddede belirtilen koşullardan birisinin dahi yokluğu durumunda aracıdan söz edilemez.
İşveren; 506 Sayılı Kanunun 4/1. maddesinde, “…bu kanunun 2. maddesinde belirtilen sigortalıları çalıştıran gerçek ya da tüzel kişi”, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesinde “Bir iş sözleşmesine dayanarak … işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi, yahut tüzel kişiliği olmayan kurum veya kuruluşlar…” olarak tanımlanmakta olup, işveren niteliği işçi çalıştırmanın doğal sonucudur. Yasanın tanımından hareketle, “asıl işveren-alt işveren” ilişkisi için, işyerinde iş sahibinin de işçi çalıştırıyor olması koşulu aranır. Sigortalı çalıştırmayan “işveren” sıfatını kazanamayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlarda aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk doğmayacaktır.
İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte ise, iş alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde bulunacaktır. İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, gerek Sosyal Sigortalar Kanunu, gerekse İş Kanunu açısından bir alt işverenlik, dolayısıyla dayanışmalı sorumluluk hali söz konusu olmayacaktır. Benzer şekilde, işveren kendisi sigortalı çalıştırmaksızın işi bölerek, ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi ( ihale makamı ) yasanın tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt-üst işveren ilişkisi bulunmayacaktır ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.1995 gün ve 1995/9-273-548 sayılı kararı da aynı yöndedir ).
Burada önemli olan yön, “devir” olgusunun somut olayda gerçekleşmesidir.
Bu kapsamda, devirden amaçlanan, yapılmakta olan işin, bölüm ve eklentilerinden tamamen bağımsız bir sonuç elde etmeye yönelik, işi alana bağımsız bir işveren kimliği kazandıracak bir işin devridir. Ekonomik olarak birbirleriyle bağlantılı bulunsalar da, bu işyerleri bağımsız sonuç elde etmeye yöneliktirler. İşin devri söz konusu değilse, bu kişiler işveren vekili olarak kabul edilebilecek, bu durumda yasanın öngördüğü ödevlerden, işi bölüp dağıtan iş sahibi, işveren niteliği ile sorumlu olacaktır.
Diğer işyerlerinde sigortalı çalıştırması nedeniyle “işveren” sıfatına sahip olan kimse de, işverenlik sıfatına ( devredilen iş dolayısıyla ) sahip olmadığı için, asıl işveren olarak sorumlu bulunmayacaktır.
Aynı şekilde, işi alan kişinin de işverenlik sıfatım, alınan işte ve o iş nedeniyle sigortalı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması aranacaktır. Alınan işte sigortalı çalıştırmayıp, tek başına ya da ortakları ile işi yürüten kişi alt işveren olarak nitelendirilemeyecektir. Bu kişinin diğer birtakım işyerlerinde çalıştırdığı sigortalılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi ise bulunmamaktadır.
Yasa, alt işverenlik için, bir işte, bir işin bölüm ya da eklentilerinde işverenden iş almayı aramaktadır. 87. madde anlamında aracıdan söz edebilmek için, aracının aldığı iş, işverenin asıl işinin bölüm ve eklentilerindeki işin bir kesimi ya da yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Bir diğer anlatımla, bir işverene ait işyerindeki üretim sürecine, başka bir işverenin dahil olması durumunda “aracıdan” söz edilebilecektir. Bu anlamda bir bağlantının varlığı için işyerinde üretilen mal ya da hizmetin niteliğine bakılması gerekir. Asıl işverenden alınan iş, onun sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa, işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, 506 Sayılı Yasa uygulaması yönünden aracıdan söz etme olanağı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6. maddesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisi “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur” şeklinde tanımlanmıştır.
Asıl işveren-alt işveren ilişkisinde yasa koyucu konuyu işçi yararı yönünden ele almıştır. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin en önemli sonucu her iki işverenin, alt işverenin işçilerine karşı birlikte sorumlu olmaları ise de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yapılan düzenleme bu ilişkiyi daraltıcı niteliktedir.
Anılan düzenlemede, asıl işveren-alt işveren ilişkinin varlığı, “bir işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı iş veya asıl işin bir bölümünde iş alma” ön koşuluna bağlanmıştır.
Madde gerekçesinde, “bir işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asli işin bir bölümünde’ veya ‘yardımcı işyerinde’ iş alan diğer işverenler, işçilerini sadece bu işyerinde çalıştırdıklarında asıl işveren-alt işveren ilişkisi doğmuş olacak, buna karşı işyerine yürütülen asli ve yardımcı işler dışında iş alan bir işveren, örneğin işyerinde ek inşaat yapılması ya da bina onarım işini alan diğer işverenin alt işveren kapsamında nitelendirilmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca, asıl işverenin alt işverenden iş alabilmesi işyeri gereklerine ve teknolojik nedenlere bağlandığı” ifade edilmektedir.
Davaya konu somut olaya gelince; asıl işi gemi yapım ve onarımı olan davalı … A.Ş.’nin, hangar çatılarının onarımı hususunda diğer davalı … Gemi Ltd. Şti. ile anlaştıkları, çatının yapımı sırasında, … Ltd. Şti. işçisi olan davacılar murisinin iş kazası sonucu vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Sözleşmede bir kısım malzemenin iş sahibi tarafından karşılanacağının belirtilmesi, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliğine etkisinin ne olacağı da uyuşmazlık konusudur.
Öncelikle belirtilmelidir ki, yapılmış olan eser sözleşmesinde işin kaliteli ve işyeri disiplini amacıyla bir kısım hükümlerin yer alması, inşaat sahipliği dışında asıl işverenlik sıfatını doğuracak, işi alanın bağımsız işveren kimliğini ortadan kaldıracak bir etmen değildir.
Borçlar Kanunu’nun 357. maddesi uyarınca, eserin imalinde kullanılacak malzemeyi yüklenici temin edebileceği gibi tarafların kararlaştırmaları üzerine malzeme iş sahibi tarafından da sağlanabilir. Bu durum, malzemelerin özenli kullanılması, hesap verme ve artan kısımlarını iade borcu, ihbar yükümlülüğü gibi konularda mükellefiyet yüklemekte olup, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliğine etkisi bulunmamaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 1. maddesinde belirtildiği üzere, bir sözleşme karşılıklı ve birbirine uygun iradelerin birleşmesi ile oluşur. Kural olarak bir irade beyanında, irade ile bildirimin birbirine uyumlu olması aranır. Anılan kanunun 18. maddesinde ise, bu alanda “irade teorisi”nin hakim olduğu anlamı çıkmaktadır. Bu nedenle de, sözleşmenin tarafların gerçek irade ve arzularına uygun bulunması gerekir. Tarafların, sözleşmede yer alan kimi ifadelere karşın, yasanın tanımladığı anlamda bir üst işveren-alt işverenlik ilişkisi yaratmayı amaçlamadıkları da ortadadır.
Belirtilen bu maddi ve yasal olgular karşısında somut olayda, işin niteliği ve yürütümü bakımından gemi yapım ve onarım işinden tamamen farklı ve bağımsız nitelikte olduğu belirgin bulunan çatı onarım işinde sigortalı çalıştırmayan gemi yapım ve onarım işvereni davalı … A.Ş.’nin asıl işveren olarak nitelendirilerek, sorumluluğuna karar verilmesi mümkün değildir. Davalı … Gemi Ltd. Şti.’nin yüklenimindeki işin, “asıl işin bir bölümünde” veya “yardımcı işlerinde” olduğu söylenemez.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.06.2004 gün ve 2004/21-326-328 sayılı ilamı, 05.05.2004 gün ve 2004/10-233-262 sayılı ilam, 04.04.2001 gün ve 2001/10309-332 sayılı ilamında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Belirtilen bu maddi ve yasal olguları dikkate alan yerel mahkeme kararında bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ : Taraflar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA ve davacıdan gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, ( 291,50.-YTL ) fazla harcın iadesine, davalıdan aşağıdaki dökümü yazılı ( 911,30.- )YTL bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 20.12.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/13797
K. 2012/6525
T. 6.4.2012
• İŞE İADE DAVASI ( Davacının Davalılardan Sağlık Bakanlığına Bağlı Hastanede Alt İşveren İşçisi Olarak Çalışmakta İken İş Sözleşmesinin Sona Erdirildiği – Davalı Alt İşveren İle Asıl İşveren Davalı Arasında Bağıtlanmış Olan Hizmet Alım Sözleşmeleri İle Son İhale Belgeleri Getirtileceği )
• ALT İŞVEREN İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞIRKEN İŞ SÖZLEŞMESİNİN SONA ERDİRİLMESİ ( Davalı Alt İşveren İle Asıl İşveren Davalı Arasında Bağıtlanmış Olan Hizmet Alım Sözleşmeleri İle Son İhale Belgeleri Getirtileceği – Davacının Son İhaleden Önceki Alt İşverenin Hangi Şirket Olduğu Tespit Edileceği )
• ASIL İŞVEREN İLE ALT İŞVEREN İLİŞKİSİNİN MUVAZAALI OLMAMASI ( Davalı Asıl İşveren Bakanlık Aleyhine Açılan İşe İade Davasının Reddine Karar Verileceği – İşe Başlatmamadan Doğacak Haklardan Alt İşveren İle Birlikte Asıl İşverenin Birlikte Müteselsilen Sorumluluğuna Karar Verileceği )
4857/m.21
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Davacının davalılardan Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede alt işveren işçisi olarak çalışmakta iken iş sözleşmesinin sona erdirildiği anlaşılmaktadır. Öncelikle davalı alt işveren ile asıl işveren davalı Sağlık Bakanlığı arasında bağıtlanmış olan hizmet alım sözleşmeleri ile son ihale belgeleri getirtilmeli, davacının son ihaleden önceki alt işverenin hangi şirket olduğu ve bu şirketin hizmet alım sözleşmesinin hangi tarihte sona erdiği, son ihalenin hangi tarihte yapıldığı ve son ihaleye dayanan hizmet alım sözleşmesinin hangi tarihte bağıtlandığı tespit edilmelidir. Kabule göre ise, asıl işveren Sağlık Bakanlığı ile alt işveren ilişkisinin muvazaalı olmadığı belirtilmesine rağmen davalı Bakanlık aleyhine açılan davanın reddine karar verilmesi, ayrıca işe başlatmamadan doğacak haklardan alt işveren ile birlikte asıl işveren Sağlık Bakanlığının birlikte müteselsilen sorumluluğuna karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi C. Sarı İyisan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin geçerli sebep olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.
Davalı Sağlık Bakanlığı vekili; davanın husumet yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı G…vekili ise; müvekkilinin davacı ile aralarında iş sözleşmesinin bulunmadığını belirterek husumet yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davalılar Sağlık Bakanlığı ile G…arasındaki hizmet alım sözleşmenin muvazaalı olmadığı, işe iade yönünden asıl işveren Sağlık Bakanlığı yönünden davanın reddine, G…yönünden davanın kabulüne, tazminat yönünden ise her iki davalı yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davacı vekili ile davalılardan Sağlık Bakanlığı ve G…vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının davalılardan Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede alt işveren işçisi olarak çalışmakta iken iş sözleşmesinin sona erdirildiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle davalı alt işveren ile asıl işveren davalı Sağlık Bakanlığı arasında bağıtlanmış olan hizmet alım sözleşmeleri ile son ihale belgeleri getirtilmeli, davacının son ihaleden önceki alt işverenin hangi şirket olduğu ve bu şirketin hizmet alım sözleşmesinin hangi tarihte sona erdiği, son ihalenin hangi tarihte yapıldığı ve son ihaleye dayanan hizmet alım sözleşmesinin hangi tarihte bağıtlandığı tespit edilmelidir.
Davacının çalıştığı son alt işveren ile ihaleyi alan sonraki alt işveren arasında iş yeri devrinin bulunup bulunmadığı yönü üzerinde durulmalı, bunun için davacının son alt işveren nezdinde çalışan işçilerin sonraki alt işveren G…yanında çalışmalarına devam edip etmediği, bunların çoğunluk oluşturup oluşturmadığı saptanarak şayet yeni ihaleyi alan şirkette önceki alt işverenin işçilerinin çoğu çalıştırılmakta ise bu durum iş yeri devri olgusunun kabulünü Belirtilen hususlar açıklığa kavuşturulduktan sonra son alt işveren şirket ile ihaleyi alan G… arasında iş yeri devri gerçekleşmiş ise davacının en son ihaleyi kazanan G…’ye ait iş yerine, iş yeri devri olamamış ise bu durumda davacının husumet tevcihinde yanılması nedeniyle davasını gerçek işvereni olan alt işverene yöneltmesi için süre verilerek taraf teşkili sağlandıktan sonra ihaleyi kaybetmiş olan alt işverene iadesine karar verilmeli ve işe başlatmamadan doğacak haklardan alt işveren ile birlikte asıl işveren Sağlık Bakanlığının birlikte müteselsilen sorumluluğuna karar verilmelidir.
Yukarıda yazılı hususlar dikkate alınmadan eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmiş olması hatalı olmuştur.
Kabule göre ise, dava konusu olayda asıl işveren Sağlık Bakanlığı ile alt işveren G…ilişkisinin muvazaalı olmadığı belirtilmesine rağmen davalı Bakanlık aleyhine açılan davanın reddine karar verilmesi, ayrıca işe başlatmamadan doğacak haklardan alt işveren ile birlikte asıl işveren Sağlık Bakanlığının birlikte müteselsilen sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken sadece iş güvencesi tazminatı yönünden davalı Bakanlığın birlikte sorumluluğuna karar verilmiş olması hatalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 06.04.2012 gününde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/5173
K. 2012/485
T. 24.1.2012
• FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE İSTEMİ (Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinin Geçersiz veya Muvazaaya Dayanması Nedeni İle Feshin Geçersizliğine Yönelik Karar Gerçek İşveren Hakkında Kurulması Gerektiği – Muvazaaya Dayalı İlişkinin Diğer Tarafı Hakkında Sıfat Yokluğu Nedeniyle Davanın Reddi Gereği)
• ASIL İŞVEREN-ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ (Geçersiz veya Muvazaaya Dayanması Nedeni İle Feshin Geçersizliğine Yönelik Karar Gerçek İşveren Hakkında Kurulması Gerektiği – Muvazaaya Dayalı İlişkinin Diğer Tarafı Hakkında Sıfat Yokluğu Nedeniyle Davanın Reddi Gereği)
• VEKALET ÜCRETİ (Davacıyı Davalı Sıfatı Kendisine Aitmiş Gibi Yanıltarak Kendisine Karşı Dava Açılmasına Sebebiyet Verdiği İçin Davanın Sıfat Yokluğu Nedeni İle Hakkındaki Davanın Reddine Karar Verilen Taraf Lehine Takdir Edilmemesi Gerektiği)
• SIFAT YOKLUĞU (Dava Arkadaşına Dava Teşmil Edilirse Beyanlarını ve Delillerini Bildirmesi İçin Süre Verilmeli ve Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği – Verilecek Süre İçinde Dava Sağlık Bakanlığına Teşmil Edilmediği Takdirde Dava Sıfat Yokluğundan Reddi Gerektiği)
6100/m.327
ÖZET : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına yönelik olarak yapılacak inceleme sonucunda, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayanması nedeni ile feshin geçersizliğine yönelik karar gerçek işveren hakkında kurulmalı, geçersiz veya muvazaaya dayalı ilişkinin diğer tarafı hakkında sıfat yokluğu davanın reddine karar verilmelidir. Ancak, HMK’nun 327. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca taraf sıfatı olmadığı halde, davacıyı, davalı sıfatı kendisine aitmiş gibi yanıltarak kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet verdiği için, davanın sıfat yokluğu nedeni ile hakkındaki davanın reddine karar verilen taraf lehine vekâlet ücreti takdir edilmemelidir.
Somut olayda, davacının, davalı şirketin hizmet alım sözleşmesine istinaden Aliağa Devlet Hastanesi işyerinde “veri kayıt elemanı” olarak çalıştığı, dava Ü… Üniversite Pazarlama ve B… İnternet Ticaret AŞ. karşı açıldığı anlaşıldığından dolayı davanın Sağlık Bakanlığı’na teşmili için davacı tarafa süre verilmeli, verilen süre içinde, diğer dava arkadaşına dava teşmil edilirse beyanlarını ve delillerini bildirmesi için süre verilmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir. Verilecek süre içinde dava Sağlık Bakanlığına teşmil edilmediği takdirde dava sıfat yokluğundan reddedilmelidir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi T. Yavuz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin iş yaptığı Aliağa Devlet Hastanesi işyerinde belirsiz süreli iş sözleşmesine “veri kayıt elemanı” olarak çalışmakta iken, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından feshedildiğini, ileri sürülen fesih sebebinin doğru olmadığını ve feshin geçerli bir nedene dayanmadığını öne sürerek, müvekkilinin iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesine karar verilmesini, boşta geçen süre ücret ve diğer haklar ile işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminatın belirlenmesini istemiştir.
Davalı vekili, işçilerin işe alınması, işlerine son verilmesi, çalışacakları bölümler ve yapacakları iş konusunda Aliağa Devlet Hastanesi sorumlu olduğundan müvekkili şirketin işverenlik sıfatının bulunmadığını, ihaleyi aldığı süreçte hangi işçiler ile çalışacağı konusunda doğrudan doğruya hastane yönetiminin takdirine göre hareket edildiğini, hastane yönetimince hangi işçilerin çalıştırılması isteniyorsa ihale süresi içinde bu işçilerle akit yapıldığını, davacının da bu kapsamda istihdam edildiğini, davacının olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle iş sözleşmesinin feshine de hastane idaresi tarafından karar verilerek durumun bildirildiğini, iş akdinin İş Kanununun m.25/II-h bendi uyarınca feshedildiğini öne sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının ihale sözleşmesi kapsamında veri kayıt elemanı olarak istihdam edildiği, davacının ihale konusu hizmet alımının kapsamı dışında kalan bir işte çalıştığının iddia ve ispat edilmediği, davalı U… A.Ş. ile dava dışı asıl işveren Aliağa Devlet Hastanesi arasındaki hizmet alımına ilişkin sözleşmenin geçerli bir alt işverenlik ilişkisi olduğu, davalı şirket tarafından davacıya 25/06/2009 tarihinde uyarı cezası verildiği işveren tarafından uyarı cezası verilmiş olmasına rağmen davacının iş akdine aykırı yeni bir kusurlu fiil işlediği iddia ve ispat edilmeksizin, aynı eylem nedeniyle bu kez iş akdinin feshedilmesi işçinin aynı eylem nedeniyle iki kez cezalandırılması niteliğinde olup, bu açıdan söz konusu eylemin feshe dayanak yapılması mümkün olmadığından davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekili tarafından karar temyiz edilmiştir.
Alt işveren işçisi tarafından, feshin geçersizliğine karar verilmesi istemiyle yalnızca alt işveren hakkında veya geçersizlik yahut muvazaa iddiasıyla sadece asıl işveren aleyhine açılan davalarda, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayandığının belirlenmesine bağlı olarak, davalı olarak gösterilen kişinin işçinin gerçek işvereni olmadığının belirlenmesi halinde taraf sıfatı sorunu ortaya çıkmaktadır. Davanın taraf sıfatı yokluğu nedeni ile reddedilmesi halinde, gerçek işverene karşı açılacak davada işçi, çoğunlukla, işe iade davaları için öngörülen bir aylık dava açma süresini kaçırma tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Böyle bir sonuç işçiyi mağdur edeceği gibi, bir aylık süre geçmemişse yeni bir dava açılmasını gerektirmesi nedeni ile usul ekonomisine de uygun düşmez. Gerek daha önce işe iade davalarına bakan Yargıtay 9. Hukuk Dairesince ve gerek Dairemiz tarafından davacının temsilcide yanıldığı veya taraf sıfatında maddi hataya düştüğü kabul edilmek suretiyle taraf değişikliği konusunda mülga 1086 sayılı HUMK’nun katı kuralları aşılarak sorun çözülmeye çalışılmıştır.
Ne var ki, işe iade davası asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açıldığında asıl işveren hakkında taraf sıfatı yokluğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmezken, sadece asıl işveren hakkında dava açılmışsa taraf sıfatının bulunmadığı ve taraf sıfatında yanılgı olduğunun kabulüne karar verilmesi sözü edilen çözümün çelişkisi olarak dikkat çekmiştir.
Öte yandan, 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanunun 124.maddesinde kabul edilebilir yanılgıya dayanan iradi taraf değişikliği taleplerinin mahkemece kabul edilmesi yönünde düzenleme yapılmıştır. Ancak sözü edilen düzenlemede taraf değişikliğinin talep şartına bağlanması karşısında, hâkim tarafından bu hususta taraflara hatırlatmada bulunulması mümkün değildir. Bu nedenle talep olmadığı halde, taraf sıfatında maddi hataya düşüldüğünden söz edilmek suretiyle mahkeme kararının bozulmasına yönelik uygulamaya devam edilmesinin, kanunun belirtilen açık düzenlemesi karşısında, mümkün olmadığı görülmektedir.
Hal böyle olunca, Dairemizde yukarıda belirtilen içtihadın yeniden gözden geçirilerek değerlendirilmesi ihtiyacı doğmuştur.
Mahkemece verilecek hükmün etkisi bakımından mecburi dava arkadaşlığı, maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ve şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi zorunlu hallerde söz konusu olur. (6100 sayılı HMK.m.59) Şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu hallerde oluşan dava arkadaşlığına denir(Pekcanıtez Hakan/Atalay Oğuz/Özekes Muhammet, Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, Ankara 2011, s.223). Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukuki ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usulî işlemler birbirinden bağımsızdır.
4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarına göre asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçerli olup olmadığı veya muvazaaya dayanıp dayanmadığına yönelik re’sen yapılması gereken yargısal denetim, ilişkinin taraflarının, yani asıl işveren ve alt işverenin davada yer almalarını ve kendi hukuklarını koruyacak açıklama ve ispat haklarını zorunlu kılmaktadır. Aksince bir düşünce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ nun 27. maddesinde öngörülen hukuki dinlenilme hakkına aykırılık teşkil eder. Buna göre, işe iade davalarına özgü olarak, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin söz konusu olduğu davalarda, davalı taraf yönünden bir çeşit şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığının mevcut olduğu kabul edilmelidir.
Görüldüğü üzere, bu çözüm tarzı hem işçi hem de işveren yönünde hukuka uygun maddî ve usûlî bakımdan her iki tarafın haklarını korumasını sağlayan bir çözümdür.
Böyle olunca, işe iade davasının yalnızca asıl işveren veya alt işveren aleyhine açılması durumunda, mahkemece, dava hemen reddedilmemeli, davalı olarak gösterilmeyen asıl işveren veya alt işverene davanın teşmili için davacı tarafa süre verilmeli, verilen süre içinde, diğer dava arkadaşına teşmil edilirse davaya devam edilmeli, aksi halde dava sıfat yokluğundan reddedilmelidir.
Taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına yönelik olarak yapılacak inceleme sonucunda, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayanması nedeni ile feshin geçersizliğine yönelik karar gerçek işveren hakkında kurulmalı, geçersiz veya muvazaaya dayalı ilişkinin diğer tarafı hakkında sıfat yokluğu davanın reddine karar verilmelidir. Ancak, HMK’nun 327. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca taraf sıfatı olmadığı halde, davacıyı, davalı sıfatı kendisine aitmiş gibi yanıltarak kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet verdiği için, davanın sıfat yokluğu nedeni ile hakkındaki davanın reddine karar verilen taraf lehine vekâlet ücreti takdir edilmemelidir.
Somut olayda, davacının, davalı şirketin hizmet alım sözleşmesine istinaden Aliağa Devlet Hastanesi işyerinde “veri kayıt elemanı” olarak çalıştığı, dava Ü… Üniversite Pazarlama ve B… İnternet Ticaret AŞ. karşı açıldığı anlaşıldığından dolayı davanın Sağlık Bakanlığı’na teşmili için davacı tarafa süre verilmeli, verilen süre içinde, diğer dava arkadaşına dava teşmil edilirse beyanlarını ve delillerini bildirmesi için süre verilmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir. Verilecek süre içinde dava Sağlık Bakanlığına teşmil edilmediği takdirde dava sıfat yokluğundan reddedilmelidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alman temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24.01.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/1135
K. 2012/4487
T. 16.3.2012
• İŞÇİLİK ALACAKLARININ TAHSİLİ ( Toplu İş Sözleşmesinin Hükümsüzlüğünün Geçmişe Etkili Olmadığının İleriye Etkili Olduğunun Kabul Edilmesi ve Muvazaanın Saptandığı Tarihe Kadar Toplu İş Sözleşmesinin Geçerli Sayılması Gerektiği )
• TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ ( Geçmişe Etkili Olmadığının İleriye Etkili Olduğunun Kabul Edilmesi ve Muvazaanın Saptandığı Tarihe Kadar Toplu İş Sözleşmesinin Geçerli Sayılması Gerektiği – İşçilik Alacaklarının Tahsili )
• ASIL İŞVEREN-ALT İŞVEREN İLİŞKİSİNİN GEÇERSİZ OLMASI ( Alt İşverenin İmzaladığı Sözleşmenin Uygulanma Kabiliyetini Yitireceğinin Kabul Edilmesi 2822 S. Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda Kabul Edilen Temel Esaslara Uygun Görüldüğü )
• MUVAZAA ( Kesinleşen Emsal İşe İade Davalarında İşçilerin Sendikal Nedenlerle İş Sözleşmelerinin Feshedildiği – Davanın Kabulü Kararının İsabetsiz Olduğu )
2822/m.1
4857/m.2
ÖZET : Davacı, ihbar tazminatı, sendikal tazminat, ücret farkı, ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Davacının üyesi olduğu İş Sendikası ile dava dışı alt işveren Ltd. Şti. arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi ise, adı geçen dönem için yürürlüktedir. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz olması durumunda, alt işverenin imzaladığı sözleşmenin uygulanma kabiliyetini yitireceğinin kabul edilmesi 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda kabul edilen temel esaslara uygun görülmektedir. Ancak, asıl işveren-alt işveren konusunun düzenlenmesine hakim olan işçiyi korumak düşünceleri de dikkate alındığında, toplu iş sözleşmesinin hükümsüzlüğünün geçmişe etkili olmadığının, ileriye etkili olduğunun kabul edilmesi ve muvazaanın saptandığı tarihe kadar toplu iş sözleşmesinin geçerli sayılması gerekmektedir. Öte yandan, toplu iş sözleşmesinin baştan itibaren hükümsüzlüğü kabul edilse dahi, bir kimsenin kendi muvazaasından yararlanmaması esastır. Bu durumda, davacının, İş Sendikası ile dava dışı alt işveren Ltd. Şti. arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanacağı açıktır. Ayrıca, kesinleşen emsal işe iade davalarında, işçilerin sendikal nedenlerle iş sözleşmelerinin feshedildiği de kabul edilmiştir. Davanın kabulü kararı isabetsizdir.
DAVA : Davacı, ihbar tazminatı, sendikal tazminat, ücret farkı, ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Z. Ayan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 1-Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi uyarınca temyiz edilemez.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği 1086 sayılı Kanun’un 427/2. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.
Dosya içeriğine göre temyize konu edilen alacak miktarı hüküm tarihi itibariyle 1.540,00 TL’lik kesinlik sınırı kapsamında kaldığından davalının temyiz isteminin reddine,
2-Davacının temyizine gelince;
Davacı vekili, davacının, davalının alt işvereni Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti.’nde 18.11.2007 tarihinde çalışmaya başladığını, Nakliyat İş Sendikası ile dava dışı Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti. arasında 26.12.2007 tarihinde toplu iş sözleşmesi imzalandığını, toplu iş sözleşmesinin ücret, ikramiye, yakacak yardımlarını düzenlediğini, yürürlük süresinin 15.03.2007-14.03.2009 olduğunu, davacının davalı işyerindeki altı aylık çalışma süresini doldurmadığından iş güvencesi hükümlerinden yararlanamadığını, ancak işten çıkarılan yaklaşık 150 işçinin Üsküdar İş Mahkemesi’nde açtıkları işe iade davasının kabul edildiğini, yapılan feshin sendikal nedene dayandığının da tespit edildiğini, davacının davalı Arçelik A.Ş.’ne ait işyerinde çalışmasını sürdürmekte iken 02.01.2008 tarihinde işyerine geldiğinde Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti. kadrosunda olup sendikadan istifa etmeme konusunda direnen işçilerin tamamı gibi işyeri güvenlik kapısından içeri alınmadığını, böylelikle işbaşı yapmasının fiili olarak engellendiğini, davalı Arçelik A.Ş.’nin eskiden alt işveren işçisi olarak istihdam edilen personeli doğrudan kendi personeli olarak işe almada Nakliyat İş Sendikası’ndan istifa etmelerini şart koştuğunu, istifa eden ya da Türk Metal iş sendikası’na üye olan işçilerin doğrudan Arçelik A.Ş. kadrolu personeli olarak işe başlatıldığını, toplu iş sözleşmesi hükmü uyarınca davacının işe başlama tarihinden itibaren uygulanıp 02.01.2008 tarihine kadar ödenmesi gereken aylık 300,00 TL ücret zammı, yıllık 120 günlük ikramiye, aylık 100,00 TL yakacak yardımının ödenmediğini belirterek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla, ihbar tazminatı olarak 200,00 TL, sendikal tazminat olarak 200,00 TL, toplu iş sözleşmesine göre ücret farkları, ikramiye ve aylık yakacak yardımı olarak 200,00 TL olmak üzere toplam 600,00 TL alacağın faiziyle davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, kesin hüküm halini alan Üsküdar 1. ve 2. İş Mahkemelerinin kararına göre davacının dava dışı Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti.’nin işçisi olmayıp, davalı Arçelik A.Ş.’nin işçisi olduğu, toplu iş sözleşmesinin ise dava dışı Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti.’nin ile Nakliyat İş Sendikası arasında yapıldığı, Arçelik A.Ş.’nin iş yerlerinde bu sendikanın yetkili olmayıp, başka bir sendikanın yetkili olduğu, ayrıca davalı şirketin bağlı olduğu iş kolunun da farklı olduğu, davacının Nakliyat İş Sendikası ile yapılan toplu iş sözleşmesinin ve bu iş kolunda çalışan bir işçisi de olmadığından, bu toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanamayacağı, ancak davacının davalı Arçelik A.Ş. işçisi olduğu, işyerinden haksız olarak çıkartıldığı ve çalışma süresine göre bilirkişi raporunda hesap edilen ihbar tazminatı tutarının ödenmesi gerektiği gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Uyuşmazlık, kesinleşen mahkeme kararı ile asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunun tesbiti halinde, alt işveren işçisi olarak görünen işçinin alt işverenin imzaladığı toplu iş sözleşmesinden yararlanıp yararlanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Somut olayda, davalı Arçelik A.Ş. ile dava dışı alt işveren Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti.’nin arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu 14.12.2009 tarihinde kesinleşmiş emsal işe iade davaları ile sabittir. Davacının üyesi olduğu Nakliyat İş Sendikası ile dava dışı alt işveren Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti. arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi ise, 15.03.2007-14.03.2009 dönemi için yürürlüktedir. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz olması durumunda, alt işverenin imzaladığı sözleşmenin uygulanma kabiliyetini yitireceğinin kabul edilmesi 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda kabul edilen temel esaslara uygun görülmektedir. Ancak, asıl işveren-alt işveren konusunun düzenlenmesine hakim olan işçiyi korumak düşünceleri de dikkate alındığında, toplu iş sözleşmesinin hükümsüzlüğünün geçmişe etkili olmadığının, ileriye etkili olduğunun kabul edilmesi ve muvazaanın saptandığı tarihe kadar toplu iş sözleşmesinin geçerli sayılması gerekmektedir. Öte yandan, toplu iş sözleşmesinin baştan itibaren hükümsüzlüğü kabul edilse dahi, bir kimsenin kendi muvazaasından yararlanmaması esastır. Bu durumda, davacının, Nakliyat İş Sendikası ile dava dışı alt işveren Y… İnşaat Yükleme Boşaltma Ltd. Şti. arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanacağı açıktır. Ayrıca, kesinleşen emsal işe iade davalarında, işçilerin sendikal nedenlerle iş sözleşmelerinin feshedildiği de kabul edilmiştir. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 16.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/18207
K. 2010/16763
T. 7.6.2010
• ASIL İŞVERENİN SORUMLULUĞU ( Alt İşverenin İşçilerine Karşı Kanundan İş Sözleşmesinden veya Alt İşverenin Taraf Olduğu Toplu İş Sözleşmesinden Doğan Yükümlülüklerinden Alt İşveren İle Birlikte Sorumlu Olduğu )
• ALT İŞVEREN İŞÇİSİ ( Feshin Geçersizliği ve İşe İade Davasını Her İki İşveren Aleyhine Açması Halinde Yükümlülük Alt İşverene Ait Olduğu )
• FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE DAVASI ( Alt İşveren İşçisinin Her İki İşveren Aleyhine Açması Halinde Yükümlülük Alt İşverene Ait Olduğu )
• BİRLİKTE SORUMLULUK ( Asıl İşveren Alt İşverenin İşçilerine Karşı Kanundan İş Sözleşmesinden veya Alt İşverenin Taraf Olduğu Toplu İş Sözleşmesinden Doğan Yükümlülüklerinden Alt İşveren İle Birlikte Sorumlu Olduğu )
4857/m. 2
ÖZET : Davacı, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı; Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Ancak, alt işveren işçisinin, feshin geçersizliği ve işe iade davasını her iki işveren aleyhine açması halinde yükümlülük alt işverene aittir.
DAVA : Davacı, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davanın kabulüne karar vermiştir.
Hüküm, süresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davacı işçinin üst işveren olan davalı Ş… M…market A. Şirketi’nin Malatya’daki işyerinde, diğer davalı U… Özel Güvenlik Şirketi’ne bağlı güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine ve davacı işçinin işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı işverenler vekili, davalı M…market A. Şirketi yönünden husumet itirazında bulunarak, şirketin yüzden fazla ulusal ölçekte şubesi bulunduğunu, şubelerinde yürütülen güvenlik hizmetlerinin, güvenlik şirketleri aracılığıyla yürütüldüğünü, Malatya şubesindeki güvenlik hizmetini diğer davalı U… Güvenlik Hizmetleri Ltd. Şirketi’nin üstlendiğini, U… Güvenlik Hizmetleri Ltd. Şirketi’nin üstlendiği işi sözleşme koşulları doğrultusunda bağımsız bir biçimde yürüttüğünü, yönetim hakkının tamamen kendisinde olduğunu, şirketin yönetim değil denetim yetkisi bulunduğunu, işçilerin işe alımı, ücretlerinin ödenmesi, SSK primlerinin yatırılması ve işten çıkarma gibi yetkilerin U… Güvenlik Hizmetleri Ltd. Şti.’de bulunduğunu, M…market şirketine karşı açılmış olan davanın reddi gerektiğini; diğer davalı güvenlik şirketi yönünden ise, U… Özel Güvenlik Ltd. Şti.’nin A… Avm Yönetim Danışmanlık Ltd. Şti. ile imzalamış olduğu sözleşme gereğince özel güvenlik hizmeti verdiğini, davacının da bir dönem şirkette iş akdi ile çalıştığını, ekonomik kriz sebebiyle şirketin alacaklarını tahsil edemediğini ve ayakta kalabilmesi için işçi çıkarma yoluna gittiğini, bu durumu da işten çıkarılan işçilere ayrıntılı olarak tebliğ ettiğini, feshin geçerli nedene dayandığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davalılar arasındaki sözleşme getirilmeden ve asıl alt işveren ilişkisi üzerinde durulmadan, davalılarca fesih gerekçesi olarak tasarruf tedbirlerinin gösterildiği, 4857 sayılı Yasa’da böyle bir neden bulunmadığı, ekonomik krizde feshin son çare olması gerektiği, işverenin yasada olmayan fesih gerekçesi ile davacının iş sözleşmesini feshettiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6-7. maddesi uyarınca “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Feshin geçersizliği ve işe iade davasının alt ve asıl işveren ilişkisinde, her iki işverene birlikte açılması halinde, davacı işçi alt işveren işçisi olup, iş sözleşmesi alt işveren tarafından feshedildiğinden, feshin geçersizliği ve işe iade yükümlülüğü alt işverenindir. Asıl işverenin iş ilişkisinde, sözleşmede taraf sıfat bulunmadığından, işe iade yönünde bir yükümlülüğünden söz edilemez. Asıl işverenin işe iade kararı sonrası işçinin işe başlamak için başvurması ve alt işverenin işe almamasından kaynaklanan işe başlatmama tazminatı ile dört aya kadar boşta geçen süre ücretinden yukarıda belirtilen hüküm nedeni ile alt işverenle birlikte sorumluluğu vardır.
Alt işveren-asıl işveren arasındaki ilişki, niteliğine göre, eser, taşıma, kira gibi sözleşmelere dayanır. Alt işveren üstlendiği işi sözleşme koşulları doğrultusunda, ama kendi adına ve bağımsız bir biçimde yürütür. Çalıştırdığı işçilerle kendi adına iş sözleşmesi yapar; gerekli talimatları verir; işçilere ücretlerini kendisi öder; ücret bordrolarını düzenler; SSK primlerini yatırır.
Alt işveren uygulaması bir işletmesel karardır. Alt işverene devrin işletme gereklerine dayanan geçerli fesih nedeni olması, İş Kanunu’nun 2. maddesinin 6 ve 7. fıkraları uyarınca geçerli ve muvazaaya dayanmayan asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulması şartına bağlıdır.
Asıl işveren-alt işveren ilişkisinden söz edilebilmesi için; alt işveren, asıl işverene ait işyerinde, asıl işverenden aldığı iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde çalıştırıyor olmalı ve asıl işverenin işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde ya da asıl işin bir bölümünde çalıştırmalıdır. Bu anlamda verilen iş süreklilik arzetmeli, anahtar teslimi verilmiş olmamalıdır.
Dosya içeriğine göre, davacının davalı U… Özel Güvenlik Ltd. Şirket işçisi olarak güvenlik hizmetinde çalıştırıldığı, diğer davalının ise market işletmeciliği yaptığı, güvenlik hizmetinin yardımcı iş niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak davalılar arasında sözleşme getirilmediği ve incelenmediği için bu ilişkinin davalılar arasında olup olmadığı, davalı M…market şirketinin savunmasında ileri sürdüğü gibi güvenlik hizmetinin marketin bulunduğu Alışveriş Merkezi yönetimi ile olup olmadığı, davacının güvenlik hizmetini sadece M…market işyerine mi, yoksa Alışveriş Merkezinde tüm işyerlerine mi verip vermediği, bu anlamda davalılar arasında asıl alt işveren ilişkisinin unsurlarını taşıyıp taşımadığı anlaşılamamaktadır. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı bulunmuştur.
Kabule göre de, asıl işveren olduğu kabul edilen M…market şirketi yönünden feshin geçersizliği ve işe iade hükmünün kurulması isabetsizdir. Zira yukarıda açıklandığı üzere, asıl-alt işveren ilişkisinde alt işveren işçisinin kendi işvereni olan alt işveren hakkında feshin geçersizliği ve işe iade hükmünün kurulması, feshin geçersizliğine bağlı işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinden ise birlikte sorumluluğuna karar verilmelidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten ( BOZULMASINA ), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 07.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.