Açığa Atılan İmza İle İlgili Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/14405
K. 2012/477
T. 18.1.2012
• BORÇLU OLMADIĞININ TESPİTİ ( Ceza Davasının Sonucu Verilecek Karar Beklenerek ve Ayrıca Davalının Ceza Dosyasında Verdiği İfadeler İle Takibe Konu Senet ve Dosya Kapsamı Bir Bütün Halinde Değerlendirilerek Karar Verilmesi Gerektiği )
• CEZA MAHKEMESİ KARARI ( Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinde Verilen Beraat Kararı İle Bağlı Olmadığı/Mahkumiyet ve Tespit Edilen Maddi Olgularla Bağlı Olduğu – Borçlu Olmadığının Tespiti İstemi )
• BEKLETİCİ MESELE ( Borçlu Olmadığının Tespiti – Ceza Davasının Sonucu Verilecek Karar Beklenerek ve Ayrıca Davalının Ceza Dosyasında Verdiği İfadeler İle Takibe Konu Senet ve Dosya Kapsamı Bir Bütün Halinde Değerlendirilerek Karar Verilmesi Gerektiği )
• AÇIĞA ATILAN İMZANIN KÖTÜYE KULLANILMASI ( Borçlu Olmadığının Tespiti – Ceza Davasının Sonucu Verilecek Karar Beklenerek ve Ayrıca Davalının Ceza Dosyasında Verdiği İfadeler İle Takibe Konu Senet ve Dosya Kapsamı Değerlendirilerek Karar Verileceği )
818/m.53
ÖZET : Dava, borçlu olmadığının tespiti istemidir. Davalı hakkında Sulh Ceza Mahkemesi’ nde açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçundan açılan ceza davasında verilen kararın halen kesinleşmediği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Hukuk hakimi B.K.’ nun 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak mahkumiyet ve tesbit edilen maddi olgularla bağlıdır. Mahkemece ceza davasının sonucu verilecek karar beklenerek, ayrıca davalının ceza dosyasında verdiği ifadeler ile takibe konu senet ve dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek sonuca uygun bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : İ. K. vekili ile F. Ü. vekili aralarındaki dava hakkında Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 29.7.2010 tarih ve 230-293 sayılı hükmün Dairenin 24.3.2011 tarih ve 14417-4507 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Süresi içinde davacı avukatınca kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, dava dışı üçüncü şahıstan satın aldığı ancak trafik kaydını üzerine almadığı 06 … … plakalı otomobili 1997 yılı 8 – 9 aylarında dava dışı Ü… A.Ş.’ nin ortak ve yetkililerinden olan davalının aracılığıyla amcası H. İ. Ü.’ a 53.000. Marka sattığını, araç kaydının üzerinde olmaması nedeniyle devri garanti etmek için ödeme ve tanzim tarihi, alacak miktarı boş olan bir senedi yediemin olarak davalıya verdiğini, 1997 yılı Aralık ayında bu aracın devrini satın alan Halil İbrahim’ in oğlu M. T. Ü.’ a devretmesine ve bonoyu davalıdan istemesine rağmen davalının önce senedin evde olduğunu arkasından da yırttığını söyleyerek iade etmediğini, 2009 yılı içinde de davalının bu senedi 15.01.2007 tanzim ve 15.04.2007 vade tarihi ile 25.000.00.TL bedelli olarak doldurarak dava dışı Ü… A.Ş.’ den de ciro ederek 25.000.00.TL asıl alacak ve işlemiş faizi ile birlikte 38.687.50.TL’ nın tahsili için hakkında haksız olarak icra takibi yaptığını, davalı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirterek borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairemizce onanmış, davacı bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Davalı hakkında Konya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ nde açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçundan açılan ceza davasında verilen kararın halen kesinleşmediği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Hukuk hakimi B.K.’ nun 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak mahkumiyet ve tesbit edilen maddi olgularla bağlıdır. Mahkemece ceza davasının sonucu verilecek karar beklenerek, ayrıca davalının ceza dosyasında verdiği ifadeler ile takibe konu senet ve dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu husus gözardı edilerek eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. Kararın bu nedenlerle bozulması gerekirken, zuhulen onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemizin onama kararının kaldırılmasına ve mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin 24.03.2011 tarih ve 2010/14417 Esas 2011/4507 Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına ve mahkeme kararının davacı yararına BOZULMASINA, 18.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2006/635
K. 2008/150
T. 23.1.2008
• AÇIĞA ATILAN İMZANIN KÖTÜYE KULLANILMASI ( Takibi Şikayete Bağlı Olduğu – 6 Aylık Şikayet Süresinin Dolduğunun Dikkate Alınacağı/Kamu Davasının Düşürüleceği )
• TAKİBİ ŞİKAYETE BAĞLI SUÇLAR ( Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması – 6 Aylık Şikayet Süresinin Geçirildiğinden Kamu Davasının Düşürüleceği/Beraat Kararı Verilemeyeceği )
• ŞİKAYET SÜRESİ ( Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması – 6 Aylık Şikayet Süresinin Dolduğunun Dikkate Alınacağı/Kamu Davasının Düşürüleceği )
• EMNİYETİ SUİSTİMAL ( Açığa Atılan İmzanın Kötüye Kullanılması – Takibinin Şikayete Bağlı Olduğu/6 Aylık Sürenin Dikkate Alınacağı )
765/m.108, 509
ÖZET : Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun takibi şikayete bağlı olup katılanın öngörülen 6 aylık şikayet süresinden sonra yaptığı gözetilerek, kamu davasının düşürülmesi yerine yargılamaya devamla sanığın beraatına karar verilmesi yasaya aykırıdır.
DAVA : Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması ve tehdit suçlarından sanık Sadık K.’ın yapılan yargılaması sonunda; Beraatına dair İzmir 11. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 07.12.2004 gün ve 2004/481 Esas, 2004/1012 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı Yargıtay C. Başsavcılığının onama isteyen 19.01.2006 tarihli tebliğnamesi ile Dairemize gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1- 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 7 ve 5252 Sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri karşısında; sanığa yüklenen “tehdit” suçunun yasada gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 Sayılı TCK. nun 102/4. maddesinde öngörülen asli dava zamanaşımının, sanık hakkında kesici son işlem olan sorgusunun yapıldığı 09.09.2002 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün 5320 sayılı yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK. nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı yasanın 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 765 Sayılı TCK. nun 102/4. maddesi uyarınca ortadan KALDIRILMASINA,
2- Katılan vekilinin, “Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması” suçundan kurulan hükme yönelik temyizine gelince,
Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçunun takibi şikayete bağlı olup katılanın 25.07.2000 tarihinde öğrenmesine karşın şikayetini 28.01.2002 tarihli dilekçe ile 765 Sayılı TCK. nun 108/1. maddesinde öngörülen 6 aylık şikayet süresinden sonra yaptığı gözetilerek, kamu davasının düşürülmesi yerine yargılamaya devamla sanığın beraatına karar verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK. nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı yasanın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün bulunduğundan 765 Sayılı TCK. nun 108/1. maddesi ve hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK. nun 73 ve 5271 Sayılı CMK. nun 223. maddeleri uyarınca sanık hakkındaki kamu davasının düşürülmesine, 23.01.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/7505
K. 2003/4998
T. 12.5.2003
• KREDİ SÖZLEŞMESİ ( Davacı Kefilin Açığa Atılmış İmzalarının Bulunması Nedeniyle Açığa İmza Aldığının Kabulü Gereği – Boş Olarak İmzalanan Kefalete İlişkin Kısımların Sonradan Doldurulması Yasaya Aykırı Olduğu )
• AÇIĞA İMZA ( Açığa İmzalı Kısma Sonradan Limit Yazılması İmza Atanı O Miktar İle Sınırlı Olarak Kefil Haline Getirmediği )
• KEFALET LİMİTİ ( Açığa İmzalı Kısma Sonradan Limit Yazılması İmza Atanı O Miktar İle Sınırlı Olarak Kefil Haline Getirmediği )
818/m.484
ÖZET : Kredi sözleşmesinde davacı kefilin açığa atılmış imzalarının bulunduğu görülmektedir. Kredi sözleşmesi düzenlenirken davalı bankanın davacıdan üzerinde miktar belirtilmeden açığa imza aldığının kabulü gerekir. Boş olarak imzalanan kefalete ilişkin kısımların sonradan doldurulmak suretiyle kefalet limitinin belirlenmesi yukarıda açıklanan yasal maddesi ile bağdaşmaz. Bir başka deyişle açığa imzalı kısma sonradan limit yazılması, imza atanı o miktar ile sınırlı olarak kefil haline getirmez.
DAVA : Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vek.Av.Meltem Onurlu gelmiş, diğer taraftan kimse gelmemiş olduğundan onun yokluğunda duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, dava dışı Celal Akyol’dan kullandığı kredi için 150.000.000.-TL. limit ile kefil olduğunu, sözleşmenin boş alan diğer sayfalarını da imzaladığını bankanın boş alan bu sayfaları doldurarak müvekkilinden 3.943.880.990.-TL. alacak talep ettiğini iddia ederek 3.793.880.900.-TL. ile borçlu olmadıklarının tespitini talep ve dava etmiştir. Davalı savunmasında, davacının kefalet limitinin 3.500.000.000.-TL. olduğunu beyan ederek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının sözleşmeyi 150.000.000.-TL. kefalet için imzaladığı, davalı bankanın boşa atılı imzaları sonradan zeyilname olarak düzenlemesinin kefalet olarak kabulünün mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. BK.nun 484. maddesine göre kefaletin sıhhati, tahriri şekle riayet etmeğe ve kefilin mes’ul olacağı muayyen bir miktar iradesine mütevakkıftır.
Davacı tarafından 24.7.1996 tarihli sözleşmenin 150.000.000.-TL. limit ile imzaladığı ve dava dışı Celal Akyol’a bu sözleşmeye dayalı olarak kredi kullandırıldığını ve çeşitli tarihlerde düzenlenen zeyilnameler ile kullandırılan kredi limitinin yükseltildiği anlaşılmaktadır. Ne varki sözleşmenin 21, 22, 23 sahifelerinde davacı kefilin açığa atılmış imzalarının bulunduğu görülmektedir. Bu durumda kredi sözleşmesi düzenlenirken davalı bankanın davacıdan üzerinde miktar belirtilmeden açığa imza aldığının kabulü gerekir. Boş olarak imzalanan kefalete ilişkin kısımların sonradan doldurulmak suretiyle kefalet limitinin belirlenmesi yukarıda açıklanan yasal maddesi ile bağdaşmaz. Bir başka deyişle açığa imzalı kısma sonradan limit yazılması, imza atanı o miktar ile sınırlı olarak kefil haline getirmez.
SONUÇ : Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar gözetilerek yazılı şekilde davanın kabulünde bir isabetsizlik görülmediğinden davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 12.05.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/14101
K. 2007/914
T. 6.2.2007
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davacının Dayandığı İnanç Sözleşmesinin İçeriğinin Davalı Aleyhine Sonradan Doldurulduğu Kanıtlanamadığından Geçerli Bir İnanç Sözleşmesinin Varlığının Kabul Edilmesi Gerektiği )
• İNANÇ SÖZLEŞMESİ ( Tapu İptali ve Tescil Davasında Davacının Dayandığı İnanç Sözleşmesinin İçeriğinin Davalı Aleyhine Sonradan Doldurulduğu Kanıtlanamadığından Varlığının Kabul Edilmesi Gerektiği )
• AÇIĞA İMZA ( Tapu İptali ve Tescil Davasında Davacının Dayandığı İnanç Sözleşmesinin İçeriğinin Davalı Aleyhine Sonradan Doldurulduğu Kanıtlanamadığından Geçerli Bir İnanç Sözleşmesinin Varlığının Kabul Edilmesi Gerektiği )
1086/m. 292
818/m. 22
4721/m. 716
ÖZET : Tapu iptali ve tescil davasında, davacının dayandığı inanç sözleşmesinin içeriğinin davalı aleyhine sonradan doldurulduğu kanıtlanamadığından geçerli bir inanç sözleşmesinin varlığı kabul edilmelidir.
DAVA : Davacı tarafından, davalı aleyhine 28.03.2005 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali tescil veya tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 12.06.2006 günlü hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı, 03.03.2004 tarihli inanç sözleşmesi başlıklı belgeye dayanarak, dava konusu taşınmazların ileride mülkiyetinin kendisine devredilmek üzere oğlu davalı üzerine tapulandığını, ayrıca kendi hesabındaki paraları da emaneten oğlu hesabına yatırdığını ileri sürerek tapu iptali tescil ve alacak isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacının dayandığı belge altındaki imzanın kendisine ait olduğunu, ancak bu belgenin de 1988 yılında, oturdukları evin su, elektrik abonelik işlemleri için verilen imzalı belge üzerinde doldurulduğunu savunmuş ve davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hükmü davacı temyiz etmiştir.
Dava, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali tescil ve alacak istemine ilişkindir.
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı işlemin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından kullanılma, yönetilme ve inanana iade şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.
05.02.1947 tarih 20/6 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanılana bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inananın tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla; inanan, inanılan namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona ( inanana ) geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, anılan içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, ancak yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber, bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış ( inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, makine ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış, parmak izli veya mühürlü senetler gibi ) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, HUMK’nın 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar ( HUMK m. 236 ), yemin ( HUMK m. 344 ) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Eldeki davada da davacı, 03.03.2004 tarihli davalının imzasını taşıyan “inanç sözleşmesi” başlıklı belgeye dayanmıştır. Davalı belge içeriğinin davacı tarafından amaca aykırı olarak doldurulduğunu ileri sürmüş, mahkeme bu savunmayı yerinde görmüştür. Gerçekten, “beyaza imza” ya da “açığa imza” olarak isimlendirilen, karşı tarafa güvene dayalı olarak verilen imzalı boş belgelerin içeriğinin imza sahibinin rızası hilafına doldurulması tatbikatta sık karşılanan olgulardandır. İmzalı boş kağıdı karşısındakine veren kimse onun üzerine kendisini zararlandırıcı nitelikte eklemeler yapılabileceğini öngörmesi gerekir. Bu nedenle doğacak tehlike ve rizikoları ilk başta kabul etmiş sayılır. Açığa imza atılmak suretiyle düzenlenen senetlerin, anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu kanıtlanmadıkça geçerlidir. Senedin hüküm ve gücünü ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler HUMK’nın 290. maddesi hükmünce şahitle kanıtlanamaz. Yazılı delille ispatı gereken hususlarda diğer tarafın açık muvafakati ile tanık dinlenebilir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya yeniden döndüğümüzde, davacının dayandığı belgenin içeriğinin davalının aleyhine sonradan doldurulduğu savunması, az yukarıda açıklandığı gibi yazılı bir belge ile kanıtlanamamıştır. O halde, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sözü edilen nitelikte bir inanç sözleşmesi bulunmaktadır ve davanın bu sözleşme çerçevesinde incelenerek sonuçlandırılması gerekir. Mahkemece, tüm bu olgular gözetilerek, tapu iptali ve tescil isteğinin ve yine yazılı belge ile kanıtlanan alacak isteminin hüküm altına alınması gerekirken, aksine düşüncelerle davanın reddi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA , peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 06.02.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/9701
K. 2007/1156
T. 1.2.2007
• BANKA ŞUBE PERSONELİ ( Usulsüz İşlemlerle Davacı Hesabından Çektiği Tutarın Tahsili – Davalı Bankanın Görevlisinin Açığa İmzalı Tediye Fişlerini Kullanarak Hesaplarda Usulsüz İşlemler Yaptığı Sabit Olduğuna Göre Davalı Bankanın Sorumlu Olduğu )
• USULSÜZ İŞLEM YAPILMASI ( Banka Şube Personelinin Açığa İmzalı Tediye Fişlerini Kullanarak Hesaplarda Usulsüz İşlemler Yaptığı Sabit Olduğuna Göre Davalı Bankanın Sorumlu Olduğu )
• AÇIĞA İMZALI TEDİYE FİŞLERİ ( Banka Şube Personelinin Fişleri Kullanarak Hesaplarda Usulsüz İşlemler Yaptığı Sabit Olduğuna Göre Davalı Bankanın Sorumlu Olduğu )
• TALEPLE BAĞLILIK ( Mahkemenin Kısmen Kabul Konusu Yaptığı Davacının Hesap Cüzdanında Görünen Bakiye Olup Dava Konusu Edilmediğinden Bu Konuda Karar Verilemeyeceği )
818/m.55
1086/m.74
ÖZET : Dava, davalı banka şube personelinin usulsüz işlemlerle davacı hesabından çektiği tutarın tahsili istemine ilişkindir.
Davalı bankanın görevlisinin müşteriler ile iyi ilişkilerine dayanarak açığa imzalı tediye fişlerini kullanmak suretiyle hesaplarda usulsüz işlemler yaptığı sabit olduğuna göre davalı bankanın sorumlu olduğunun kabulü gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirmiştir.
Mahkemenin kısmen kabul konusu yaptığı davacının hesap cüzdanında görünen bakiye olup, dava konusu edilmeyen bir tutardır. O halde dava konusu edilmemiş olan hususta karar verilmesi mümkün olmadığı halde yazılı gerekçeyle bu tutarın davalıdan tahsiline hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Kadıköy Asliye 1.Ticaret Mahkemesi’nce verilen 17.02.2005 tarih ve 2003/1193-2005/103 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak taraf vekilleri tarafından istenmiş olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 30.01.2007 gününde davacı avukatı M.Hadimi Yakupoğlu ile davalı avukatı Sevil Gökçen gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Ali Orhan tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; müvekkilinin davalı bankada hesabı bulunduğunu, hesap ile ilgili işlemlerde bankanın eski çalışanı Dilek Dizdaroğlu’nun ilgilendiğini, 23.10.2002 tarihinde hesaptaki hazine bonosu vadelerinin dolması üzerine, şubenin kalabalık olması nedeniyle hesap cüzdanının Dilek’e verildiğini, ertesi gün Dilek’in hesaptaki paranın bir kısmı ile Hazine bonosu, 8.900.000.000 TL’lik ise likid fon alındığını söylediğini, kendisinden belge istendiğinde iki adet belgenin imzalatıldığını, daha sonra anılan kişinin bir çok müşteri hesapları üzerinde usulsüz işlemler yaptığının ortaya çıktığını, müşterilerden açığa imzalı tediye fişleri aldığının tespit edildiğini, müvekkillerinin hesaptaki parasını istediğinde paranın imza karşılığında çekildiğinin söylendiğini, davalı banka çalışanının müşterilerin güvenini kötüye kullanarak dolandırıcılık yaptığını ileri sürerek, 340 adet ziraat B Tipi Likit fon karşılığı hesap tutarının 01.11.2002 tarihinden itibaren faizi ve 3 milyar TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili; müşteri şikayetleri üzerine banka çalışanı Dilek Dizdaroğlu’nun yaptığı işlemler için soruşturma açıldığını, yapılan incelemede DD parafıyla düzenlenen iki adet tediye fişindeki imzanın davacıya ait olduğunun belirlendiğini, bu durumda paranın davacının imzası karşılığında kendisine ödendiğinin anlaşıldığını, cüzdanın üst kısmına elle yazılmış bulunan FON 3-340 rakamının kimin tarafından yazıldığının belli olmadığını, hesap cüzdanındaki bilgisayar kaydı hesap hareketlerinin de paranın çekildiğini gösterdiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre; davacının hesabında 34.015.000.000 TL’nin 24.999.122.740 TL’sına hazine bonosu alındığı,, bakiye 9.016.771.176 TL’den 8.900.000.000 TL’nin davacı imzasını taşıyan tediye fişleri ile kendisine ödendiği ve hesap cüzdanına işlendiği hesap cüzdanı ile banka kayıtlarının uyumlu olduğu, hesaptaki alacaklı bakiyesinin 116.771.176.TL olduğu, manevi tazminatın koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle, davanın 116.771.176 TL’na 01.11.2002 tarihinden itibaren reeskont oranı üzerinden faiz yürütülmek üzere kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir.
1- Dava, davalı banka şube personeli Dilek Dizdaroğlu’nun usulsüz işlemlerle davacı hesabından çektiği tutarın tahsili istemine ilişkindir.
Hesapta yapılan usulsüz işlemler dava dilekçesinde açıklanmış, banka müfettişi tarafından yapılan inceleme sonucunda da, banka görevlisinin büyük çaplı usulsüz işlemleri tespit edilmiş, görevlinin kasasında mudilere ait imzaları içeren boş tediye fişlerinin yakalandığı belirlenmiş ve sonuçta da aralarında davacının da bulunduğu mudilerin zararlarının karşılanması gerektiği belirtilmiştir.
Mahkemece; tediye fişlerindeki imzaların davacıya ait olduğu ve hesap cüzdanında da işlemin göründüğü, cüzdan kayıtlarının da banka kayıtları ile uyumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu edilen tutar açısından red kararı verilmiştir.
Davalı bankanın kendi teftiş kuruluna yaptırdığı inceleme ile davacı hesabındaki usulsüzlük belirlendiği ve bankaca ödeme yapılması gerektiğine işaret edildiği gibi teftiş raporunda sözü edilen banka çalışanının kasasında yakalanan mudi imzalı ancak içeriği boş tediye fişlerinin kullanıldığı olgusu Dairemiz’in emsal kararlarında da davalı bankanın sorumluluğu açısından dikkate değer bulunmuştur.
Öte yandan, davanın reddine dayanak gösterilen tediye fişlerinde, hesaptan çekilen paranın dökümü yapılmamıştır. Bankacılık uygulanmasından kasa hesabının takibi açısından yapılan döküm işleminin davacı imzasını taşıyan tediye fişlerinde yapılmamış olması da banka görevlilisinin usulsüz işlemleri ve özellikle dava konusu işlem açısından da dikkat çekicidir.
Davalı bankanın görevlisinin müşteriler ile iyi ilişkilerine dayanarak açığa imzalı tediye fişlerini kullanmak suretiyle hesaplarda usulsüz işlemler yaptığı sabit olduğuna göre BK. 55. maddesi gereğince davalı bankanın sorumlu olduğunun kabulü gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirmiştir.
2- Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarına gelince, mahkemenin kısmen kabul konusu yaptığı 116.771.176 TL davacının hesap cüzdanında görünen bakiye olup, dava konusu edilmeyen bir tutardır. O halde HUMK.nun 74. maddesi gereğince dava konusu edilmemiş olan hususta karar verilmesi mümkün olmadığı halde yazılı gerekçeyle bu tutarın davalıdan tahsiline hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına, 2 numaralı bentte açıklanan nedenle de davalı yararına BOZULMASINA; 500.00 YTL vekalet ücretinin her bir taraftan alınarak yekdiğerine verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 01.02.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2001/6-70
K. 2001/77
T. 1.5.2001
• ÖZEL EVRAKTA SAHTECİLİK SUÇU ( Ele Geçirdiği Açığa İmzalı Senedi Doldurarak Bono Haline Getirip Kullanan Sanık )
• EVRAKTA SAHTECİLİK ( Ele Geçirdiği Açığa İmzalı Senedi Doldurarak Bono Haline Getirip Kullanan Sanık )
• AÇIĞA İMZALI SENEDİ DOLDURARAK BONO HALİNE GETİRİP KULLANAN SANIK ( Özel Evrakta Sahtecilik Suçu )
• İMZALI BOŞ SENEDİ DOLDURARAK KULLANAN SANIK ( Özel Evrakta Sahtekarlık Suçu )
765/m.509/1-2,342/1
6762/m.692,693
ÖZET : 1. TCY.sının 509. maddesinin 2. fıkrasında düzenletimiş olan suç, Yasanın altıncı babının üç ve dördüncü fasıllarının bütününe yollamada bulunulmuş olduğundan niteliği itibariyle belgeye duyulan güveni korumaya yönelik bir sahtecilik suçudur.
2. TCY.sının 522, 523 ve 524. maddelerinin bu suç failleri hakkında uygulanma olanağı yoktur.
DAVA : Sahtecilik suçu sanıkları Nusret, Cengiz ve Zekeriya’nın değişen suç vasfına göre TCK.nun 64. maddesi delaletiyle 509/1 ve 522. maddeleri uyarınca 1’er yıl 6’şar ay hapis ve 3.078.000’er lira ağır para cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin ( Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi )nden verilen 2.6.2000 gün ve 275/151 sayılı hüküm sanıklar vekilleri ile katılanlar vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay Altıncı Ceza Dairesince 27.2.2001 gün ve 1708/1847 sayı ile;
“Oluşa, dosya içeriğine ve mevcut delillere göre, sanıkların eylemlerinin TCK.nun 509/2 yolu ile aynı Yasanın 342/1. maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozutmuştur.
Bu karara karşı Yargıtay C. Başsavcılığl 10.4.2001 gün ve 120764 sayılı itiraznamesi ile;
“1- Müdahillerin murisi tarafından ticari işlerinde kullanılmak üzere sanık Nusret’den aldığı paralara karşılık teminat olarak adı, soyadı ile imzasını kapsayan senedin borçların ev satışı ile kapatılması sonucu alacak-borç ilişkisi bitmesine rağmen bedelsiz kaldığı halde bulunmaması nedeniyle iade edilmediği daha sonra senedin sanık Nusret tarafından sanık Cengiz’e verildiği bu sanığın boş yerleri kendi el yazısı ile tamamlayarak diğer sanık Zekeriya’ya ciro ettiği, bu sanık tarafından icra yoluna başvurulduğu iddia, tanık anlatımları ve bilirkişi raporu, sanıkların kaçamaklı savunmaları ile anlaşılmış olmasına göre;
Sanıkların eyleminin “elinde bedelsiz olarak kalmış bir senedin istimali” olduğu ve TCK.nun 509/1. maddesinde yazılı suçu oluşturduğu, takip tarihine nazaran 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi hükmü uyarınca davanın ertelenmesi hususunun değerlendirilmesi lüzumu,
2- Suça konu senedin sanık Nusret’e, İsmet tarafından aralarındaki borç ilişkisi nedeniyle teminat olarak rıza sonucu teslim edildigi, böylece, TCK.nun 509/2. maddesi anlamında rıza dışı ( bertakrip ) ele geçirmenin sözkonusu bulunmadığı ve eylemin TCK.nun 509/1. maddesine girdiğinin gözetilmemesi itiraz nedenlerimizi kapsamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere sanıkların eylemlerinin TCK. nun 509/1. maddesindeki suçu oluşturduğu, takip tarihine nazaran 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi hükmü uyarınca davanın ertelenmesi hususunun değerlendirilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurduğu gibi, 13.4.2001 gün ve 120764 sayılı ek itiraznamesi ile de;
“1- Müdahillerin murisi tarafından ticari işlerinde kullanılmak üzere sanık Nusret’den aldığı paralara karşılıkteminat.olarak adı, soyadı ile imzasını kapsayan senedin borçların ev satışı ile kapatılması sonucu alacak-borç ilişkisi bitmesine rağmen bedelsiz kaldığı halde bulunmaması nedeniyle iade edilmediği daha sonra senedin sanık Nusret tarafından sanık Cengiz’e verildiği bu sanığın boş yerleri kendi el yazısı ile tamamlayarak diğer sanık Zekeriya’ya ciro ettiği, bu sanık tarafından icra yoluna başvurulduğu iddia, tanık anlatımları ve bilirkişi raporu, sanıkların kaçamaklı savunmaları ile anlaşılmış olmasına göre; Sanıkların eyleminin elinde bedelsiz olarak kalmış bir senedin istimali” olduğu ve TCK.nun 509/1. maddesinde yazılı suçu oluşturduğu takip tarihine nazaran 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi hükmü uyarınca davanın ertelenmesi hususunun değerlendirilmesi lüzumu,
2- Yüksek Dairece kabul edildiği biçimde sanık Nusret teminat olarak teslim edilen suça konu imzalı boş senedin sanık Cengiz taranndan rıza dışı ( bertakrip ) ele geçirilerek unsurlarının tamamlanması ve ciro yoluyla işleme konularak işlenen sahtecilik suçuna sanık Nusret’in katıldığı konusunda dosya içerisinde delil bulunmadığı ve bu durumda sanık Nusret’in bu suçtan beraati gerekeceğinin gözetilmemesi; itiraz nedenlerimizi kapsamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere sanıkların eylemlerinin TCK.nun 509/1. maddesindeki suçu oluşturduğu, takip tarihine nazaran 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesı hükmü uyarınca davanın ertelenmesi hususunun değerlendirilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldınlarak, Yerel Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay’C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık;
a ) Sanık Nusret’e atılı suçun sabit olup olmadığı;
b ) Sanıklar Cengiz ile Zekeriya’nın suçlarının niteliği hususlarında toplanmaktadır. Somut olayda Yerel Mahkeme; İsmet’in boş olarak imzalayıp borcu mukabilinde Nusret’e verdiği ve borç ödenmekle bedelsiz kalıp iadesi gereken senedin ismet’in ölümünden sonra sanık Nusret tarafından, fikir ve eylem birliği içinde olduğu diğer sanıklardan Cengiz’e verildiğini, boş yerleri bu sanık tarafından doldurulan ve bedel kısmına “153.000.000.000” lira yazılan senedin diğer sanık Zekeriya’ya ciro edildiğini, sanık Zekeriya’nın da senedi icraya koyduğunu belirterek, tüm sanıkların TCY.nın 64. maddesi delaletiyle 509/1 ve 522. maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar vermiş, sanıklar ve katılan vekillerince temyiz edilen hüküm Özel Dairece, sanıkların eylemlerinin TCY.nın 509/2. maddesi yollamasıyla 342/1. maddesine uyan suçu oluşturduğu gerekçesiyle bozulmuş, Yargıtay C. Başsavcılığı ise sanık Nusret’e atılı suç sabit olmadığından bu sanığın beraati gerektiği, diğer sanıklara atılı eylemlerin ise Yerel Mahkeme kararında hükmedildiği üzere TCY.nın 509/1. maddesine uyan suçu oluşturduğu, bu suça ilişkin davaların ise 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi uyarınca kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi hususunun mahallinde değerlendirilmesi lüzumu nedeniyle bozulması gerektiği görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle toplanan kanıt ve belgelerin irdelenerek sanıkların somut olaydaki konumlarının değerlendirilmesi gereklidir. sanıklardan Zekeriyanın borçlusu İsmet, alacaklısı Cengiz olan, 26.6.1997 düzenleme, 15.6.1998 ödeme tarihi ve 153.000.000.000 lira bedelli senetle ilgili olarak 24.3.1999 tarihinde ihtiyati haciz yoluyla İsmet mirasçıları olan katılanlar Özlem ve Latife ile senedi kendisine ciro eden sanık Cengiz haklarında icratakibine geçmesı üzerine katılanların da avukatları aracılığıyla 8.4.1999 tarihli dilekçe ile Ankara C. Başsavcılığına başvuruda bulunarak; senedi tahsile koyan Zekeriya ile ona ciro eden ve senedin alacaklısı gözüken Cengiz’i tanımadıklarını, daha önceden konkordato talebi Mahkemece kabul edilen babaları İsmet’in tüm alacaklılarının başvuruda bulunup alacaklarını kaydettirdıkleri halde bu şahısların başvuruda bulunmadığını, sağlığında Nusret ve Veysi isimli şahıslardan faizle borç para alan babalarının daha sonra Ankara’da dört, İstanbul’da bir apartman dairesi ile Alanya’da bir yazlığın tapularını borcu mukabilinde bu şahıslarla devrederek borcunu ödediği halde, borcuna teminat olarak verdiği boş senedin bu şahıslar tarafından kaybolduğu söylenerek iade edilmediğini, Veysi ve Nusret isimli şahısların yedlerindeki sözkonusu teminat senedini iş ilişkileri bulunan Cengiz ve Zekeriya ile birlikte tahrif ederek takibe konu senedin oluşturulduğunu bildirerek şikayetçı olmaları üzerine hazırlık soruşturmasına başlanılmıştır.
Sanık Nusret bu şikayet nedeniyle kollukta verdiği 29.4.1999 günlü ilk ifadesinde; İsmet’in sıkışık olduğunu, dairelerini satmak istediğini söylemesi üzerine Ankara’daki dört, İstanbul’daki bir dairesini ve Alanya’daki yazlığını peşin para vererek satın aldıklarını, İstanbul’da ticaretle uğraşan ve K… Otelini işleten Cengiz’in otelinde ziyarete gittiğinde İsmet’in oraya geldiğini, aralarında alacak-verecek hususlarında ve İsmet’in Ankara’daki otelınin işletmesinin Cengiz’e verilmesi konusunda konuştuklarını, Cengiz’in bir miktar para verdiğini söyleyerek karşılığında senet istemesi üzerine İsmet’in de bir yıl sonra 1998 yılında ödenmek üzere bir senet verdiğini, imza sırasında senedin alacaklı ve miktar kısımlarının boş olup olmadığını görmediğini belirtmiş sanık Cengiz’in yakalanması üzerine yeniden gözaltına alındığında kollukta verdiği 14.5.1999 günlü ikinci ifadesinde ise; İsmet’le pek çok ticari ilişkileri olduğunu, bazı gayrimenkullerini satmak istemesi üzerine pazarlıkla bu gayrimenkulleri satın aldıklarını, tapuların devrinden önce parayı verdiklerini, karşılığında da tapular devredilinceye kadar teminat olmak ve tapuların devrinden sonra iade edilmek üzere kendisinden imzalı boş senet aldığını, tapuların devrinden ve karşılıklı olarak birbirlerinden alacaklarının kalmasından sonra iade ederim dediğini, kendilerinden devamlı araba alıp satan Cengiz’in bır ara işyerine geldiğini, bir arabanın devir belgelerini ararken yanında çalışanlardan birisinin getirdiği dosyaların arasından Ismet’in imzaladığı boş senedın çıktığını, Cengiz’in senedi görerek kime ait olduğunu sorduğunu, kendisinin de ismet’in sağlığında iken istediği senet olup, hayret edilecek şey, adamın ölümünden sonra ortaya çıktı diye cevap verdiğini, geride İsmet’in yakını kalıp kalmadığını ve malı mülkü olup olmadığını soran Cengiz’e geride kızları var, şirketi yürütemeyip devrettiler dediğini, onun da işlerinin bozuk olduğunu söyleyip senedi bana ver kredi için kullanayım diye teklifte bulunduğunu, kendisinin ise senette alacağı kalmadığını, mirasçılarına iade edeceğini söyleyerek sümenin altına koyduğunu, daha sonra Cengiz ile galerideki araçlara bakmaya gittiklerini ve büroya çok girip çıkan olduğunu, ertesi günü imzalı boş senedi sümenin altında bulamadığını, yanlış anlaşılmaktan korktuğu için İsmet’in yakınlarına haber veremediğini, hatta katılan Özlem’in yanında avukatları ile birlikte gelerek murisin borcu olup olmadığını ve senedin ne olduğunu sorduğunda murisin borcunun olmadığını söylediğini, murisin ayrıldığı eşi Gülay’ın telefonla kardeşi Veysi’yi arayarak Cengiz’i tanıyıp tanımadıklarını ve kendilerine kalan senedin ne olduğunu sorduğunu, Veysi’nin de töhmet altında kalmamak için kendilerinde senet olmadığını bildirdiğini, bu konuşmaların kardeşi Veysi tarafından kendisine aktarılması üzerine sümen altındaki senedin sanık Cengiz tarafından alındığını anlayarak telefonla Cengiz’i aradığını, Cengiz’in bir fırsatını bulup senedi sümen altından aldığını, günlerce düşündükten sonra durumu Zekeriya isimli arkadaşına açtığını, onun da birileri ile görüştükten sonra senedi kendin doldur, eski tarihler at ve bana ciro et dediğini, mali sıkıntı içinde olduğundan bu şekilde hareket etmek zorunda kaldığını, bu durumu karşı tarafa bildirmeleri halinde senedi Nusret verdi diye söyleyeceğini bildirerek kendisini tehdit ettiğini, bu nedenle bir süre suskun kaldığını belirtmiş, duruşmada da aynı doğrultuda savunma yapmıştır.
Sanık Cengiz kollukta; 1993 yılında Ankara’da Veysi ve Nusret ile tanıştığını, galericilik yapan bu şahıslardan döviz üzerinden vadeli araba alıp İstanbul’da peşin para ile sattığını, yine 1993 yılından bu yana tanıdığı sanık Zekeriya’dan da zaman zaman senet karşılığı faizsiz borç alıp sonradan ödediğini, son olarak 1996 yılı son aylarında sanık Zekeriya’dan toplam 210.000 Dolar borç aldığını, 1997 yılının 5. ve 6. aylarında ödemesi gereken bu parayı ödeyemeyince Ankara’ya Nusret ve Veysi’nin yanına geldiğini, vadeli oto alıp peşin satarak borcunu ödemek istediğini, sohbet sırasında maddi durumunun bozuk olduğunu ve paraya ihtiyacı olduğunu söyleyince sanık Nusret’in daha önceki bir alışveriş nedeniyle İsmet’den bir adet imzalı boş senet aldığını anlattığını, Nusret’e bu senedi bana ver, doldurayım, İsmet’den tahsil edeyim durumumu kurtarayım diye söylediğini, Nusret’in iik etapta teklifi kabul etmediğini, ısrar edince biraz düşüneyim diye cevap verdiğini, İstanbul’a dönmesinden 20-25 gün sonra oteline misafir olarak gelen Nusret’in İsmet’e ait imzalı boş senedi getirdiğini söyleyip kendini kurtaracak bir meblağı yazıp tahsil edersin diyerek verdiğini, Nusret’ten senedi 1997 yılı içinde ve henüz İsmet’in sağlığında aldığını, senedin borçlusu kısmında İsmet’in isim ve adresi ile açığa ve pulun üzerine atılmış imzası bulunduğunu, senedin diğer kısımlarını el yazısıyla kendisinin doldurduğunu miktar hanesine 153.000.000.000 lira yazıp vadesini de bir sene sonrası için 15.6.1998 olarak yazıp 1997 yılının son aylarında borçlarına karşılık sanık Zekeriya’ya ciro ederek verdiğini, İsmet’den alacağı olmadığını Zekeriya’nın da bildiğini, ancak alacağını kurtarmak için kabul ettiğini, Zekeriya’ya olan borcunu hesaplayıp senet bedelinden düştüklerinı kalan kısmı da sanık Zekeriya’dan parça parça aldığını, sanık Zekeriya’nın senet vadesi dolmadan İsmet’in ölümünü duyunca kendisini arayıp İsmet’in öldüğünü, çocuklarının mirası reddettiğini, parasını tahsil edemediğini söylediğini, bunun üzerine yaptığı araştırmada sağlığında çok borçlu olan İsmet’in konkordato ilan ettiğini, mirasın borçları karşılamayacağını düşünen çocuklarının önce mirası reddettiklerini, ancak sonradan yaptıkları araştırma sonucu mirasın borçlardan fazla olduğunu öğrendiklerini tespit ederek konuyu Zekeriya’ya ilettiğini, onun da Avukatı aracılığıyla senet bedelini kendisinden ve İsmet mirasçılarından tahsil etmek için icra takibi başlattığını, savcılığa vaki şikayet sonrası Veysi ve Nusret’in gözaltına alınıp bırakıldıklarını, bundan sonra Nusret’in kendisini telefonla arayarak “Emniyet bu işi araştırıyor, bilgin olsun, yakalandığında da sakın bizi ele verme, biz bu işte yokuz” diye tembihte bulunduğunu, kendisini ele vermeyeceğini ancak paraya ihtiyacı olduğunu söylemesi üzerine Nusret’in de akrabası İsmet ile para göndereceğini, Ankara’ya geldiğinde İsmet’in evine telefon etmesini söylediğini, bunun üzerıne Ankara’ya geldiğinde Ismet ile telefonla konuşarak parayı Ankara Adliyesine getirmesini bildirdiğini, Adliye önünde buluştukları İsmet ……’dan 2000 Mark parayı aldıktan sonra yakalandığını belirtmiş, C. Savcısına verdiği ifade de ise kolluk anlatımlarını doğrulayarak benzer savunma yaprrus, sanık Nusret’in dilekçesi ekinde sunulan ve Ankara Noterliğinde 27.5.1999 tarihli tutanak ile tespit edilen açıklamasında; sanık Nusretin yazıhanesindeki sümenin altından ondan habersiz imzalı boş senedi alarak İstanbul’a gittiğini belirtilmiş .Buna karşın Yerel Mahkemeye verdiği 1.2.2000 tarihli dilekçesinde ;Noterdeki açıklamanın sanık Nusret’in vekili tarafından kendisine yazılı olarak verildiğini bu şekilde beyanda bulunması halinde Nusret’e olan borçlarına karşılık verdiği 65.000 Mark ve 130.000.000.000 lira bedelli iki senedinin işleme konmayacağının söylendiğini, ancak daha sonra senetleri iade etmediklerini ve noter açıklanmasının doğru olmadığını bildirmiş, duruşmadaki sorgusunda ise; İsmet’in otelinin işletmesinin kendisine devri mukabilinde bu şahsa toplam 153.000.000.000 lira ödediğini, ancak otelin üzerindeki haciz kalkmayıp işletme devri de gerçekleşmediğinden kendisi tarafından suça konu senedin alacağına karşılık düzenlendiğini ve İsmet tarafından imzalandığını savunmuştur.
Sanık Zekeriya kollukta; sanık Cengiz’in 1997 yılında 3-5 ay içinde ödeyeceğini söyleyerek kendisinden birkaç kez borç aldığını, kayıt tutmadığı için borç miktarını bilemediğini, karşılığında senet almadığı gibi faizde talep etmediğini, bir ara işyerine geldiğinde birlikte borcu hesapladıklarını ve 153.000.000.000 alacâklı olduğunu tespit ettiğini, söz verdiği tarihte ödemeyince defalarca arayıp Cengiz’den parasını istediğini, 1998 yılı başlarında görüştüklerinde sanık Cengiz’in 26.6.1997 düzenleme tarihli, 15.6.1998 ödeme tarihli, borçlu kısmında İsmet yazılı olan senedi göstererek borcu karşılığında senedi vereceğini söylediğini, senedin kimin olduğunu sorduğunda da, senet sahibi İsmet’in Ankara’da müteahhitlik yaptığını, alacağına karşılık bu senedi aldığını, bu şahsın çok zengin biri olup senedi kolaylıkla ödeyebileceğini söyleyerek senedi kendisine ciro ettiğini, vadesi dolduğunda ise bizzat İsmet’den bedelini alıp getireceğini ve senedi alacağını söylediğini, on ay kadar beklemesine karşın para ödenmeyince ve sanık Cengiz’le görüşemeyince Avukatına senedi icraya koyması hususunda talimat erdiğini, sonraki işlemleri ise takip etmediğini, İsmet’in senedin vadesi dolmadan öldüğü hususunda bilgisi olmadığını, İsmet’in ölümünden avukatı aracılığı ile sonradan haberdar olduğunu belirtmiş, Savcılık ifadesi ile duruşmadaki sorgusunda kolluk ifadesini doğrulayarak benzer savunma yapmıştır.
Hakkındaki beraat kararı kesinleşen sanık Veysi kolluktaki 29.4.1999 günlü ilk ifadesinde; maddi durumunun bozuk olması nedeniyle evini satmak istediğini söyleyen İsmet’den 1994 yılında Ankara Gaziosmanpaşa’da önce bir daire satın alıp parasını ödediklerini, daha sonra Gaziosmanpaşa’da üç daire ile Alanya’daki bir yazlığını yine parasını ödeyerek aldıklarını, ölümünden bır ay kadar önce de Istanbul’daki bjr dairesini bedelini peşin ödeyip satın aldıklarını, karşılıklı olarak alacak ve borçlarının bulunmadığını, ölümünden sonra mirasçılarına İsmet’in kendilerine borcu bulunmadığını söylediğini, bir süre sonra İsmet’in eşi Gülay’ın arayarak Cengiz’i tanıyıp tanımadığını sorduğunu, İstanbul’da. ticaretle uğraştığını ve tanımadığını söylediğini, bu kez Gülay’ın alacaklısı Cengiz olan 153.000.000.000 lira bedelli bir senet nedeniyle evlerine icra geldiğini belirterek senetle ilişkileri olup olmadığını sorduğunda Cengiz’i tanıdığını, ancak senetle ilgilerinin olmadığını söylediğini belirtmiş, sanık Cengiz’in yakalanmasından sonra kollukta verdiği 15.5.1999 günlü ikinci ifadesinde; Ismet’in karısı ile olan konuşmayı abisi Nusret’e anlattığını, onun da Cengiz’i telefonla aradığını, konferans halindeki görüşmeyi kendisinin de dinlediğini, Cengiz’in bu görüşme sırasında, sümenin altındaki senedi aldığını, bir süre düşündükten sonra durum bir arkadaşına anlattığını, onun da senedi doldurup kendisine ciro etmesini söylemesi üzerine zor durumda olduğu için bu şekilde davrandığını, karşı tarafa bildirmemiz halinde senedi kendisine Nusret’in vereceğini söyleyerek tehdit ettiğini, töhmet altında kalmamak için durumu kimseye anlatamadıklarını ifade etmiş, duruşmada ise; benzer savunmada bulunarak ilaveten,” dairelerin tapusunu devrettikten sonra Ismet’in bir gün abisi Nusret’teki teminat senedinin akıbetini sorduğunu belirtmiştir. Katılan Latife Banu ile Özlem aşamalarda şikayet dilekçeleri doğrultusunda beyanda bulunmuşlar, tanık Gülay’da; boşandığı eşi İsmet’in senette belirtilen bir borcunun olmadığını, İsmet’in Veysi ve Nusret’den faizle borç alarak karşılığında teminat senedi verdiğini İsmet’in kendisinden duyduğunu, daha sonrada dairelerini bu şahıslara devretmesine ve borcunun kalmamasına karşın teminat senedinin iade edilmediğini belirtmiştir.
Tanık Naci ise; 1999 yılı Şubat ayında sanık Cengiz’in otelinde müdür olarak çalıştığı ve beyaz eşya ticaretinde ortaklık yaptığı önceki tarihlere ilişkin borcunu ödemesini istemesi üzerine Cengiz’in cebinden bir senet çıkardığını, senetteki pul üzerinde ve açığa atılmış imzaların bulunduğunu, borçlu kısmında İsmet’in adı ve adresinin yazılı olduğunu, senette bunların dışında başka bir yazı bulunmadığını, Cengiz’in kendisine İsmet’in çok zengin bir adam olup 9-10 ay önce öldüğünü, esasen bu şahıstan alacagı olmadığını, bu senedi Ankara’da kendilerinden araba alıp sattığı Nusret ve Veysi isimli şahısların galerilerinden aldığını, senedi doldurup tahsil edebildiği takdirde bütün borçlarını ödeyeceğini söyleyerek bu senedi doldurup kendisineciro etmek istediğini, karşılığında da elli milyar lira vermeyi vaad ettiğini, ancak tekliti reddettiğini, daha sonradan polislerin işyerine gelerek Cengiz ve Zekeriya’yı sorduklarını, birkaç gün sonra Cengız’e Zekeriya’yı nereden tanıdığını sorduğunda, İsmet’in boş senedi Zekeriya ile birlikte doldurduklarını, senedi Zekeriya’ya ciro edilmiş gibi gösterdiğini, onun da icraya koyduğunu, esasen Zekeriya’ya borcu olmadığını, paranın tahsil edilmesi halinde bedelin yarısını Zekeriya’ya ödemeyi taahhüt ettiğini söylediğini belirtmiştir.
Tanıklar Ünsal, Casim, aşamalarda benzer biçimde; İsmet’in aldığı borçlar karşılığında Veysi ve Nusret’e teminat senedi verdiğini, Tanık Ali aşamalarda; İsmet’in Nusret’in yazıhanesinde iken teminat senedini sorduğunu, dolabın ve kasanın içini arayan Nusret’in senedi bulamadığını, evi de arayacağını söylediğini, Tanık Arsal kolluk, savcılık ve duruşmada benzer şekilde; 1994 yılında İsmet’ten aldığı vekaletle Ankara ve Alanya’daki mülklerinin satışını tapuda Nusret ve Veysi isimli şahıslar adına yaptığını, 1998 yılında İsmet’in kendisine, bu şahıslardan faizle para aldığını, karşılığında daireleri teminat olarak verdiğini, ayrıca kendisinden onbeş milyarlık bir senedi zorla aldıklarını, bu nedenle iyi geçinmeleri gerektiğini söylediğini, 1996 yılı Eylül ayında şirketin adresinin değiştiğini ve Portakal Çiçeği Sok. No: 35/5 adresine taşındığını, suça konu senette yazılan düzenleme tarihinde de şirketin adresi burası olduğu halde, senette daha önceki adresin yazılı olduğunu, Tanık Egemen Savcılık ve duruşmada benzer biçimde; İsmet’in ölümünden bir hafta önce Nusret’e 1994 yıllarında sizden para aldığımda ve her elinize düştüğümde beni sömürdünüz, size teminat senedi vermiştim, o zaman ki borcumu da ödemiştim ama size boş olarak verdiğim senedi iade etmediniz dediğini, Nusret’in de senedi kasada bulamadık, ama onun hükmü yok, veririz diye cevap verdiğini, İsmet’in, iade edilmeyen teminat senedi için ölümünden kısa süre önce, dava açarız diye söylediğinı ifade etmiştir.
Suça konu senedin 26.6.1997 düzenleme, 15.6.1998 ödeme tarihli borçlusu İsmet alacaklısı Cengiz olan 153.000.000.000 lira bedelli senet olduğu, senedin arkasında Cengiz ismi ile imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Senet üzerinde Polis Kriminal Laboratuvarında görevli uzmanlardan oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 6.5.1999 günlü raporda senedin ön yüzündeki pul üzerine ve açığa atılmış imzanın İsmet’e ait olduğu, senedin üzerindeki borçlu kısmında yer alan “İsmet, Ataç Sok. No: 11 Ankara” yazılarının aynı el ürünü, bunun dışındaki diğer tüm yazıların ise ikinci bir el ürünü olduğu ve farklı mürekkepli bir kalemle yazıldığı, aynı bilirkişi heyetince düzenlenen 13.5.1996 günlü ek raporda; senetteki imzaların İsmet’in 1995 yılından önceki imzaları ile tam uyumluluk gösterdiği, bu tarihten sonra imza içine dahil edilen harf karakterlerinin tetkike konu imzalarda bulunmadığı, bu nedenle senetteki imzaların İsmet tarafından 1995 yılından önce atılmasının kuvvetle muhtemel olduğu ifade edilmiş, Ankara Kriminal Polis Laboratuvarının 10.5.1999 günlü Ekspertiz Raporunda ise; senedin ön yüzündeki alacaklı, düzenleme ve vade tarihleri, bedel, selahiyetli mahkeme gibi kısımlarında yer alıp rakam ve yazı ıle yazılmış olan “Cengiz, 26.6.1997, 15.6.1998, 153.000.000.000, yüzelliüçmilyar, nakten ve İstanbul” yazıları ile senedin arka yüzünde yer alan “Cengiz” yazılarının sânıklardan Cengiz’in eli mahsulü olduğu belirtilmiştir. Sanık Nusret’in açık ikrarından anlaşıldığı üzere, katılanların babası olan
İsmet’in 1994 yılı içinde kısa aralıklarla Ankara Gaziosmanpaşa’daki dört apartman dairesi ile Alanya’daki yazlığını sanık Nusret ile onun kardeşi olup hakkındaki beraat hükmü kesinleşen Veysi’ye haricen satarak bedelini aldığı buna mukabil adı-soyadı ve şirketinin o tarihteki adresini yazıp imzaladığı, diğer tüm kısımlarını ıse boş bıraktığı bir senedi gayrimenkullerin tapuda devrine ilişkin resmi işlemler gerçekleşinceye kadar teminat olmak üzere sanık Nusret’e tevdi ve teslim ettiği, bilahare gayrimenkullerin resmi satış işleminin tapuda gerçekleştirilmesine, karşılıklı borç ve alacak mevcut olmamasına ve İsmet tarafından müteaddit kereler geri verilmesi istenmesine karşın sözkonusu teminat senedinin bulunamadığı gerekçesiyle İsmet’in vefat ettiği 24.3.1998 tarihine kadar kendisine ve bu tarihten sonra da mirasçılarına iade edilmediği, Yine aldırılan ekspertiz raporları ve bilirkişi raporlarına göre; İsmet’in açığa attığı imzasını taşıyan bu boş teminat senedinin bilahare sanık Cengiz tarafından bedel, alacaklı, tanzim ve düzenleme tarihleri ile selahiyetli mahkeme gibi kısımlarının el yazısı ile doldurularak TTK.nun 693. maddesinde belirtilen unsurları ihtiva edecek şekilde bono olarak düzenlediği ve arkasının da ciro edildiği kuşkusuzdur.
Bu aşamada, açığa imzayı taşıyan teminat senedinin sanık Nusret’in elinden diğer sanık Cengiz’in eline ne şekilde geçtiği hususu sanık Nusret’in olaydaki konumu ve hukuki durumunun tespiti açısından belirleyici olacaktır. Sanık Nusret, İsmet’in vefatından sonra kendisiyle görüşmeye gelen mirasçılarına kendisinde teminat senedi olmadığını söyleyerek bu hususu inkar etmiş olduğu gibi, hazırlık soruşturmasının başlangıcında kolluk tarafından alınan ilk ifadesinde de, takibe konulan senedi borcu mukabilinde Ismet’in imzalayıp sanık Cengiz’e verdiğini söyleyerek gerçeğe aykırı beyanda bulunmuş, ta ki sanık Cengiz’in yakalanıp suça konu imzalı kağıdı kendini kurtaracak bir meblağ yazıp tahsil edersin diyerek Nusret’in verdiğini açıklamasından sonra, kolluk tarafından yeniden gözaltına alındığında verdiği ikinci ifadesinde; suça konu senedin İsmet’e ait teminat senedi olup, habersizce sümeninin altından sanık Cengiz tarafından alındığını tevil yollu ikrar etmiştir.
Aşamalardaki savunmaları çelişkili olan sanık Nusret’in polis tarafından aranan sanık Cengiz’e kendisinLbu işin dışında tutmasını tembihlemesi, aynı dönemde bir yakını aracılığıyla sanık Cengiz’e 2000 Mark para göndermesi, yine sanık Cengiz’in 1.2.2000 tarihli dilekçesinde belirttiği üzere 65.000 Mark ve 130.000.000.000 lira bedelli senetlerinin işleme konmayıp kendisine yolundaki. vaatler karşılığında son soruşturma aşamasında sanık Cengiz’in beyanlarını kendi savunması doğrultusunda değiştirmeye yönelik çaba içine girmesi nedeniyle, sanık Nusret’in kendini suçtan kurtarma amacına yönelik olduğu kabul edilen savunmaları inandırıcı bulunmamış, sanık Cengiz’in, tanık anlatımları ve maddi kanıtlarla doğrulanan ifadeleri karşısında sanık Nusret’in savunmasının aksi.kanıtlanmış, imzalı yazısız kağıdı imza sahibinin rızası dışında, istediği miktarı yazarak doldurup kullanması için bizzat diğer sanık Cengiz’e verdiği anlaşılmıştır.
Öte yandan, sanık Zekeriya’nın 153.000.000.000 lira gibi önemli bir meblağı taşıyan senedi vade tarihinden yaklaşık bir yıl sonra takibe koyması, bu süre içinde ihtarname, ibraz gibi bir işleme yönelmemesi, senedi avukatı aracılığıyla takibe koyduktan sonra takibin aşamaları ile ilgilinmemesi gibi hususlar ve sanıklar Cengiz ile Nusret ve tanık Naci’nin anlatımları gözönüne alındığında; sanık Cengiz’in imzalı boş kağıdı imza sahibinin rızası dışında ele geçirdiği hususunu sanık Zekeriya’nın önceden bildiği, imzalı boş kağıdın doldurularak resmi evraktan sayılan bono haline getirilmesi konusunda sanık Cengiz ile tikir ve eylem birliği içinde hareket ederek kendisine ciro edilen senedi icraya koyduğu duraksamaya yer bırakmayacak surette açıklığa kavuşmuştur.
Sanıkların eylemlerini yasadaki suç tiplerinden hangisine uyduğunun belirlenebilmesi bakımından, Ceza Kanunumuzun 509. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında yazılı suçların unsurlarının incelenmesi, güveni kötüye kullanmak suçları ve sahtecilik suçları ile ilişkilendirilmesi, buna göre hangi nitelikte olduklarının yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması yararlı olacaktır. Türk Ceza Kanununun 3038 sayılı Kanun ile değişik 509. maddesinde; “Bir kimse iade veya muayyen bir suretle istimal etmek üzere kendisine tevdi olunan imzalı ve yazısız kağıda sahibinin zararına olarak hukukça hükmü haiz bir muamele yazar veya yazdırır yahut elinde bedelsiz olarak kalmış olan bir senedi istimal ederse mutazarrır olan kimsenin şikayeti üzerine üç aydan üç seneye kadar hapis ve yüzelli liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezasına mahkûm olur.
Bu imzalı ve yazısız kağıt esasen kendisıne tevdı ve teslim olunmayıp da bertakrib ele geçirerek birinci fıkradaki cürmü işlemiş ise altıncı babın üçüncü ve dördüncü fasıllarında beyan olunan ahkâma göre ceza verilir.” hükmü yer almaktadır.
Görüleceği üzere maddede üç suç yer almış bulunmaktadır. Bunlardan birincisi “açığa atılan imzanın suıstimali”, ikincisi “bedelsiz kalmış senedin kullanılması”, üçüncüsü ise “ele geçirilen, açığa atılmış bir imzanın kullanılması”dır.
Konumuzu ilgilendiren suçlardan 509. maddenin 1. fıkrasında ver alan “açığa atılmış imzanın suistimali” suçunun oluşması için gerekli iki ön koşul bulunmaktadır.
Ön koşullardan ilki: açığa atılmış bir imzanın varlığıdır.
Açığa imzayı taşıyan kağıdın yazısız bulunması şart olmayıp, Kanunumuzda belirtilen “yazısız” kavramını, belge oluşturmayan, tamamlanmış bir hukukî işlemi ifade etmeyen manasında anlamak gerekir. Buna göre, imzalı kağıt üzerinde hukukî muamelenin yazılabilmesini sağlayacak derecede bir açıklık bırakılmış olması ve yazılmış bulunan yazıların hukukî bir hüküm ifade etmemesi yeterli ve gereklidir.
İkinci ön koşul ise: kağıdın, açığa imzayı atan tarafından, önceden ve iradî ( rızaî ) olarak faile teslim edilmiş olmasıdır.
Teslimin iradî olması koşulu, Ceza Kanunumuzun 509. maddesinin 1. fıkrasında yazılı suçu güveni kötüye kullanmak cürmüyle benzer kılan husustur. İradeyi fesada uğratan hallerin vukuu sonucu, örneğin; açığa imzayı taşıyan kağıdın cebir ve şiddet kullanarak alınması halinde teslimin serbest Açığa imza atan teslimi bizzat yapabileceği gibi, kendisinin uygun göreceği yöntemler, araçlar ve kişiler aracılığı ile de gerçekleştirilebilir. Ancak fıkrada yer alan “…. kendisine tevdi olunan ………” tanımı doğrultusunda, açığa imzayı taşıyan kağıdın her halde imzayı atan tarafından faile verilmiş olması, failin bu suretle zilyet kılınması gereklidir.
Yine bu suçun oluşumu için imzalı yazısız kağıdın geri verilmek veya kararlaştırılan bir hukukî muameleyi tasvip ettirmek amacıyla verilmesi gerekir. Nitekim Kanunumuz “……. iade veya muayyen suretle istimal etmek üzere ………. kendisine tevdi olunan” demekle, sadece tevdi ve teslimi yeterli görmemiş bunun ayrıca inançlı bir muameleye ( fiduciaire ) dayanması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu muamelenin yazılı veya sözlü olmasının suçun oluşumuna etkisi yoktur.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun oluşabilmesi için gerekli iki ön kuşulu böylece özetledikten sonra, suçun maddi ve manevi unsurlarının neden ibaret olduğuna da değınecek olursak;
Suçun maddi unsuru: açığa imzayı taşıyan kağıda sahibinin zararına olarak hukukça hükmü haiz bir muamele yazılmasıdır. Hukukça hükmü haiz muameleden kastolunan, bununla bir borç ihdas edilmesi veya ortadan kaldırılmasıdır. Bu suç Ceza Kanunumuzda mala karşı işlenen cürümler arasında düzenlenmiş olduğundan, failin bu suçun maddi unsurunu oluşturacak olan hareketi, mağdurun malvarlığında bir noksanlık meydana getirmeye yahut zarar vermeye yönelik olmalıdır. Yazılan muamele kararlaştırılan sınırlar içinde kalmışsa, açığa atılan imza kötüye kullanılmış olmadığından, bu durumda eylemin de suç teşkil etmeyeceği kuşkusuzdur. Fıkrada “……… yazar veya yazdırır………..” denildiğine göre, imzalayan tarafından kendisine teslim edilerek yazısız kağıda zilyet kılınmış olan failin, hukukça hükmü haiz işlemi kendisinin yazması halinde suçun maddi unsuru gerçekleşeceği gibi, zilyetliğinden vazgeçmemesi koşulu ıle başkasına yazdırması durumunda da bu suçun maddi unsuru gerçekleşmiş olacaktır.
Aksi söz konusu olduğunda, başka bir ifade ile imza sahibinin tevdi ettiği kişinin kağıdın zilyetliğinden vazgeçerek bunu yazdırması halinde ise, kağıdın yeni zilyedi açısından maddenin 2. fıkrasında yazılı “esasen kendisine tevdi ve teslim olunmayan kağıdı bertakrib ele geçirme” keyfiyeti gerçekleşmiş olacağından, bu durumda açığa imza atandan aldığı kağıdı faıfe Suçun manevi unsuru ise : failin bilerek ve isteyerek ımzayı suistimal tmesidir. Kanun koyucu bu suçta özel kast aramamıştır. Failin, imza edenle nlaştığından farklı bı’r taahhüdü bilerek imza üzerine geçirdiği ve bunun mağduru zarara sûkabileceğini bildiği hallerde, suçun kast öğesini taşıdığını kabul etmek gerekir.
TCK.nun 509. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ve unsurları ile koşulları açıklanan açığa imzanın suistimali suçu, bu özellikleri gereği güveni kötüye kullanmak suçunun özel bir türüdür. Nitekim bu suç failleri hakkında, koşulları bulunması halinde Ceza Kanunumuzun ikinci kitabının “Mal Aleyhinde Cürümler” başlığını taşıyan onuncu babının dokuzuncu faslında yer alan ve önceki fasıllar arasında ortak hükümleri düzenleyen 522, 523 ve 524. maddelerinin uygulanması gerektiği de çeşitli yargısal kararlarda belırtilmiştir.
Konumuzu ilgilendiren suçlardan 509. maddenin 2. fıkrasında düzenlenen “ele geçirilen. imzalı yazısız kağıdı kullanmak” suçunu inceleyecek olursak: Ceza Genel Kurulumuzun 2.11.1999 gün ve 259/252 sayılı kararında vurgulandığı üzere, bu fıkranın uygulanabilmesi için, geri verilmek veya üzerine kararlaştırılan bir hukuki işlemi yazmak üzere ilgilisine teslim edilen ve önceden imzalanmış bulunan boş kağıdın, imza sahibinin istek ve iradesi dışında fırsatını bularak ele geçiren sanık tarafından hukukça geçerli bir hale getirilmesi ve hukuki bir sonuç doğurması gerekir. Diğer bir anlatımla, ele geçirilen imzalı fakat yazısız kağıt sanık tarafından doldurulmalı, hukukî sonuç yaratacak bir duruma getirilmelidir.
Bu suçun faili, imza sahibi tarafından kendisine tevdi edilmemiş olan imzalı ve yazısız bir kağıda, imza sahibinin rıza ve muvaffakati dışıda herhangi bir suretle zilyet olarak hukukça hükmü haiz işlem yazan veya yazdıran kişidir. 509. maddenin 2. fıkrasına göre, bu suç failleri hakkında altıncı babın üçüncü ve dördüncü fasıllarında açıklanan hükümlere göre ceza verilir Kanunumuzun altıncı babının üçüncü faslında “Evrakta sahtekârlık”, dördüncü faslında ise “Hüviyet cüzdanı ve Nüfus Tezkeresi, Pasaport, Ruhsatname, İlmuhaber, Şahadetname ve Beyannamelerde Sahtekârlık” suçları düzenlenmiştir.
Açığa imzayı taşıyan kağıt, imza eden tarafından teslim edilmeyip de herhangi bir bahane ile, fırsatını bularak ( bertakrib ) ele geçirildikten sonra buna hukuken geçerli bir işlem yazıldığı takdirde evrakta sahteciliğin bir türü mü yoksa güveni kötüye kullanmanın bir çeşidinin mi gerçekleşeceği gerek yargı kararlarında gerekse doktrinde tartışılmış, yerleşik biçimde yargısal kararlarda ve hemen tüm yazarlar tarafından ise öğretide, bu halde oluşan suçun sahtecilik cürmü olduğu konusunda görüş birliğı oluşmuştur.
Nitekim Ceza Genel Kurulumuz 6.3.1989 gün ve 88/285 sayılı kararında, TCK.nun 342. maddesine muhalefet onuncu babda sayılan suçlardan olmadığı için, 509/2. madde delaletiyle 342. maddenin uygulandığı hallerde, 522. maddenin uygulanamayacağını belirtmekle, TCK.nun 509/2. maddesinde öngörülen, kendisine tevdi olunmayan imzalı yazısız kağıdı rıza dışı fırsatını bularak ele geçirip hukukça geçerli bir belge haline getirme eyleminin sahtecilik suçu niteliğinde olduğunu kabul etmiştir.
Öğretide Sulhi Dönmezer; “….. tercih ettiğimiz görüş, bu hükümle sadece cezaya değil ve fakat aynı zamanda 342. maddenin bütününe yollama yapılmış bulunduğudur. Kanun koyucu için sadece cezaya atıf yapmak için 509. maddeye atıf yapılmasına gerek yoktu; kanun koyucu kulağı tersten gösterecek yerde 342. maddedeki cezayı buraya nakledebılirdi. 0 halde atıf bir tür uyarı niteliğindedir, bu gibi hallerde emniyeti suistimal değil sahteciliğin söz konusu olduğuna işaret edilmek ve böylece tereddütler kaldırılmak istenmiştir. Kaldı ki, burada söz konusu olan suçun yapısı emniyeti suistimalden çok farklıdır; enmiyeti suistimal suçunun ön şartı, şeyin, asıl malik ya da zilyedi tarafından suçluya önceden tevdi olunmasıdır. Burada ise herhangi bir tevdi yoktur; imzalı boş kağıt, imza sahibinin iradesi hilafına ele geçirilmektedir.” ( Sulhi Dönmezer, Kişilereve Mala Karşı Cürümler, 11. bası, sy. 453 )
Sahir Erman ; “Açığa imzayı taşıyan kağıt faile verilmiş olmalıdır. Bu itibarla fail, başkasına verilmiş olan böyle bir kağıdı dolduracak olsa, sözkonusu suçu değil tamamen veya kısmen sahte resmi veya özel evrak tanzim etmek cürmünü işlemiş olur.
Bu ön şarttan anlaşılmıştır ki, böyle bir “verme”nin bulunmadığı bütün hallerde, açığa imzayı taşıyan kağıt failin eline geçmişse, bu ele geçme “bertakrib” vuku bulmuş sayılır ve fail hakkında, 509. maddenin 2. fıkrası uyarınca evrakta sahtekârlığa ilişkin hükümler uygulanır.” ( Sahir Erman, Sahtekârlık Suçları, İstanbul-1987, sy. 570 )
Ayhan Önder; “509. maddenin 2. fıkrasında……… fail hakkında belgenin niteliğine göre resmi veya özel evrakta sahtekârlık suçunun cezasının verileceği gösterilmiştir. Belirtelim ki, emniyeti suistimal cürümlerinin düzenlediği fasıl ıçınae Kanunumuzun tespit ettiği bu suç tipine yer veren herhangi bir yabancı kanuna rastlamadık. Failin, imzalı boş kağıdı zarar görenin iradesi -boş kağıt itimat ilişkisi dışında failin elinde olsa dahi- dışında hukukça hükmü haiz bir senet haline getirmesi evrakta sahtekârlıktır.” ( Ayhan Önder, Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler, sy. 431 )
Faruk Erem ise; “Açığa imzalı kağıt, faile, imza sahibi tarafından değil, üçüncü bir şahıs tarafından imza sahibinin muvaffakatı olmasızın “tevdi” edilmişse suç sahtekârlıktır.” ( Faruk Erem, Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku, 3. bası, Ankara 1985, sy. 730 ) diyerek, TCK.nun 509/2. maddesinde yazılı suçun “sahtecilik” suçu olduğu yolunda benzer görüşler ileri sürmüşlerdir.
Gerek açıklanan yargısal kararlarda vurgulanan gerekse yukarıdaki alıntılarda belirtilen ve öğretide geniş katılım bulan görüş doğrultusunda, TCK.nun 509/2. maddesinde yazılı suç, niteliği itibariyle bir sahtecilik suçu olup, koruduğu hukuki yarar belgeye duyulan güvendir. Sahtecilik suçu olmasının doğal sonucu olarak da, mala karşı suçlarda ortak hükümler olan TCK.nun 522, 523 ve 524. maddelerinin bu suç failleri hakkında uygulanması olanağı bulunmamaktadır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olayı değerlendirecek olursak;
Sanık Nusret’in İsmet’e ait bir kısım gayrımenkulleri 1994 yılında haricen satın aldığı ve bedelini ödediği, İsmet’in de adı ve soyadını yazarak pul üzerine ve açığa imza attığı, diğer kısımlarını ise boş bıraktığı matbu bono kağıdını tapuda resmi satış işlemi yapılıncaya kadar geçerli ve ödenen bedele teminat olmak üzere Nusret’e verdiği, bilahare tapuda resmi satış gerçekleştirilmesine, karşılıklı alacak ve borçları kalmamasına ve İsmet tarafından iadesi istenmesine karşın sanık Nusret’in imzalı boş kağıdı İsmet’e ve onun 24.3.1998 tarihinde vefat etmesinden sonra da mirasçılarına iade etmediği, İsmet’in ölümünden sonra imzalı boş bono kağıdının varlığından haberdar olarak doldurup kullanmak üzere kendisine vermesini isteyen sanık Cengiz’in arzusu doğrultusunda, ihtiyaç duyduğu bedeli yazarak doldurması ve tahsil etmesini söyleyerek sanık Cengiz’e verdiği, Cengiz’in de durumdan bilgi sahibi olduğu belirlenen diğer sanık Zekeriya’yla anlaşıp miktar kısmına 153.000.000.000 lira bedel, alacaklı kısmına ise kendi adını yazıp, boş olan diğer kısımları da doldurarak TTK.nun 692 ve 693. maddelerinde yazılı koşulları taşıyan bir bono haline getirmek suretiyle sanık Zekeriya’ya ciro ettiği, bu sanığın da suça konu bonoyu takibe koyduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, açığa imza sahibi tarafından kendisine tevdi olunmayan imzalı yazısız kağıda imza sahibinin rızası dışında zilyet olup, resmi belgeden sayılan bono biçiminde düzenleyen sanık Cengiz’in, kendisine tevdi olunan imzalı boş kağıdı; zilyetliğinden vazgeçerek, hukukça hükmü haiz olacak biçimde doldurup kullanması için sanık Cengiz’e veren sanık Nusret’in ve bertakrib ele geçirildiğini bildiği imzalı boş kağıda hukukça hükmü haiz muamele yazılmasına fikren ve eylem olarak iştirak ederek bu belgeyi kullanan sanık Zekeriya’nın eylemleri TCK.nun 509/2. maddesi delaletiyle 342/1. maddesinde yazılı sahtecilik cürmünü oluşturmaktadır. Yargıtay C. Başsavcılığının, sanık Nusret’in suçunun sabit olmadığına, Sanıklar Cengiz ile Zekeriya’nın eylemlerinin ise TCK.nun 509/1. maddesinde yazılı suçu oluşturduğuna ilişen itirazı bu yönüyle isabetli bulunmadığından reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının ( REDDlNE ), dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 1.5.2001 günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2003/2082
K. 2004/3179
T. 14.4.2004
• İMZALI BOŞ SENEDİN ANLAŞMAYA AYKIRI DOLDURULARAK TAKİBE KONMASI SURETİYLE EMNİYETİ SUİSTİMAL İDDİASI ( Şikayete Tabi Suç Niteliği – Şikayet Süresinden Sonraki Şikayet Nedeniyle Kamu Davasının Düşürülmesine Karar Verileceği )
• SENEDİN ANLAŞMAYA AYKIRI DOLDURULARAK TAKİBE KONMASI SURETİYLE EMNİYETİ SUİSTİMAL İDDİASI ( Şikayete Tabi Suç Niteliği – Süresinden Sonraki Şikayet Nedeniyle Kamu Davasının Düşürülmesi Gereği )
• KAMU DAVASININ DÜŞÜRÜLMESİ GEREĞİ ( Senedin Anlaşmaya Aykırı Doldurularak Takibe Konduğu İddiasının Şikayet Süresi Geçtikten Sonra İleri Sürülmesi )
• ŞİKAYET SÜRESİ DOLDUKTAN SONRAKİ ŞİKAYET ( Kamu Davasının Düşürülmesi Gereği – İmzalı Boş Senedin Anlaşmaya Aykırı Doldurularak Takibe Konması Suretiyle Emniyeti Suistimal Suçunun Takibinin Şikayete Tabi Olması )
• AÇIĞA İMZALI BOŞ SENEDİN ANLAŞMAYA AYKIRI DOLDURULARAK TAKİBE KONMASI SURETİYLE EMNİYETİ SUİSTİMAL ( Şikayete Tabi Suç Niteliği ve Süresinden Sonraki Şikayetin Dinlenemeyeceği )
• EMNİYETİ SUİSTİMAL SUÇU ( Açığa İmzalı Senedin Anlaşmaya Aykırı Doldurularak Takibe Konması Suretiyle İşlenen Suçun Şikayete Tabi Olması – Süresinden Sonraki Şikayet Nedeniyle Kamu Davasının Düşürülmesi Gereği )
765/m.108,509/1
1412/m.151
ÖZET : Sanığın katılandan aldığı imzalı boş senedi anlaşmaya aykırı olarak doldurup İcra takibine geçtiğinin iddia olunmasına göre; eylemine uyan TCK’nun 509/1. madde ve fıkrasındaki suçun takibinin şikayete bağlı olduğu, katılanın 13.10.2000 tarihinde ödeme emrini tebellüğ ederek bu tarihte suçu öğrendiğinin anlaşılması karşısında şikayetin TCK’ nun 108. maddesinde öngörülen 6 aylık yasal süre içinde CMUK’nun 151. maddesinde sınırlı olarak belirlenen kurumlara yapılmaması nedeniyle kamu davasının düşürülmesi yerine yazılı şekilde sanığın beraatine karar verilmesi isabetsizdir.
DAVA : Bedelsiz kalan senedi tahsile koymak suçundan sanık Y.Ç’nin yapılan yargılaması sonunda; beraatine dair B. Asliye Ceza Mahkemesi’nden verilen 25.12.2001 gün ve 2001/360 Esas, 2001/452 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan ve C. Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığı’nın bozma isteyen 26.02.2003 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Sanığın katılandan aldığı imzalı boş senedi anlaşmaya aykırı olarak doldurup İcra takibine geçtiğinin iddia olunmasına göre; eylemine uyan TCK’nun 509/1. madde ve fıkrasındaki suçun takibinin şikayete bağlı olduğu, katılanın 13.10.2000 tarihinde ödeme emrini tebellüğ ederek bu tarihte suçu öğrendiğinin anlaşılması karşısında şikayetin TCK’ nun 108. maddesinde öngörülen 6 aylık yasal süre içinde CMUK’nun 151. maddesinde sınırlı olarak belirlenen kurumlara yapılmaması nedeniyle kamu davasının düşürülmesi yerine yazılı şekilde sanığın beraatine karar verilmesi;
SONUÇ : Yasaya aykırı ve katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı kanunun 322. maddesindeki yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının DÜŞÜRÜLMESİNE, 14.04.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/15050
K. 2009/419
T. 21.1.2009
• HASILAT KİRASI ( Özel Halk Otobüsünün Kiralanmasına İlişkin Sözleşme – Davalının Senet Metninin Sonradan Doldurulduğuna İlişkin İddiasının Açığa Senet Verme Olarak Değerlendirileceği )
• AÇIĞA SENET VERİLMESİ ( Özel Halk Otobüsünün Kiralanmasına İlişkin Sözleşme/Hasılat Kirası – Davalının Senet Metninin Sonradan Doldurulduğuna İlişkin İddiasının Açığa Senet Verme Olarak Değerlendirilmesi Gereği )
• ÖZEL HALK OTOBÜSÜNÜN KİRALANMASINA İLİŞKİN SÖZLEŞME ( Hasılat Kirası – Davalının Senet Metninin Sonradan Doldurulduğuna İlişkin İddiasının Açığa Senet Verme Olarak Değerlendirilmesi Gereği )
1086/m.222
818/m.270
ÖZET : Dava, 2 yıl süreli “özel halk otobüsü kira sözleşmesi”nden kaynaklanan alacak kalemlerinin tahsiline ilişkindir. Kira hasılat kirasıdır. Davalı sözleşmedeki imzanın kendisine ait olduğunu ama metnin sonradan doldurulduğunu iddia etmektedir. Bu savunmanın 1086 Sayılı HUMK kapsamında açığa senet verilmesine dair kurallar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
DAVA : Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 01.11.2007 gününde verilen dilekçe ile alacak istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; mahkemenin görevsizliğine dair verilen 17.04.2008 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, 21.06.2004 başlangıç tarihli 2 yıl süreli kira sözleşmesinden kaynaklanan alacak kalemlerinin tahsiline ilişkindir.
Davalı, davada dayanılan kira sözleşmesinin kendisinin iş akdinden kaynaklanan haklarım tahsil amacıyla açtığı davaya baskı olmak üzere daha önce işten çıkartılma korkusu ile verilen açığa imzalı senet metninin somadan doldurulması suretiyle düzenlendiğini, davacı ile kiralayan-kiracı ilişkisi bulunmadığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, savunma doğrultusunda taraflar arasındaki ilişkinin işçi işveren ilişkisi olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiştir
Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
Dosyada yer alan davalının imzasını inkar etmediği 21.06.2004 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli “özel halk otobüsü kira sözleşmesi” başlıklı sözleşme hukuki niteliği itibariyle düzenlemesi Borçlar Kanunu’nun 270 vd maddelerinde yapılan hasılat kirasına ilişkindir. Gerçekten, yasadaki tanımına göre “hasılat kirası, bir akittir ki onunla kiralayan kiracıya ücret mukabilinde hasılat veren bir malın veya hakkın kullanılmasını ve semerelerinin iktitafını terk etmeyi iltizam eder.
Somut uyuşmazlıkta, davalı 21.06.2004 başlangıç tarihli sözleşmedeki imzanın kendisine ait olmakla birlikte sözleşme metninin sonradan doldurulduğunu savunduğundan, bu savunma ancak HUMK’un 222 vd maddelerince açığa senet verilmesine dair kurallar doğrultusunda değerlendirilebilir. Kuşkusuz, savunmanın doğruluğunun saptanması halinde verilecek hüküm davanın reddine dair olacaktır. Mahkemece, yapılan bu saptamalar ile davada dayanılan hasılat kira ilişkisine dair 21.06.2004 günlü maddi delil olan sözleşme bir yana bırakılarak salt ve taraflar arasında işçi işveren ilişkisi varmış gibi dava dilekçesi yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmemiştir.
Karar, açıklanan nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin yatırılan harem istek halinde yatırana iadesine, 21.01.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.