Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası Hakkında Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/1-130
K. 2008/215
T. 7.10.2008
LEHE OLAN YASANIN TESPİTİ (Kasten Öldürme – Hükümlerden Bir Kısmı veya Tamamı 5237 Sayılı Yasa Uyarınca Verilmiş Olsa Bile 765 Sayılı Yasanın 68-77 Maddeleri Uyarınca Cezaların İçtimaına Karar Verilebileceği)
KASTEN ÖLDÜRME (Hükümlerden Bir Kısmı veya Tamamı 5237 Sayılı Yasa Uyarınca Verilmiş Olsa Bile 765 Sayılı Yasanın 68-77 Maddeleri Uyarınca Cezaların İçtimaına Karar Verilebileceği)
CEZALARIN İÇTİMAI (Hükümlerden Bir Kısmı veya Tamamı 5237 Sayılı Yasa Uyarınca Verilmiş Olsa Bile 765 Sayılı Yasanın 68-77 Maddeleri Uyarınca Cezaların İçtimaına Karar Verilebileceği)
KESİNLEŞME KOŞULUNUN ARANMAMASI (Aranmaksızın İçtima Kararının 765 Sayılı TCY’nın İçtimaya İlişkin Hükümlerinin Uygulandığı Yöntem Doğrultusunda Hükümle Birlikte Verilmesi Cihetine Gidileceği)
HÜCREDE TECRİT (İçtima – 765 Sayılı Yasada Ağırlaştırılmış Müebbet (Ağır) Hapis veya Müebbet (Ağır) Hapis Cezasını Gerektiren Suçların Yanında Başkaca Suçların İşlenmesi Halinde Cezanın Mahkemece Takdir Edilecek Bir Süresinin Hücrede Tecrit Edilmek Suretiyle İnfazı Gerektiği)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET (AĞIR) HAPİS VEYA MÜEBBET (AĞIR) HAPİS(Cezasını Gerektiren Suçların Yanında Başkaca Suçların İşlenmesi Halinde Cezanın Mahkemece Takdir Edilecek Bir Süresinin Hücrede Tecrit Edilmek Suretiyle İnfazı Gerektiği)
765/m.68-77, 448
5237/m.35, 42, 62, 81
5271/m.231
6136/m.13
ÖZET: Yerleşik uygulamaya göre, suçun 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olması şartıyla; Yerel Mahkemece her bir suç açısından hangi yasanın lehe olduğunun tespiti ve cezaların o yasa uyarınca belirlenmesinin ardından, hükümlerden bir kısmı veya tamamı 5237 sayılı Yasa uyarınca verilmiş olsa bile 765 sayılı Yasanın 68-77 maddeleri uyarınca cezaların içtimaına karar verilebilecektir. Dolayısıyla; 765 sayılı Yasada ağırlaştırılmış müebbet ( ağır ) hapis veya müebbet ( ağır ) hapis cezasını gerektiren suçların yanında başkaca suçların işlenmesi halinde, cezanın mahkemece takdir edilecek bir süresinin hücrede tecrit edilmek suretiyle infazı gerektiğinden, kesinleşme koşulu aranmaksızın içtima kararının 765 sayılı TCY’nın içtimaya ilişkin hükümlerinin uygulandığı yöntem doğrultusunda hükümle birlikte verilmesi cihetine gidilmesi gerekmektedir.
DAVA: 30.08.2001 tarihinde Dikili ilçesinde bulunan bir çorbacıda meydana gelen ve O. C.’in ölümü, E. A., N. K., K. K., T. K.ile H.D.’ın da yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili olarak; ( diğer sanıklar ve suçlar yanında ) sanık S. D.’ın maktul O.’ı tasarlayarak öldürme, mağdurlar E. ve N.’ı tasarlayarak öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından 765 sayılı TCY.nın 450/4; 450/4,62 ( iki kez ) ve 6136 sayılı Yasanın 13. maddeleri uyarınca; sanık H.D.’ın ise 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan aynı yasanın 13/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davaları sonunda; Bergama Ağır Ceza Mahkemesince 13.12.2002 gün ve 163-211 sayı ile;
“ ( Sanıkların suçları sabit kabul edilerek ) sanık S. D.’ın, ( hakkındaki diğer hükümler yanında );
1-Maktul O. C.’i kasten öldürme suçundan; 765 sayılı Yasanın 448 ve 59. maddeleri uyarınca 20 yıl,
2-Mağdur E. A.’ı öldürmeye tam teşebbüs suçundan; 765 sayılı Yasanın 448, 62 ve 59. maddeleri uyarınca 13 yıl 4 ay,
3-Mağdur N. K.’ı öldürmeye tam teşebbüs suçundan; 765 sayılı Yasanın 448, 62 ve 59. maddeleri uyarınca 13 yıl 4 ay ağır hapis cezaları ile cezalandırılmasına, hakkında her üç suç için ayrı ayrı olmak üzere 31 ve 33. maddelerin uygulanmasına,
4- 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan; 6136 sayılı Yasanın 13/1 ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 118.638.000.TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına, verilen hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 4.745.520 liradan 1.423.656.000 lira ağır para cezasına çevrilmesine, 765 sayılı Yasanın 72. maddesi uyarınca sonuç ağır para cezasının 1.542.294.000 lira olarak içtima ettirilmesine, 765 sayılı TCY.nın 71, 75/2 ve 77/1. maddeleri gereğince verilen cezalar toplanmak suretiyle sanığın sonuç olarak 36 yıl ağır hapis ve 1.542.294.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına; sanık H.D.’ın ise ( hakkındaki diğer hüküm yanında );
1-Mağdur K. K.’ı öldürmeye tam teşebbüs suçundan; 765 sayılı Yasanın 448, 62 ve 59. maddeleri uyarınca 13 yıl 4 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanık hakkında ayrıca 31 ve 33. maddelerin uygulanmasına,
2-6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan; 6136 sayılı Yasanın 13/1 ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 118.638.000.TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına, verilen hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4.maddesi uyarınca günlüğü 4.745.520 liradan 1.423.656.000 lira ağır para cezasına çevrilmesine, 765 sayılı Yasanın 72. maddesi uyarınca sonuç ağır para cezasının 1.542.294.000 lira olarak içtima ettirilmesine, 765 sayılı TCY.nın 75/2. maddesi gereğince verilen cezalar toplanmak suretiyle sanığın sonuç olarak 13 yıl 4 ay ağır hapis ve 1.700.478.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı Yasanın 5. ve 6. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, vekalet ücretine, müsadereye, mahsuba, yargılama giderine, S.’ın tutukluluk halinin devamına, H.’ın tutuklanmasına,…” hükmedilmiştir.
Hükmün diğer bazı sanıklar yanında sanıklar S. ve H.müdafileri tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.05.2004 gün ve 445-1642 sayı ile; “Dikili Cumhuriyet Başsavcılığının 24.10.2001 gün ve 2001/2 sayılı tefrik kararına göre sanıklar S. ile H.’ın 4422 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilerek çıkar amaçlı suç örgütü elemanı olarak Dikili ilçesindeki içkili mahallerin işletmesini ve korumalığını ele geçirmek amacıyla kamu davasına konu 30.08.2001 günlü eylemleri yaptığının ifade edilmesi karşısında;
Yargılama konusu suçların sübutu ve örgüt amacı doğrultusunda işlenmişliğinin belirlenmesi durumunda 4422 sayılı Yasanın 1. maddesi ( 6 ) fıkrasınca cezaların artırılması gerekeceğinden ve bu itiB.la suçların çıkar amaçlı suç örgütü faaliyetleri kapsamında işlenip işlenmediğinin görevli mahkemede tartışılması zarureti ortaya çıktığından,
a ) Dikili Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/2 nolu tefrik kararı uyarınca Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne açılmış bir kamu davasının bulunup bulunmadığının belirlenmesi,
b ) Açılmışsa görevsizlik kararı verilerek, açılmamışsa açtırılıp birleştirilerek Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılamaya devamın sağlanması,
c ) Görevli Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin suçların 4422 sayılı Yasa kapsamında işlenip işlenmediğini değerlendirip anılan yasanın 1. maddesi ( 6 ) fıkrasının uygulanma kabiliyetini de tartışıp hüküm kurması ve sanıklar S. ile F.’in de örgüt elemanı olup olmadığını saptayıp buna göre uygulama yapması gerekirken özel yasa ile görevlendirilen mahkemenin varlığı dışlanmak suretiyle yargıya devamla yazılı biçimde hükümler kurulması…” usule aykırı görüldüğünden hükümlerin “sair cihetleri incelenmeksizin” bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyulmasının ve yapılan araştırma sonucu sanıkların örgüt üyesi olmak suçundan İzmir 1 Nolu DGM’ce yargılanıp beraat ettiklerinin anlaşılması üzerine de; Bergama Ağır Ceza Mahkemesince 05.11.2004 gün ve 226-253 sayı ile; önceki hükümdeki gerekçe ile; aynı hüküm yeniden verilmiştir. Bu hükmün, diğer bazı sanıklar yanında sanıklar S. ve H.müdafileri tarafından da temyiz edilmesinin ardından Yargıtay’a giden dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 15.06.2005 gün ve 100503 sayılı yazı ile, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesindeki yetkiye dayanılmak suretiyle, lehe yasanın tespiti açısından mahalline iade edilmiştir.
Bunun üzerine, Bergama Ağır Ceza Mahkemesince 26.12.2005 gün ve 93-139 sayı ile; “Önceki hükümdeki gerekçe tekrar edildikten ve lehe Yasanın hangisi olduğu tartışıldıktan sonra; sanık S. D.’ın ( hakkındaki diğer hükümler yanında );
1-Maktül O. C.’i kasten öldürme suçundan; 765 sayılı Yasanın 448 ve 59. maddeleri uyarınca ( 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi de dikkate alınarak ) 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığa verilen hürriyeti bağlayıcı 5252 sayılı TCY.nın Yürürlük Yasasının 6. maddesinin i. bendi gereğince değişen niteliğine göre 765 sayılı TCY.nın 31. ve 33. maddelerinin uygulanması olanağı bulunmadığından, bu konuda karar kurulmasına yer olmadığına,
2-Mağdur E. A.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; 5237 TCY.nın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, 5237 sayılı TCY.nın 53/1 a-b-c-d-e bentlerinde belirtilen haklardan işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına ve mahsuba,
3-Mağdur N. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; sanığın 5237 TCY.nın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezadan başkaca arttım ve indirim yapılmasına yer olmadığına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, 5237 sayılı TCY.nın 53/1 a-b-c-d-e bentlerinde belirtilen haklardan işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, mahsuba,
4-6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan; 6136 sayılı Yasanın l3/1. ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca ( 4421 sayılı Yasa, 5252 sayılı Yasanın 5/1 ve 5335 sayılı Yasa ile değişik 5083 sayılı Yasanın 2/son maddesi de gözetilmek suretiyle ) 10 ay hapis ve 117 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 4 YTL den 1.200 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen aynı neviden para cezalarının 765 sayılı TCY.nın 72. maddesi gereğince toplanarak sanığın sonuç olarak 1.317 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına; sanık H.D.’ın ( hakkındaki diğer hüküm yanında );
1-Mağdur K. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; 5237 sayılı TCY.nın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezadan başkaca arttım ve indirim yapılmasına yer olmadığına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, 5237 sayılı TCY.nın 53/1 a-b-c-d-e bentlerinde belirtilen haklardan işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, mahsuba,
2-6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan; sanığın 6136 sayılı Yasanın l3/1. ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca ( 4421 sayılı Yasa, 5252 sayılı Yasanın 5/1 ve 5335 sayılı Yasa ile değişik 5083 sayılı Yasanın 2/son maddesi de gözetilmek suretiyle ) 10 ay hapis ve 117 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 4 YTL den 1.200 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen aynı neviden para cezalarının 765 sayılı TCY.nın 72. maddesi gereğince toplanarak sanığın sonuç olarak 1.317 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, verilen cezalar ile birlikte cezanın miktarı dikkate alınarak 647 sayılı Yasanın 6. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, vekalet ücretine, müsadereye, yargılama giderine, S.’ın tutukluluk halinin devamına…” hükmedilmiştir.
Hükmün diğer bazı sanıklar yanında, sanıklar S. ve H.müdafileri tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 14.03.2007 gün 4048-1471 sayı ile;
“… 1 ) Sanık H.hakkında 02.11.2001 tarihli iddianame ile maktül O.’a yönelik eyleminden dolayı zamanaşımı süresince hüküm kurulması mümkün görülmüştür.
2 ) 13.12.2002 tarihli kararı sanık sıfatlarıyla S. ve H.müdafii temyiz etmiş olup, müdahil sıfatıyla yaptıkları temyizleri bulunmamaktadır. Bu nedenle kendilerine karşı suç işlediği iddia olunan diğer sanıklar hakkında verilen aynı tarihli hükümler temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olduğundan, sanıklar S. ve H.müdafilerinin mağdur müdahil sıfatıyla yaptığı temyiz istemlerinin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
3 ) Sanık H.hakkında mağdur T.’e yönelik müessir fiil suçundan verilen para cezasına ilişkin mahkumiyet kararı, 5219 sayılı Kanunla değişik CMUK’nun 305/1. maddesi uyarınca kesin nitelikte olup, temyizi mümkün olmadığından, sanık H.müdafiinin, bu suça yönelik temyiz talebinin CMUK.nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
4 ) Sanıklar S. ve F. hakkında verilen mahkumiyetlerin tür ve süresine göre sanıklar müdafiinin bu sanıklar yönünden duruşmalı inceleme isteminin CMUK’nun 318. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
5 ) Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıklar S., H., S. ve F.’in suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozma üzerine verilen hükümde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar S. ve H.müdafilerinin temyiz dilekçelerinde ve duruşmalı incelemede, eksik incelemeye, teşdit uygulanmaması gerektiğine, suçların vasfına, tahrikin varlığına, sanık H.hakkında mağdur K.’ e yönelik eylemde sübuta yönelen, sanıklar S. ve F. müdafilerinin sübutun bulunmadığına, suç vasfına ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, Ancak;
a ) Sanıklar S. ve H.hakkında birden fazla suçlardan mahkumiyetlerine karar verildiğine göre, 5237 sayılı Yasa’nın uygulanması durumunda verilebilecek cezalar bakımından içtima olanağı bulunmadığından, 765 sayılı Yasa’ya göre verilmiş hükmün, içtimaının sonucuna göre koşullu salıverme hükümleri dikkate alındığında sanıkların özgürlüğünü daha az kısıtlayacağı, dolayısıyla lehte bulunduğu açıkça anlaşıldığı halde, yazılı şekilde hüküm kurulması,
b ) Sanıkların olayda kullandığı tabancaların olay sonrasında güvenlik görevlilerine teslim edilmiş olması karşısında sanıklar S. ve F. hakkında 5237 sayılı TCK’nun 281/3. maddesinin uygulanma olanağının tartışılmaması ve 765 sayılı TCK ile 5237 sayılı TCK’nun olayla ilgili tüm hükümleri Yargıtay denetimine imkan verecek açıklıkta uygulanarak sonuçlarının karşılaştırılması ve lehe olanın saptanması ile uygulamanın da buna göre yapılmasında zorunluluk olduğunun düşünülmemesi…” isabetsizliğinden bozma kararı verilmiştir.
Bergama Ağır Ceza Mahkemesince 21.09.2007 gün ve 59-115 sayı ile; ( Önceki gerekçeler tekrar edilerek ) diğer sanıklar yanında; sanık S. D.’in ( hakkındaki diğer hükümler yanında ); “ ( önceki hükümlerde direnilmesine )
…1-Maktül O. C.’i kasten öldürme suçundan; 765 sayılı Yasanın 448 ve 59. maddeleri uyarınca 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında 31 ve 33. maddelerin uygulanmasına,
2-Mağdur E. A.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; 5237 sayılı Yasanın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, hak mahrumiyetine, mahsuba,
3- Mağdur N. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; 5237 sayılı Yasanın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, hak mahrumiyetine, mahsuba,
4- Sanığın 6136 sayılı Yasanın l3/1. ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca ( 4421 sayılı Yasa, 5252 sayılı Yasanın 5/1 ve 5335 sayılı Yasa ile değişik 5083 sayılı Yasanın 2/son maddesi de gözetilmek suretiyle ) 10 ay hapis ve 117 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 4 YTL den 1.200 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen aynı neviden para cezalarının 765 sayılı TCY.nın 72. maddesi gereğince toplanarak sanığın sonuç olarak 1.317 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına; sanık H.D.’in ( hakkındaki diğer hüküm yanında );
1-Mağdur K. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan; 5237 sayılı Yasanın 81,35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, koşulları bulunmadığından 5237 sayılı TCY.nın 50 ve 51 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, hak mahrumiyetine, mahsuba,
2- Sanığın 6136 sayılı Yasanın l3/1. ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca ( 4421 sayılı Yasa, 5252 sayılı Yasanın 5/1 ve 5335 sayılı Yasa ile değişik 5083 sayılı Yasanın 2/son maddesi de gözetilmek suretiyle ) 10 ay hapis ve 117 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 4 YTL den 1.200 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen aynı neviden para cezalarının 765 sayılı TCY.nın 72. maddesi gereğince toplanarak sanığın sonuç olarak 1.317 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin ve verilen cezalar ile birlikte cezanın miktarı dikkate alınarak 647 sayılı Yasanın 6. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, müsadereye, yargılama giderine, S.’ın tutukluluk halinin devamına…” hükmedilmiştir.
Kısmen res’en de temyize tabi olan direnme hükmünün; sanık S. müdafi tarafından yasal savunma koşullarının oluştuğuna, suç vasfının maktul O.’a karşı işlenen eylemde kastın aşılması suretiyle öldürme, mağdurlar N. ve E.’a karşı işlenen eylemlerde ise kasten yaralama olduğuna ve öldürme ile yaralama suçlarında ağır düzeyde tahrikin bulunduğuna yönelik olarak; sanık H.müdafii tarafından da, mağdur K.’e karşı işlenen eylemde sübutun bulunmadığına, yasal savunma koşullarının oluştuğuna ve ağır düzeyde tahrik bulunduğuna ve cezanın ertelenmesi gerektiğine yönelik olarak temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen hükümler için “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunda değerlendirme yapılabilmesi için bozma, diğer hükümler yönünden ise onama istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR: Direnme ve temyizin kapsamına göre Ceza Genel Kurulu’ndaki inceleme; sanık S. hakkında; maktul O.’ı kasten öldürme, mağdur E.’ı kasten öldürmeye teşebbüs, mağdur N.’ı kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet; sanık H.hakkında ise; mağdur K.’i kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen hükümlere hasren yapılmıştır.
Bunlar dışında, temyiz davasına konu edilmiş olan sanıklar S. A.ve F. E. ile ilgili hükümler ise Yerel Mahkemece uyulan kısma ilişkin olduklarından Özel Dairece incelenmelidir.
Kapsam bu şekilde tespit edildikten sonra esasa girilmeden önce çözülmesi gereken ilk sorun usule ilişkin bir meseleye dairdir:
02.11.2001 tarihli ilk iddianamede sanık H.hakkında maktul O.’ı öldürme ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından kamu davaları açılmıştır. 25.12.2001 tarihli ek iddianamede sanık H.hakkında açılmış herhangi bir dava bulunmamaktadır. 12.11.2002 tarihli ek iddianamede ise sanık H.hakkında mağdur T.’i kasten yaralama suçundan açılmış bir davaya yer verilmiştir.
Şu durumda, her üç iddianameye de bakıldığında, sanık H.hakkında mağdur K. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan açılmış bir dava bulunmadığı halde ilk hükümden itiB.en sanık H.hakkında mağdur K.’i kasten öldürmeye teşebbüs suçu yönünden mahkumiyet hükümleri verildiği görülmektedir.
Bununla birlikte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dosyanın yeni yasal düzenlemelerin değerlendirilmesi için iade edilmesi üzerine yapılan yargılama sırasında, sanık H.’a, mağdur K.’e karşı olan eylemiyle ilgili olarak 5237 sayılı Yasanın 81/1,35/2,62/1 ve 53. maddeleri uyarınca ek savunma hakkı tanınmıştır.
Sanık H.hakkındaki kamu davalarının açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY.nın 257 ve 258. maddeleriyle, davanın devamı sırasında yürürlüğe girmiş olan 5271 sayılı CYY.nın 225 ve 226. maddelerine göre; “hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen fiil ve faili hakkında verilebilir.” Bir başka deyişle, iddianameye konu edilmemiş olan eylemle ilgili olarak hüküm verilemez. Kaldı ki, ancak söz konusu fiille ilgili olarak kamu davası açılmak suretiyle giderilebilecek bu eksiklik, 1412 sayılı Yasanın 258. veya 5271 sayılı Yasanın 226. maddeleri uyarınca ek savunma verilmek suretiyle de bertaraf edilemez.
Bu nedenlerle; sanık H.hakkında açılmış bir kamu davası bulunmadığı halde, mağdur K. K.’ı öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm verilmesi usule aykırıdır.
Halledilmesi gereken ikinci problem, davanın devamı sırasında ihdas edilen ve daha sonra da kapsamı genişletilen “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin olayımızı ne şekilde etkileyeceği ile ilgilidir:
Olayda sanıklar S. ve H.’ın 6136 sayılı Yasa kapsamında tabanca kullandıklarında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Zira, her ikisi de bu suçu ikrar etmişlerdir. Bu nedenle de, sanıklar hakkında 6136 sayılı Yasanın 13/1 ve 765 sayılı Yasanın 59. maddeleri uyarınca hüküm verilmiş, sonuç olarak verilen hapis cezaları 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca para cezasına çevrilmiştir.
Şu durumda, hüküm tarihinden sonra 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinde yapılan ve hükmedilen sonuç ceza miktarları itibarıyla sanıklar hakkında 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen hükümleri de kapsayacak şekilde genişleme sağlayan lehe değişiklik nedeniyle; 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen hükümlerin “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” yönünden değerlendirmeye tabi tutulması zorunluluğu bulunduğundan, bozulmalarına karar verilmelidir.
Üçüncü ve son sorun olarak ise; sanık S. hakkında; maktul O.’ı kasten öldürme, mağdurlar E. ve N.’ı da kasten öldürmeye teşebbüs suçundan verilen hükümlerin değerlendirilmesi gerekmiştir:
İncelenen dosyada;
Dosyaya konu edilen suçların işlendiği olayın bir tarafında K. B.’da koruma görevlisi olarak çalışan S. ve H.D. kardeşlerin, diğer tarafta ise M. B.’da koruma görevlisi olarak çalışan O., E., K. ve T. ile K.’in babası N. ve T.’in ağabeyi Ü.’ın yer aldığı, ayrıca da iki taraf arasında tam olarak hangi sebepten kaynaklandığı anlaşılamayan bir gerginliğin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Olay gecesi, saat 03.00 sıralarında işlerini bitiren M. B. çalışanları, onlardan kısa bir süre sonra da sanıklar H.ve S. çorbacıya gelmişler ve her iki grup mensubu iki ayrı masa çevresine oturmuşlardır.
Sanıklar, H.ve S.’ın bellerinde silah olduğunu gören K. yerinden hareketlenmiş ve yanına T.’i de alarak dışarı çıkmış, onların bu hareketlerinden huylanan H.da peşlerinden koşarak, onlara yetişmiştir. Daha sona K. ve T. ile H.itişmeye başlamışlardır. O sırada bu gruba müdahale etmek isteyen Ü. yerinden kalkmak istemiş ise de, silah çeken S. tarafından engellenmiştir. Önce silah çekerek Ü.’ı engelleyen S., daha sonra o masanın etrafında oturan herkesi “yerinden kalkanı vuracağı” şeklinde tehdit etmiştir.
Bu arada H.ile K.’in boğuşmaya başlamasının ardından onların bulunduğu taraftan bir el silah patlaması duyulmuş ise de, bu patlamada yaralanan olmamıştır. Ancak, silah sesinin duyulması üzerine, S.’ın olduğu yerdeki masanın etrafında oturanlar kaygılanıp hareketlenmiş, bunun üzerine de S. bu kişilere seri halde ateş etmek suretiyle, O.’ı öldürmüş, E. ve N.’ı da çeşitli yerlerinden yaralamıştır.
Sair yönleri Genel Kurulca inceleneceği belirlenen hükümlerle ilgili olmayan olayın belirtilen şekilde meydana geldiği ile suçların sübutu ve nitelendirilmeleri yönünden; Yerel Mahkeme, Özel Daire ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dosya kapsamı da bu kabul ve uygulamaya uygundur.
Şu halde; Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar S. ve H.’ın eylemleri nedeniyle verilecek hükümler açısından 765 sayılı Yasanın mı, yoksa 5237 sayılı Yasanın mı daha lehe olduğu; başka bir deyişle, bir kısım suçlarla ilgili olarak 765 sayılı Yasa uyarınca, diğer bir kısım suçlarla ilgili olarak ise 5237 sayılı Yasa uyarınca hüküm verilmesi halinde, cezaların içtimanın olanaklı olup, olmadığı konusunda ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekirse; her ne kadar Özel Daire kararında içtima ile ilgili bozmanın kapsamına hem sanık S., hem de sanık H. hakkında verilecek hükümler dahil edilmiş ise de; içtima ile ilgili problem sadece sanık S. hakkında yapılacak uygulamada bahis mevzuudur. Sanık H. hakkında ise, böyle bir problem bulunmamaktadır.
Somut olayda; Yerel Mahkeme, aynı anda bir kişiyi öldürüp, iki kişiyi öldürmeye teşebbüs eden, aynı zamanda da ruhsatsız silah bulunduran sanık S. hakkında, her suç açısından lehe yasanın hangisi olduğunu tespit ettikten sonra, kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçları yönünden 765 sayılı Yasa, kasten öldürmeye teşebbüs suçları yönünden ise 5237 sayılı Yasa uyarınca hüküm vermiş; Özel Dairenin, bu tür bir uygulamanın, 765 sayılı Yasa uyarınca belirlenmiş olan sonuç cezaların içtimaına olanak sağlayan 765 sayılı Yasa uygulamasına göre aleyhe olacağı” yönündeki bozmasına rağmen de bu uygulamasında direnmiştir.
Buna karşılık; her ne kadar dosyaya yansıyan durum itibarıyla, belirtilen konu ile ilgili olarak Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında bir uyuşmazlık var gibi görünüyor olsa da; bu sorunun Genel Kurulca 17.04.2007 tarihinde Yerel Mahkeme hükmüne paralel şekilde çözümlenmiş olması ve ortaya konulan çözümün Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından da benimsenerek uygulamanın yerleşik hale dönüştürülmesi nedeniyle, Ceza Genel Kurulu kararından sonraki tarihler itiB.ıyla bu ihtilaf ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Bir başka deyişle; yerleşik uygulamaya göre, suçun 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olması şartıyla; Yerel Mahkemece her bir suç açısından hangi yasanın lehe olduğunun tespiti ve cezaların o yasa uyarınca belirlenmesinin ardından, hükümlerden bir kısmı veya tamamı 5237 sayılı Yasa uyarınca verilmiş olsa bile 765 sayılı Yasanın 68-77 maddeleri uyarınca cezaların içtimaına karar verilebilecektir.
Dolayısıyla; 765 sayılı Yasada ağırlaştırılmış müebbet ( ağır ) hapis veya müebbet ( ağır ) hapis cezasını gerektiren suçların yanında başkaca suçların işlenmesi halinde, cezanın mahkemece takdir edilecek bir süresinin hücrede tecrit edilmek suretiyle infazı gerektiğinden, kesinleşme koşulu aranmaksızın içtima kararının 765 sayılı TCY’nın içtimaya ilişkin hükümlerinin uygulandığı yöntem doğrultusunda hükümle birlikte verilmesi cihetine gidilmesi gerektiği halde, hükümde içtimaya yer verilmemiş olması bir eksiklik olarak görülmekte ise de; hükümlerin kesinleşmesinden sonra dahi içtima kararı verilebilmesi mümkün görüldüğünden, Yerel Mahkeme’nin direnme hükmü “içtimaya ilişkin sorun itiB.ıyla” ilkeleri Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.04.2007 gün ve 32-97 sayılı kararında ayrıntılı olarak gösterilen yerleşik uygulamaya uygun ve isabetlidir.
Bu itibarla; sair temyiz itirazlarının reddiyle, kısmen res’en de temyize tabi olan ve sanıklar S. ile H.müdafilerinin temyizleri nedeniyle incelenen hükümlerden, sanık H.hakkında mağdur K.’i kasten öldürmeye teşebbüsten verilen hükmün bu konuda dava bulunmadığından sair yönleri incelenmeksizin usulden bozulmasına, sanıklar H.ve S. hakkında 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen hükümlerin sübutunda bir isabetsizlik görülmediğinden, hüküm tarihinden sonra ortaya çıkan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi yönünden değerlendirme yapılması zorunluluğu nedeniyle bozulmasına, sanık S. hakkında maktul O.’ı kasten öldürme, mağdurlar E. ve N.’ı da kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından verilen hükümlerin de, bu hükümlerde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bu suçlardan verilen cezaların 765 sayılı Yasa uyarınca içtimaına ilişkin olarak infaz aşamasında karar alınmasının mümkün görülmesine rağmen, 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan verilen hükmün bozulması ve bu suçla ilgili olarak verilecek yeni hüküm nedeniyle ortaya çıkacak durumun içtima sırasında değerlendirilebilmesinin mümkün kılınması amacıyla bozulmasına karar verilerek dosyanın sanıklar F. E. ve S. A.hakkındaki hükümlerle ilgili temyiz davasına bakmakla görevli Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Bergama Ağır Ceza Mahkemesinin 21.09.2007 gün ve 59-115 sayılı hükmünde yer alan;
a ) Sanık H.D. hakkında mağdur K. K.’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan verilen hükmün sair cihetleri incelenmeksizin usule ilişen nedenlerle,
b ) Sanık H. D. ve sanık S. D. hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan verilen hükümlerin, suçların sübutları ve nitelendirilmelerinde bir isabetsizlik görülmemekle birlikte, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” yönünden değerlendirmeye konu edilmesi zorunluluğu sebebiyle,
c ) Sanık S. D. hakkında maktul O.’ı kasten öldürme, mağdurlar E. ve N.’ı da kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından verilen hükümlerin, suçların sübutları ve nitelendirilmeleri ile sair uygulamalarda bir isabetsizlik görülmemekle birlikte, bozmaya konu edilen 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçuyla ilgili olarak verilecek yeni hükmün içtimaya dahil edilmesinin mümkün kılınması düşüncesiyle,
Kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi, kısmen tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA,
2-Temyiz davasına konu edilmekle birlikte Yerel Mahkemece bozma kararının uyulan bölümüyle ilişkili olan sanıklar S. A.ve F. E. hakkındaki hükümlerle ilgili olmak üzere temyiz incelemesinin yapılabilmesi için dosyanın Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.10.2008 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2009/9-93
K. 2009/308
T. 22.12.2009
DEVLETİN HAKİMİYETİ ALTINDAKİ TOPRAKLARDAN BİR KISMINI DEVLET İDARESİNDEN AYIRMA EYLEMİ (PKK’nın Devletin Otoritesini Yok Etmek Amacıyla İki Öğretmeni Öldürerek Gerçekleştirdikleri Eyleme Öğretmenlerin Oturdukları Evleri Göstermek ve Güven Telkin Ederek Maktullerin Evlerinin Kapılarını Açmalarını Sağlamak Şeklinde Katılan Sanığın Eyleminin Suçu Oluşturduğu)
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARININ İKİ ÖĞRETMENİ ÖLDÜRMESİ (Eyleme Öğretmenlerin Oturdukları Evleri Göstermek ve Güven Telkin Ederek Maktullerin Evlerinin Kapılarını Açmalarını Sağlamak Şeklinde Katılan Sanığın Eyleminin 765 S. TCY’nın 125. Md. sindeki Suçu Oluşturduğu)
LEHE KANUN UYGULAMASI (Devletin Hakimiyeti Altındaki Topraklardan Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırma Eylemi – 5237 S. TCY’nın 302. Md.sindeki Suçu da Oluşturmakta İse de Bu Suçun İşlenmesi Sırasında Başka Suçların İşlenmesi Halinde Ayrı Bu Suçlardan Dolayı da İlgili Hükümlere Göre Cezaya Hükmolunması Gerekeceğinden 765 S. TCY’ndaki Düzenlemenin Daha Lehe Olduğu)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ HAPİS CEZASI (Sanığın Toplumda Etkin Yankılar Doğuracak Biçimde Gerçekleştirdiği Eylem Devletin Topraklarından Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırma Amacına Matuf Fiil Niteliğinde Olduğundan Hakkında 765 S. TCY’nın 65/3. Md.sinin Uygulama Alanı Bulunmadığı)
765/m.65/3,125
5237/m.302
ÖZET: Yasadışı PKK terör örgütü mensuplarının terör örgütü elebaşısının talimatları doğrultusunda örgüte bölgede etkinlik kazandırmak ve bölgede görev yapan devlet memurlarına göz dağı vererek çalışmalarını engellemek suretiyle de devletin otoritesini yok etmek amacıyla iki öğretmeni öldürerek gerçekleştirdikleri matuf eyleme, üzerindeki baskının kalktığı sırada kendi hür iradesiyle köyde öğretmenler olduğunu söylemek, öğretmenlerin oturdukları evleri göstermek ve güven telkin ederek maktullerin evlerinin kapılarını açmalarını sağlamak şeklinde katılan sanığın eyleminin, 765 sayılı TCY’nın 125. maddesindeki suçu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Sanığın, diğer terör örgütü mensupları ile birlikte, örgütsel bağlılık ve ülke genelindeki organik bütünlük içerisinde toplumda etkin yankılar doğuracak biçimde gerçekleştirdiği bu eylem, Devletin topraklarından bir kısmını Devlet idaresinden ayırma amacına matuf fiil niteliğinde olduğundan, hakkında 765 sayılı TCY’nın 65/3. maddesinin uygulama alanı bulunmamaktadır.
Ayrıca, sanığa atılı eylem açıklanan nedenlerle 5237 sayılı TCY’nın 302. maddesinde suçu da oluşturmakta ise de; 302. maddenin 2. fıkrası uyarınca, bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrı bu suçlardan dolayı da ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunması gerekeceğinden, 765 sayılı TCY’ndaki düzenlemenin, 5237 sayılı TCY’ndaki düzenlemeden daha lehe olduğunun kabulü gerekmiştir.
DAVA: Sanık C. T.’ın, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunmak suçundan 4771 sayılı Yasa dikkate alınmak suretiyle 765 sayılı TCY’nın 125 ve 59. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Van 4. Ağır Ceza Mahkemesince oyçokluğu ile verilen ve resen de temyize tabi olan 19.02.2007 gün ve 118-34 sayılı hüküm, sanık müdafii ile sanık lehine olmak üzere Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 12.02.2009 gün ve 16383-1436 sayı ile;
“… Yapılan yargılama sonunda toplanan delillerin karar yerinde yasaya uygun yöntemle tartışılıp değerlendirildiği, maddi olayın saptandığı ve silahlı terör örgütünün ülke topraklarından bir kısmını Devlet hakimiyetinden ayırıp, bu bölgede bağımsız ayrı bir devlet kurmak şeklindeki amacına yönelik olarak gerçekleştirdiği vahim eyleme sanığın fiilen katıldığı kabul edilip, eylemin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğüne ve kovuşturma sonuçlarına göre, suç vasfı doğru olarak tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, sanığın savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya nazaran verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafileri ve C. Savcısının temyiz dilekçeleri ile sanık müdafiinin duruşmalı inceleme sırasında ileri sürdüğü yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, resen de temyize tabi olan hükmün onanmasına…”,
Daire Başkanı Mahmut Acar ve üye Ayşe Doğan’ın;
“Sanık C. T.’ın olay tarihinde ( 25.10.1993 saat 18:00-19:30 suları ) Bitlis İli Merkez Yolalan Köyü Sağlık Ocağı’nda hizmetli olarak çalışıp aynı sağlık ocağına ait lojmanda ikamet ettiği, PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın telsizle verdiği ‘bölgenizdeki bütün Türkleri öldürün’ talimatı ile anılan bölgede bulunan yasadışı PKK terör örgütü üyelerinin bu çağrı üzerine eylem yapmak üzere sanığın ikamet ettiği sağlık ocağı lojmanına gelerek zili çaldıkları, lojmanın birinci katında yemek yapmakta olan sanığın asker oldukları tahmini ile kapıyı açtığı, sayıları tam olarak tespit edilememekle beraber en az dört kişi olan terör örgütü mensuplarının uzun namlulu silahlar ile sanığı iteleyerek içeri girdikleri, lojmanın üst katında bulunan Doktor Turhan T.’nu da üst kattan alt kata indirerek kimlik kontrolü yaptıkları, ‘Bu devlete çalışmayın’ şeklinde sözlerle propaganda yaptıkları, sanığı ve doktoru yan yana getirip karşılarına geçtikleri, eşyalarını dışarı çıkarmalarını, lojmanı yakacaklarını söyledikleri, sağlık ocağının kapısını açtırarak, mevcut ilaçları aldıkları, Hunrej ( KOT ) isimli teröristin sanığı tartaklayarak dövdüğü, dövülen ve üzerine uzun namlulu silahlar çevrili olan sanığın içinde bulunduğu koşullarda, ölüm tehdidi altında panikleyerek kendisini korumak saiki ile hedef göstermek amacı olmaksızın ‘ burada öğretmenler de var. Niçin onlara gitmiyorsunuz?’ şeklinde iradesi dışında bir cümle sarfettiği, bunun üzerine teröristlerin ellerindeki uzun namlulu silahları dayayarak sanık C.’i dışarı çıkarıp öğretmen lojmanlarına götürdükleri, silah tehdidi altında olan sanık C.’in güven telkini ile öğretmenlere kapıyı açtırdıkları ve terör örgütü üyelerince sanığı işin bitti diyerek geri gönderdikleri, Hunrej ( K ) isimli teröristin iki öğretmeni öldürdüğü, bu arada diğer terör örgütü üyelerinin de sağlık ocağı ve öğretmen lojmanlarını ateşe verdikleri, sanığın ve Doktor Turhan’ın birlikte kaçtıkları, yolda kaçmakta olan öldürülen öğretmenlerin eşlerini ve küçük çocuklarını alarak köyün alt tarafındaki derede gizlendikleri, bir saat sonra köye döndükleri, telefon hatları kesik olduğu için jandarmaya haber veremedikleri, Doktor Turhan’ın anlatımına göre derede gizlendikleri sırada köy üzerinde bir aydınlatmanın yapıldığı, sonradan anlaşıldığına göre gece jandarmanın aydınlatma yaptığı ancak köye güvenlik güçlerinin gelemediği, sabah olunca dahi olayı jandarmaya haber vermek için zorluk çekildiği, yolda hiçbir aracın durmadığı, sonunda bir köylüye ait aracın durdurularak güvenlik güçlerinin bulunduğu bölgeye gidildiği ve olayın haber verildiği, olayın geçtiği Yolalan Köyünde herhangi bir emniyet tedbirinin alınmadığı ve güvenlik gücünün de bulunmadığı, güvenli bir bölge olmadığı, izah edilen koşulların mevcudiyetinde atılı suçun işlendiği şeklinde gelişen olayda:
Değerlendirmelerimize gelince,
Suç 25.10.1993 tarihinde gece işlenmiş olup, olaydan hemen sonra 27.10.1993 tarihinde Doktor Turhan T.’nun öldürülen öğretmen Ergin K.’un eşi Ersin K.’un yine öldürülen diğer öğretmen Abdurrahman Nafız Ö.’ın eşi Zeyniye Ö.’ın tanık sıfatı ile ve aynı tarihte ifade sahibi sıfatıyla sanığın ifadesi alınmış, aleyhe yorumlanabilecek herhangi bir değerlendirme yapılamadığından sanık hakkında başkaca bir soruşturma yapılmamıştır.
Bilahare olayın görgü tanığı olduğu ve olaya katıldığı kabul edilen tanık Sami D.’ın ( pişmanlık yasasından yararlanmış itirafçı sanık ) PKK ile üç buçuk yıl Ürperten İtiraflar isimli kitabında yukarıda anılan olaya yer vermesi üzerine sanık hakkında soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır.
Gerek suç tarihinden önce gerekse suç tarihinden sonra ve soruşturma kovuşturma evrelerinde sanık C.’in PKK terör örgütü ile herhangi bir bağlantısı, ilişkisi tespit edilemediği gibi adı geçen terör örgütüne sempati beslediğine dair bir izlenime dahi dosya içinde rastlanılamamıştır.
PKK itirafçısı Sami D. ( Redür kod ):
19.10.1994 tarihli Jandarma Komutanlığı’na verdiği ifadesinde olayın içinde olmadığı izlenimini veren bir ifade tarzı ile ‘… ben erzak temini için gönderildim. Biz ayrıldıktan sonra ana gruba bir talimat gelmesi ile Yolalan Köyüne inilerek köyde öğretmen olup olmadığını araştırırken köyde bulunan iki doktora rastlayıp kimlik kontrolü yapmışlar. Doktorlardan biri Bitlis İlinden diğeri Bingöl İlinden imiş. Daha sonra bu şahıslar bırakılarak köyde öğretmen yok diye geri dönüleceği sırada Bingöl’lü olan doktor ( aslında sanığımız C.’dir ) köyde öğretmenlerin de olduğunu evlerini gösterebileceğini söyleyerek Honrej ( K ) grubunu yanına alarak öğretmenlerin evine götürmüş daha sonra da Honrej (K) iki öğretmeni dışarı çıkararak öldürmüş şeklinde olayı ikinci ağızdan ve sanığı da doktor sıfatıyla tanımlayarak anlatmıştır.
21.10.1994 tarihli savcılık ve sulh hakimliği ifadelerinde ise anılan olayımızdan hiç söz etmemiştir.
Bilahare yukarıda ismi geçen kitabı yayınlandıktan sonra sanık hakkında soruşturma başlatılmış ve 07.03.2002 tarihinde adı geçenin tanık sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.
Tanık bu ifadesinde ‘… Honrej ikisini de hırpalamaya başladı. Bu esnada doktorlardan birisi ‘Burada sadece biz mi varız, öğretmenler de var’ şeklinde bir beyanda bulundu. Bunun üzerine Honrej yanına doktorları alarak lojmanlara yöneldi…’
12.08.2004 tarihli Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesindeki ifadesinde ise ‘Honrej ( KOT ) örgütsel propaganda yaptı. Ayrıca fiziken dövdü. Başka militanlar da dövmüş olabilir. Sağlık ocağından tam ayrılacaktık ki, sanık C. biraz tartaklanıp dayak yemesinden olabilir ‘Burada öğretmenler de var. Niçin onlara gitmiyorsunuz?’ dedi. Amacı dikkati kendi üzerinden dağıtmaktı. Ölüm korkusuyla böyle demiş olabilir …’ şeklinde ifade vermiştir.
Tanık Sami D. bir süre yasa dışı PKK terör örgütü içinde bulunup bizim olayımızda da yer aldığı, bazı eylemlere katılarak bilahare kendiliğinden teslim olup, pişmanlık yasası nedeniyle ceza indiriminden yararlanmış bir isimdir. Sanık sıfatıyla cezasını çekmiş PKK terör örgütüne kendi iradesiyle isyan etmiştir. Bu aşamadan sonra tanığın sanık C.’i koruması veya aleyhinde gerçek olmayan şeyleri gerçekmiş gibi söylemesi için bir neden yoktur.
Tanığın yazdığı kitap ihbar kabul edilmiş, sanığımız hakkında kovuşturma yapılmıştır. Tanığın ifadesinin bir kısmını doğru ve samimi kabul edip, diğer bir kısmını sanık aleyhine doğru ve samimi kabul etmemek ceza hukuku normlarına uymamak demektir. Tanık bütün samimiyeti ile sanık C.’in dikkatleri kendi üzerlerinden dağıtmak üzere ve ölüm korkusu ile böyle bir cümle sarfettiğini izah etmiştir. Tanık, ifadelerinin geniş bölümlerinde ortamın psikolojik durumunu da anlatmıştır. Bu nedenle tanığın değerlendirmesine itibar etmek ve anlatımını sanık lehine yorumlamak gerekmektedir. Sanık da savunmalarında benzer ifadelere yer vermiştir.
Tanık Turhan T.: 27.10.1993 tarihinde hemen olaydan sonra jandarma Komutanlığına verdiği ifadesinde: ‘… kimliklerimizi isteyip kontrol ettiler ve iade ettiler. Evdeki eşyaları dışarı çıkarmamızı söylediler. Ben eşyaları çıkartırken C. T.’a ellerindeki uzun namlulu silahları dayayarak yürü dediler ve yanlarında götürdüler …’
30.05.2002 tarihli Manisa Ağır Ceza Mahkemesindeki anlatımında ise : ‘… Dört yeşil giysili şahıs vardı. Bir şey söylemek istedim. Biri üzerime gelerek beni tersledi. Ben büyük bir korku içindeydim. C.’i ve beni yan yana getirip karşımıza geçtiler. Ellerinde uzun namlulu tüfekler ile karşımıza geçtiler. Ne söylerlerse yapmak zorunluluğunu hissediyorduk. Sağlık ocağının kapısını açtırıp, oradan ilaçları aldılar. C.’i alıp gittiler. Sadece lojmanı yakmaya çalışan biri kalmıştı…’ şeklinde anlatımda bulunmuş, içinde bulundukları ruh halini de bir doktor değerlendirmesiyle de izah etmiştir.
İrdelenmesi gereken husus sanık C.’in sarf ettiği ‘burada sadece biz mi varız? Öğretmenler de var’ şeklindeki ifadesinin teröristlere hedef göstermek onların eylemlerini kolaylaştırmak amacıyla mı söylendiği yoksa sarfedilen bu sözlerin sanığın istemi ve iradesi dışında fiziki ve ruhsal koşulların yarattığı travma altında kendisini korumak içgüdüsü ile ani bir refleks olarak mı sarfedildiğidir.
Sanığın bu sözleri kendi hür iradesi ile istemi dahilinde sarfettiğinin kabul edilmesi halinde sorun yoktur. Amaç suç için araç suç işlenmiş vahim eylem gerçekleştirilmiştir. Sanığa atılı 765 sayılı TCK.nun 125. maddesinde öngörülen suç sübuta ermiş kabul edilecektir.
Ancak azınlık görüşü bu değerlendirmeyi ve çoğunluğun görüşünü paylaşmamaktadır. Zira dosya içeriği bizi böyle bir sonuca, vicdani kanaate götürmemektedir. Değerlendirmeler yapılırken önce suç tarihinden başlamak gerekmektedir. 1993 yılı yasadışı terör örgütü PKK’nın eylemlerinin en yoğun ve en şiddetli olduğu yıllardır. Örgüt sadece Türkleri değil kendilerince ‘Kürt’ diye tanımladıkları etnik grubundan da insanları, özellikle bu kimlikle kamu hizmeti veren insanlarımızı da acımasızca öldürmektedir. Olay yeri tanıkların da izah ettikleri gibi tehlikeli ve güvenli olmayan bir yerdir. Sağlık ocağı, öğretmen lojmanları ve okul yan yana olup, köyün bir kilometre kadar dışındadır. Yani köylüden hemen yardım gelmesi veya gelenlerin köylülerce görülmesi mümkün değildir. Terör örgütü üyeleri de asker kıyafeti ile gelmekte, insanları yanılgıya sevk etmektedirler. Nitekim sanık da gelenlerin asker olduğunu sandım demiştir. Teröristler olayda kararlıdır. Hepsi vahim sayılan uzun namlulu silahlar taşımaktadırlar. Doktoru terslemişler, sanığı dövmüşlerdir. Lojmanı yakacaklarını ve kendilerinin burayı terk etmelerini söylerken, hemen istifa etmelerini de söylemişlerdir. Baskı ve tehdit terkten sonrayı da kapsamaktadır. Sanık savunmalarında lise mezunu olduğunu, birkaç yıl işsiz dolaştıktan sonra belirtilen kamu hizmetini elde edebildiğini ifade etmiştir. Kaldıkları lojmanı yakacaklarını söyleyen ve yakmaya başlayan teröristlerin onları öldürmeyeceklerini düşünemez.
Zira tüm anlatılanlar beş on dakikalar içinde gelişen olaylardır.
Olay başlangıcından bitimine kadar bütünüyle değerlendirilmelidir. Sanık C. kendisine yönelik tehdit altında öğretmenlerin lojmanlarını açtırdıktan sonra yine aynı tehdit altında geri gönderilmiştir.
Sanık, Doktor Turhan ile birlikte köylünün yanına gitmemiş, öldürülen öğretmenlerin kaçmakta olan eşlerine yardım etmek için onlarla gitmiş. Gece derede soğukta ve su içinde bir saat geçirmiş, çocukları taşımış, bir saat sonra da eş ve çocukları köylüye ulaştırmıştır. ( Tanık Ersin K.’un 27.10.1993 tarihli ifadesinde bu olay bütün sıcaklığı ile yansıtılmıştır )
Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın hür iradesi ile baskı altında olmaksızın teröristlere yardım ve eylemlerini kolaylaştırmak amacı ile yukarıda belirtilen sözleri sarfettiğini kabul etmek mümkün değildir.
Azınlık görüşü olarak: Sanığın ( Burada sadece biz mi varız öğretmenler de var ) şeklindeki söyleminin ve silah tehdidi altında öldürülen öğretmenlere lojman kapısı açtırmak şeklindeki eyleminin hür iradesinin ürünü olmadığı, terör örgütüne yardım amacıyla yapılmadığı, içinde bulunduğu şartların etkisi altında tehlikeyi ortadan kaldırmak ( zira tehlike devam etmektedir ) dikkatleri farklı yöne yöneltmek, daha basit bir söylemle can havli ile ölüm korkusunun baskısı altında istem dışı refleks olarak geliştiğini kabul ederek, sanığın atılı suçtan beraat etmesi düşüncesinde bulunduğumuzdan çoğunluk görüşüne iştirak etmediğimizi ifade etmekteyiz…” gerekçelerine dayanan karşı görüşleriyle oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 24.04.2009 gün ve 126185 sayı ile;
“… Yüksek Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin mahkumiyet kararı verilmesini gerektirecek, her türlü şüpheden uzak, yeterli ve inandırıcı delillerin mevcut olup olmadığı noktasındadır.
Suça konu olayın, bölgede faaliyet gösteren yasadışı PKK terör örgütü elemanlarının, örgüt elebaşısının telsizle ‘bölgenizdeki bütün Türkleri öldürün’ şeklindeki talimatı üzerine gruplar halinde civar köylerde eylem yapmak üzere harekete geçtikleri, bir grup teröristin de suç tarihinde sağlık ocağı hizmetlisi olarak görev yapan sanığın bulunduğu köydeki öğretmen lojmanları ile yan yana olan sağlık ocağı ve lojmanlara geldikleri, lojman kapısını açtırıp silahlı bir şekilde içeri giren teröristlerin sağlık ocağı doktoru ve sanığı bir araya getirip bu devlete çalışmamaları gerektiği şeklinde örgüt propagandası yaptıkları, kimlik kontrolü yaptıkları, tartakladıkları, eşyalarını dışarı çıkarmalarını ve lojmanı yakacaklarını söyledikleri, sağlık ocağının kapısını açtırarak ilaçları aldıkları, bu arada sanığın ‘burada öğretmenler de var, niçin onlara gitmiyorsunuz’ şeklindeki ifadesi üzerine teröristlerin sanığa öğretmenlerin bulunduğu lojmanları göstermelerini istedikleri, sanığın da lojmanları gösterdiği ve güven telkin ederek kapıları açtırdığı, teröristlerin de lojmanda eş ve çocukları ile kalmakta olan iki öğretmeni, lojmanın arkasına götürerek öldürdükleri, şeklinde geliştiği ve yerel mahkemenin sanığın eylemini ‘örgütün talimatı doğrultusunda köydeki öğretmenleri öldürmek için gelen teröristlere lojman kapısını gösterip güven telkin ederek açtırarak eylemin icrasını bizzat iştirak ederek kolaylaştırdığı’ gerekçesiyle Devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunmak suçu olarak nitelendirerek mahkumiyet kararı vermiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi oyçokluğuyla kararı onamıştır. Yüksek Dairenin azınlık görüşü ise özetle; sanığın, ‘burada öğretmenler de var, niçin onlara gitmiyorsunuz’ şeklindeki söyleminin ve silah tehdidi altında öldürülen öğretmenlere lojman kapısını açtırmak şeklindeki eyleminin hür iradesinin ürünü olmadığı, terör örgütüne yardım amacıyla yapılmadığı, içinde bulunduğu şartların etkisi altında tehlikeyi ortadan kaldırmak, dikkatleri farklı yöne yöneltmek, ölüm korkusu baskısı ile istem dışı refleks olarak geliştiği ve sanık hakkında beraat kararı verilmesi yönündedir.
Eyleme katılan teröristlerden Sami D. ‘PKK ile 3,5 yıl ürperten itiraflar’ isimli kitabında köy baskını ve öğretmenlerin öldürülmesi olayında sanık hakkında da bir takım iddialar ileri sürmüştür. Bunun üzerine suç tarihi olan 25.10.1993 tarihi ve sonrasında hakkında soruşturma ve suç isnadı bulunmayan sanık hakkında 26.04.2002 tarihinde Van DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca TCK 125, 31, 33, 40. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
C. Başsavcılığımızın itirazını iki noktada değerlendirmek gerekirse;
1- İtirafçı Sami D.’ın kaleme aldığı kitabın içeriğinin yan delillerle desteklenmedikçe, delil olarak kabul edilip hükme esas alınamayacağı;
Sami D., yıllarca birlikte birçok silahlı eyleme katıldığı terör örgütünden ayrılarak itirafçı sanık konumunda yargılanmış ve itiraflarıyla ilgili yukarıda adı geçen kitabı kaleme almıştır. Her ne kadar kitabında anlattıklarının birçoğu genel hatlarıyla ve eylem olarak doğru ise de, şahıs kitabına edebi bir yön katma kaygısıyla zaman zaman anlatımlarında abartılara, süslemelere yer vermiş, onlarca çatışmaya, eyleme ve katliama karıştığı halde kendisini duygusal ve insancıl bir kahraman gibi gösterme çabasına girişmiş ve yine zaman zaman kendisini eylemlerin dışında ve geri planda anlatmaya çalışmıştır. Çünkü aynı zamanda da itirafçı sanık konumundadır ve bu nedenle yargılandığı mahkemece cezalandırılmama kaygısı da taşımaktadır. Bu nedenlerle eylem başlıkları ve tarihleri doğru olsa bile ayrıntılar, örgüt üyeleri arasında geçen konuşmalar, mağdurların davranışları ve diğer tüm detaylar şahsın tek taraflı anlatımından ibarettir ve kanıtlanması neredeyse olanaksızdır. Tüm bu nedenlerle sanığın, ‘burada öğretmenler de var, niçin onlara gitmiyorsunuz’ şeklindeki söyleminin kitabın yazarı tarafından iddia edildiği ve sanığın bu sözleri sarfettiğinin kanıtlanamadığı düşünülmektedir. Çünkü teröristler zaten öğretmenlere yönelik eylem yapmak amacıyla lojmanlara bilerek gelmişlerdir. Öyle ki yakın köyde de aynı tarihte başka bir grup terörist tarafından başka öğretmenler de öldürülmüştür. Yine sanığın bu tür sözler sarfettiği, birlikte kaldığı ve konuşmalara tanık olan ve tanık olarak beyanına başvurulan sağlık ocağı doktoru Turhan T. tarafından da doğrulanmamıştır.
2- Sanığın bu sözleri sarfettiğinin kanıtlandığı varsayıldığı takdirde, sanığın bu sözlerinin ve sarfedildiği aşamadan sonraki eylemlerinin atılı suçu oluşturup oluşturmayacağı;
Yine bu durumda da sanığın üzerine atılı suçun oluşmayacağı düşünülmektedir. Şöyle ki, sanığın örgütle ve örgüt elemanlarının hiçbirisiyle herhangi bir ilişkisi dosyaya yansımamıştır, iddia da edilmemektedir. Örgüt elemanları eylem yapmak amacıyla ve bilinçli olarak lojmanlara gelmiştir. Sanıkla ve öldürülen öğretmenlerle tesadüfen karşılaşmışlardır. Sanık ve sağlık ocağı doktorunun da kamu görevlisi olmaları nedeniyle suç tarihinde can güvenlikleri bulunmamaktadır. 12.08.2004 tarihli mahkeme sorgusunda Sami D., kimlik kontrolü sırasında doktor ve sanığın o bölgenin insanı ve kürt kökenli olduklarının ortaya çıkması nedeniyle öldürülmediklerini beyan etmiştir. Sanığın bu korku dolu dakikalarda ‘burada öğretmenler de var, niçin onlara gitmiyorsunuz’ şeklindeki söyleminin ve silah tehdidi altında, özgür iradesi bulunmadan öğretmen lojmanlarını teröristlere göstererek kapıyı açtırmasının Devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunmak suçunu oluşturmayacağı ve bu nedenlerle sanığın beraatına karar verilmesi gerektiği, hükümde yazılı gerekçelerle sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesinin yasaya aykırı olduğu düşünülmektedir” gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR: Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık; 25.03.1993 tarihinde akşam saatlerinde Bitlis İli, Yolalan Köyü İlköğretim Okulu lojmanlarında oturan iki öğretmenin teröristlerce öldürüldüğü olayda; kendisinin de ikamet ettiği sağlık ocağı lojmanlarına gelen silahlı PKK terör örgütü mensuplarına, yan taraftaki lojmanlarda öğretmenlerin oturduğunu söyleyen ve güven telkin etmek suretiyle öğretmenlerin kapılarını açmalarını sağlayan sağlık ocağı hizmetlisi sanık C. T.’ın eyleminin, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunmak suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
Dosya incelendiğinde;
Olaydan sonra ihbar üzerine olay yerine giden kolluk kuvvetlerince 26.10.2003 tarihinde sabah saat 07.00 sıralarında düzenlenen evraka göre; olayın 25.10.1993 tarihinde saat 20.00 sıralarında meydana geldiği,
Maktullerin oturduğu okul lojmanı ile okul ve sanığın ikamet ettiği sağlık ocağı lojmanının bitişik çevre duvarları içerisinde bulundukları, sanığın lojmanı ile maktullerin lojmanı arasındaki mesafenin 40 metre, lojmanların bulunduğu yer ile köy arasındaki mesafenin ise 1 km. civarında olduğu,
Kolluk kuvvetleri olay yerine ulaştıklarında, okul lojmanının arka tarafında Ergin K. ve Abdurrahman Ö. isimli iki öğretmeni öldürülmüş olarak bulurken, cesetlerin yanında 17 adet kaleşinkof, 5 adet G3 ve 3 adet Diktriyof tüfeğe ait boş kovanın bulunduğunu, okul lojmanının yakılmış olduğunu, sağlık ocağı lojmanının alt katındaki odunlar tutuşturulmak suretiyle yakılmak istendiğini, ölen Ergin K.’un eşi Ersin K. ile 2 çocuğunun ve Abdurrahman Ö.’ın eşi Zeyniye Ö. ile 1 çocuğunun kaçarak Yolalan Köyü’ne sığındıklarını, sağlık ocağı lojmanında bulunan Dr. Turhan T. ve hizmetli C. T. ile teröristlerin sadece konuştuklarını ve teröristlerin bu iki kişiye başka bir şey yapmadıklarını tespit ettikleri,
Olay gecesi aynı bölgede yer alan Düzköy Mahallesi’ndeki okul lojmanına gelen bir başka terörist grubun, karı koca öğretmenler Bayram T. ve Yasemin T. ile 2 yaşlarındaki kızları Betül’ü katlederek, ilkokulu ve okul lojmanını tamamen yaktığı, Üçkardeş Mahallesi’ne gelen terörist grubun ise buradaki okulu ateşe verdiği, Yolalan Köyünde öldürülen her iki maktulün de çok sayıda ateşli silah mermisi isabetiyle öldükleri, Anlaşılmaktadır.
Olaydan hemen sonra yapılan soruşturma sırasında, hakkında kuşku uyandırıcı bir delil elde edilmeyen sanıkla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmamış, sadece diğer görgü tanıklarıyla birlikte C. T.’ın da ifade sahibi sıfatıyla beyanına başvurulmuştur.
Bunun üzerine, Van DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından daimi aramaya alınmış olan dosya; 1991-1994 yılları arasında PKK terör örgütü mensubu olarak çeşitli eylemlere katıldıktan sonra, bu örgütten kaçarak itirafçı olan Redür (K) Sami D.’ın 1996 yılında yayınlanan, “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” isimli kitabından haberdar olunması üzerine, Van Cumhuriyet savcısı tarafından 16.04.2002 tarihinde düzenlenen,
“Ürperten itiraflar isimli kitabın yazarı eski PKK militanı sonradan itirafçı olan Sami D.’ın söz konusu kitapta Bitlis bölgesindeki eylemlerini anlattığı, kitabın incelenmesinde 25.10.1993 tarihinde Bitlis Merkez Yolalan Köyündeki örgüt tarafından katledilen öğretmenler Ergin K. ve Abdurrahman Ö.’ın olayını da anlattığı, sözkonusu olayla ilgili evrakın Van DGM C. Başsavcılığının 1997/948 hazırlık numarası ile faillerinin belli olmaması nedeniyle daimi arama sürecinde olduğu, kitabın incelenmesinde örgüt mensuplarının olay tarihinde Yolalan Sağlık Ocağına geldikleri, sağlık ocağından bir miktar ilaç alıp gidecekleri sırada ocak personeli olan Dr. Turhan T. ile hizmetli C. T.’ın örgüt mensuplarına Yolalan Köyünde öğretmenlerin olduğunu söyleyerek, oraya gitmeleri konusunda örgüt mensuplarını yönlendirdikleri, sanık C. T.’ın üzerinde herhangi bir baskı olmaksızın örgüt mensuplarını alarak öğretmenlerin kapısına gittiği, kapıyı çalarak kendisini tanıttığı ve kapının açılmasını sağlayarak örgüt mensuplarının içeri girmesine yardımcı olduğu, örgüt mensuplarının daha sonra sözkonusu öğretmenleri katlettiği, Dr. Turhan T. ve hizmetli C. T.’a dokunmayarak oradan ayrıldıkları, itirafçı Sami D.’ın anlatımlarından tespit edilmiş, konu ile ilgili Van DGM Cumhuriyet Başsavcısı ile telefon irtibatı kurulmuş, DGM C. Başsavcısının tahkikatın başlaması konusunda talimatı üzerine hazırlık tahkikatına başlanılmış olmakla iş bu tutanak birlikte imza altına alındı” şeklindeki tutanakla yeniden canlandırılmış ve sanık C. hakkında ilk kez bu tarihte soruşturma başlatılmıştır.
Başlatılan soruşturma nedeniyle, 17.04.2002 tarihinde sanığın evinde yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanmamıştır.
Soruşturma tarihine kadar terör örgütü ile bağlantısı olduğuna dair herhangi bir delil elde edilemeyen 05.08.1968 doğumlu sanığın, basit kasten yaralama ve saldırgan sarhoşluk suçlarından 1991, 1992 ve 1993 yıllarına ait ertelenmiş para cezasından ibaret sabıka kayıtları bulunmaktadır.
Olaydan hemen sonra, 27.10.1993 tarihinde ifadesine başvurulan maktul eşlerinden Zeyniye Ö. ve Ersin K., akşamüzeri saat 19.30 sıralarında kapılarının sanık C. tarafından çalındığını ve kapıyı açmakta duraksama yaşayan eşlerinin C.’in ısrarlı ve güven telkin edici sözleri üzerine kapıyı açtıklarını ifade ederlerken, bu ifadelerinde C.’den kuşkulandıklarını ortaya koyan herhangi bir iddiada bulunmamışlar, hatta eşlerinin teröristlerce lojmanın arka tarafına götürüldüğü sırada, C. ile Doktor Turhan’ın da kendileriyle birlikte dereye doğru kaçtıklarını ve derede bir süre beraber gizlendiklerini söylemişlerdir. İtirafçı Sami D.’ın kitabının yayınlanmasından sonra açılan soruşturma sırasında ise, Zeyniye Ö., Alanya Ağır Ceza Mahkemesinde talimatla alınan 21.08.2003 tarihli beyanında, önceki söylediklerini de tekrar ettikten sonra; “olay öncesinde sanık C. T. köyde öğretmenlerin olduğunu söyleyerek, teröristleri lojmanlara getirdi ve kapıyı çalarak onun olduğunu anlamamız üzerine kapıyı açmamızı sağladı. Eğer teröristlere yardım ve yataklık yapmasaydı biz daha önce de yaptığımız gibi üç kat perdelerimizi çektiğimiz için dışarıya ışık sızmıyordu. Kapı çalındığında içeriden ses çıkarmayıp kapıyı da açmadığımız için kendimizi bu şekilde korurduk. Ancak sanık C. kapıyı açmamızı sağlayarak ve ayrıca teröristleri lojmana getirerek eşlerimizin öldürülmesine neden olmuştur” demek suretiyle, sanık hakkındaki kuşkularını açıkça dile getirmiştir.
Yine, 27.10.2003 tarihinde kollukça ifadesine başvurulan görgü tanığı Dr. Turhan T., aynı lojmanda oturduğu ve aynı kurumda çalıştığı C. T.’ı suçlayıcı bir beyanda bulunmayarak ifadesinde “Personelimiz olan C. T. ile beraber sağlık ocağının lojmanında oturuyorduk. Saat 18.30 sıralarında kapı çalındı, ikimiz de kapıya gittik. C. T. kapıyı açtı. Terörist olduğunu anladığım 2 kişi girdi ve sakin olun dedi. Nereli olduğumuzu sordular, söyledik. Kimliklerimizi isteyip kontrol ettiler ve iade ettiler. Evdeki eşyaları dışarı çıkarmamızı söylediler. Ben eşyaları çıkartırken C. T.’a ellerindeki uzun namlulu silahları dayayarak yürü dediler ve yanlarında götürdüler. Ben yalnız kaldım. Daha önce sağlık ocağının kapısını açtırmışlardı ve ilaçları toplamışlardı. Kısa bir süre sonra C. T. yanıma geldi. Ona ne yapacağımızı sordum. Teröristler ona beklememizi söylemişler. Ancak biz kaçmayı düşünüp yürürken öğretmenlerin eşleri ve çocukları yola doğru kaçıyorlardı. Biz de onlara doğru koştuk. Çocukları kucaklarımıza alarak kaçmaya başladık. Derenin karşısındaki çalılıkların içine girdik. Bu esnada silah sesleri duyuyorduk. Alevler de yükselmişti…” demekle yetinmiş ve sabah jandarmaya haber vermekte çektikleri güçlüklerden bahsetmiştir. Sanık C. hakkında soruşturma açılması üzerine, 2002 yılında Manisa Ağır Ceza Mahkemesine verdiği ifadede ise, aynı şeyleri tekrar etmekle birlikte, sağlık ocağındaki telefonların olaydan önce kesilmiş olduğunu, sanki planlı bir durumun bulunduğunu, kendisinin teröristlere hitaben “Heval neden tek bize geldiniz burada öğretmenlerde var şeklinde bir söz söylemediğini” ifade ederken, C.’in de böyle bir söz söylediğinden bahsetmemiştir.
Sanık C. ise, gerek olaydan hemen sonra verdiği ifadede, gerekse hakkında soruşturma başlatıldıktan sonra 2002 yılı içerisinde yaptığı savunmalarda; Dr. Turhan T. ile birlikte oturdukları sağlık ocağı lojmanlarına akşamüzeri gelen silahlı teröristlerin kendilerine kötü davrandıklarını, kimliklerini istediklerini, kendisinin Bitlis’li, doktorun ise Bingöl’lü olması nedeniyle kendilerini öldürmediklerini, daha sonra kendisini öğretmen lojmanlarının olduğu yere götürdüklerini, mecburen onların istediklerini yapmak zorunda kaldığını ve kapıyı çalıp seslenmek suretiyle öğretmenlere kapılarını açtırdığını, daha sonra ise sağlık ocağı lojmanına döndüğünü, öğretmen lojmanlarından çıkan kadınlar ve çocuklarının dereye doğru kaçtıklarını görmesi üzerine de, doktorla birlikte onlara eşlik ettiklerini ve oradan kaçtıklarını söylerken, hem “burada öğretmenler de var niçin tek bize geldiniz” sözünü söylediğini hiçbir aşamada kabul etmemiş, hem de öğretmen lojmanlarına giderek kapıyı çalması eylemini teröristlerin zorlamasıyla gerçekleştirdiğini beyan etmiştir.
Dolayısıyla, mahkumiyet kararı verilirken, özellikle Redür ( K ) Sami D.’ın 1996 yılında basılan “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” isimli kitabındaki anlatımlara ve bu kitabın yazarının ifadelerine dayanıldığı belirlenen somut olayda, sanık C. hakkındaki suçlamanın esasını; kendi evine gelen teröristleri öğretmen lojmanına yönlendirmesi ve öğretmen lojmanlarını kapılarını, maktullere güven telkin ederek açtırması oluşturmaktadır.
Tüm tanıkların birbirini destekleyen ifadeleri ile sanık savunmasından, sanığın öğretmen lojmanlarının kapılarını maktullere güven telkin ederek açtırdığı açıkça anlaşılmakta olup sorun, sanığın bu eylemi kendi hür iradesiyle mi, yoksa teröristlerin zorlamasıyla yaptığı noktasında toplanmaktadır.
Sanığın, kendi lojmanına gelen teröristleri öğretmen lojmanlarına yönlendirdiği yönünde ise, itirafçı Sami D.’ın 1996 yılında yazmış olduğu kitaptaki anlatım ve bu anlatımı destekleyici nitelikteki ifadeleri dışında herhangi bir delil bulunmamaktadır.
Şu halde, diğer delillerde çözümlenemeyen bu hususların açıklığa kavuşturulabilmesi açısından, anılan kitaptaki anlatımın delil olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklığa kavuşturulması ile, itirafçı Sami D.’ın kim olduğunun bilinmesi ve yazdığı kitapla birlikte ifadelerinin de incelenmesi zorunluluk arz etmektedir:
Taraflar bakımından “ispat”, hakim bakımından “sabit görme”, maddi husus bakımından ise “sübut” denilen faaliyetler için kullanılan vasıtalara “ispat vasıtası”, “sübut vasıtası” veya kısaca “delil” denilmektedir. Geçmişte ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeye mecbur olan hakim, bunun için bugünden yararlanmalı ve dünü bugüne dayanarak öğrenmelidir. Bugünden kastedilen ise, bugün mevcut olan ve müşahade edilebilen şey, başka bir deyişle “delil”dir. Maddi gerçeği arayan ceza muhakemesinde “delil serbestliği ilkesi” ( vicdani delil sistemi ) kabul edilmiştir. Her şeyin her şeyle ispatlanabilmesi şeklinde de tanımlanan bu ilkeye göre, akla uygun ( rasyonel ), olayla ilgili ( temsil edici ) ve hukuka uygun elde edilmiş olmak kaydıyla, yargılama konusu olayla ilgili olarak hakimin vicdani kanaatinin oluşumuna elverişli her şey delil olabilecek, diğer ifadeyle, ceza muhakemesinde nelerin delil olabileceği ve delil diye ortaya konulanların delil olabilme ( ispat ) değeri hakim tarafından serbestçe takdir ve tayin edilebilecektir. Bu husus 5271 sayılı CYY’nın 217. maddesinde; ” ( 1 )… deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. ( 2 ) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklinde açıkça ifade edilmiştir. Vicdani delil sistemi tabiri ile ifade edilmek istenen, hem delil serbestliği, hem de delillerin değerlendirilmesi serbestliğidir. ( Prof. Dr. Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. bası, 1986, s. 540 vd; Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 14. bası, s. 592 vd; Prof. Dr. Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. bası, Ankara-1995, s.303; Prof. Dr. Eralp Özgen, Askeri Yargıtay’ın Delil ve Savunma Hakkı Konularına Bakışı, Askeri Adalet Dergisi, Mayıs-1994, s.19; Seydi Kaymaz, Uygulamada ve Teoride Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı ( Yasak ) Deliller, 1997, s.15 )
Dolayısıyla, itirafçı Sami D. tarafından yazılarak, 1996 yılında basıldığı anlaşılan “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” isimli kitaptaki akla uygun, olayla ilgili ve hukuka aykırı olarak elde edilmediği saptanan anlatımlarının delil olarak değerlendirilmesine ve sübutun tek başına veya başka delillerle birlikte bu delile dayandırılmak suretiyle ortaya konulmasına herhangi bir engel bulunmamaktadır. Atılı suçun ağırlığı da bu sonucu değiştirmeyecektir.
Keza, bu kitabın Sami D. hakkındaki hükmün kesinleşmesinden sonra ve bu kişinin hukuki durumunu etkilemeyecek bir zamanda/ortamda yazılmış olması nedeniyle, kitabın yazıldığı tarih itibarıyla sanığı ismen dahi tanımayan yazarın, sanığa suç isnad etmesi için herhangi bir neden de bulunmamaktadır.
Sami D., 13 Temmuz 1992 ile 22 Eylül 1994 tarihleri arasında PKK terör örgütü içerisinde Redür kod adı ile yer almış, bu tarihte ise teslim olarak itiraflarda bulunmuştur. Yapılan yargılaması sonunda Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 12.07.1995 gün ve 666-362 sayılı kararı ile 765 sayılı TCY’nın 125, 55/1, 59 ve 3853 sayılı Yasanın 1. maddeleri uyarınca 2 yıl 4 ay 17 gün ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve temyiz edilmeyen bu hüküm 19.07.1995 tarihinde kesinleşmiştir.
1996 yılında yayınlanan “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” kitabı ile daimi aramaya alınmış olan soruşturmanın tekrar başlatılmasına ve C. T. hakkında da soruşturma yapılmasına neden olan bu şahıs, teslim olduktan sonra 19.10.1994 tarihinde Hizan İlçe Jandarma Komutanlığında vermiş olduğu ilk ifadesinde; ” ( 1993 yılı içerisinde Yolalan köyünün basılması ve üç öğretmen ve bir çocuğun öldürülmesi olayı hakkında bilgi vermesi ile ilgili soru üzerine ) Kod adım Redür’dür. Ben erzak temini için göreve gönderildim, biz ayrıldıktan sonra ana gruba bir talimat gelmesi ile Yolalan Köyüne inerek köyde öğretmen olup olmadığını araştırırken köyde bulunan iki doktora rastlayıp kimlik kontrolü yapmışlar. Doktorlardan birisi Bitlis İlinden, diğeri Bingöl İlinden imiş. Daha sonra bu şahıslar bırakılarak köyde öğretmen yok diye geri dönüleceği esnada Bingöl’lü olan doktor köyde öğretmenlerin de olduğunu, evlerini gösterebileceğini söyleyerek, Honrej ( K )’in grubunu yanına alarak öğretmenlerin evine götürmüş, daha sonra da Honrej ( K ) iki öğretmeni dışarı çıkartarak öldürmüştür” demek suretiyle, kendisini olayın dışında tutan bir anlatımı tercih etmekle birlikte, dikkat çekici biçimde, “teröristlerin köyde öğretmen yok diye döneceği sırada, Bingöl’lü olan doktorun köyde öğretmen bulunduğunu söyleyerek, yerlerini gösterdiği” vurgusunu yapmış, kendisiyle ilgili olarak yapılan soruşturma ve kovuşturma sırasındaki diğer savunmalarında ise aleyhine düzenlenen iddianamede yer almayan bu olaydan bir daha bahsetmemiştir.
Buna karşılık, 1996 yılında yayınlanan ve itirafçı Sami D.’ın PKK terör örgütü içerisinde bulunduğu 3,5 yılda katıldığı veya tanık olduğu olayları anlatan “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” isimli kitabın 88. sayfasından itibaren, somut olayı ilgilendiren Yolalan Köyü’ndeki öğretmen katliamından bahsedilmektedir.
İncelenen kitabın; 90. sayfasında, yasadışı PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan tarafından bölgede kendilerinden izinsiz çalışan T.C kimlikli herkesin, özellikle de öğretmenlerin öldürülmesi yönünde talimat verildiği, 91. sayfasında, bu emir doğrultusunda planlanan eylemlerin gerçekleştirilmesi için gruplar oluşturulduğu, 92. sayfasında, Honrej ( K ) K.asındaki 7 kişilik grubun, öğretmenlere yönelik eylemde bulunmak için Yolalan Köyü’ne indikleri, bunların arasında Redür ( K ) Sami D.’ın da bulunduğu, eylem sivilleri hedef aldığı için daha önceden keşif yapılmadığı, yola çıkılırken okulun yerinin dahi bilinmediği, köye girilirken Abdulkerim isimli bir köylü ile karşılaşıldığı, 93. sayfasında, köylünün konuşma sırasında köyde bir sağlık ocağı olduğundan bahsettiği, teröristlerin de köylüden kendilerini sağlık ocağına götürmesini istedikleri ve köylünün kendilerini sağlık ocağına götürdüğü, 95. sayfasında, teröristlerin sağlık ocağı lojmanının kapısını kendilerini hasta diye tanıtmak suretiyle açtırdıktan sonra, silahlarını göstererek içeri girdikleri, lojmanda bulunan doktor ve hizmetliyi ( kitapta her ikisinden de doktor diye bahsediliyor ) “Burada çalışmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz” şeklinde tehdit ettikleri, bu tehditten etkilenen doktor ve hizmetlinin ise “affedilme karşılığında, hemen oradan ayrılmayı” kabul ettikleri, 96 ve 97. sayfalarında, kimliklerine bakıldığında, “Bitlis’li” ve “Bingöl’lü” olan doktor ve hizmetlinin “Kürt” kökenli olduklarının anlaşılması üzerine, aralarında bunlara ne yapmaları gerektiğini konuştukları, bunları öldürürlerse bölge halkının tepkisiyle karşılaşacakları şeklinde bir değerlendirmede bulundukları, bunların eşyalarına, müzik setlerine, paralarına el konulduğu, diğer eşyaların dağıtıldığı, 98. sayfada, doktor ve hizmetliye, “…Bu seferlik sizi affediyoruz ve buradan hemen şimdi gitmenizi istiyoruz. Gittikten sonra hiç beklemeden istifa edin. Aksi takdirde bir daha ki sefer bu kadar yumuşak olmayız” denildikten sonra, teröristlerin doktor ve hizmetlinin üzerindeki son eşyaları da alarak oradan ayrılmak üzere harekete geçtikleri, 99. sayfada, teröristlerin “Hadi artık gidelim” diyerek tam yola çıkacakları esnada, Bingöl’lü doktorun ( Bingöl’lü doktor olarak ifade edilen bu kişi sanık C. T.’tır ), “Heval neden tek bize geldiniz…Burada öğretmenler de var” dediği, bu sözü duyması üzerine bu kişinin üzerine yürüyen grup başkanı Honrej ( K )’in C.’i “niye şimdiye kadar söylemedin” diyerek tartaklamaya ve ona küfretmeye başladığı, silahına sarılarak iki kişiyi de öldürmeye kalkıştığı, daha sonra da öğretmenlerin kaldığı yerin gösterilmesini istediği, 100. ve 101. sayfalarda, Honrej’in talimatıyla, Sami D.’ın ve yanındaki iki teröristin Bingöl’lü doktoru ( sanık C.’i ) alarak öğretmen lojmanlarına gittiğini, lojman kapısının önüne gelindiğinde Sami D.’ın tarifi üzerine, C.’in kapı zilini çaldığı, kapının arkasına gelen kadının kimsiniz diye seslenmesinin ardından, yine C.’in kendisini tanıtarak, “Açar mısınız, hocamla işimiz var” dediği, daha sonra da öğretmenin gelerek kapıyı açtığı ve teröristlerin içeriye girdikleri, 102. ve 103 sayfalarda, o sırada Honrej’in de diğer öğretmenle birlikte o lojmana geldiği, lojmandaki eşyaları dışarı çıkardıkları, kimi öldürüp kimi öldürmeyeceklerini tartıştıkları, 104. sayfada, öğretmenlerin öldürüldüğü, Sami D.’ın bu duruma çok üzüldüğü, 105. sayfada ise, lojmanların ateşe verildiği, anlatılmaktadır.
Aynı anlatım, Sami D.’ın 14.09.1996 tarihli Türkiye Gazetesi’nde yayınlanan ropörtajında da yer almaktadır.
İtirafçı Sami D.’ın, kitabın yayınlanmasından sonra sanık C. T. hakkında açılan soruşturma sırasında da tanık olarak ifadesine başvurulmuştur. Tanık, Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 07.03.2002 tarihli ifadesinde; “…Bana sormuş olduğunuz 25.10.1993 günü Bitlis Merkez Yolalan Köyünde öğretmenlerin şehit edilmesi olayına ben de katıldım. Ben yasadışı PKK terör örgütü içerisinde faaliyet gösterdiğim yıllarda katıldığım eylemlerle ilgili olarak bir kitap yazdım. Kitabımın adı ‘PKK ile Üç buçuk yıl Ürperten İtiraflar’dır. Bu kitaptan bir nüshasını da size ibraz ediyorum. Bana sormuş olduğunuz Yolalan Köyündeki eylem ile ilgili olarak kitabımın 88 ile 117. sayfaları arasında ayrıntılı açıklamalar yaptım bu açıklamaları aynen tekrar ederim. Olay şu şekilde meydana gelmişti. Ben o tarihlerde yasadışı PKK terör örgütü içerisinde Bitlis-Tatvan bölgesinde faaliyet gösteriyordum. Bölük K.anımız Karker ( K ) idi. Ben Karker ( K )’in açık kimliğini bilmiyorum. Yasadışı PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın ‘Üzerinde Türk kimliği olanları öldürün’ talimatı üzerine, Karker ( K ) Yolalan Köyündeki eylemi yapma kararı aldı. Eylemi yapma gerekçesi olarak da orada çalışan öğretmen ve doktorların daha önceden çalışmamaları için uyarıldığını, doktor ve öğretmenlerin halen çalışmaya devam ettiklerini bu nedenle eylem yapılacağını açıkladı. Karker ( K ) grubu ikiye ayırdı. Fidel ( K )’in bir grubu oldu, diğer grup ise Hunrej ( K )’in grubu idi. Ben Hunrej’in grubunda yer aldım. Ben Fidel ( K )’in açık kimliğini bilmiyorum. Ancak Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılandığını duydum. 1995 yılında yakalanmış ya da teslim olmuş olabilir. Hunrej ( K ) ise Şirvan’da 1994 yılında mayına basarak öldü. Fidel ( K )’in grubu üç kişiden oluşuyordu. Diğer şahısların kod isimlerini şu anda hatırlamıyorum. Benim içinde bulunduğum Hunrej’in grubunda ise 5-6 kişi vardı. Ben şu anda kendi grubumda bulunanların açık kimlik ve kod isimlerini hatırlamıyorum. Ancak kitabımda birtakım kod isimlerden bahsedilmektedir. Bu kod isimleri doğrudur. Ancak hiçbirinin açık kimliğini bilmiyorum. 25.10.1993 günü hava karardıktan sonra Hunrej’in grubu ile birlikte Yolalan Köyüne gittik. Fidel ( K ) kendi grubu ile Yolalan Köyüne gitti. Biz sağlık ocağı lojmanına gittik. Orada bulunan doktor olduğunu bildiğimiz iki kişiyi dışarı çıkardık. Kimliklerine baktık birinin Bingöl’lü, birinin Bitlis’li olduğunu öğrendik. Hunrej ikisini de hırpalamaya başladı. Bu esnada doktorlardan birisi ‘burada sadece biz mi varız, öğretmenler de var’ şeklinde bir beyanda bulundu. Bunun üzerine Hunrej ( K ) yanına doktorları da alarak, öğretmen lojmanlarına doğru yöneldi. Ben kapıyı doktorlara açtırdıklarını biliyorum. Ancak o esnada orada değildim. Sağlık ocağı lojmanlarının oradaydım. Bu nedenle kapıyı açtırdıklarında yanlarında değildim. Öğretmen lojmanlarının kapısı açılmıştı. Kapı açıldıktan sonra biz öğretmen lojmanlarının oraya gittik. Ben orada propaganda faaliyetinde bulundum. Benim propaganda faaliyetinde bulunduğum esnada iki öğretmen ve eşleri vardı. Ben bir çocuğun da uyuyor olduğunu hatırlıyorum, eylemin sonuna doğru o da uyanıp dışarı çıktı. Ben doktorlar öldürülmeyince burada da kimse öldürülmez diye propaganda faaliyetinde bulundum. O esnada Hunrej ( K ) hepsinin öldürülmesi talimatını verdi. Ben de kadınların ve çocuğun öldürülmesine karşı çıktım, Hunrej ( K ) ile tartıştık. O da bana ‘burada K.an benim, benim dediğim olur’ dedi. Ben cezama razıyım kadınların ve çocukların öldürülmesine karşıyım. Daha sonra kadın ve çocuğun öldürülmemesi kabul edildi. Onları diğer bir militan, eşlerinin öldürülmesini göremeyeceği bir yere götürdü. Ben de öldürülme eylemi gerçekleşmeden olay yerinden uzaklaştım, bildiğim kadarı ile iki öğretmeni Hunrej ( K ) kendisi öldürdü. Zaten bana kendisi de öldüreceğini söylüyordu. Ben ayrıldıktan biraz sonra silah sesi geldi öğretmenlerin öldürüldüğünü anladım, daha sonra grup arkamdan gelerek bana yetişti” derken, DGM. C. Savcılığınca yaptırılan 15.07.2002 tarihli fotoğraf teşhisinde; “Van Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Başsavcılığı’nın 26.06.2002 tarih ve 1997/1464 Hazırlık sayılı talimat yazısı ile evrak arasında yer alan iki adet fotoğrafın tanığa gösterilerek sorulması sonrasında; ben daha önce Van DGM. C.Başsavcılığında ifade vermiştim, bu ifademin içeriğini aynen tekrarlarım. Talimat yazısında belirtilen tarihte örgüt üyesiydim. Eylem amacıyla Yolalan Köyüne gidilmişti, aradan uzunca bir süre geçti, ayrıca olay yeri de karanlıktı, ancak bunlara rağmen olay sırasında ‘Heval niye tek bize geldiniz, burada öğretmenler de var’ sözünü söyleyen kişi hatırladığım kadarıyla şudur diyerek fotoğraflardan takım elbiseli kişiyi teşhis etti, fotoğrafın arkası çevrildiğinde bu fotoğrafın arkasında ‘C. Toptaş’ adının yazılı olduğu görüldü. Tanıktan yeniden soruldu: Ben bu kişinin ismini bilmiyorum ancak olaydan sonra bu adı duymuştum, diğer fotoğraftaki şahıs talimatta belirtilen sözleri söylemedi, bu sözler C. Toptaş’ın ağzından çıktı, ifadem bundan ibarettir” şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 12.08.2004 tarihli beyanında ise; “Olay tarihinde yasadışı PKK örgütünde bulunuyordum ve üyesi idim, soruların sonucunda hatırladım, benim de içinde bulunduğum yasadışı PKK örgütüne ait hatırladığım kadarı ile 8-10 kişilik bir grup Bitlis civarında faaliyet gösteriyorduk ve olay günü Yolalan Köyüne hava karardıktan sonra geldik, sağlık ocağına gittik. Hunrej ( K ) adlı kişi bizi K.a ediyordu, sağlık ocağından bir doktor ile bir hizmetliyi dışarı çıkarttık. Hizmetli sonradan fotoğrafından teşhis ettiğim ve hatırladığım kadarı ile sanık C. T. idi. Kimliklerini kontrol ettik. Hunrej kod örgütsel propaganda yaptı ayrıca fiziken dövdü, belki bir başka militan da dövmüş olabilir, aradan zaman geçti. Doktor ve hizmetlinin biri Bingöl’lü, biri Bitlis’li idi. Hunrej kod bunları öldürmeme kararı verdi, sebebi bunların Kürt kökenli olmaları idi. Sağlık ocağından tam ayrılacaktık ki, sanık C., yani hizmetli olan biraz da tartaklanıp dayak yemesinden ötürü olabilir ‘burada öğretmenler de var, niçin onlara gitmiyorsunuz’ dedi. Belki amacı dikkati kendi üzerlerinden dağıtmaktı. Ölüm korkusu ile böyle demiş olabilirdi. Bunun üzerine bu sözler bizim ilgimizi çekti, sağlık ocağı köye yakın bir yerde idi. Öğretmenler nerede oturuyor denildi. Belirttiğim şekilde hizmetli olan sanık C.’den bize evleri göstermesi istenildi, o önde olmak üzere okul lojmanlarına gittik. Sırası ile sanık C. kapıları çalarak güven telkin edip öğretmenlerin kapı açmalarını sağladı. Her iki öğretmen ailesini topladık, o sırada C. işi bittiğinden gönderildi. Benim engellemeye çalışmama rağmen, daha sonra mayına basarak ölen Hunrej kod 2 öğretmeni silahla tarayarak öldürdü, hatta o gece bir başka köyde yine öğretmen ve aileleri öldürülmüştü. Türk kökenli diye öldürmüştü, sonuçta o günkü sağlık ocağı hizmetlisi sanık C. T.’ın eylemi anlattığım şekilde ve anlattığım şartlar içersindedir, söyleyeceklerim bundan ibarettir…” dedikten sonra, tanığa ekli 21.10.1994 tarihli Sulh Ceza Hakimliği ifadesi, aynı tarihli C.Savcılığı ifadesi, 19.10.1994 tarihli jandarma ifadesi, 07.03.2002 ve 15.07.2002 tarihli C.Savcılığı ifadeleri okunarak sorulduğunda, “bu ifadelerim doğrudur” demiştir.
Öğretmenleri öldüren terörist grup içerisinde yer alması nedeniyle, sanık C.’in yargılandığı olayla ilgili olarak tanık olarak ifadesine başvurulan Herekol ( K ) Halil Arslan, soruşturma sırasında, bu köye öğretmenleri öldürmek için gittiklerini ve öğretmenlerin öldürüldüğünü anlatırken, sanıktan ve sağlık ocağına uğradıklarından hiç bahsetmemiş, kovuşturma sırasında ise, olaya katıldığını da inkar etmiştir. Fidel ( K ) Servet Bargiran Çaçan ise; bu olayla ilgili olarak açıklayıcı bir bilgi vermemiştir.
İlkeleri, Ceza Genel Kurulunun 10.12.1990/301-329; 10.06.1991/169-199; 10.02.1992/364-23 17.02.1998/11-35 gün ve sayılı kararlarında belirtildiği üzere;
TCY’nın 125. maddesinde “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya veya Devletin istiklalini tenkise veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse.. cezalandırılır” hükmü yer almaktadır.
Maddede öngörülen “matuf fiil”
a ) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya,
b ) Devletin istiklalini tenkise,
c ) Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya,
Biçiminde sınırlamalı olarak sayılmış olup bu fiiller belli amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli icra hareketleridir.
Bir tehlike suçu olarak düzenlenen bu suç, yukarıda açıklanan belli amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli icra hareketlerinin işlenmiş olması halinde oluşur. Suçun gerçekleşmesi için neticenin gerçekleşmesi aranmaz, esasen netice gerçekleşmişse, artık o fiili cezalandırma olanağı ortadan kalkar. Bu nedenledir ki, yasada belirtilen “ağır zarar sonucunu doğurabilecek nitelik ve nicelikteki icra fiillerine başlandığında, suçun tamamlanmış hali için öngörülen ceza icra hareketlerinde de uygulanır. Ancak, eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun, elverişli olması ve elverişli araçlarla icra hareketlerine başlanmış bulunması hususlarının belirginleştirilmesi gerekir.
Eylemin, “sonucu elde etmeye” elverişli olup olmadığının, soyut ve genel belirleme dışında, eylemin işlenme şekli, zamanı, toplumda husule getirdiği etki, örgütsel bağlılık, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü ile toplum üzerindeki etkinliği ve diğer somut özellikleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle, “amaç suç” niteliğinde bulunan 765 sayılı TCY’nın 125. maddesindeki suçu işlemek amacı doğrultusunda olmakla beraber, bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler maddedeki suçu oluşturmazlar.
Bu haliyle, 765 sayılı TCY’nın 125. maddesi kapsamında “amaç suça” yönelik “matuf fiilin” işlenmesi halinde eylemin tamamlanmış suçun cezası ile cezalandırmak gerekeceğinden, bu suça kalkışma olanaklı bulunmamaktadır.
Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bağımsız ayrı bir devlet kurmak ve bu amaca ulaşmak için silahlı eylemlere girişen yasadışı PKK terör örgütünün silahlı militanları olduğu saptanan 7 kişilik grubun, olay günü örgüt elebaşısı Abdullah Öcalan’ın telsizle verdiği “bölgedeki bütün T.C. vatandaşlarını” öldürün emrini yerine getirme kapsamında, Bitlis İli, Yolalan Köyü’nde bulunan öğretmenleri öldürmek üzere bu köye geldiklerinde, okulun yerini bilmediklerinden ilk olarak sağlık ocağı lojmanına uğradıkları, doktor ve hizmetliye yara bere oluşturmayacak tarzda şiddet ve tehdit uyguladıktan sonra, Bingöl’lü doktor Turhan T. ile Bitlis’li hizmetli C. T.’ın “Kürt kökenli” olduğunun anlaşılması üzerine onları öldürmemeye karar verip sadece bazı eşyalarını almakla yetindikleri, doktor ve hizmetliye de kitabın 98. sayfasında yer aldığı şekliyle, “…Bu seferlik sizi affediyoruz ve buradan hemen şimdi gitmenizi istiyoruz. Gittikten sonra hiç beklemeden istifa edin. Aksi takdirde bir daha ki sefer bu kadar yumuşak olmayız” şeklindeki hitaptan sonra, “Hadi artık gidelim” diyerek, sanık ve doktor üzerindeki tasarruflarına son verdikleri ve oradan ayrılacakları sırada üzerinde herhangi bir baskı bulunmayan sanık C. T.’ın “Heval neden tek bize geldiniz…Burada öğretmenler de var” diyerek, “Kürt kökenli olmadıkları için öldürüleceklerini kesin olarak bildiği” öğretmenleri hedef gösterdiği, bununla da kalmayarak, teröristlerin öğretmenlerinin evinin gösterilmesi ve kapılarının açtırılması yönündeki isteklerini itirazsız olarak kabul ederek bu bağlamda, evlerinden dışarıya ışık sızmaması için pencereye birkaç kat örtü çekmek dahil bir kısım tedbirler almış olan ve kapı çalındığında açmak istemeyen maktullere güven telkin ederek kapının açılmasını sağladığı ve böylece terörist grup tarafından planlanan eylemin gerçekleştirilmesi yolunda onlarla birlikte hareket ettiği, başta bu olaya katılan Sami D.’ın olaydan yaklaşık 2,5 yıl sonra yazdığı “PKK ile 3,5 yıl Ürperten İtiraflar” isimli kitabın 89 ila 117. sayfalarında yer alan açıklamaları olmak üzere, bu açıklamaları doğrulayan aşamalardaki ifadeleri ve sanıkla, maktullerin eşleri Zeyniye ve Ersin’in kapıyı sanığın açtırdığı yönündeki beyanlarından açıkça anlaşılan somut olayda; yasadışı PKK terör örgütü mensuplarının terör örgütü elebaşısının talimatları doğrultusunda örgüte bölgede etkinlik kazandırmak ve bölgede görev yapan devlet memurlarına göz dağı vererek çalışmalarını engellemek suretiyle de devletin otoritesini yok etmek amacıyla iki öğretmeni öldürerek gerçekleştirdikleri matuf eyleme, üzerindeki baskının kalktığı sırada kendi hür iradesiyle köyde öğretmenler olduğunu söylemek, öğretmenlerin oturdukları evleri göstermek ve güven telkin ederek maktullerin evlerinin kapılarını açmalarını sağlamak şeklinde katılan sanığın eyleminin, 765 sayılı TCY’nın 125. maddesindeki suçu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Sanığın, diğer terör örgütü mensupları ile birlikte, örgütsel bağlılık ve ülke genelindeki organik bütünlük içerisinde toplumda etkin yankılar doğuracak biçimde gerçekleştirdiği bu eylem, Devletin topraklarından bir kısmını Devlet idaresinden ayırma amacına matuf fiil niteliğinde olduğundan, Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairenin duraksamasız kararlarında da açıklandığı üzere, hakkında 765 sayılı TCY’nın 65/3. maddesinin uygulama alanı bulunmamaktadır.
Ayrıca, sanığa atılı eylem açıklanan nedenlerle 5237 sayılı TCY’nın 302. maddesinde suçu da oluşturmakta ise de; 302. maddenin 2. fıkrası uyarınca, bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrı bu suçlardan dolayı da ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunması gerekeceğinden, 765 sayılı TCY’ndaki düzenlemenin, 5237 sayılı TCY’ndaki düzenlemeden daha lehe olduğunun kabulü gerekmiştir.
Bu itibarla, Özel Daire onama kararı yerinde görüldüğünden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine ve dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyelerinden M. Metin Kaya;
“Yasadışı PKK terör örgütü ele başı Abdullah Öcalan’ın Garzan Eyalet Komutanlığına verdiği, “bölgenizdeki bütün Türkleri öldürün” telsiz talimatı üzerine, PKK terör örgütü mensuplarının Bitlis İli merkez Yolalan Köyünde eylem yapmaya karar verdiği.
Olay günü geceleyin, Yolalan Sağlık Ocağı’nın kapısını çaldıkları, sanık C. T.’ın kapıyı açtığı, örgüt mensuplarının içeri girip, kimliklere baktıktan sonra, Dr. Turhan T.’nun Bingöl’lü, hizmetli C. T.’ın ise Bitlis’li olduğunu öğrenince, ‘bu seferlik sizi affediyoruz ve hemen buradan gitmenizi istiyoruz. Gittikten sonra hemen istifa edin. Aksi takdirde bir daha ki sefer bu kadar yumuşak olmayız’ dedikleri.
Örgüt mensuplarının, sağlık ocağından ilaç ve tıbbi malzeme alıp ayrılacakları sırada, üzerine uzun namlulu silahlar çevrili olan sanık C.’in, burada öğretmenler de var niçin onlara gitmiyorsunuz? Şeklinde iradesi dışında bir cümle sarf ettiği.
Bunun üzerine teröristlerin, uzun namlulu silahlarıyla, Sanık C.’i dışarı çıkarıp öğretmen lojmanlarına götürdükleri, silah tehdidi altında, maktulleri tanıyan sanık C.’i kullanarak, lojmanın kapısını açtırdıkları, görevi biten sanık C.’i olay yerinden uzaklaştırdıkları, içeride bulunan her iki maktul öğretmeni evden alıp dışarı çıkardıktan sonra, lojmanın arkasına götürüp ateş ederek orada öldürdükleri, dosya içeriği ve tanık beyanlarından anlaşılmıştır.
Terör suçlarında, olaya fer’i fail olarak katılanlar, normal suçlar gibi asli faillerden daha az ceza ile cezalandırılmamakta, asli faile eşit bir ceza ile cezalandırılmaktadır.
765 sayılı Ceza Kanunumuzun, 64 ve 65. maddelerinde belirtildiği gibi, tek bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun, birden fazla kişilerce önceden veya olay sırasında işbirliği yapılarak gerçekleştirilmesi halinde tüm failler hakkında iştirak kuralları uygulanmaktadır.
765 sayılı Ceza Kanunun bu iştirak kuralı,
1- Asli iştirak,
2- Fer’i iştirak, olarak iki bölüme ayrılmaktadır.
Ancak, terör suçlarında, eyleme katılan sanığın, rolü ne olursa olsun, alacakları ceza eşit kabul edilip, feri failler ile asli failler arasında bir ayırım yapılmamaktadır. Devletin birliği ve bütünlüğü amaç suç olarak dikkate alınarak, tüm failler asli fail kabul edilip aynı ceza ile cezalandırılmaktadır.
Normal iştirak kurallarının uygulanmasında ise asli iştirakte, sanıklara fazla ceza uygulandığı halde, feri iştirakte daha az ceza uygulanmaktadır. Terör suçlarında ise, asli iştirak uygulanması ile fer’i iştirak arasında bir fark bulunmamaktadır.
Olayımızın sanığı olan C.’in, sağlık ocağındaki görevi ve eylemdeki davranışları bir özellik arz etmektedir. Sanık C. dağda terörist olmayıp, o esnada sağlık ocağı hizmetlisi olması nedeniyle, zorunlu olarak eyleme katılması nedeniyle, dışardan gönüllü bir vatandaş olarak, teröristlere asli iştirak veya fer’i iştirak olarak katılıp katılmadığı açısından olayın değerlendirilmesi gerekmektedir.
1- Asli İştirak bölümü de iki kısma ayrılmaktadır.
a ) Asli maddi iştirak: Burada, birkaç kişinin, bir cürümün icrasına hep birlikte iştirak ettikleri veya doğrudan doğruya beraber suçu işlemeleri halinde, bu eylemden dolayı tüm sanıklar asli fail olarak sorumludurlar. 765 sayılı TCY’nın 64/1. maddesi gereğince aynı ceza ile cezalandırılırlar.
Sanık C. T.’ın, olayımızda silah alarak diğer faillerle birlikte cürümün icrasına iştirak ettiği veya onlarla beraber doğrudan doğruya, bilerek ve isteyerek, eyleme katıldığı, maktulleri öldürdüğü konusunda hiçbir delil mevcut bulunmadığından asli maddi iştirak şartı bu olayda oluşmamıştır. Gönüllü bir vatandaş olarak, silah alarak eyleme katıldığı mevcut bulunmadığından, asli iştirak şartları mevcut değildir.
b ) Asli manevi iştirak: Eyleme bilfiil katılmayan, ancak başkalarını cürüm işlemeye azmettiren kişidir. Suçu işleyen asli faillerin, yani öldürme olayını gerçekleştiren sanıkların, aklından dahi geçirmediği bir suçu, onların beynine zikredip, para karşılığında veya fikren, onları ikna ederek, yeni bir suç işleme niyet ve kararını, onlara icra ettirmesidir. Böyle başkalarını cürüm işlemeye azmettiren kişiler de 765 sayılı TCY’nın 64/2. maddesi gereğince asli failler gibi aynı ceza ile cezalandırılmaktadır.
Olayımız kısmen bu fıkra ile kaynaşmaktadır. Sanıklar C. ve Turhan’nın söz konusu sağlık ocağında hizmetli ve doktor olarak çalıştıkları, sanık C.’in örgüt mensuplarına kapıyı açtığı, daha önceden tanışmadıkları, örgüt mensuplarının içeri girip, niye burada çalışıyorsunuz? Apo’nun mesajını, duymadınız mı? Buraları terk etmeniz istenmişti’ dedikten sonra C.’in Bitlis’li Turhan’ın Bingöl’lü olduğunu öğrenince ‘bu seferlik sizi affediyoruz ve buradan hemen, şimdi gitmenizi istiyoruz. Gittikten sonra hiç beklemeden istifa edin. Aksi takdirde bir dahaki sefer bu kadar yumuşak olmayız’ demeleri üzerine, sanık ta, ‘neden, tek bize geldiniz, burada öğretmenlerde var’ şeklinde bir hatırlatma yapıp o köyde öğretmenler bulunduğunu örgüt mensuplarına hatırlatmışlardır.
Burada tartışılacak konu: Bu hatırlatma, öğretmenlerin öldürülmesi için midir, yoksa sanık, ‘öğretmenler bizim gibi devlet memuru, onlara karışmıyorsunuz da bize niye istifa et diyorsunuz, biz gidiyorsak onlar da gitsin’ mahiyetinde bir serzenişte mi bulunmuştur.
Örgüt mensupları, olayın başından sonuna kadar, sanıklara istifa etmek, görevini terk etmek, sağlık ocağından ayrılıp gitmek konusunda tehditlerde bulunmuşlardır. Başka yere tayinini yapamadığı takdirde, memuriyetten istifa etmek zorunda kalacak olan sanık C., örgüt mensuplarına öğretmenleri hatırlatırken, öğretmenlerin öldürülmesini değil, onların da istifa etmeleri, görevlerini terk etmeleri, okuldan ayrılıp gitmeleri, gerektiğini hatırlatmak istemiştir.
Maktullerin öldürülmesi fikri, sanık C.’in aklından bile geçmemiştir. Olayın başından sonuna kadar, görevin terk edilmesi tartışılmaktadır. Sanık C. lojmanı örgüt mensuplarına gösterirken aralarında, maktullerin öldürülmesi konusunda, bir anlaşma söz konusu değildir. Örgüt mensupları, Sanık C.’den ayrıldıktan sonra, lojmanın arkasına giderek, bu öldürme fikrini sanık C. dışında, kendi aralarında yeni ve ani bir kastla öldürmeyi gerçekleştirmişlerdir. Ölümler gerçekleşinceye kadar sanık C. maktullerin öldürüleceğinden habersizdir.
Sanık C., eyleme katılırken kendi iradesi ile hareket edememektedir. Örgüt mensupları tarafından yönetilmektedir. Dolayısıyla maktulleri öldürmek için, örgüt mensupları ile anlaşarak eylemin neticesini bilerek ve isteyerek azmettirdiği söylenemez.
2- Fer’i İştirak :
a- Suç işlemeye teşvik: Asli fail olan örgüt mensuplarının bilinç altında, önceden mevcut bulunan suç işleme kararlarını, sanık C.’in de davranışları ile onları suça teşvik edip eylemi destekleyip, desteklemediği hususu,
b- Zorunlu Fer’i İştirak: Sanık C.’in iştiraki olmaksızın bu eylemin icrası mümkün olup olmaması konusu,
Tüm bu fer’i iştirak şartlarından hangisi yönünden bakılırsa bakılsın, hepsinde kast unsurunun bulunması gerekmektedir. Olayda aranan kast unsuru, suçun eylemi ve neticesini bilerek ve isteyerek işlenmesi iradesidir.
Örneğin, teröristler, öğretmenleri öldürmek için silahlarını, maktullere yönelterek ateş etmeleri ile, öldürme suçunu bilerek ve isteyerek doğrudan kastla suçu işlemişlerdir.
Sanık C.’in de örgüt mensuplarını, öğretmenleri öldürmeye teşvik ederek, onlarla anlaşarak bu amaçla lojmanı göstermeye gittiği, konusunda hiçbir delil mevcut bulunmamaktadır.
Sanık C. lojmanı göstermeseydi bu şekilde zorunlu iştiraki olmasaydı eylem gerçekleşmezdi, denilebilir. Ancak, örgüt mensupları ile anlaşarak, öğretmenlerin öldürülmesi için lojmanı göstermiş değildir. Bu şekilde zorunlu iştirak şartında aranan kast unsuru ise oluşmamıştır.
Teröristlerin yanında, sanık değil, mağdur durumunda bulunan sanık C.’in ‘burada öğretmenler de var’ şeklinde söz sarf etmesi dışında tüm davranışları iradesi dışında gerçekleşmiştir.
Sanık C.’in ‘burada öğretmenler de var’ şeklinde söz sarf etmesi ile maktullerin öldürülmeleri arasında bir illiyet bağı bulunmamaktadır. Aynı şekilde, kendi iradesi ile sarf ettiği bu cümle sonucunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması hukuk kurallarına uymamaktadır.
Bu sözlerin öldürmeyi gerektirecek, bir neden ve sebebi bulunmadığı halde, tahminlere, tali nedenlere dayanılarak kastın varlığından bahsedilemez.
Tüm bu hususlar dikkate alınarak; şüpheden sanık yararlanır kuralı gereğince, itirazın kabulü ve sanığın beraatına karar verilmesi görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer 10 Genel Kurul üyesi ise, “sanığın, kendi hür iradesiyle hareket ettiği yönünde yeterli delil bulunmayan olayda; 7 kişilik silahlı teröristin baskı ve tehdidi altında iken, teröristlerin ilgisini başka tarafa çekmek amacıyla bazı sözler söylemek ve silah zoru ile maktullerin kapılarına gidip güven telkin etmek suretiyle kapıları açtırmaktan ibaret eyleminden sorumlu tutulamayacağı” gerekçesiyle,
İtirazın kabul edilmesi gerektiği yönünde karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, Van 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.12.2009 günü yapılan birinci müzakerede gerekli çoğunluk sağlanamadığından, 22.12.2009 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2005/1342
K. 2005/1473
T. 30.5.2005
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET AĞIR HAPİS (4616 Sayılı Yasanın 1. Maddesinin 2. Bendinin Hiçbir Şekilde Uygulanma Olanağı Bulunmadığı – Bu Cezadan Ayrıca 10 Yıllık İndirim Yapılması Yolundaki Kararın İsabetli Olmadığı)
ON YILLIK CEZA İNDİRİMİ (“Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası Yönünden 4616 Sayılı Yasanın 1. Maddesinin 2. Bendinin Hiçbir Şekilde Uygulanma Olanağı Bulunmadığı – Bu Cezadan Ayrıca 10 Yıllık İndirim Yapılması Yolundaki Kararın İsabetli Olmadığı)
YAĞMA SUÇUNU KOLAYLAŞTIRMAK MAKSADIYLA ADAM ÖLDÜRME(“Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası Yönünden 4616 Sayılı Yasanın 1. Maddesinin 2. Bendinin Hiçbir Şekilde Uygulanma Olanağı Bulunmadığı – Bu Cezadan Ayrıca 10 Yıllık İndirim Yapılamayacağı)
4616/m.1
ÖZET: Hukukumuza 5218 sayılı Yasa İle giren ve infaz koşulları ayrıca belirlenen “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası yönünden 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendinin hiçbir şekilde uygulanma olanağı bulunmadığından, bu cezadan ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendi gereğince 10 yıllık indirim yapılması yolundaki karar isabetli değildir.
DAVA: Yağma suçunu kolaylaştırmak maksadıyla adam öldürme ve yağma suçlarından dolayı Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 15.11.2002 gün ve 1996/42-186 sayılı ek kararıyla 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 450/9, 495/1, 498, 522, 82/2. maddeleri uyarınca 3 yıl geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına hükümlü Celal Atalay’ın işbu cezasının infazı sırasında 12.10.2004 gün ve 25611 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe hükümler içerdiğinden bahisle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 402. maddeleri uyarınca infazının durdurulması talebinin incelenmesinde; 5237 sayılı Kanun’un lehe bir hüküm getirmediği, ancak sonradan yürürlüğe giren 5218 sayılı Kanun’la ölüm cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası getirildiği ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 19. maddesindeki sürenin 25 yıl olarak belirlenmesi ve aynı Kanun’un Ek-2. madde sekizinci fıkrası hükmünün yürürlükten kaldırılması karşısında, ayda 6 günlük indirimden de yararlanacağı ve buna göre yatacağı sürenin 20 yıl olduğu, bu ceza üzerinden de 4616 sayılı Kanun’un 1/2 maddesi gereğince 10 yıl indirilmesi suretiyle tahliyesine dair aynı Mahkemenin 12.11.2004 gün ve 2004/727 müteferrik sayılı kararına vaki itirazın reddine ilişkin Bergama Ağır Ceza Mahkemesinin 13.12.2004 gün ve 2004/383 müteferrik sayılı kararını kapsayan dosya incelendi:
Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 07.03.2005 tarih ve 2005/394-364 sayılı ilamında da belirtildiği üzere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükümlüsünün cezasının 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 5218 sayılı Kanun’la değişik 19/1. maddesi gereğince 25 yıl üzerinden hesaplanarak ayda 6 günlük indirim yapılmak suretiyle infazı gerektiği, ayrıca 4616 sayılı Kanun’un 1/2. maddesi gereğince 10 yıllık indirim yapılamayacağı gözetilmeden itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden sözedilerek CMUY’nın 343. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması gereği Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 28.04.2005 gün ve 18640 sayılı yazılı emirlerine dayanılarak dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.05.2005 gün ve Y.E. 2005/87751 sayılı tebliğnamesiyle Dairemize gönderilmekle okundu:
KARAR: Hükümlü Celal Atalay’ın İnfaz dosyasının incelenmesi sonucunda:
a. ) Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 10.12.1996 tarih,1996/42-186 sayılı kararıyla, 12.08.1994 tarihinde işlediği yağma suçunu kolaylaştırmak için adam öldürmek suçlarından TCY’nın 450/9, 498, 495/1, 522, 77/1. maddeleri uyarınca ölüm ve 36 yıl ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldığı;
b. ) 4771 sayılı Yasanın arkasından 5218 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesi üzerine, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 15.11.2002 gün ve 42/186 sayılı ek ve Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.10.2004 tarih, 3649-3522 sayılı kararlarıyla sonuçta TCY’nın 450/9. maddesi uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasıyla cezalandırılmasına, süreli ağır hapis cezasının ise TCY’nın 73. maddesi 3 yıl süreyle hücrede çektirilmesine karar verildiği;
c. ) Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 12.11.2004 tarih, 2004/727 müt. sayılı kararıyla, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 19 ve ek/2. maddeleri uyarınca 25 yıl üzerinden ayda 6 gün, ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendi gereğince 10 yıl indirimden yararlandırılarak 05.10.2004 tarihinden geçerli olarak koşullu salıverildiği, bu karara karşı yapılan itirazın ise Bergama Ağır Ceza Mahkemesinin 13.12.2004 gün ve 2004/383 müt. sayılı kararıyla reddedildiği;
Somut olay bu şekilde saptandıktan sonra, 5218 sayılı Yasada öngörülen koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanarak belirlenen ve infaz kurumunda geçmesi zorunlu süreden ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendi uyarınca 10 yıl indirim yapılmasına ilişkin kararın yerinde olmadığı yönündeki bozma istemi değerlendirilerek yapılan inceleme sonucunda :
Dairemizin 07.03.2005 gün ve 2004/394 E. – 2005/364 K. sayılı kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı gibi :
Yürürlükten kaldırdığı 4771 sayılı Yasaya göre daha lehte olduğu açıkça anlaşılan 5218 sayılı Yasa, ceza yasalarında yer alan ölüm cezalarını “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasına dönüştürmüş, aynı zamanda 647 sayılı Yasanın 19/1 ile ek-2. maddelerini de değiştirerek anılan cezanın infaz koşullarını belirlemiştir.
4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 1. bendinde, ölüm cezalarının infaz edilmeyeceği, ancak infaz kurumunda iyili halli olarak 30 yıl geçirildikten sonra koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanabileceği belirtilmiş, öte yandan 4758 sayılı Yasayla değişik 2. bendinde ise müebbet ağır hapis veya süreli hürriyeti bağlayıcı cezalarından, tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından 10 yıl indirim yapılacağı belirtilmiştir. Bu cezalar arasında “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasına yer verilmediği gibi, sonradan yürürlüğe giren 5218 sayılı Yasa, 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 1. bendini örtülü olarak yürürlükten kaldırarak yerine “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasını koymuş ve 647 sayılı Yasanın 19/1 ile ek/2. maddelerinde yaptığı değişiklikle belirtilen cezaya ilişkin koşullu salıverilmeye yönünden uygulanacak ilkeleri düzenlemiştir.
Bu düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hukukumuza 5218 sayılı Yasa İle giren ve infaz koşulları ayrıca belirlenen “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası yönünden 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendinin hiçbir şekilde uygulanma olanağı bulunmadığından, bu cezadan ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. bendi gereğince 10 yıllık indirim yapılması yolundaki Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 12.11.2004 tarih, 2004/727 müt. sayılı kararı ile bu karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Bergama Ağır Ceza Mahkemesinin 13.12.2004 tarih, 2004/383 müt. sayılı kararının isabetli olmadığı sonucuna varılmıştır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemi yerinde görüldüğünden, Bergama Ağır Ceza Mahkemesinin 13.12.2004 tarih ve 2004/383 müt. sayılı kararının CMUY’mn 343. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), diğer işlemlerinin yerinde yapılması için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), 30.05.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2005/333
K. 2005/377
T. 8.3.2005
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET AĞIR HAPİS (Ölüm Cezası Yerine “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası İle Bu Cezaya İlişkin Koşullu Salıverilme Hükümlerini Düzenleyen 5218 Sayılı Yasanın Tek Başına Uygulanacağı)
ÖLÜM CEZASI (Yerine “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası İle Bu Cezaya İlişkin Koşullu Salıverilme Hükümlerini Düzenleyen 5218 Sayılı Yasanın Tek Başına Uygulanacağı – 4616 Sayılı Yasa Gereğince 10 Yıllık İndirim Yapılamayacağı)
4616 SAYILI YASA GEREĞİNCE 10 YILLIK İNDİRİM (Ölüm Cezası Yerine “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası İle Bu Cezaya İlişkin Koşullu Salıverilmeyi Düzenleyen 5218 Sayılı Yasanın Tek Başına Uygulanacağından İndirimin Uygulanamayacağı)
ADAM ÖLDÜRMEK (Ölüm Cezası Yerine “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Cezası İle Bu Cezaya İlişkin Koşullu Salıverilme Hükümlerini Düzenleyen 5218 Sayılı Yasanın Tek Başına Uygulanacağı – 4616 Sayılı Yasa Gereğince 10 Yıllık İndirim Yapılamayacağı)
765/m.450/5
647/m.19/1,Ek.2
4616/m.1
ÖZET: Hukukumuza 5218 sayılı Yasa ile giren ve ne şekilde infaz edileceği de belirtilen “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası yönünden 4616 sayılı Yasanın hiçbir şekilde uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Ölüm cezası yerine “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası ile bu cezaya ilişkin koşullu salıverilme hükümlerini düzenleyen 5218 sayılı Yasanın tek başına uygulanması zorunluluğu vardır. Dolayısıyla, olayda 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince 10 yıllık indirim yapılamayacağına ilişen yerel Mahkeme kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.
DAVA: Adam öldürmek suçundan dolayı Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 09.12.2002 gün, 1999/48 esas, 2002/247 sayılı kararı ile Türk Ceza Kanunu’nun 450/5, 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un l/A maddeleri uyarınca müebbet ağır hapis cezasına hükümlü Kenan Atabilen’in işbu cezasının infazı sırasında 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesiyle değişik 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 19/1. maddesi gereğince 25 yılını çektikten sonra aynı Kanun’un ek 2. maddesine göre ayda 6 günlük indirim uygulanmak suretiyle düzenlenen müddetnameye itirazın reddi ile cezanın infazında ayrıca 4616 sayılı Kanun’da öngörülen 10 yıllık indirimin uygulanamayacağına dair aynı Mahkemenin 14.09.2004 gün, 2004/335 müteferrik sayılı kararma vaki itirazın keza reddine ilişkin Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 03.11.2004 gün, 2004/301 müteferrik sayılı kararını kapsayan dosyanın incelenmesi sonucunda:
KARAR: “Tüm dosya kapsamına göre, hükümlü hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 450 ve 4771 sayılı Kanun’un l/A maddeleri uyarınca verilen müebbet ağır hapis cezasının 21.07.2004 gün ve 25529 Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesi gereğince, anılan Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte kendiliğinden ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştüğü ve aynı Kanun ile 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 19. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar Verilenler 30” ibaresi, “Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 25” olarak değiştirildiği ve 647 sayılı Kanun’un ek 2. maddesinin 8. fıkrasında yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenler hakkında bu maddenin indirim hükümleri uygulanmaz” şeklindeki düzenlemenin yürürlükten kaldırıldığı, 5218 sayılı Kanun’un 3713, 4616 ve 4771 sayılı Kanun’lardan farklı olarak başlı başına yeni infaz statüleri belirleyen bir yasa olmayıp, çeşitli kanunlarda yer alan ölüm cezasının kaldırılarak yerine ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasının getirilmesi yanında 647 sayılı Kanun’un şartla tahliyeyi düzenleyen 19. maddesinde değişiklik yaparak ” ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası açısından şartla tahliyeye esas alınacak süreyi belirlediği cihetle, hükümlünün 647 sayılı Kanunun 19/1. maddesi uyarınca cezaevinde geçirmesi gereken 25 yıldan, aynı Kanun’un ek 2. maddesine göre ayda 6 günlük indirim yapıldıktan sonra bulunacak süreye, 4616 sayılı Kanun gereğince 10 yıllık indirim uygulanması suretiyle şartla tahliye tarihinin belirlenmesi gerektiği, aksi düşüncenin kabulü halinde, 23.04.1999 tarihinden önce suç işleyen ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler ile bahsi geçen tarihten sonra suç işleyen hükümlülerin cezaevinde geçirecekleri süre aynı olacağından, hakkaniyet ve adalete aykırı bir durum ortaya çıkacağı, her ne kadar 4771 sayılı Kanun’un yürürlükte bulunduğu dönemde, anılan Kanun’a göre dönüştürülen müebbet ağır hapis cezalarının infazı sırasında ayrıca 4616 sayılı Kanun uyarınca 10 yıllık indirim yapılmaması ilkesi benimsenmiş ise de, 4771 sayılı Kanun’un l/A maddesinin ( b ) bendinin, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un 19 ve ek 2. maddelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenlere ilişkin hükümler bakımından açıkça saklı tutarak başlı başına bir infaz reİimi belirlediği, bu haliyle 5218 sayılı Kanun’dan farklı bulunduğu cihetle, hükümlünün 4616 sayılı Kanun’dan faydalandırılması gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde verilen karara vaki itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilerek, CY’nın 343. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması gereği, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 17.01.2005 tarih, 2685 sayılı yazılı emirlerine dayanılarak dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.02.2005 tarih ve 11838 sayılı tebliğnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu :
Hükümlü Kenan Atabilen’in infaz dosyası ile ilgili karaların incelenmesi sonucunda:
Dosya içeriğinden, hükümlünün 23.02.1999 tarihinde işlediği suçtan, Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 09.12.2002 tarih,1999/48 esas ve 2002/247 sayılı kararıyla, TCY’nın 450/5 ve 4771 sayılı Yasanın 1/A maddeleri uyarınca “müebbet ağır hapis” cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın infazı sırasında 5218 sayılı Yasa yürürlüğe girmiş, Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi 14.09.2004 tarih ve 2004/335 sayılı kararıyla hükümlü hakkında 5218 sayılı Yasanın uygulanmasına ve buna göre yerine getirilmesi gerektiğine, ancak 4616 sayılı Yasa uyarınca bu cezasından 10 yıllık indirimin yapılmayacağına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 03.11.2004 tarih ve 301 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Yazılı emirle bozma isteminin konusunu, 5218 sayılı Yasanın lehe hükümlerinin yanında ayrıca 4616 sayılı Yasaya göre 10 yıllık indirimin uygulanmasının gerektiğine ilişkindir.
Konuya ilişkin yasal düzenlemelere bir göz atılmasında yarar vardır.
4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 1. bendi ile 4758 Yasayla değişik 2. bentlerinde şu hükme yer verilmiştir.
“23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle;
1- Verilen ölüm cezaları yerine getirilmez. Bu durumda olanlar hakkında tabi oldukları kanunlardaki infaz hükümleri aynen uygulanır.
2- Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezalan ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.”
5218 sayılı Yasa ile değiştirilmezden önce, 647 sayılı Yasanın 19. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenlemede, “Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenler 30 yıllarını; müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 20 yıllarını; diğer şahsî hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkûm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin 1/2’ni; çekmiş olup da Tüzüğe göre İyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde, talepleri olmasa dahi şartla salıverilirler” hükmü yer almaktaydı.
Aynı Yasanın ek 2/8. maddesinde ise, “Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ölüm cezalarının yerine getirilmemesine karar verilenler hakkında, bu maddedeki indirim hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi yer almaktadır.
Öte yandan, 4771 sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran 5218 sayılı Yasa, ceza yasalarında yer alan ölüm cezalarını “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasına dönüştürmüş, aynı zamanda 647 sayılı Yasanın 19/1 ile ek/2. maddelerini değiştirerek, bu cezanın 25 yıl üzerinden ayda altı gün indirim yapılmak suretiyle geri kalan sürenin infaz kurumunda iyi halli geçirilmesi durumunda koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanabileceğini öngörmüştür.Ayrıca belirtmek gerekir ki, 5218 sayılı Yasanın 4771 sayılı Yasaya göre daha lehte hükümler içerdiği açıkça anlaşılmaktadır.
4616 sayılı Yasanın 1/1. maddesinde ölüm cezalarının infaz edilmeyeceğini, ancak infaz kurumunda iyi halli olarak 30 yıl geçirildikten sonra koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanabileceğini öngörmüştür. 4758 sayılı Yasayla değişik 2. bendinde ise müebbet ağır hapis veya süreli hürriyeti bağlayıcı cezalarından, tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından 10 yıl indirim yapılacağı belirtilmiştir.
Açıkça görüldüğü üzere, 4616 sayılı Yasada ölüm cezası yerine, olağan koşullarda infaz kurumunda geçirilecek asgari 30 yıllık süreden ayrıca 10 yıl indirim yapılacağına ilişkin bir hüküm yer almamıştır. Kaldı ki, bu Yasada, sonradan yürürlüğe giren 5218 sayılı Yasa ile öngörülen “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasının nasıl infaz edileceğine ilişkin bir hüküm doğal olarak yoktur. Dolayısıyla, 5218 sayılı Yasa, 4616 sayılı Yasanın 1/1. maddesi örtülü olarak yürürlükten kaldırılarak yerine “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasını koymuş, ayrıca bu cezaya ilişkin koşullu salıverilme hükümlerini belirlemiştir. Gerçekten de, 4771 sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran ve daha lehe hükümler içeren 5218 sayılı Yasa, ölüm cezasını yerine “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezasını öngörmüş, ayrıca 647 sayılı Yasanın 19/1 ile ek/2. maddelerinde yaptığı değişiklikle, 25 yıl üzerinden ayda altı gün indirildikten sonra geriye kalan süreyi infaz kurumunda iyi halli geçiren hükümlünün koşullu salıverilebileceğini hükme bağlamıştır.
Bu açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hukukumuza 5218 sayılı Yasa ile giren ve ne şekilde infaz edileceği de belirtilen “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası yönünden 4616 sayılı Yasanın hiçbir şekilde uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Ölüm cezası yerine “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası ile bu cezaya ilişkin koşullu salıverilme hükümlerini düzenleyen 5218 sayılı Yasanın tek başına uygulanması zorunluluğu vardır. Dolayısıyla, olayda 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince 10 yıllık indirim yapılamayacağına ilişen yerel Mahkeme kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.
SONUÇ: Bu nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 14.09.2004 tarih ve 335 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 03.11.2004 tarih ve 301 sayılı kararının bozulması yolundaki isteminin CY’nın 343. maddesi uyarınca REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), 08.03.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2004/8357
K. 2005/1377
T. 1.4.2005
İDAM CEZASI (TCK.nun 146.Maddesindeki “İdam” İbaresi “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Olarak Değiştirilmiş Olup Değişen Ceza Yaptırımı Nedeniyle Sanıklar Hakkındaki Cezaların Yeniden Değerlendirilmesi Zorunlu Olduğu)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET AĞIR HAPİS (TCK.nun 146.Maddesindeki “İdam” İbaresi “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Olarak Değiştirilmesi Nedeniyle Sanıklar Hakkındaki Cezaların Yeniden Değerlendirilmesi Zorunlu Olduğu)
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINI İLGAYA TEŞEBBÜS (TCK.nun 146.Maddesindeki “İdam” İbaresi “Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis” Olarak Değiştirildiği)
4771/m.1
765/m.146
ÖZET: Hükümden sonra 21.7.2004 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5218 sayılı Yasanın 1/K maddesi ile 4771 sayılı Yasanın 1.maddesinin yürürlükten kaldırılarak aynı Yasanın 1/A-32.maddesi ile TCK.nun 146.maddesindeki “idam” ibaresi “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” olarak değiştirilmiş olup, değişen ceza yaptırımı nedeniyle sanıklar … hakkındaki cezaların yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, bozmayı gerektirmiştir.
DAVA: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ilgaya teşebbüs suçundan sanıklar Özden Bilgin, Erkan Koç, Erol Çam, Dursun Bütüner, İsmail Yiğit, Yeşim Taciroğlu ( Koç ) ve İbrahim Döğüş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ilgaya teşebbüs suçuna fer’i iştirak suçundan sanıklar Abdurrahman Kaykan ve Perihan Sürücü ile silahlı çetenin sair efradı olmak suçundan sanıklar Alişan Yalçın, Rıza Demirel ve Caferi Sadık Gökçe’nin yapılan yargılamaları sonunda; sanıklar Özden Bilgin, Erkan Koç, Erol Çam, Dursun Bütüner, İsmail Yiğit, Yeşim Taciroğlu ( Koç ), Alişan Yalçın, Rıza Demirel ve Caferi Sadık Gökçe’nin müsnet suçlarından ayrı ayrı mahkumiyetlerine, suç vasfında vaki değişiklik nedeniyle sanıklardan İbrahim Döğüş’ün TCK.nun 168/2, 3713 sayılı Kanunun 5, TCK.nun 59/2, 31, 33 ve 40.maddeleri gereğince oniki yıl altı ay ağır hapis cezası ile mahkumiyetine, Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs suçu kapsamında adam öldürme eyleminden beraatine, sanıklar Abdurrahman Kaykan ve Perihan Sürücü’nün ise TCK.nun 168/2, 3713 sayılı Kanunun 5, TCK.nun 59/2, 31, 40, TCK.nun 264/6-son, 59/2, 264/6, 65/3 ve 71.maddeleri gereğince neticeten ayrı ayrı oniki’şer yıl altı’şar ay ağır hapis, yedi’şer yıl oniki’şer ay yirmi’şer gün hapis ve 257.000-‘er lira ağır para cezasıyla mahkumiyetlerine dair sanıklardan Erkan Koç, Özden Bilgin, Erol Çam, Dursun Bütüner, İsmail Yiğit ve Yeşim Taciroğlu ( Koç ) yönlerinden re’sen de temyize tabi olan hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar vekilleri ile sanıklar Erkan Koç, Özden Bilgin, Dursun Bütüner ve Yeşim Taciroğlu ( Koç ) tarafından istenilmiş, sanık İsmail Yiğit dışındaki sanıklar vekillerince incelemenin duruşmalı olarak yapılması talep edilmiş olduğundan, dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle, usulüne uygun olarak yapılan tebligata rağmen sanıklar Rıza Demirel ve Caferi Sadık Gökçe’nin duruşmaya gelmedikleri ve bir mazerette bildirmedikleri anlaşılmakla, sanıklardan Rıza Demirel, Caferi Sadık Gökçe ve İsmail Yiğit haklarında duruşmasız, diğer sanıklar hakkında ise duruşmalı olarak yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü:
KARAR:
1- Sanık Erkan Koç hakkında sübutu kabul edilen ve iddianamede 4, 5, 6, 8, 9, 35, 36, 38, 39.numaralar ile gösterilen eylemlere ilişkin evrak ile beyanları hükme esas alınan başka dosya sanıkları A.Berdan Kerimgiller, Cengiz Kumanlı, Galip Aygül, Cem Göçer, Mesude Pehlivan ve Feridun Güngör’ün tüm aşama ifadeleri ve soruşturma sonuçlarından eksik yada onaysız olanlarının asıl veya onaylı örneklerinin getirtilmesi ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Sanık Abdurrahman Kaykan hakkında TCK.nun 146/3.maddesine aykırılıktan kamu davası açıldığı halde, değişen suç niteliğine göreCMUK.nun 258.maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden, yazılı şekilde TCK.nun 168/2, 264/6 ve 264/6-son maddeleri uyarınca hüküm kurulması,
3- Sanık İbrahim Döğüş hakkında Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs suçu kapsamında Rıza Güneşer’in öldürülmesi ve Talat Ünlü’nün yaralanması eylemlerine katılmaktan açılan dava sonucunda Rıza Güneşer’in öldürülmesi eylemi ile ilgili olarak vasıftan beraat kararı verildiği halde bu eylemin, kabul edilen suç vasfına göre tesis edilen mahkumiyet hükmüne de esas alınması suretiyle, aynı eylem nedeniyle hem beraat, hem de mahkumiyet hükmü tesisi kanuna aykırı,
4- Kabul ve uygulamaya göre de;
Hükümden sonra 21.7.2004 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5218 sayılı Yasanın 1/K maddesi ile 4771 sayılı Yasanın 1.maddesinin yürürlükten kaldırılarak aynı Yasanın 1/A-32.maddesi ile TCK.nun 146.maddesindeki “idam” ibaresi “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” olarak değiştirilmiş olup, değişen ceza yaptırımı nedeniyle sanıklar Erkan Koç, Özden Bilgin, Yeşim Taciroğlu ( Koç ), Dursun Bütüner, Erol Çam ve İsmail Yiğit hakkındaki cezaların yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
SONUÇ: Bozmayı gerektirmiş, sanıklar vekilleri ve sanıklar Erkan Koç, Özden Bilgin, Dursun Bütüner, Yeşim Taciroğlu ( Koç )’un temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar İsmail Yiğit, Rıza Demirel ve Caferi Sadık Gökçe dışındaki sanıklar vekillerinin ileri sürdükleri temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, sanıklar Erkan Koç, Özden Bilgin, Erol Çam, Dursun Bütüner, İsmail Yiğit ve Yeşim Taciroğlu ( Koç ) yönünden re’sen de temyize tabi olan ve aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunan tüm sanıklar hakkındaki hükmün istem gibi BOZULMASINA, 01.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2005/1057
K. 2005/1379
T. 23.5.2005
KASTEN ADAM ÖLDÜRME (Hüküm Tarihinden Sonra Yürürlüğe Giren 20.07.2004 Gün Ve 5218 Sayılı Yasa İle Değişik TCK.Nun 450/5. Maddesi Uyarınca Sanığın Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis Cezasıyla Cezalandırılması Gereği)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET AĞIR HAPİS CEZASI (Hüküm Tarihinden Sonra Yürürlüğe Giren 20.07.2004 Gün Ve 5218 Sayılı Yasa İle Değişik TCK.Nun 450/5. Maddesi Uyarınca Verileceği – Kasten Adam Öldürme)
765/m.450/5,463
ÖZET: Sanıklar Özcan ve Ömer’in adam öldürme suçu nedeniyle kurulan hükümlerde temel cezanın tayini ile ilgili olarak hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 20.07.2004 gün ve 5218 Sayılı Yasa ile değişik TCK.nun 450/5. maddesi uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına” karar verilmiştir.
DAVA: Hanifi Koç, Halil Koç ile Hasan Koç’u taammüden birlikte öldürmekten, Basri Koç, Birsen Koç ile Melek Koç’u da taammüden birlikte öldürmeğe tam derecede teşebbüsten sanıklar Özcan Akdoğan ile Ömer Akdoğan, işbu ölümle biten kavgada suç delillerini gizlemekten sanık İsmet Akdoğan’ın bozma üzerine yapılan yargılanmaları sonunda:Hükümlülüklerine ilişkin ( MALATYA ) Birinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 25.2.2004 gün ve 118/50 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar ile müdahiller taraflarından istenilmiş, sanık Ömer Akdoğan duruşma da talep etmiş ve hüküm kısmen re’sen de temyize tabi bulunmuş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle: sanık Ömer Akdoğan hakkında duruşmalı, diğer sanıklar ile müdahillerin temyizleri veçhile incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR: Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıklar Ömer, Özcan ve İsmet’in suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozmaya uyularak verilen hükümde düzeltme dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık Ömer müdafiinin temyiz layihasında ve duruşmada sübuta, ağır tahrikin uygulanması gerektiğine, sanık İsmet yönünden sübuta, sanık Özcan müdafiinin yasal savunma koşullarının varlığına, tahrikin derecesine, TCK.nun 463. maddesinin uygulanması gerektiğine ilişen, müdahiller vekilinin TCK.nun 450/4. maddesinin ayrı ayrı uygulanıp tahrikin uygulanmaması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
SONUÇ: Sanıklar Özcan ve Ömer’in adam öldürme suçu nedeniyle kurulan hükümlerde temel cezanın tayini ile ilgili olarak “4771 Sayılı Yasa ile değişik TCK.nun 450/5. maddesi uyarınca müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına” sözcüklerinin hüküm fıkrasından çıkarılmasına ve yerine hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 20.07.2004 gün ve 5218 Sayılı Yasa ile değişik TCK.nun 450/5. maddesi uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına” vekalet ücretinin vekil yerine katılan asıllara verilmek sözcüklerinin ilave edilmesine ve sonuç ceza ile sair hususları aynen muhafaza olunmasına karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN kısmen re’sen de temyize tabi bulunan sanıklar Ömer, Özcan ve İsmet hakkındaki hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ( ONANMASINA ) 23.5.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2011/4173
K. 2011/2653
T. 27.4.2011
YAĞMA VE BAŞKA SUÇ İŞLEMEK İÇİN ÖLDÜRME (Hükümlünün Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis ve 12 Yıl Hapis Cezasına Mahkum Edildiği – 20 Günden Az 6 Yıldan Fazla Olmamak Üzere Geceli Gündüzlü Hücrede Tecrit Suretiyle Hücre Süresi Tayininin Hukuka Uygun Olduğu)
HÜCRE CEZASI (Yağma ve Başka Suç İşlemek İçin Öldürme – Hükümlünün Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis ve 12 Yıl Hapis Cezasına Mahkum Edildiği/20 Günden Az 6 Yıldan Fazla Olmamak Üzere Geceli Gündüzlü Hücrede Tecrit Suretiyle Hücre Süresi Tayin Edilebileceği)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS VE 12 YIL HAPİS CEZASI (Yağma ve Başka Suç İşlemek İçin Öldürme – 20 Günden Az 6 Yıldan Fazla Olmamak Üzere Geceli Gündüzlü Hücrede Tecrit Suretiyle Hücre Süresi Tayininin Hukuka Uygun Olduğu)
765/m.73
ÖZET: Gece vakti yağma ve başka bir suçu işlemek için öldürme suçlarında uyuşmazlığını konusu, hükümlünün aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezalarının içtimaında hücre cezasının gerekip gerekmediği yolundadır. Hükümlü bahse konu suçlarıyla ilgili ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezasına hükümlendirilmiş olmakla , ağırlaştırılmış müebbet hapis ve diğeri şahsi hürriyeti bağlayıcı muvakkat ceza olan 12 yıl hapis cezası için, ilave edilecek cezanın nev’i ve miktarına göre 20 günden az 6 yıldan fazla olmamak üzere geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle hücre süresi tayini gerektiğini hüküm altına almıştır. Ağır Ceza Mahkemesi’nin adı geçen ilamla ilgili infaz için verdiği karar yerindedir, bu kararı kaldıran ağır ceza mahkemesi kararı bozulmalıdır.
DAVA: Gece vakti yağma ve başka bir suçu işlemek için öldürme suçlarından hükümlü F. H.’nin, ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Giresun Ağır Ceza Mahkemesi’nin 23.12.2008 tarihli ve 2008/63 esas, 2008/295 Sayılı kararın ın infazı sırasında, Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı İnfaz ve İlamat Bürosunun, adıgeçen hükümlünün kesinleşmiş cezalarının 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 99. maddesi lehe kabul edilerek, 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 68,73 ve 77. maddeleri gereğince toplama kararı verilmesine dair 6.5.2010 tarihli talebi üzerine, tayin edilen cezaların birinin ağırlaştırılmış müebbet hapis, diğerinin hürriyeti bağlayıcı ceza olması nedeniyle, 3 yıl süreyle geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle müebbet hapis cezası olarak infazına dair aynı Mahkemenin 10.5.2010 tarihli ve 2010/449 değişik iş sayılı kararının infazda tereddüt doğurduğu ve eksik infaza sebep olacağı gerekçesiyle Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı İnfaz Bürosunun bahse konu kararın gözden geçirilmesi talebini içeren 4.6.2010 tarihli yazısına istinaden anılan Mahkemece yine aynı şekilde infazın yapılmasına dair verilen 9.6.2010 tarihli ve 2010/529 değişik iş sayılı kararına karşı itirazın kabulüne, hapis cezalarının 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73/1 maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak içtimaına ilişkin Ordu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.7.2010 tarihli ve 2010/707 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Dosya kapsamına göre, hükümlünün bahse konu suçları işlediği tarihin 17.8.2001 olduğu ve 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73/1 maddesi uyarınca “cezalardan biri ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve diğeri şahsi hürriyeti bağlayıcı muvakkat bir ceza ise, ilave edilecek cezanın nev’i ve miktarına göre yirmi günden az ve altı seneden fazla olmamak üzere geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası tatbik olunur.” hükmü uyarınca, hücre cezasının da uygulanması gerektiği gözetilmeden yalnızca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak cezaların içtimaına karar verilmesinde isabet görülmediğinden söz edilerek Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 18.2.2011 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.04-105-61 -0653-2011/1811/9992 Sayılı yazılı istemlerine müsteniden anılan kararın 5271 Sayılı C.M.K.nun 309. maddesi gereğince kanun yararına bozulmasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 8.4.2011 tarih 119674 Sayılı tebliğnamesine bağlı dosyası Dairemize gönderilmekle okundu; gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR:
I-)Olay
Geceleyin yağma ve başka bir suçu işlemek için adam öldürme suçlarından hükümlü F. H. hakkında öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, yağma suçundan da 12 yıl hapis cezasıyla tecziyesine ilişkin Giresun Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.12.2008 gün 2008/63-295 Sayılı kesinleşmiş hükümün infazı sırasında 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 99. maddesi lehe kabul edilerek 765 Sayılı T.C.K.nun 68,73 ve 77 maddeleri gereğince yapılacak içtimada, cezalardan birinin ağırlaştırılmış müebbet hapis diğerinin muvakkat hürriyeti bağlayıcı ceza olmasına göre 765 Sayılı Kanunun 73. maddesi gereğince içtimada ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 20 günden az 6 yıldan fazla olmamak üzere geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi gerektiği yolundaki mahkemenin 10.5.2010 gün 2010/449 D.lş sayılı karar ına infazda tereddüt olacağı düşüncesiyle Trabzon C. Başsavcılığınca yeniden gözden geçirilmesi istenmiş, ancak Giresun Ağır Ceza Mahkemesi kararda isabet sizlik görülmediğini ve infazın buna göre yapılması gerektiğini belirtmiş ve vaki itiraz üzerine Ordu Ağır Ceza Mahkemesince hücre cezasını kaldırarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak cezaların içtimaına karar verilmiş, bunun yasaya uygun olmadığı düşüncesiyle Yüksek Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün ihbarıyla Yargıtay C. Başsavcılığı mezkur kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
II )Kanun yararına bozma istemine ilişkin uyuşmazlığın kapsamı:
Uyuşmazlığını konusu, hükümlünün başka bir suçu işlemek için adam öldürme ve geceleyin yağma suçlarından aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezalarının içtimaında hücre cezasının gerekip gerekmediği yolundadır.
III ) Hukuksal değerlendirme;
Hükümlü F. H., 17.8.2001 tarihindeki bahse konu suçlarıyla ilgili ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezasına hükümlendirilmiş olmakla , Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.4.2007 gün 32/97 Sayılı ilamında da belirtildiği üzere 765 Sayılı Kanunun 73/1 maddesi, ağırlaştırılmış müebbet hapis ve diğeri şahsi hürriyeti bağlayıcı muvakkat ceza olan 12 yıl hapis cezası için, ilave edilecek cezanın nev’i ve miktarına göre 20 günden az 6 yıldan fazla olmamak üzere geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle hücre süresi tayini gerektiğini hüküm altına almıştır. Bu sebeple Giresun Ağır Ceza Mahkemesi’nin adı geçen ilamla ilgili infaz için verdiği karar yerinde olup, bunu kaldıran Ordu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.7.2010 tarihli ve 2010/707 D.İş kararında isabet bulunmadığından bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Bu sebeplerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemi yerinde görüldüğünden, Ordu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.7.2010 tarih, 2010/707 D.lş sayılı kararının, 5271 Sayılı C.M.K.nun 309. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), 27.4.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2007/7797
K. 2009/439
T. 6.2.2009
KASTEN ÖLDÜRMEK (Sanığın Uyumakta Olan Maktulü Sırtından Bıçaklayarak Öldürdüğü – Uyumaktayken Öldürülen Kişi Beden ve Ruh Yönünden Kendisini Savunamayacak Durumda Olduğu)
UYUMAKTAYKEN ÖLDÜRÜLEN KİŞİ (Beden ve Ruh Yönünden Kendisini Savunamayacak Durumda Olduğu – Sanığın Söz Konusu Eylemi Ağırlaştırılmış Müebbet Hapsi Gerektirdiği)
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASI (Uyumaktayken Öldürülen Kişi Beden ve Ruh Yönünden Kendisini Savunamayacak Durumda Olduğundan Gerektiği)
BEDEN VE RUH BAKIMDAN KENDİSİNİ SAVUNAMAYACAK DURUMDA OLMA(Sanığın Uyumakta Olan Maktulü Sırtından Bıçaklayarak Öldürdüğü – Sanığın Söz Konusu Eylemi Ağırlaştırılmış Müebbet Hapsi Gerektirdiği)
5237/m. 81,82
ÖZET: Sanık, kasten adam öldürme suçundan yargılanmıştır. Dosya kapsamından, sanığın uyumakta olan maktulü sırtından bıçaklayarak öldürdüğü anlaşılmaktadır. Uyumaktayken öldürülen kişi beden ve ruh yönünden kendisini savunamayacak durumdadır. Bu durumda sanığın söz konusu eylemi ağırlaştırılmış müebbet hapis gerektirir.
DAVA: Mümtaz’ı kasten öldürmekten sanık Banu’nun yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ilişkin ( ÜSKÜDAR ) Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 19.06.2006 gün ve 50/403 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii ile müdahiller vekili taraflarından istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile dairemize gönderilmekle: incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR:
l-a ) Katılan Nevin’in yasal süreden sonra 09.02.2007 tarihinde yapmış olduğu temyiz isteminin, CMUK’nun 310, 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmiştir.
b ) Katılan Şirin vekilinin duruşma talebinin, CMUK’nun 318. maddesi uyarınca yetkisi olmadığından reddine karar verilmiştir.
2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu kabul, cezayı azaltıcı tahrik ve takdire ilişen sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin, suç vasfının yaralama sonucu ölüm olduğuna vesaireye, katılan Şirin vekilinin suç vasfının tasarlama olduğuna, haksız tahrik indiriminin yersiz olduğuna yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine; Ancak;
Maktulle sanığın daha önce aynı evde birlikte yaşadıkları, geçimsizlik nedeniyle sanığın ayrı bir ev tutuğu, olay günü kalan eşyalarını almak üzere maktulün evine geldiği, birlikte alkol aldıkları sırada çıkan tartışmada, aksi kanıtlanamayan savunmaya göre, maktulün sanığa hakaret ettiği ve daha sonra yatak odasına geçerek uyumaya başladığı, bu sırada sanığın mutfaktan aldığı bıçağı, uyumakta olan maktulün sırtından saplayarak öldürdüğü olayda;
Maktulün uyku halinde olduğu ve “beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda” bulunduğu anlaşılmakla, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 82/I-e maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi,
SONUÇ: Yasaya aykırı olup, katılan Şirin vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden re’sen de temyize tabi hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), 06.02.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.