Alacaklıdan Mal Kaçırma İle İlgili Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/3001
K. 2010/8218
T. 14.10.2010
• TASARRUFUN İPTALİ DAVASI ( Alacaklıdan Mal Kaçırma Amacıyla Borçlu Davalının Taşınmazı Sattığı/İvazlar Arasında Fark Bulunduğu – Tasarrufun İptal Edileceği )
• İVAZLAR ARASI FAHİŞ FARK ( Davalının Alacaklıdan Mal Kaçırma Amacıyla Hareket Ettiği – Fahiş Fark Bulunduğundan Tasarrufun İptaline Karar Verileceği )
• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA KASTI ( Davalı Borçlunun Bu Amaçla Taşınmazı Sattığı/İvazlar Arasında Fark Bulunduğu – Tasarruf İptal Davasının Kabul Edileceği )
2004/m.277, 280
ÖZET : Davacı, davalılardan Ö.’nün borcu sebebiyle yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını, alacaklıdan mal kaçırmak amacı ile kendisine ait taşınmazı diğer davalı G’.ye sattığını, yapılan tasarrufun iptalini talep etmiştir. Mahkemece ivazlar arasında fahiş fark bulunmasıyla davanın kabul edilmesi hukuka uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükümün süresi içinde davalı G. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili davalılardan Ö.’nün müvekkiline olan borcu sebebiyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını ancak alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile kendisine ait taşınmazı diğer davalı G.’ye sattığını öne sürerek yapılan tasarrufun iptalini talep etmiştir.
Davalılardan Ö. davayı kabul ettiğini beyan etmiş, diğer davalı G. davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece ivazlar arasında fahiş fark bulunması sebebiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı G. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, taşınmaz üzerindeki binada göz önüne alındığında ivazlar arasında bir mislinden fazla fark olacağının anlaşılmasına ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalı G. vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan sebeplerle davalı G. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun hükümün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 1.016,08 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı G.’den alınmasına, 14.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/457
K. 2004/4186
T. 27.4.2004
• SSK PRİM BORÇLARINDAN SORUMLULUK ( Alacaklıdan Mal Kaçırmak Maksadıyla İşyerini Kiralamış Görünen Davacı Şirketin Prim Borçlarına Karşı Açtığı Menfi Tesbit Davasının Reddi Gereği – Sözleşmenin İşyeri Devri Niteliğinde Kabul Edilmesi Gereği )
• İŞYERİ DEVRİ ( Alacaklıdan Mal Kaçırmak Maksadıyla İşyerini Kiralamış Görünen Davacı Şirketin Önceki İşverenin SSK’ya Olan Prim Borçlarından Müteselsil Sorumluluğu )
• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMAK İÇİN İŞYERİ DEVRİNİN KİRA GİBİ GÖSTERİLMESİ ( Kiracı Olarak Görünen İşverenin Önceki İşveren Şirketin Prim Borçlarından Müteselsilen Sorumlu Olacağı )
• ÜST DÜZEY YÖNETİCİLERİN PRİM BORÇLARINDAN MÜTESELSİL SORUMLULUĞU ( Mahkemece Davalıların Borçlu Şirketin Üst Düzey Yöneticisi Olup Olmadıklarının Araştırılması Gereği )
• PRİM BORÇLARINDAN SORUMLULUK ( İşyeri Devrinde Devralan İşverenin ve Borçlu İşverenin Üst Düzey Yöneticilerinin de Prim Borçlarından Müteselsilen Sorumlu Olması )
506/m.80,82
ÖZET : 1- 1990 yılında kurulan davacı şirketin 23.69.2002 tarihinde, asıl iştigal konusu otomotiv sanayiinden tamamen farklı tekstil konusunda, üzerinde sayısız haciz ve rehin şerhi bulunan fabrikayı kiralamak yoluyla faaliyete geçmesi, bu faaliyet için 1 trilyon sermaye ayırımı yapmasına karşın peşin olarak 3,6 Trilyon kira ödemesi yapması yaşam deneyimlerine aykırı olup, yapılan işlemlerin alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik danışıklı işlemler olduğu açıktır. Salt prim ve diğer borçlarından kurtulma ve üçüncü kişileri yanıltma amacına yönelik kira ilişkisinin kabulü Yasanın amacına uygun düşmez ve Kanuna karşı hile yapan yeni işverenleri sorumluluktan kurtarmaz. Aksi düşünce, dava konusu alacağın özelliği de dikkate alındığında; çalışanların bir bölümü yönünden sosyal güvenliklerini sağlama görevini üstlenen Sosyal Sigortalar Kurumunun ana gelir kaynağını oluşturan primlerin tehlikeye atılması sonucunu doğurur ve Kurumu mali yönden sıkıntıya düşürür.
2- Diğer Anonim şirket yöneticilerinin sorumluluğuna gelince, 506 sayılı Yasanın 80. maddesinin sondan bir önceki fıkrasında açıkça gösterildiği üzere, kamu tüzel kişileri dışında kalan diğer tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin, işveren prim borçlarından işveren tüzel kişiliği ile birlikte zincirleme sorumlu olacakları hükme bağlamıştır. Üst düzey yönetici veya yetkiliden amaç, tüzel kişinin mali ve idari işlerinde görevli ve yetkili üst düzey yöneticilerdir. Tüzel kişinin prim ve vergi işlemlerini doğrudan yürüten veya bu alanda emir ve direktif verme yetkisine sahip kılınmış kişi yetkili ve sorumlu olarak kabul edilmelidir. Dosya içerisinde; davalıların yetki ve sorumluluğunu bu yönde belirtir şekilde bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu nedenle davacı tüzel kişinin kuruluş statüsü ve görev dağılımına ilişkin bilgi ve belgeler celp edilerek, yukarıda belirttiğimiz niteliklere göre üst düzey yetkililer saptanarak, bu şahısların sorumluluğuna karar verilmelidir.
DAVA : Davacılar, Kurum işleminin iptaliyle, muarazanın men’ini ve dava sonuna kadar işlemlerin durdurulması yönünde tedbir kararı verilmesini istemişlerdir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tülay Çınkı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1- Dava hukuki nitelikçe; işyerinin 506 Sayılı Yasanın 82. maddesi anlamında devir alınmadığı, bu nedenle eski işverenin Kuruma olan sigorta primi ile gecikme zammı ve faiz borçlarından müteselsilen sorumlu bulunmadığının tesbiti ile ödeme emrinin iptali ile sataşmanın giderilmesi istemine ilişkindir.
Bu yönü ile davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 82. maddesidir. Anılan maddede “sigortalıların çalıştırıldığı işyeri devredilir veya intikal ederse, eski işverenin Kuruma olan sigorta primi ile gecikme zammı ve faiz borçlarından aynı zamanda yeni işveren de müteselsilen sorumludur.” hükmü öngörülmüştür.
Somut olayımızda; davacı şirket işyerini 13.09.2002 tarihinde Y. Elyaf A.Ş.’den kiraladıklarını, işyeri devrinin söz konusu olmadığını ileri sürmektedir. Oysa kurum müfettişlerince ifadesi alınan Y. Elyaf A.Ş. ortağı R. P. “işyerini çalışır durumda kiraya verdiklerini, asıl amaçlarının ilerleyen zamanlarda tekrar aynı fabrikanın ortağı olarak faaliyetlerine devam etmek olduğunu” açıkça ifade etmiştir. Yine aynı müfettiş tesbitince; eski işverenin işçilerinin büyük çoğunluğunun davacı şirket tarafından işe alınarak işlerine devam ettikleri de sabittir. 1990 yılında kurulan davacı şirketin 23.69.2002 tarihinde, asıl iştigal konusu otomotiv sanayiinden tamamen farklı tekstil konusunda, üzerinde sayısız haciz ve rehin şerhi bulunan fabrikayı kiralamak yoluyla faaliyete geçmesi, bu faaliyet için 1 trilyon sermaye ayırımı yapmasına karşın peşin olarak 3,6 Trilyon kira ödemesi yapması yaşam deneyimlerine aykırı olup, yapılan işlemlerin alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik danışıklı işlemler olduğu açıktır. Salt prim ve diğer borçlarından kurtulma ve üçüncü kişileri yanıltma amacına yönelik kira ilişkisinin kabulü Yasanın amacına uygun düşmez ve Kanuna karşı hile yapan yeni işverenleri sorumluluktan kurtarmaz. Aksi düşünce, dava konusu alacağın özelliği de dikkate alındığında; çalışanların bir bölümü yönünden sosyal güvenliklerini sağlama görevini üstlenen Sosyal Sigortalar Kurumunun ana gelir kaynağını oluşturan primlerin tehlikeye atılması sonucunu doğurur ve Kurumu mali yönden sıkıntıya düşürür.
2- Diğer Anonim şirketin ortakları davalıların sorumluluğuna gelince; 506 sayılı Yasanın 80. maddesinin sondan bir önceki fıkrasında açıkça gösterildiği üzere, kamu tüzel kişileri dışında kalan diğer tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin, işveren prim borçlarından işveren tüzel kişiliği ile birlikte zincirleme sorumlu olacakları hükme bağlamıştır.
Üst düzey yönetici veya yetkiliden amaç ise, tüzel kişinin mali ve idari işlerinde görevli ve yetkili üst düzey yöneticilerdir. Tüzel kişinin prim ve vergi işlemlerini doğrudan yürüten veya bu alanda emir ve direktif verme yetkisine sahip kılınmış kişi yetkili ve sorumlu olarak kabul edilmelidir. Dosya içerisinde; davalıların yetki ve sorumluluğunu bu yönde belirtir şekilde bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu nedenler davacı tüzel kişinin kuruluş statüsü ve görev dağılımına ilişkin bilgi ve belgeler celp edilerek getirtilip, yukarıda belirttiğimiz niteliklere göre üst düzey yetkililer saptanarak, bu şahısların sorumluluğuna karar verilmelidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan; işyerinin 506 sayılı Yasanın 82. maddesi uyarınca devredildiği ve yeni işveren davalı şirketin sorumlu olduğu, diğer davalıların ise üst düzey yönetici olarak sorumlulukları bulunup bulunmadığı araştırılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz, itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda 1 nolu bentde yazılı nedenlerle oyçokluğu, 2 nolu bentde yazılı nedenlerle oybirliği ile BOZULMASINA, 27.04.2004 gününde karar verildi.
KARŞI OY :
Bozma kararının 2 nolu bendinde açıklanan bozma nedenlerine katılmakla beraber, sayın çoğunluğun 1 nolu bentde yazılı bozma düşüncesine aşağıda yazılı nedenlerle katılmıyoruz.
Uyuşmazlık, 506 sayılı Yasanın 82. maddesi kapsamında işyeri devri olmadığından, kiralayan işverenin borçlarından dolayı davacıların Kuruma borçlu olmadıklarının tespitine, Kurum işleminin iptaline, birleştirilen dava yönünden ayni borç dolayısıyla davacılara tebliğ olunan ödeme emirlerinin iptaline ilişkindir.
506 sayılı Yasanın 82. maddesine göre “sigortalıların çalıştığı işyeri devredilir veya intikal ederse, eski işverenin Kuruma olan sigorta primi ile gecikme zammı ve faiz borçlarından, aynı zamanda yeni işveren de müteselsilen sorumludur. Bu hükme aykırı sözleşmeler muteber değildir.”
82. madde açısından devir ve intikalden söz edebilmek için işyerinin işler ( faal ) bir durumda çalışan sigortalılar ile birlikte intikal etmesi gerekir. İşyerinin gerçek devir ve intikalinde, işyeri değil, onun işvereni değişmekte ve yani işveren, eskisinin halefi olmaktadır.
Somut olayda, davacı A.Ş., Kuruma prim ve gecikme zammı borcu olan A.Ş.’den fabrika işyerini 13.9.2002 tarihli kira sözleşmesi ile 6 aylığına kiralamıştır.
Davacı şirket ile kiralayan arasında düzenlenen kira sözleşmesinde işyerinin faal olduğu yazılı ise de, gerçekte fabrika işyerinde Ocak-2001 tarihinden kiralama tarihine kadar geçen yaklaşık 20 ay süreyle üretim faaliyetinde bulunmadığı, nitekim, fabrika doğal gazının 5.1.2001 tarihinde elektriğin 14.3.2001 tarihinde kesildiği, doğal gazın kiralamadan sonra 25.10.2002 tarihinde, elektriğin 3.10.2002 tarihinde açıldığı, dosyadaki belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Doğal gazı ve elektriği kesilmiş fabrikada üretim faaliyetinde bulunulduğunu kabul etmek yaşam gerçeklerine aykırıdır. Kaldı ki, 3.10.2002 tarihli noter tespit tutanağı ile fabrika işyerinde hiçbir faaliyet olmadığı tespit edildiği gibi bu dönemde üretime ara verildiği SSK müfettişince düzenlenen kayıt inceleme tutanağı ile de belirgindir. Şu halde kiralama tarihinde işyerinin faal durumda olmadığı, sözleşmedeki anılan açıklamanın fabrikadaki makine ve aletlerin kullanıma elverişli bulunduğu anlamında olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, fabrika işyerinin sigortalılar ile birlikte devredilip devredilmediği konusunda mahkemece eksik araştırma ile sonuca varılması usul ve yasaya aykırıdır. Kira sözleşmesi yapıldığı sırada fabrika güvenliğinden sorumlu 17-20 işçinin işyerinde çalışmakta oldukları çekişmesizdir. Mahkemece, fabrikanın normal olarak çalışarak üretimde bulunduğu sırada, kiralayan işveren yanında çalışan sigortalılar ile davacı işveren yanında çalışan sigortalıların, gerek işveren ve gerekse SSK nezdindeki tüm kayıtları getirtilmeli, önceki işveren döneminde çalışan sigortalıların toplam sayısı saptanmalı, gerekirse bir kısmı tanık sıfatıyla dinlenilmeli, toplam sigortalı sayısına göre 17-20 kişi ile yapılan devrin 82. madde anlamında “işyerinin sigortalılar ile birlikte devri” niteliğinde olup olmadığı ve diğer tüm delillerle birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmelidir.
Bundan başka, Kurum yapılan kira sözleşmesinin danışıklı devir işlemi olduğunu savunmuş, davacılar ise, 4 yıllık kira bedeli karşılığı olan 3.600.000.000 TL.’sini 13.9.2002 tarihinde 150.000 ABD Doları, 1.10.2002 tarihinde 10.878 ve 2.028.000 ABD Doları olarak ödediklerini ileri sürerek bazı belgeler sunmuşlardır. Davalının savunması doğrultusunda, kiralama işlemi ile, davacı ve yanca ödenen kira paralarının tacir olan davacı işveren şirket ile önceki kiralayan işveren şirketin ticari defter ve kayıtlarına geçirilip geçirilmediğinin araştırılıp danışık savunmasının diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerekirken bu yön üzerinde durulmaması da yanlıştır.
Öte yandan, davacılara Kurumca gönderilen ödeme emirleri ve ekleri getirtilip incelenmeden ödeme emirlerinin iptali suretiyle sonuca gidilmesi de doğru görülmemiştir.
Açıklanan hukuki ve fiili olgular gözetilerek mahkeme kararının 1 nolu bent yönünden de araştırmaya yönelik olarak bozulması gerekirken, bu konulara değinilmeden sadece kira sözleşmesinin danışığı dayalı olduğu nedeniyle bozulmasına karar verilmesi görüşünde olan sayın çoğunluğun kesin bozma düşüncesine karşıyız.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/1-660
K. 2008/677
T. 5.11.2008
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davacının Taşınmazı Alacaklılardan Mal Kaçırmak Amacıyla Davalıya Temlik Ettiği ve Davalının Bedel İadesine Rağmen Taşınmazı İade Etmediği – Mal Kaçırma Amacının Kesinleşen İlamla Tespit Edilmesinin Tescil Davası Açısından Güçlü Bir Delil Teşkil Edeceği )
• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMAK AMACIYLA TEMLİK ( Asliye Ticaret Mehkemesinde Mal Kaçırmanın Tespit Edildiği/İlamın Kesinleştiği – Tapu İptali Davası Açısından Güçlü Bir Delil Teşkil Edeceği )
2004/m.277
ÖZET : Davacı, maliki olduğu beş parça taşınmazı davalıdan aldığı borca teminat olmak ve diğer alacaklı ve bankalardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik ettiğini, davalının, borçları için ödediği bedeli iade etmek istemesine rağmen, kabul etmeyerek taşınmazları iade etmediğini, Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp kesinleşen ilamda taşınmazların alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik edilidiği hususunun saptandığını ileri sürerek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, davacının taşınmazları satışa çıkarması üzerine satın aldığını, hem taşınmazın üzerindeki ipotekleri kaldırdığını cevaben bildirmiştir. .
Tapu iptali ve tescil davası sonucunda; mahkemece tasarrufun iptaline ilişkin bu davanın inançlı işlem olgusunu kanıtlanamayacağı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş ise de, anılan bu dava davacının mal kaçırmak amacıyla taşınmazları düşük bedelle devrine ilişkin iradesini ortaya koyma yönünden güçlü bir delil teşkil eder. Mahkemece bu husus gözönünde bulundurularak hüküm kurulmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “Tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.2.2007 gün ve 5/81 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 3.12.2007 gün ve 11510-11673 sayılı ilamı ile,
( … Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davada dayanılan hukuki sebebe ilişkin olarak ileri sürülen vakıalar 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanamadığına göre; davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA “ karar verilmiş; davacı Orhan Küçük vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise, 1.H.D.nin 2.4.2008 T 1833-4232 sayılı ilamı ile “…Dava, tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre taraflar arasındaki çekişmenin inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkin olup, davacı tarafından iddiasını ispatlayacak şekilde 05.02.1947 tarih 20/6 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği biçimde taraflar arasında düzenlenmiş bir belge ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.
Ancak, dosya arasında bulunan dava dışı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ( TMSF ) ( Tarişbank ) tarafından eldeki davanın davalısı aleyhine açılan tasarrufun iptali ve davası sonucu İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 tarih 2002/556 esas, 2005/692 karar sayılı kararıyla taraflar arasında yapılan işlemin alacaklıyı zarar uğratmaya yönelik bulunduğu ortada gerçek bir satışın bulunmadığı gerekçesiyle temliki işleme konu taşınmazlardan bir tanesinin alacağı karşılamaya yeterli olduğu kabul edilerek, bu taşınmaz hakkında tasarrufun iptaline karar verildiği ve kesinleştiği görülmektedir.
Hal böyle olunca, söz konusu mahkeme kararının tarafların tapuda yapılan işlemdeki iradelerinin belirlenmesi bakımından değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus göz ardı edilerek bir irdeleme ve değerlendirme yapılmaksızın yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. Anılan husus karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme sonunda anlaşıldığından, davacının karar düzeltme isteğinin HUMK’nun 440.maddesi gereğince kabulü ile Dairenin 3.12.2007 tarih 2007/11510 esas, 2007/11673 karar sayılı onama ilamının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemece kurulan 26.2.2007 tarih 2006/5 esas, 2007/81 karar sayılı hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA…karar verilmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu beş parça taşınmazı davalıdan aldığı borca teminat olmak ve diğer alacaklı ve bankalardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik ettiğini, davalının, borçları için ödediği bedeli iade etmek istemesine rağmen, kabul etmeyerek taşınmazları iade etmediğini, İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp kesinleşen 16.12.2005 tarih, 2002/556 Esas, 2005/692 Karar sayılı ilamda taşınmazların alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik edilidiği hususunun saptandığını ileri sürerek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davacının taşınmazları satışa çıkarması üzerine satın aldığını, hem taşınmazın üzerindeki ipotekleri kaldırdığını, hem de üzerine satış bedeli olarak 100 bin dolar ödediğini, davacının iddiasını yazılı delille kanıtlaması ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece, iddianın yazılı belge ile kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafın bildirdiği İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 tarih ve 556-692 sayılı ilamının incelenmesinde; davacının TMSF ( Tarişbank ), davalıların Hacı ve Orhan olduğu, davanın 44 parsel sayılı taşınmazdaki 1 ve 2 nolu mesken ile, 1 parseldeki 1,2 ve 3 nolu taşınmazların Orhan tarafından Hacı ‘e temlikinde satış bedelinin çok düşük olduğu, tasarrufun alacaklılara zarar vermek kastı ile yapıldığı ileri sürülmek suretiyle, İcra İflas Kanununun 277-278.maddeleri uyarınca tasarrufun iptali istemine ilişkin bulunduğu ve sonuç itibariyle mahkemece “… satış bedelinin resmi senette yazılı olan bedelden daha yüksek olduğunun yazılı belge ile kanıtlanması gerektiği böyle bir belgenin sunulamadığı, satış bedelinin daha yüksek olduğuna dair sadece beyana itibar edilemeyeceği, taşınmazlardan bir tanesinin borcu karşılamaya yeterli olduğu gerekçesi ile “… 44 parseldeki 2 nolu meskenin satışına ilişkin tasarruffun iptali ile takibe konu alacak ve ferileri ile sınırlı olarak alacaklı davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına, diğer taşınmazlarla ilgili isteğin reddine” karar verildiği, 28.03.2006 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar mahkemece tasarrufun iptaline ilişkin bu davanın inançlı işlem olgusunu kanıtlanamayacağı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş ise de, anılan bu dava davacının mal kaçırmak amacıyla taşınmazları düşük bedelle devrine ilişkin iradesini ortaya koyma yönünden güçlü bir delil teşkil eder. Mahkemece bu husus gözönünde bulundurularak, diğer delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Açıklanan nedenlerle; Özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.11.2008 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına ”muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “ açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde, akitlerin kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali ( 7.10.1953 t, 8/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme kararı ) “tarafların üçüncü kişileri, aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmaları”dır. ( 4.HD-9.4.2007 t, 2654/4665 E,K )
Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için a )Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b ) üçüncü kişileri aldatmak ( muvazaa ) niyeti, c ) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.
Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan tespit davası ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne varki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerinin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tesbit ettirmek için açıldığı halde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tesbiti istenir.
Tasarrufun iptali davası, aynı olmayıp kişisel ( şahsi ) bir dava olduğu halde, muvazaa davası ayni bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması halinde dava konusu mal, borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış hale gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hakim tapu kaydının da borçlu adına düzeltilmesine karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği halde, iptal davasının, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir. ( İİK. m.284. )
İİK.nun 277.vd maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.
Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu halde İcra ve İflas Kanununun 277. ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufular özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptali, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılması gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “ iptal davasının sübutu halinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra koğuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, 3. şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür. ( İİK. m.283 )
Somut olayda davacı Orhan , düştüğü ekonomik sıkıntı nedeniyle borçlarını ödeyemediğini, daha önce iş ve arkadaşlık ilişkisi bulunan davalı Hacı ’den borç para aldığını, karşılığında davaya konu toplam beş parça taşınmazı davalıya tapudan satış yoluyla temlik ettiğini, borcunu ödediği halde davalının taşınmazları geri vermediğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, üzerlerinde ipotek bulunan taşınmazları bedellerini ödeyerek davacıdan satın aldığını, satışın gerçek olduğunu davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece davacının iddiasını yazılı delille ispatlaması gerektiğinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine hüküm önce onanmış, karar düzeltme aşamasında daha önce görülen tasarrufun iptal davası sonunda verilen kararın tarafların tapuda yapılan işlemdeki iradelerinin belirlenmesi bakımından değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki davacının ileri sürdüğü inançlı işleme ilişkin vakıaların 5.2.1947 gün 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması gerekir.
İzmir 1.asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 gün 2002/556 E, 2005/692 K sayılı dosyasında davacı TMSF ( Tarişbank ) görülmekte olan davanın davacısı Orhan Küçük ve davalısı Hacı Ertek’i hasım göstermek suretiyle tasarrufun iptali isteğinde bulunmuş, anılan mahkemece İİK.278/III-2 maddesi uyarınca, taşınmaz bedelinin düşük gösterilmesi suretiyle satış yapıldığı gerekçesiyle tasarrufun iptali ile İzmir 1.İcra Müdürlüğünün 2002/3403 sayılı dosyasında takibe konu alacak ve ferileri ile sınırlı olarak alacaklı davacıya ( TMSF- Tarişbank ) taşınmazın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
Kesinleşen bu kararla TMSF ( Tarişbank ) dava konusu beş adet bağımsız bölümden birinin borcunu karşılamasıyla alacağına kavuşmuştur. Geri kalan bağımsız bölümlerle ilgili satış işlemi geçerliliğini korumaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut bakıldığında; davacının inançlı işleme ( taraf muvazaasına ) ilişkin iddiasının yazılı belge ile ıspatı zorunludur ( HUMK.m.290 ). Bu davadan önce görülen İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 gün, 2005/556 Esas 2005/692 sayılı kararının güçlü delil veya HUMK.nun 292. maddesi anlamında ( İddianın tamamen ıspatına yetmemekle beraber, bunun vukuuna delalet eden ve aleyhine ibraz edilmiş olan taraftan sadır olmuş bulunan ) yazılı delil başlangıcı sayılması olanağı da bulunmamaktadır.
Bu durumda davanın reddine ilişkin yerel mahkemece verilen direnme kararının onanması inancı içinde çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/10788
K. 2010/3296
T. 12.4.2010
• TASARRUFUN İPTALİ ( Alacaklıdan Mal Kaçırmak Amacıyla Taşınmaz Hissesini Borçlunun Kendi Annesine Satışı/Satış İşleminin Bağışlama Hükmünde Sayılacağı – İşlemin İptal Edileceği )
• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMAK AMACI ( Borçlunun Taşınmaz Hissesini Annesine Sattığı – Satış İşleminin İptal Edileceği )
• SATIŞ İŞLEMİNİN BAĞIŞLAMA HÜKMÜNDE SAYILACAĞI ( Alacaklıdan Mal Kaçırma Amacıyla Borçlunun Annesine Yaptığı Taşınmaz Satışının Bağışlama Hükmünde Olduğu – İşlemin İptal Edilmesi Gerektiği )
2004/m.277
ÖZET : Davacı vekili, davalı borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacıyla taşınmazın hissesini borçlunun annesine sattığını belirterek tasarrufun iptalini talep etmiştir. Davalı borçlu ile annesi arasındaki satış işleminin bağışlama hükmünde olup iptale tabi olduğu karara hukuka uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda, kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükümün süresi içinde davalı S.Ç. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı borçlu S.Ç.’nin alacaklısından mal kaçırmak amacıyla Pendik, Güzelyalı Mahallesi, 1785 parselde kayıtlı taşınmazının 3/56 hissesini 25.12.2007 tarihinde annesi davalı P.Ç.’ye sattığını belirterek tasarrufun iptalini dava ve talep etmiştir.
Davalı S.Ç. vekili, takip konusu çekle ilgili müvekkilinin davacıya borcu olmadığını, boş olarak imzalatılan 24.12.2007 tarihli haciz tutanağının daha sonra müvekkilinin icra kefili olacak şekilde doldurulduğunu bu konuda görevli memur hakkındaki hazırlık soruşturmasının devam ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı P.Ç. savunma yapmamıştır.
Mahkemece iddia, savunma, toplanan delillere göre, davalı borçlu ile annesi arasındaki satış işleminin bağışlama hükmünde olup iptale tabi olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne İstanbul 1. İcra Müdürlüğünün 2007/16215 Esas sayılı takip dosyasındaki alacak ve ferileriyle sınırlı olarak borçlunun davalı P.Ç.’ye yaptığı 25.12.2007 tarihli Pendik. Güzelyalı Mahallesi, 1785 parsel sayılı taşınmazın 3/56 hisse satışına ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmiş, hüküm davalı S.Ç. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İ.İ.K.nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
SONUÇ : Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, Pendik Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/1340 Hz. 2009/4862 Takipsizlik evrakları içeriğinden borçlunun icra kefilliğinin geçerli olduğu ve hakkındaki takibin kesinleşmiş olmasına, 18.1.2008 tarihli aciz belgesinin iptali yönünden bir karar sunulmamış olmasına, davalı S.Ç. vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükümün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 289, 70 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı S.Ç.’den alınmasına, 12.4.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.