Yargıtay Kararı – Akaryakıt Bayilik Sözleşmesi İptali
T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/6106
K. 2010/12370
T. 9.11.2010
DAVA: Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 28.11.2008 gününde verilen dilekçe ile intifa hakkının terkini istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 16.04.2009 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 23.02.2010 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. İ…. G.. ile karşı taraftan davalı vekili Av. E….. K…. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın eksiklik nedeniyle mahalline geri çevrilip, eksikliğin ikmalinden sonra bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR: Davacı, 925 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı üzerine davalı yararına 16.09.1999 tarihinde 15 yıl süreli intifa hakkı tesis edildiğini ancak taraflar arasında intifa hakkı tesisine dair bir irade uyuşması olmadığını, intifa sözleşmesinin aslında bayilik sözleşmesi yapmak ve davalıya ait ürünlerin satılmasını garanti altına almak amacıyla kurulduğunu, davalının hiçbir zaman akaryakıt istasyonundan doğrudan yararlanma iradesi taşımadığını, bütün bunların intifa sözleşmesinin muvazaalı yapıldığını gösterdiğini, üstelik taraflar arasında ekonomik güç farkı bulunduğundan davalı lehine tesis edilen intifa sözleşmesinin tehdit sebebiyle geçersiz olduğunu, davalının intifa sözleşmesini usulen tesis ettirdiğini beyan ederek sözleşmenin kuruluşunda hile yapıldığını, intifa sözleşmesinin bedelsiz tesisi sebebiyle de geçersiz sayılması gerektiğini, bayilik sözleşmesinin haksız feshedilmesi dolayısıyla intifa sözleşmesinin tesis sebebinin ortadan kalktığını, kaldı ki Rekabet Kurumu tarafından bayilik sözleşmesi süresinin beş yıl ile sınırlandığını, Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 sayılı Kanunun 4. maddesindeki “Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır” şeklindeki hüküm uyarınca davalı sadece kendi ürünlerini pazarlama zorunluluğu getirerek rakiplerinin bu pazara girişini engellediğini ve rekabeti kısıtladığını, Rekabet Kurumunun 09.08.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Dikey Anlaşmalara İlişkin Muafiyet Tebliğine Yönelik Rehberde “Alıcıya getirilen rekabet etmeme yükümlülüğünün süresi büyük önem taşımaktadır. Süresi beş yıldan uzun olan rekabet etmeme yükümlülüğünün grup muafiyetinden yararlanması mümkün değildir” görüşüne yer verildiğini, intifa sözleşmesi ile bayilik sözleşmesinin ayrılmaz bir bütün olduğunu ve beş yıldan fazla bir süre uygulandığını, bayilik sözleşmesi beş yıldan daha fazla bir süre ile yapılamayacağından 15 yıl süreli intifa sözleşmesinin geçerli olduğu kabul edilirse bu durumda bayilik sözleşmesini en fazla beş yılla sınırlayan Rekabet Kurumunun 14.07.2002 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan tebliğinin 5. maddesindeki “ Alıcıya getirilen belirsiz süreli veya süresi beş yılı aşan rekabet etmeme yükümlülüğü geçersizdir” kuralının bertaraf edileceğini, sözleşmelerin beş yılla sınırlandırılması yükümlülüğünün Avrupa Biriliğine uyum amacıyla getirildiğini ve Avrupa Birliği ülkelerinin tamamında uygulanmakta olduğunu, esasen Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunun 56. maddesinde “Bu Kanunun 4. maddesine aykırı olan her türlü anlaşma ile teşebbüs birlikleri kararı geçersizdir. Bu anlaşmalardan ve kararlardan doğan edimlerin ifası istenemez” hükmü bulunduğunu, bütün bu nedenlerle davalı yararına 925 sayılı parselin tapu kaydı üzerinde bulunan 15 yıl süreli intifa hakkının hükümsüz olduğunun tespiti ile tapu kaydından terkinine karar verilmesini istemiştir.
Davalı ise cevabında, kendilerinin ülke genelinde bayileri vasıtasıyla akaryakıt dağıtım faaliyetlerini sürdüren bir şirket olduklarını, davacı şirket ile de 16.06.1999 tarihinde akaryakıtbayilik sözleşmesi kurulduğunu, bu sözleşmenin davacının sözleşmeye aykırı davranışları sebebiyle haklı nedenlerle feshedildiğini, muvazaadan bahsedilemeyeceğini, tehdit ve hile iddiasının gerçek dışı olduğunu, Rekabet Kurumu tebliğine uygun olarak 01.07.2005 tarihinde bayilik sözleşmesi süresinin beş yıla indirildiğini, Rekabet Kurumu tebliğinde intifa sözleşmesine ilişkin bir sınırlama olmadığını, aksine Rekabet Kurumunun intifa sözleşmelerinin özel hukuk alanına ait bir sözleşme olduğu görüşünü taşıdığını, intifa sözleşmesinin sağladığı hakları doğrudan kullanabilecekleri gibi üçüncü bir kimse eliyle de kullanabileceklerini, bayilik sözleşmesinin feshedilmesinin mevcut olan intifa sözleşmesinden doğan hakları kaldırmayacağını, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece intifa hakkının terkinine ilişkin yasanın öngördüğü koşulların gerçekleşmediğinden bahisle dava reddedilmiştir. Hükmü davacı temyiz etmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın giderilmesinde öncelikle “bayilik sözleşmesi” ve “intifa hakkı” kavramlarının, sonra da bu kavramların rekabet hukuku açısından değerlendirilmesi gerekecektir. Akaryakıt bayilik sözleşmesi, akaryakıt dağıtım şirketi ile bayi arasında aktedilen, dağıtım şirketinin akaryakıt ürünleri temin etmeyi, bayiinin de bunları satmayı taahhüt ettiği, rızai ve tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir.
Türk Medeni Kanununun 794. maddesinin 2. fıkrasında intifa hakkı “aksine düzenleme olmadıkça bu hak sahibine konusu üzerinde tam yararlanma yetkisi sağlar” şeklinde ifade edilmiştir. Kuşkusuz intifa hakkı ayakta bulunduğu sürece üzerine yüklendiği mülkiyet hakkını içi boşalmış bir duruma sokar. Bu hak kurulurken hakka konu mal üzerindeki hak sahibinin yetkisi tamdır. İntifaya konu mal üzerinde intifa hakkı sahibinin kullanma ve faydalanma yetkileri de daraltılamaz. İntifa hakkı herkese karşı ileri sürülebilir. İntifa hakkı kurulurken mülkiyet hakkı sahibinin kullanma ve yararlanma bakımından var olan yetkileri ne ise intifa hakkı sahibi de o yetkileri kazanır. Yasanın 796. maddesine göre intifa hakkı, konusunun tamamen yok olması ve taşınmazlarda tescilin terkini; yasal intifa hakkı, sebebinin ortadan kalkması ile sona erer. Sürenin dolması veya hak sahibinin vazgeçmesi ya da ölümü gibi diğer sona erme sebepleri, taşınmazlarda malike terkini isteme yetkisi verir.
Türk Medeni Kanununun 797. maddesine göre de intifa hakkı, gerçek kişilerde hak sahibinin ölümü; tüzel kişilerde kararlaştırılan sürenin dolması, süre kararlaştırılmamışsa kişiliğin ortana kalkmasıyla sona erer. 799. madde uyarınca da intifa hakkı sona erince hak sahibi, hakkın konusu olan malı malike geri vermekle yükümlüdür. Sigorta ve kamulaştırma gibi durumlarda intifa hakkı, hakkın konusu yerine geçen karşılık üzerinde devam eder.
Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 Sayılı Kanun 13.12.1994 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış, yasanın 64. maddesi uyarınca Kanunun idari para cezalarına ilişkin 16. maddesi ile 17. maddesi yayımı tarihinden bir yıl sonra, diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun 1. maddesinde amacı “bu kanunun amacı mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak” olarak açıklanmıştır. 1. maddenin gerekçesinde yapılan açıklamada ise; “günümüz dünyasındaki gelişmeler göstermiştir ki rekabet bir piyasa ekonomisinde yalnızca kaynakların etkin kullanımını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda rakip malların fiyatlarının düşmesine ve bu pazarda daha büyük paya sahip olmak isteyen teşebbüslerin ürünlerinin kalitelerini artırmalarına ve yeni teknolojilerini üretimde kullanmalarına yol açar. Serbest rekabetçi yapının getirdiği bu dinamizm ülke ekonomisinin sürekli ve dengeli kalkınmasını sağlar. Fiyatların düşüşü ve kalitenin artışı ise toplumun tamamını yani tüketicileri korumak gibi sosyal bir fayda sağlar” denilmiştir.
Yasanın 3. maddesinde yapılan tanıma göre; rekabet mal ve hizmet piyasalarındaki teşebbüsler arasında özgürce ekonomik kararlar verebilmesini sağlayan yarış olarak belirtilmiştir.
Yasanın 4. maddesinde “ Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu eylem ve Kararlar” başlığı altında, belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmaların, uyumlu eylemlerin ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemlerinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Yasanın 56. maddesinde ise “bu kanunun 4. maddesine aykırı olan her türlü anlaşma ile teşebbüs birlikleri kararı geçersizdir. Bu anlaşmalardan ve kararlardan doğan edimlerin ifası istenemez. Daha önce yerine getirilmiş edimlerin geçersizliği nedeni ile geri istenmesi halinde tarafların iade borcu Borçlar Kanununun 63. ve 64. maddelerine tabidir. Borçlar Kanununun 65. maddesi hükmü bu kanundan doğan ihtilaflara uygulanmaz” hükmü bulunmaktadır. Aynı Yasanın 5. maddesinde de, Rekabet Kurumunun, maddede belirtilen şartların tamamının varlığı halinde, teşebbüsler arası anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birlikleri kararlarının 4. madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulmasına karar verilebileceği hükme bağlanmış ve muafiyetin belirli bir süre için verilebileceği gibi, muafiyet verilmesinin belirli şartların veya belirli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlanabileceği de öngörülmüştür. Ayrıca, yasanın son fıkrası kurula (Rekabet Kuruluna) 1. fıkrada gösterilen şartların gerçekleşmesi halinde belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını sağlayan ve bu bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkartabilme yetkisi tanımıştır.
Bu düzenlemeler, dikey anlaşma olarak nitelenen, “ Üretim veya dağıtım zincirinin farklı seviyelerde faaliyet gösteren iki ya da daha fazla teşebbüs arasında belirli mal veya hizmetlerin alımı, satımı veya yeniden satımı amacıyla yapılan anlaşmaların rekabeti engelleyici ve kısıtlayıcı mahiyette olmaları halinde hukuka aykırı olacaklarını, ancak bazı şartların varlığı halinde hukuka aykırılıktan bireysel veya grup olarak muaf tutulabileceklerini ifade etmektedir.
Bu konuda Rekabet Kurulunun 14.07.2002 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Dikey Anlaşmalara İlişkin 2002/2 Numaralı Tebliğinin 5. maddesinde alıcıya getirilen rekabet etmeme yükümlülüğünün 5 yıldan uzun olamayacağı belirtilmiştir. Tebliğin konusu olan dikey anlaşmalar, taraflar arasındaki bayilik, intifa hakkı, kira, emanet, kredi ve benzeri sözleşmelerden oluşan hukuki ve iktisadi ilişkilerin bütünüdür. Rekabet Kurulu 2003/3 sayılı tebliğinde ise, dikey anlaşmalarda yer alan muafiyet süresinin (Rekabet etmeme yükümlülüğü süresi) rekabet mevzuatına uygun hale getirilmesi için 18.09.2005 tarihine kadar bir geçiş dönemi öngörmüştür.
Görülüyor ki, Rekabet Kurulunun 2003/3 sayılı tebliğinde muafiyet süresi olarak belirttiği 18.09.2005 tarihinden sonra 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunun 5. maddesine göre 5 yıldan uzun süreli veya belirsiz süreli sözleşmeler hüküm ifade etmeyecektir. Hiç şüphe yok ki Rekabet Kurulunun süresini tebliğ ile sınırlandırdığı bu sözleşmeler sağlayıcı şirket ile bayii arasındaki yukarıda tanımı yapılan “bayilik” sözleşmeleridir.
Danıştay 13. Dairesinin 13.05.2008 tarihli ve 2006/1604-2008/4196 sayılı kararında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunun 4. maddesi değerlendirilmiş ve “belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemlerinin hukuka aykırı ve yasak olduğu kurala bağlanarak en çok rastlanan rekabeti sınırlayıcı anlaşma örnekleri belirtilmiştir” denildikten sonra “muafiyet” başlıklı 5. maddesinde de “maddede sayılan koşulların tamamının gerçekleşmesi durumunda teşebbüsler arası anlaşma, uyumlu eylem ve birlik kararlarının 4. madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulmasına karar verilebileceği, kurulun 1. fıkrada gösterilen şartların gerçekleşmesi halinde belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını sağlayan ve bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkarabileceği hükmüne yer verilmiştir” şeklinde görüş bildirmiştir.
Uygulamada genellikle akaryakıt dağıtım şirketleri ile bayiler arasındaki ilişki bayilik sözleşmesi ile birlikte bayiye ait olan ve akaryakıt istasyonunun yapılacağı arazi üzerinde dağıtım şirketi lehine intifa hakkı da tesis edilerek kurulmaktadır. Akaryakıt dağıtım şirketinin bayilik sözleşmesinden başka intifa hakkı tesisini istemesinin iki temel nedeni vardır. Birincisi, dağıtım şirketi akaryakıt istasyonunun donanımını gerçekleştirmekte veya bunun için bayiine kredi sağlamakta ve intifa üzerine teminat amacıyla da intifa hakkı tesis ettirmektir. İkinci neden de, bayileri kendilerine bağımlı kılmak, sözleşme süresince başka bir sağlayıcı şirketin ürünlerinin satılmasını engellemek, sözleşme sona erse de bayinin başka bir sağlayıcı şirket ile anlaşmasını önlemektir. Yine uygulamada görüldüğü üzere intifa sözleşmesi 15 yıl veya daha uzun süre ile kurulmaktadır. Bu durum Danıştay 13. Dairesinin 13.05.2008 tarihli ve 2006/1604 – 2008/4196 sayılı kararında “…sağlayıcı şirketler ile bayiler arasında hukuki ilişkinin temeli işletme sözleşmesi ve kira sözleşmesi olmak üzere iki anlaşmaya dayanmaktadır. Başka bir anlatımla, sağlayıcı şirket öncelikle araziyi, sahibi olan bayiden kiralamakta daha sonra aynı bayiye istasyonun işletmesini vermektedir. İşletme sözleşmesinin ve kira sözleşmesinin bu iki sözleşme arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Böylece, şerh edilmiş kira sözleşmeleri bayinin işletme sözleşmelerini feshetmesini önlemekte ve sağlayıcı şirketin yapmış olduğu yatırımları bir tür teminat altına almaktadır. Çünkü bayi, işletme sözleşmesini feshetse dahi sağlayıcı şirket şerh edilmiş kira sözleşmeleri sayesinde kira sözleşmesi süresince kiracının sahip olduğu hakları elinde bulundurabilecek veya başkasına verebilecektir. Bu durumda 2002/2 sayılı tebliğ hükümleri uyarınca belirsiz bir süre için veya 5 yıldan daha uzun bir süre için anlaşma yapılarak bayiine rekabet etmeme yükümlülüğünün getirilmesi anlaşmayı tebliğ dışına çıkarabileceğinden…” şeklinde ifade edilmiştir.
4054 sayılı Kanunla getirilen rekabetin korunmasına ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup; bu kanunun yürürlüğünden önce yapılan sözleşmeleri etkileyecek, başka bir deyişle daha önce yapılan sözleşmeler açısından kanunun yürürlüğünden sonraki dönem bakımından kazanılmış hak sağlamayacaktır. Bunun içindir ki bayilik sözleşmesi veya buna bağlı olarak yapılan kredi sözleşmeleri, ekipman sözleşmeleri, uzun süreli kira sözleşmeleri ya da uzun süreli intifa hakkı tanınması gibi şahsi ya da ayni haklara ilişkin sözleşmelere 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun hükümleri veya Kurulun bu konudaki tebliğleri ile müdahale edilebilecektir. Zira kanunun 1. maddesinin gerekçesinde Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunun fiyatların düşüşü ve kalitenin artışı, toplumun tamamının yani tüketicilerin korunması gibi sosyal bir fayda sağlayacağı belirtilmiştir. Bu amaçla da yasanın 5. maddesinin son fıkrasında rekabet kuruluna ilgili düzenlemeleri yapmak üzere tebliğ çıkarma yetkisi tanınmıştır.
Bunların yanından artık gerek Rekabet Kurulu Kararları (05.03.2009 tarihli, 09-09/186-56 ve 09- 09/187-57 sayılı kararları), gerekse idari yargı kararlarında (Danıştay 13. Dairesinin 28.06.2010 tarihli 2009/3044-2010/5458 sayılı kararı) uygulamada akaryakıt sektöründe sağlayıcı ile bayii arasında akaryakıt satış ve servis istasyonlarına ilişkin işletme sözleşmesi yapıldığı, dağıtıcının öncelikle mülkiyeti bayilere ait olan yerleri uzun süreler için (15-20 yıl) kiraladığı ve tapuya şerh verdirerek bu hakkını güçlendirdiği, daha sonra kiralamış olduğu yerlerin maliklerine bu yerlerde satış istasyonu işletme hakkı tanıdığı, dolayısıyla dağıtıcı ile bayiler arasındaki hukuki ilişkinin temelini işletme sözleşmesi ve kira sözleşmesi olmak üzere iki ayrı sözleşmenin oluşturduğu, başka bir anlatımla dağıtıcının öncelikle araziyi sahibi olan bayiden uzun süre ile kiraladığı, daha sonra aynı bayiye istasyonun işletmesini verdiği, işletme sözleşmesinin ve kira sözleşmesinin bazı maddelerinin bu iki sözleşme arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu, böylece şerh edilmiş kira sözleşmeleri ile bayinin işletme sözleşmelerini feshetmesinin önlendiği ve dağıtıcı tarafından yapılmış olan yatırımların bir tür teminat altına alındığı, bayi işletme sözleşmesini feshetse bile dağıtıcının şerh edilmiş kira sözleşmeleri veya intifa sözleşmesi sayesinde kira sözleşmesi süresince kiracının sahip olduğu hakları elinde bulundurabildiği ve başkasına verebildiği kabul edilmektedir. Kısaca, dağıtıcı ile bayiler arasında tek bir ilişki iki ayrı sözleşmeye konu edilmekte ise de amacın tek bir sözleşme yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla istisnalar dışında aslında dağıtıcı ile bayiiler arasındaki hukuki ilişkinin temeli bayilik sözleşmesinden ibarettir. Bu bakımdan bayilik sözleşmesini ayrı, kira sözleşmesi ya da intifa sözleşmesini ayrı olarak düşünmek mümkün değildir. Hal böyle olunca, intifa veya kira sözleşmelerinin akibeti doğrudan doğruya taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin akibetine bağlı kalacak, burada da intifa veya kira sözleşmelerine Rekabet Kurulunun 2003/3 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğinin 5. maddesinin (a) bendi hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Taraflar arasındaki bayilik sözleşmesi 01.07.2005 tarihli olup 5 yıl sürelidir. Bu süre 01.07.2010 tarihinde dolmaktadır. Çekişme konusu yapılan intifa sözleşmesi ise 16.06.1999 tarihli olup 15 yıl sürelidir. İntifa sözleşmesinin sona erme tarihi ise 16.06.2014’tür. Eldeki dava 28.11.2008 tarihinde açılmıştır. Taraflar arasında 01.07.2005 başlangıç tarihli bayilik sözleşmesinin eylemli olarak feshedildiği tartışma konusu değildir. Görülüyor ki, aslında tek bir amacı sağlamak için yapılan sözleşmenin bir ayağı (bayilik sözleşmesi) feshedilmiş, aynı amaca yönelik intifa sözleşmesi ise yürürlüktedir. Her iki sözleşme de akaryakıt istasyonu işletmesi faaliyetini amaçlayan sözleşmeler olduğundan bayilik sözleşmesi feshedildiğine göre burada intifa sözleşmesinin hukuki durumunun tartışılması gerekecektir.
Bu durumda mahkemece yapılması gereken iş, 01.07.2005 tarihli bayilik sözleşmesinin feshinde hangi yanın kusurlu olduğuna ilişkin taraf delillerini toplamak, gerek duyulursa bilirkişi incelemesi yaptırmak, sözleşmenin feshinde davacı yanın kusurlu olduğu kanısına ulaşılırsa hiç kimse kendi kusurunun sonuçlarından yararlanamayacağından davayı şimdiki gibi reddetmek, aksi takdirde yani bayilik sözleşmesinin feshinde davalı kusurlu ise intifa sözleşmesinin devamında bir fayda kalmayacağından intifa sözleşmesinin tapudan terkinine karar vermek olmalıdır.
Bütün bu yönler bir yana bırakılarak davanın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hükme bağlanması doğru olmadığından karar bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, 750.00 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine 09.11.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.