Alacak Davası İle İlgili Yargıtay Kararları
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/11-324
K. 2007/339
T. 13.6.2007
• ALACAK DAVASI ( Genel İhbar Yükümlülüğünü Yerine Getirmeden Eserin Ayıplı Olarak Meydana Gelmesine Neden Olan Yüklenici Yasa ve Sözleşme Gereği Sorumlu Olup Davanın Kabulü Gereği )
• GENEL İHBAR YÜKÜMLÜLÜĞÜ ( Yerine Getirmeden Eserin Ayıplı Olarak Meydana Gelmesine Neden Olan Yüklenici Yasa ve Sözleşme Gereği Sorumlu Olup Davanın Kabulü Gereği )
• ESERİN AYIPLI İMAL EDİLMESİ ( Genel İhbar Yükümlülüğünü Yerine Getirmeden Eserin Ayıplı Olarak Meydana Gelmesine Neden Olan Yüklenici Yasa ve Sözleşme Gereği Sorumlu Olup Alacak Davasının Kabulü Gereği )
• YÜKLENİCİNİN GENEL İHBAR YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ YERİNE GETİRMEMESİ ( Eserin Ayıplı Olarak Meydana Gelmesine Neden Olup Yasa ve Sözleşme Gereği Sorumlu Olduğu – Alacak Davası )
818/m.355
ÖZET : Dava, alacak istemine ilişkindir. Genel ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeden eserin ayıplı olarak meydana gelmesine neden olan yüklenici yasa ve sözleşme gereği sorumlu olup; davanın kabulü gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 5.Ticaret Mahkemesince davanın davalı Alpar Ltd.Şti. yönünden kabulüne, diğer davalı yönünden reddine dair verilen 31.12.2003 gün ve 2002/913-2003/1167 sayılı kararın incelenmesi Davalı Alpar Ltd.Şti vekili ve Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.05.2005 gün ve 2004/6282-2005/4718 sayılı ilamı ile ;
( … Davacı vekili kooperatif meskenlerinin bahçe sulama suyu ihtiyacı için artezyen açılması amacıyla görüşmeler yapıldığı sırada davalı Alpaı Yer Bilimleri Sondajcılık San ve Tic.Ltd.Şti. yetkilisinin yönlendirmesi ile diğer davalıdan akid çalışması alındığını ve bu çalışma sonucunda düzenlenen rapora göre 140 metre derinlikten su çıkarılacağının bildirildiğini, kuyu açma işinin de davalı Alpar Yer Bilimleri Sondajcılık San ve Tic.Ltd.Şti.’ne ihale edildiğini, anlaşma gereğince kuyudan su çıkmaması durumunda ücretin 1/2’sinin alınacağının ek madde olarak kabul edildiğini, müvekkilinin rapor için davalı Gayzer Yer Bilim. Araştırma San ve Tic. Ltd.Şti.’ne 265.500.000 TL, diğer davalıya da kuyu açma bedeli için 6.079.050.000 TL.nın ödendiğini, açılan kuyu için ayrıca dalgıç pompa alınarak monte edildiğini ve elektrik tesisatı ile su tahliyesi için gerekli enerjiyi nakil ve su izale hattı döşendiğini, hidrofor ve su dağıtım şelalesi yapıldığını, bu işler içinde 6.158.000.000 TL ve 2.200 USD ödendiğini, ancak bir süre sonra kuyudan su gelmediğini, Jeoloji Mühendisleri Odası’na yapılan başvuru üzerine zemin etüdünün ve kuyu sondajının usulüne uygun yapılmadığının bildirildiğini ileri sürerek, şimdilik 7.000.000.000 TL.’nin reeskont oranı üzerinden faizi ile birlikte davalılardan tahsilini istemiştir.
Davalı Gayzer Yer Bilim Araştırma San ve Tic. Ltd.Şti., yer altı araştırmalarında sondaj yapılmadan önce kesin bir şekilde su çıkaracağını belirtmesinin doğru yaklaşım olmadığını, su çıkaracağı konusunda kendilerinin de beyanının olmadığını, etüdün yapılışında usule aykırılık bulunmadığını, diğer davalı ile işbirliklerinin söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı Gayzer Yer Bilim Araştırma San ve Tic. Ltd.Şti. vekili, kuyunun sözleşme şartlarına uygun olarak yapılıp teslim edildiğini ve 6 ay boyunca hiçbir şikayet olmasızın su alındığını, su azalmasının kullanma ve kuraklık sonucu oluştuğunu, aksi düşünülse bile sorumluluklarının ihale bedelinin 1/2’si ile sınırlı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre davalı Alpar Yer Bilimleri Sondajcılık San ve Tic. Ltd. Şti.nin davacı ile yaptığı sözleşmeye uygun sondajı gerçekleştirmediği ve tümüyle kusurlu olduğunu, davalı Gayzer Yer Bilim. Araştırma San ve Tic. Ltd.Şti.nin sorumluluğu bulunmadığı gerekçesiyle davalı Alpar Yer Bilimleri Sondajcılık San ve Tic.Ltd.Şti.ne yönelik davanın kabulüne 7.000.000.000 TL.nin bu davalıdan tahsiline, Gayzer Yer Bilim.Araştırma San ve Tic. Ltd.Şti.hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili ile davalı Alpar Yer Bilimleri Sondajcılık San ve Tic.Ltd.Şti. vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davalı Alpar Yer Bilimleri Sondajdık San ve Tic.Ltd.Şti. vekilinin temyiz itirazlarına gelince, her ne kadar davalı şirketin taahhüt ettiği kuyuyu açmasında bilirkişi raporunda belirtilen teknik eksiklikler mevcut ise de anılan eksikliklerin kuyudan su çıkmaması ile ilgili olmadığı sabittir. Daha açık anlatım ile davalının teknik olarak yürüttüğü işlemlerdeki eksiklikler, kuyudan su çıkmaması sonucunu doğuran eksiklikler değildir. Davacı ile davalı şirket arasında imzalanan sözleşmede davalı şirket sadece kuyu açma taahhüdünde bulunmuş, kuyudan su çıkaracağı konusundaki bir taahhütte bulunulmamıştır. Kuyunun açılmasından sonra suyun akmadığı, hatta davacı yanın suyun akışına dayalı olarak bu davada tazmin konusu ettiği malzeme ve ekipmanlar satın aldığı ve kullandığı da sabit olmasına göre, davalı yüklenicinin taahhüt etmediği ve sözleşmede açıkça yer almayan bir yükümlülüğünden söz edilemeyeceğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekir iken yazılı şekilde kısmen kabul kararı verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, alacak istemine ilişkindir.
Davacı Kooperatif, sulama amaçlı bir artezyen kuyusu açtırmak için, önce davalılardan Gayzer Ltd.Şti. den “yeraltı suyu araştırma raporu” almış, ücretini ödemiş; daha sonra diğer davalı Alpar Ltd.Şti. ile kuyu sondajı konusunda sözleşme yapmış, bu davalı tarafından kuyu açılmış, davacı iş bedelini bu davalıya ödemiş; suyun çıkmasından sonraki aşamalar için gereken malzeme ve ekipmanı da piyasadan satın almış, ancak, açılan kuyudan, davacının amaçladığı bahçe sulamasını sağlayacak su çıkmamıştır.
Görülmekte olan davada davacı, her iki davalının hak etmedikleri halde ücretleri aldıklarını, kuyudan su çıkması halinde kullanılacak malzeme ve ekipman için masraf da yaptırdıklarını ileri sürerek, davalılara ödediği ücretlerin istirdadını ve yapılan masrafların karşılığını istemiştir.
Davalılardan Gayzer Ltd.Şti. hakkındaki dava reddedilmiş olup, bu yönden Hukuk Genel Kurulu önüne gelen herhangi bir uyuşmazlık yoktur.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ile davalılardan Alpar Ltd.Şti. arasındaki sözleşme, sözleşmenin eki durumundaki yazılı teklif ve ayrıca “Sözleşme Eki Şartname Değişiklik Formu” başlıklı belge içeriği itibariyle, anılan davalı şirketin taahhüdünü sözleşmeye uygun biçimde yerine getirip getirmediği, noktasında toplanmaktadır.
Dava, hukuki nitelikçe 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesine dayalı alacak istemlidir.
Davacı Tasfiye Halindeki SS Üniversiteliler Konut ve Arsa Yapı Kooperatifi ile Davalı Alpar Ltd.Şti arasında eser sözleşmesinin varlığında ve eserin imal ve iş sahibine teslim edilip, bedelinin de ödendiğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; eserin tesliminden sonra eserden beklenen amacın gerçekleşmemesi iddiası ile ortaya çıkmış; iş sahibi yüklenici davalı tarafa ödediği iş bedeli ile sarf edilen malzeme bedelinin istirdadını istemiştir.
Davacı/iş sahibi kooperatifin başvurusu üzerine, TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından davacıya gönderilen 5.7.2002 günlü cevabi yazıya davacı/iş sahibi delil olarak dayanmış olup, bu yazıda; su sondajı firmasının imzalamış olduğu sözleşme gereğini tam olarak yerine getirmediği ve sözleşmede yer alan “Kuyu delme işleminin tamamlanmasından sonra su durumu kritik görülürse formasyon ara kat yapmaya müsait ise kuyuda ara kat tecrübesi yapılacaktır. Yeterli su çıkmaz ise kuyu inşası bu aşamada durdurulacak ve birim fiyatın %50’si talep edilecektir.” hükmünü işletmediği, bu aşamada firmaca kuyuda mutlaka bir ara kat deneyi yapılıp veya son derece etkili yalnızca birkaç metre sondaj bedeline karşılık gelen bir kuyu loğu ölçümü teklif edip, kuyuyu ondan sonra teçhiz etmesi yada Kooperatifi bu aşamada uyararak bilgilendirmesi, Kooperatiften yazılı bir mutabakat alarak işine devam etmesi gerekmekte iken bunu yapmadığı, görüş olarak bildirilmiştir.
Ayrıca mahkemece yerinde yapılan keşif sonucunda, jeofizik yüksek mühendisi, avukat ve jeoloji yüksek mühendisinden oluşan bilirkişi kurulunca hazırlanan 28.8.2003 günlü bilirkişi raporunun “3- YORUMLAR” bölümünde aynen;
“…Davalı taraftan ALPAR Sondajcılık sözleşmede belirtilen konulara tam olarak uymamış olup, davacı tarafa ( kuyudan yeteri miktarda su alınamamasına karşın ) borulama, pompa indirme gibi ek masraf yaptırmak yönünden kusurludur. Sözleşmede uymadığı ve kusurlu olduğu konular:
– Kuyu teslim tutanağı hazırlamamış olması
– Kuyu loğu ( kütüğü ) hazırlamamış olması
– Kuyu geliştirme çalışmalarını ( inkişafı ) yeterince yapmamış olması ( sözlü olarak yaptığını belirtse de bunu kanıtlayabilecek herhangi bir yazılı veri sunamamaktadır )
– Yeraltı suyu verim deneyinin ( pompalama deneyinin ) yapılmamış olması. Sözlü beyanda 1-2 gün süren 0.6 litre/saniyelik sürekli bir verimden bahsetse de bunu kanıtlayamamaktadır. Eğer gerçekten günlük 0.6 litre/saniye debili su akışı olsaydı ve bunu kuyu teslimi sırasında hazırladığı raporda belirtmiş olsaydı kuyunun bugünkü haline gelebilmesi ( kuruması ) ancak tünek akifer koşullarında söz konusu olabilirdi. Oysa yörede tünek akifer koşullarının olmadığı kesin olarak saptanmıştır.
– Sözleşmede belirtilen, kuyu tesliminde suların kalitesini gösteren kimyasal analize ait hiçbir belge bulunmamaktadır.
– Yöreyi tanıyan bir mühendis olarak: ara kat deneyinin bu tip jeolojik formasyonlarda yapılmasının güçlüğünü belirtmemiş olması. Sözleşmede her ne kadar eğer uygunsa gibi bir ifade bulunsa da; işyeri sahibini baştan uyarması mühendislik ahlakının bir gereğidir.
– 142 metrelik sondajın delme işleminin bitiminde borulamaya ve sonraki aşamaya geçmeden önce etüt yapan firmayı ( Gayzer’i ) bilgilendirmemesi. Etüt Yapan firma kuyu verileri ile ölçümlerini karşılaştırıp, sondajı daha derinlere, örneğin 200 metreye kadar devam ettirebilirdi, veya su yeterli olmayabilir, borulama yapmayalım diye önerebilirdi…”
Şeklinde değerlendirmeler yapılmış;
Raporun sonuç bölümünde de; “Davacının kusurunun olmadığı, Davalı Alpar Ltd.Şti.’nin, davacının kuyu inşasının tamamlanmasından sonraki safhada dalgıç pompa ve ekipmanlarının alımında tam kusurlu olduğu; kuyuda su çıkmaması nedeniyle sözleşmede belirlenen ücretin %50’sini alması gerektiği; Davacının, davalı Alpar… Ltd.Ştİ.den olan toplam alacağının ( davacının toplam zararının ) 9.197.975.000 TL. olduğu.” Görüşü bildirilmiş; itirazlar üzerine düzenlenen 4.12.2003 günlü ek raporda da aynı görüş ve sonuç tekrarlanmıştır.
Mahkemece bilirkişi raporu hükme dayanak alınmış; sözleşme ile saptanan masrafın 1/2’si olan 3.039.975.000 TL. ile davalının beyanına güvenilerek alınan ve kullanılamaz halde olan ekipmanların bedeli de 6.158.000.000 TL olduğu kabul edilerek ancak taleple bağlı kalınarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlkin belirtilmelidir ki, eser sözleşmeleri kural olarak bir şekle tabi olmadıklarından, tarafların sonradan yapacakları değişikliklerde şekle tabi değildir. Ancak, taraflar arasındaki sözleşme yazılı şekilde yapılmışsa, sözleşmedeki değişikliğin de yine yazılı şekilde yapılması ispat koşuludur.
Diğer taraftan, yüklenici sadakat ve özen borcu gereği eseri iş sahibinin yararına olacak şekilde ve ona zarar vermeden meydana getirmek yükümlülüğünde olup, genel ihbar borcu da yine bu yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Bu cümleden olarak; yüklenici akdin gereği gibi ve vaktinde ifasını tehlikeye sokan her hali yüklenici iş sahibine derhal haber vermek zorundadır ( 818 s.Borçlar Kanunu madde 357 ). Bu borç sözleşmenin ifası aşamasında olaylar ortaya çıktıkça kendini gösterir. Genel ihbar yükümlülüğünün ihlali sonuçlarını iş sahibi üzerinde göstereceğinden, ihbar borcunu yerine getirmeyen yüklenici iş sahibinin zararından 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 96. maddesi uyarınca sorumludur.
Hemen ifade etmekte yarar vardır ki, eser sözleşmelerinde yüklenicinin ilk temel borcu eserin meydana getirilmesi, ikinci temel borcu ise meydana getirilen bu eserin iş sahibine teslimidir. Meydana getirilen eserin niteliğine ve varsa sözleşmede bağıtlanan koşullara göre eserin teslim şekli de özellik gösterecektir.
Yüklenicinin temel borçlarından olan teslimin sözleşmeye ve işin niteliğine uygun yapıldığını kanıtlama yükü ise yüklenicidedir. Teslim alma ve kabul ayrı ayrı hukuki kavramlar olup, eserin teslim alınması her zaman eserin kabul edildiği anlamına gelmemekte; teslim olgusunda yüklenicinin sorumluluğu devam etmektedir. Yüklenici iş sahibine karşı genel ihbar yükümlüğünü yerine getirmemişse teslim ettiği eserin ayıbından kendisi sorumlu olur.
Bu ilkeler çerçevesinde taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi irdelendiğinde;
Davalı Alpar Ltd. Şti. tarafından 8.10.2001 tarihinde davacıya verilen yazılı teklifin uyuşmazlıkla ilgili son bölümünde; “Kuyu delme işleminin tamamlanmasından sonra su durumu kritik görülürse: Formasyon ara kat yapmaya müsait ise kuyuda ara kat tecrübesi yapılacaktır. Yeterli su çıkmaz ise, kuyu inşası bu aşamada durdurulacak ve birim fiyatın %60’ı talep edilecektir.Teklif ve taahhüt ederiz.” İbaresi yer almaktadır.
Bu teklif üzerine taraflar arasında imzalanan 27.11.2001 tarihli sözleşmede de; toplam derinliği 140 metre olan bir sondaj kuyusunun işbu sözleşme ve ekleri gereğince inşa edileceği, inşanın, teklif dosyasının Teknik Konular bölümündeki hususlara ve sunulan projeye uygun olarak yapılacağı, tarafların, teklif dosyasının “İdari ve Mali Konular” bölümündeki hususları kabul etmiş oldukları belirtilmekte; Teklif Dosyası’nın ve ayrıca, Teklif Dosyası içindeki Kuyu İnşa ve Tatbik Projesinin ve Sözleşme Eki Şartnamede Değişiklik Formunun sözleşmenin ekleri olduğu açıklanmaktadır.
Değişikliklerin, sözleşmenin esas hükümleri mahiyetinde olduğu, formun başında açıklanan Sözleşme Eki Şartname Değişiklik Formunda da;
“1- Kuyu delme işleminin tamamlanmasından sonra kuyuda su durumu kritik görülürse, kuyuda ara kat tecrübesi ( şartlar uygun ise ) yapılacaktır. Su çıkmaz ise kuyu inşası bu aşamada durdurulacak, birim fiyatın %50’si ödenecektir.
2- Ödeme Planı:
2.1- Sözleşme imzasında 1.250.000.000 TL
2.2- Kuyunun 100 metreye kadar delinmesinde 1.000.000.000 TL.
2.3- Bakiyenin yarısı iş bitiminde diğer yarısı 30 günlük çekle ödenecektir.” Denilmektedir.
Şu durumda yazılı şekille yapılan eser sözleşmesi yine taraflarca yazılı şekille değişikliğe uğramış; yüklenici teklifinde ve sözleşme eki şartname değişiklik formunda açıkça Kuyu delme işleminin tamamlanmasından sonra kuyuda su durumu kritik görülürse, kuyuda ara kat tecrübesinin şartların uygun olması halinde yapılacağını, su çıkmaz ise kuyu inşasının bu aşamada durdurulacağını, birim fiyatın %50’sinin ödeneceğini kabul ve taahhüt etmiştir.
Davacı eldeki davasını bu hükme dayandırmış; davalı/yüklenici de, davacı ile yapılan sözleşme eki şartname değişiklik formundan anlaşılacağı gibi, kuyu delme işleminin tamamlanmasından sonra arazi yapısı elverişli olduğu takdirde yapılacak ara kat tecrübesi ile su çıkmazsa, kuyu inşasının o aşamada durdurulacağının ve bedelin 1/2’sinin ödeneceğinin kararlaştırılmış olduğunu, arazi yapısı nedeni ile ara kat tecrübesi yapılmasının imkansızlığının davacıya bildirilerek kuyu inşasına devam edildiğini ve sonuçta suyun da çıkmış olması karşısında, müvekkilinin ücretin tamamına hak kazandığını, aksi düşünülse bile davacının en çok ücretin yarısını isteyebileceğini cevaben bildirmiştir.
Ne var ki, su durumunun kritik olmasına karşın yüklenici ara kat tecrübesini usulünce yapıp, su çıkmadığı aşamada inşaatı durduracakken sözleşme dışına çıkarak eseri ayıplı olarak tamamlamış ve iş sahibine bu şekliyle teslim ve bedelini de tam olarak almıştır.
Nitekim, Davalı Alpar Ltd.Şti. tarafından davacı adına düzenlenen 22.1.2002 tarihli faturada, 140 m. Kuyu inşa bedeli 4.935.000.000 TL. su taşıma ücreti 217.500.000 TL. olarak gösterilmiştir. KDV dahil toplam fatura tutarı 6.079.950.000 TL.’dir. Bu bedelin iş sahibi tarafından yükleniciye ödendiği uyuşmazlık konusu değildir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, davalı Alpar Ltd.Şti. yüklenici sıfatıyla diğer yükümlülükleri yanında genel ihbar yükümlüğü de olup, bu yükümlülük yukarıda aynen vurgulandığı üzere sözleşmede açıkça yer almakta ve davalı tarafından da kabul edilmektedir.
Buna göre yüklenici/davalı şirket dava sırasında savunma olarak getirdiği zeminin ara kat tecrübesine uygun olmadığı olgusunu iş sahibine ihbar yükümlülüğündedir. Bu ihbarı yapmadığı gibi işe devamla iş sahibinin zararının artmasına ve eserin ayıplı olarak meydana gelmesine neden olmuştur.
Her ne kadar davalı şirket vekili yargılama aşamasındaki beyan ve dilekçelerinde, delme işleminin Ocak 2002’de tamamlandıktan sonra arazinin ara kat tecrübesi yapımına uygun olmadığının davacı Kooperatif Başkanı Nihat İncedoğan’a bildirildiğini ve bu konuda onayı alınarak çalışmalara devam edildiğini savunmuş ise de bu olguya iş sahibi karşı çıkarak ara kat deneyiminin imkansızlığı iddiasının dava açıldıktan sonra gündeme geldiğini, öncesinde kooperatif yetkililerine böyle bir açıklama yapılmadığı gibi, yapılmışsa bunun kanıtlanması gerektiğini iler sürmüştür.
Davalı/yüklenici arazinin ara kat tecrübesi yapımına uygun olmadığını kooperatif yetkililerine bildirdiği ve genel ihbar yükümlülüğünü yerine getirdiği olgusunu kanıtlayacak herhangi bir delil ortaya koyamamış; bu olguyu ispatlayamamıştır.
Genel ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeden eserin ayıplı olarak meydana gelmesine neden olan yüklenici yasa ve sözleşme gereği sorumlu olup; davanın yukarıda açıklanan gerekçelerle kabulü gerekir.
Bu nedenle mahkemenin davanın kabulü yönündeki kararı sonucu itibariyle doğru olup, yukarıdaki değişik gerekçelerle direnme yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece hükmedilen miktarın yerindeliği konusunda inceleme yapılmamıştır. Davalı/yüklenici vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle DİRENME KARARI UYGUN OLUP, kararda hükmedilen miktara yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 13.06.2007 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/11610
K. 2012/14418
T. 6.6.2012
• ALACAK DAVASI ( Gerekli Şartlar Oluşmadan T.K.’nun 35. Md.’sine Göre Tebliğ Yapılmış Olması Dolayısıyla Tebligatın Usulsüz Olduğu – Usulsüz Tebligat ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Savunma Hakkının Ortadan Kaldırılmasının Bozmayı Gerektirdiği )
• DAVA DİLEKÇESİ ( Alacak Davası – Gerekli Şartlar Oluşmadan T.K.’nun 35. Md.’sine Göre Tebliğ Yapılmış Olması Dolayısıyla Tebligatın Usulsüz Olduğu/Usulsüz Tebligat ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Savunma Hakkının Ortadan Kaldırılmasının Bozmayı Gerektirdiği )
• TARAF TEŞKİLİ ( Gerekli Şartlar Oluşmadan T.K.’nun 35. Md.’sine Göre Tebliğ Yapılmış Olması Dolayısıyla Tebligatın Usulsüz Olduğu/Usulsüz Tebligat ile Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Savunma Hakkının Ortadan Kaldırılmasının Bozmayı Gerektirdiği – Alacak Davası )
• USULSÜZ TEBLİGAT ( Gerekli Şartlar Oluşmadan T.K.’nun 35. Md.’sine Göre Tebliğ Yapılmış Olması Dolayısıyla/Hukuki Dinlenilme Hakkı ve Savunma Hakkının Ortadan Kaldırılması Nedeniyle Bozma Gerektiği – Alacak Davası )
6100/m.27
ÖZET : Dava, kiracının taşınmazı kullanıma elverişli hale getirebilmek için yaptığı masrafların tahsili talebidir. Dava dilekçesinin tebliği zorunludur. Davalıya gönderilen duruşma gün ve saatini bildirir davetiye adreste tanınmadığından mahkemesine iade edilmiş, davacı vekilince davalının T.C. Kimlik numarasının bildirilmesi üzerine mahkemece UYAP üzerinden tespit edilen yeni adrese davetiye tebliğ edilmiş, bu davetiyeye yalnızca ”35.maddeye göre tebliğ işlemi yapılmıştır” şeklinde şerh düşülmüştür. Davetiyenin bu haliyle Tebligat Kanunun yukarıda bahsedilen 35. maddesindeki şartlar oluşmadan tebliğ edildiği, dolayısıyla tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmaktadır. Hukuki Dinlenilme Hakkı ve savunma hakkının ortadan kaldırılması bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Dava dilekçesinde 6750 TL alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davaya konu olan taşınmazı davalıdan 01.10.2006 tarihli kira kontratı ile 5 yıllığına işyeri olarak kiraladığını, taşınmazı kullanıma elverişli hale getirebilmek için masraflar yaptığını, yaptığı masrafların davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, davacının bu yer için yapmış olduğu masrafların dosyadaki faturalarla belgelendiği anlaşıldığından davanın kısmen kabulune karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargılamanın sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp yargılamanın bir an evvel sonuçlandırılabilmesi için öncelikle tarafların yargılamadan haberdar edilerek taraf teşkilinin sağlanması gerekir. Bu da çıkarılacak davetiyenin Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğü hükümlerine uygun olarak tebliği ile mümkündür.
Tebligat Kanununun 35. maddesine göre; Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır. Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.
Somut olayda, davalıya gönderilen duruşma gün ve saatini bildirir davetiye adreste tanınmadığından mahkemesine iade edilmiş, davacı vekilince davalının T.C. Kimlik numarasının bildirilmesi üzerine mahkemece UYAP üzerinden tespit edilen yeni adrese davetiye tebliğ edilmiş, bu davetiyeye yalnızca ”35.maddeye göre tebliğ işlemi yapılmıştır” şeklinde şerh düşülmüştür.Davetiyenin bu haliyle Tebligat Kanunun yukarıda bahsedilen 35.maddesindeki şartlar oluşmadan tebliğ edildiği, dolayısıyla tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, davalıya Tebligat Kanunu, Tebligat Tüzüğü ve Tebligat Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin Yönetmelik esasları da gözetilerek dava dilekçesinin tebliği zorunludur.
6100 sayılı HMK’nun 27.maddesine göre “Hukuki Dinlenilme Hakkı” ve Anayasa’nın 36.maddesi ışığında savunma hakkının ortadan kaldırılması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 06.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/11-314
K. 2011/525
T. 13.7.2011
• ALACAK DAVASI ( Getirilen Müşteri Başına Kararlaştırılan Bedel Üzerinden Hesap Yapılacağına Dair Anlaşma/Alan Tarafın İtirazına Uğramayan Her İki Tarafın Defterine de Kaydedilen Faturanın Tarafları Bağlayacağı – Alacak Davasında Davalı Şirketçe Ödenen Miktar Düşülmek Suretiyle Karar Verileceği )
• FATURALARIN BAĞLAYICILIĞI ( Getirilen Müşteri Başına Kararlaştırılan Bedel Üzerinden Hesap Yapılacağına Dair Anlaşma/Alan Tarafın İtirazına Uğramayan Her İki Tarafın Defterine de Kaydedilen Faturanın Tarafları Bağlayacağı – Sözleşmenin de Fatura Uyarınca Değişmiş Kabul Edileceği )
• SÖZLEŞME HÜKÜMLERİNİN FATURA İÇERİĞİNE GÖRE DEĞİŞMESİ ( Getirilen Müşteri Başına Kararlaştırılan Bedel Üzerinden Hesap Yapılacağına Dair Anlaşma/Alan Tarafın İtirazına Uğramayan Her İki Tarafın Defterine de Kaydedilen Faturanın Tarafları Bağlayacağı – Sözleşmenin de Fatura Uyarınca Değişmiş Kabul Edileceği )
6762/m.23
ÖZET : Dava, sözleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; davalı Ltd. Şti tarafından düzenlenen tarihli faturanın kısmi fatura niteliğinde olup olmadığı; davacı tarafça ticari defterlerine kaydedilmiş olmasının, fatura muhteviyatı itibariyle davalı şirket tarafından davacının mağazasına müşteri getirildiği, kişi başına hesap yapıldığı ve hizmet bedelinin de bu hesap üzerinden benimsendiği ve sözleşme koşullarının da bu duruma göre değiştirildiği anlamına gelip gelmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu haliyle, bulunması gereken zorunlu unsurları kapsayan, alan tarafın itirazına uğramayan, her iki tarafın defterine de kaydedilen faturanın tarafları bağlayacağının ve sözleşme hükümlerinin de fatura içeriğine göre değiştiğinin kabulü gerekir. Davacı tarafın ödediği belirlenen avanstan davalı şirketçe ödenen miktar düşülmek suretiyle sonucuna göre bir karar vermek ve varsa davacının alacağının tahsiline hükmetmek olmalıdır.
DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, sözleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; davacı vekili tarafından temyizi üzerine hüküm,Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnilmiş; karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; davalı C… – T… T… S… İşl. Ve San. Ltd.Şti tarafından düzenlenen 8.4.2005 tarihli faturanın kısmi fatura niteliğinde olup olmadığı; davacı tarafça ticari defterlerine kaydedilmiş olmasının, fatura muhteviyatı itibariyle davalı şirket tarafından davacının mağazasına 3016 müşteri getirildiği, kişi başına 25 Euro’dan hesap yapıldığı ve hizmet bedelinin de 75.400 Euro olduğunun benimsendiği ve sözleşme koşullarının da bu duruma göre değiştirildiği anlamına gelip gelmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dosyada bulunan 18.10.2004 tarihli, tarafları Mağaza – C… Kuyum ve acente-K… T… ( C… T… T… S… İ… ve San. Ltd. Şti. ) olan sözleşmede; 01.11.2004-30.04.2005 tarihleri arasında mağazaya davalı şirket tarafından 18 yaşın üzerinde 5000 kişinin getirileceği; yolcu başına 95 Euro tahsil edileceği; 25.10.2004 tarihinde 50.000 Euro, 17.11.2004 tarihinde 50.000 Euro, 17.12.2004 tarihinde 50.000 Euro, 02.01.2005 tarihinde 50.000 Euro olmak üzere 200.000 Euro avans ödemesi yapılacağı, kararlaştırılmıştır.
Sözleşme uyarınca davalı C… – T… Ltd. Şirketi tarafından 8.4.2005 tarihli faturanın düzenlenmiş, fatura içeriğinde; “3016 kişi için 25 Euro bedelden hesaplama yapılarak 75.400 Euro ( TL olarak 130.155,48 ) mağazanıza müşteri getirme bedeli” açıklamasına yer verilmiştir.
Söz konusu faturanın hem davacı hem de davalı defterlerinde kayıtlı olduğu, mahkemece alınan 06.11.2006 ve 18.2.2008 tarihli bilirkişi raporlarıyla belirgin olup; bu konuda bir uyuşmazlık ta bulunmamaktadır.
Davacı şirket, faturanın tarafına gönderilmesinden sonra defterine kaydetmiş ve içeriğine de itiraz etmemiştir. Davalı şirket ise, aynı sözleşmeye dayanarak fazla hizmete yönelik bu fatura dışında ayrıca bir fatura düzenlemiş de değildir.
Bilindiği üzere fatura 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 229.maddesine göre; satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.
Diğer taraftan, Türk Ticaret Kanunu’nun 23. maddesinin birinci fıkrasında; “Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut bir menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.” denilmekte, ikinci fıkrasında da; “Bir faturayı alan kimse, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır.” hükmü yer almaktadır.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu’nun 27.06.2003 tarih ve 1/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda fatura üzerine yazılan kayıtların etkisi ayrıntısıyla irdelenmiş; faturada bulunması gerekmeyen bir hususun faturada gösterilmesi halinde buna itiraz edilmemesinin faturayı alanı bağlamayacağı; faturada yer alması gereken asli unsurların faturaya yazılması halinde ise, alanın bunlara itiraz etmemesi durumunda bu hususu kabul etmiş sayılacağı benimsenmiştir.
Hemen burada faturanın münderecatından ( zorunlu içeriğinin ) ne anlaşılması gerektiğinin açıklanması yararlı olacaktır:
Konunun düzenlendiği Vergi Usul Kanunun 230. maddesinde faturada en az bulunması gereken bilgiler; ( 1. Faturanın düzenlenme tarihi seri ve sıra numarası; 2. Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi ve hesap numarası; 3. Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası; 4. Malın veya işin nev’i, miktarı, fiyatı ve tutarı; 5. ( Değişik bent: 04/12/1985 – 3239/19 md. ) Satılan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası.. ) olarak belirtilmiştir.
Görülmektedir ki, yapılan işin miktarı, fiyatı, tutarı, nevi, bedel gibi hususlar faturada bulunması gereken asli unsurlardandır.
Davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli faturada sözleşmede kararlaştırılanın aksine müşteri sayısı 3016, kişi başı ödenecek ücret ise 25 Euro olarak faturaya kaydedilmiş ve bu fatura itiraza konu olmaksızın tarafların defterlerine kaydedilmiştir. Faturada başkaca fatura edilmeyen borç olduğuna, ya da bunun kısmi borcu içerdiğine ilişkin açık bir kayıt da bulunmamaktadır.
Bu haliyle, bulunması gereken zorunlu unsurları kapsayan, alan tarafın itirazına uğramayan, her iki tarafın defterine de kaydedilen faturanın tarafları bağlayacağının ve sözleşme hükümlerinin de fatura içeriğine göre değiştiğinin kabulü gerekir.
Kaldı ki, Vergi Denetmeni tarafından düzenlenen 30.03.2009 tarihli, davalı C…-T… Ltd. Şirketinin vergi inceleme raporunda, davalı şirket yetkilisinin davacı şirketle yapılan çekişme konusu hizmetle ilgili olarak; “… Söz konusu ödemelerden ( Davacı şirketçe yapılan ) yalnızca toplam 75.865 Euro’luk kısmının kendilerince tahsil edildiği, bu tahsilat için kendilerinin de 08.04.2005 tarih ve 444088 sayılı fatura tanzim ettikleri, toplam 27.672 Euro tutarlı tahsilatın ise avans niteliğinde olduğu, hizmet ifası olmadığı, bu nedenle bu tutarın S… …A.Ş.’ye iade edilmesi gerektiği, ancak şirket iflas durumunda olduğundan ödeyemedikleri…” beyanında bulunduğu da görülmektedir. Bu beyan da sözleşme içeriğinin taraflarca değişikliğe uğratıldığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan,davacı yan getirilen müşteri sayısının daha az olduğunu iddia etmişse de, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece yapılan bozma incelendiğinde taraflar arasında yapılan 18.10.2004 tarihli sözleşmenin davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli fatura içeriğine göre müşteri sayısının 3016; kişi başı ücretin ise 25 Euro olarak değiştiğinin kabulü gerektiğinin bozma ilamında belirlendiği, bozma ilamına karşı davacı vekilinin karar düzeltmeye gelmemekle müşteri sayısının davacı şirket yönünden de 3016 olduğu yönünde davalı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dile getirilerek kabul görmüştür.
O halde, mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında ve yukarıda açıklandığı üzere taraflar arasında düzenlenen 18.10.2004 tarihli sözleşmenin, fatura içeriğinin kesinleşmesi ve faturanın taraf defterlerine kaydedilmiş olması nedenleriyle değiştiğinin kabulü ile davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli fatura içeriğindeki gibi 3016 müşteri ve 25 Euro kişi başı ücretten hesaplama yapılarak; davacı tarafın ödediği belirlenen avanstan davalı şirketçe ödenen miktar düşülmek suretiyle sonucuna göre bir karar vermek ve varsa davacının alacağının tahsiline hükmetmek olmalıdır.
Sonuçta; Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıdaki ilave gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.07.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/1119
K. 2011/5573
T. 5.4.2011
• İDARENİN AVUKATINA FAZLA ÖDEME YAPMASI ( Tahsili Davası – Ödemenin Borçlar Hukukunun Haksız İktisap Kuralları Kapsamında İstenip İstenemeyeceğinin Tartışılacağı/Tartışılmadan Davanın Reddedilemeyeceği )
• BORÇ OLMAYAN ŞEYİN TEDİYESİ ( İdarenin Avukatına Yaptığı Fazla Ödemenin Tahsili İstemi – Ödemenin Borçlar Kanunu Kapsamında Geri İstenebileceği/Davacı İdarenin Hataya Düşmeseydi Davalıya Edada Bulunamayacağının Gözetileceği )
• AVUKATA YAPILAN FAZLA ÖDEMENİN TAHSİLİ TALEBİ ( İdare Tarafından Görevli Avukatına Fazla Ödeme Yapıldığı – Ödemenin Borçlar Hukukunun Haksız İktisap Kuralları Kapsamında İstenip İstenemeyeceğinin Tartışılacağı )
• ALACAK DAVASI ( İdarenin Avukatına Yaptığı Fazla Ödemenin Tahsili İstemi – Davacı İdarenin Hataya Düşmeseydi Davalıya Edada Bulunamayacağının Gözetileceği/Alacağın 818 S.K. Md. 62 Kapsamında Geri İstenebileceği )
818/m. 62
ÖZET : Davalının davacı idare Muhakemat Müdürlüğünde görevli avukat olduğunu, davacı lehine sonuçlanan dava ve icra takiplerinden dolayı karşı taraftan tahsil edilerek emanet hesaplarına yatırılan avukatlık ücretlerinden davalı avukata fazla ödeme yapıldığı beyan edilerek fazla ödemenin davalıdan tahsiline karar verilmesi talep edilmiştir.
Borç olmayanı rızası ile ödeyen kimse, yanlışlığa düştüğünü ispat ettiği takdirde ödediğini geri isteyebilir. Davacı idarenin hataya düşmeseydi, davalıya edada bulunamayacağı gözetilmelidir. Salt hatalı ödemenin Borçlar Hukukunun haksız iktisap kuralları çerçevesinde istenip istenemeyeceği tartışılmadan davanın reddine karar verilmesi hukuka aykırıdır.
DAVA : Dava dilekçesinde 3.425 TL alacağın yasal faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili dilekçesinde, davalının davacı idare Muhakemat Müdürlüğünde görevli avukat olduğunu, davacı lehine sonuçlanan dava ve icra takiplerinden dolayı karşı taraftan tahsil edilerek emanet hesaplarına yatırılan avukatlık ücretlerinden davalı avukata fazla ödeme yapıldığını beyan ederek 3.429 TL fazla ödemenin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, davalının yapılan bu ödemede herhangi bir hile ve kusurunun bulunmadığı ve yapılan ödemenin 60 günlük idari dava açma süresi içinde geri alınmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
B.K.’nun 62.maddesi gereğince, borç olmayanı rızası ile ödeyen kimse, yanlışlığa düştüğünü ispat ettiği takdirde ödediğini geri isteyebilir. Bu maddede belirtilen yanlışlık, eda ile ilgili olup, edada bulunan da bağışlama irade ve arzusunun bulunmadığını gösteren bir yanılmadır. Başka bir deyişle davacı idarenin hataya düşmeseydi, davalıya edada bulunamayacağı anlamına gelmektedir.
O halde dava konusu alacağın B.K.’nun 62.maddesindeki koşullara göre geri istenebileceği anlaşılmaktadır.
Bu durumda mahkemece; uzman bilirkişi aracılığı ile saptanan ve davacının almaya hak kazandığı alacağın tahsiline karar verilmesi gerekirken, mahkemece; “hatalı terfi ve intibak nedeniyle fazla yapılan ödemelerin davalının hilesi ve gerçek dışı beyanı ile yolluk ve mutlak bulan ile malül olmadığı için geri istenemeyeceğine yönelik Y.İ.B Büyük Genel Kurulunun 27.01.1973 tarih, 72/6 E, 73/2 K sayılı kararına” dayanılarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Çünkü mahkemenin dayandığı İ.B.K. ile çözümlenen husus; hatalı intibak veya hatalı terfi işlemi gibi bir şart tasarrufun sonradan idare tarafından geri alınması halinde, daha önce bu şart tasarrufa dayanılarak memura yapılmış olan fazla ödemenin nedensiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri istenmesinin idare hukuku ilkelerine göre mümkün olup olmadığına ilişkindir.
Bu İ.B.K.’nın idare tarafından yapılan bütün ödemelere uygulanması halinde, idarenin haksız iktisap kurallarında hiçbir zaman yararlanamaması ve memurların yapmış oldukları bütün hatalı ödemelerin idare tarafından gerek ödeme yapılan kişilerden, gerekse ödemeyi yapandan geri alınamaması gibi bir sonuç doğuracağı ve bunun da idareyi işlemez duruma getireceği kabul edilmelidir.
Herhangi bir şart tasarrufuna dayanmayan salt hatalı ödemenin Borçlar Hukukunun haksız iktisap kuralları çerçevesinde istenip istenemeyeceği tartışılmadan yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.’nün 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 05.04.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/5613
K. 2012/12195
T. 10.7.2012
• ALACAK DAVASI ( Mevduat Hesabındaki Paranın İradesinin Fesada Uğratılarak Gönderildiği İddiası – Davacının Alacağını Tahsil Edemeyeceğinin Anlaşılması Karşısında Diğer Davalılara Yöneltilen Davanın Zamansız Olarak Nitelendirilemeyeceği/Davalıların İleri Sürülen Zarardan Sorumlu Tutulması Gerekip Gerekmediğinin Tartışılması Gerektiği )
• MEVDUAT HESANINDAKİ PARANIN İRADENİN FESADA UĞRATILARAK GÖNDERİLDİĞİ İDDİASI ( Davacının Bir Davalıdan Alacağını Tahsil Edememesi Karşısında Diğer Davalıların Davacının İleri Sürdüğü Zarardan Sorumlu Tutulmaları Gerekip Gerekmediği Tartışılıp Değerlendirilerek
• ZARARDAN SORUMLULUK ( Mevduat Hesabındaki Paranın İradesinin Fesada Uğratılarak Gönderildiği İddiasına Dayalı Alacak – Davalıların İleri Sürülen Zarardan Sorumlu Tutulması Gerekip Gerekmediğinin Tartışılması Gerektiği )
• ZAMANSIZ DAVA ( Davacının Alacağını Tahsil Edemeyeceğinin Anlaşılması Karşısında Diğer Davalılara Yöneltilen Davanın Zamansız Olarak Nitelendirilemeyeceği – Alacak Talebi )
818/m.41,53
6762/m.321,336
ÖZET : Dava, davalı Oyakbank A.Ş.’nin külli halefi olduğu Yurtbank A.Ş. Kocaeli Şubesi’nde bulunan davacı mevduatının, davacının iradesi fesada uğratılarak Yurt Security Offshore Bank Ltd. hesabına gönderildiği iddiasına dayalı olarak açılmış alacak istemine ilişkindir. Davacının alacağını Yurt Security Off-Shore Ltd.’den tahsil edemeyeceğinin anlaşılması karşısında, diğer davalılara yöneltilen davanın zamansız olarak nitelendirilemeyeceğinin kabulü ile ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının hukuki sonuçları BK’nun 53. maddesi çerçevesinde gözetilmek suretiyle, BK’nun 41, TTK’nun 321/son ve 336/5. maddeleri uyarınca, gerek davalı A. B.’nin ve gerekse yöneticisi konumunda olduğu diğer davalıların davacının ileri sürdüğü zarardan sorumlu tutulmaları gerekip gerekmediği tartışılıp değerlendirilerek, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmek üzere anılan davalılara yönelik yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 29.04.2004 tarih ve 2001/53-2004/148 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı Yurt Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş’nin İzmit şubesinde 4.500 TL tutarındaki hesabının bulunduğunu, şube çalışanlarınca hesaptaki paranın off shore hesaplarına yönlendirildiğini, davalı Yurt Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş’nin mudilerinin paralarını bu yöntemle devlet gözetiminden çıkararak kaçırdığını, davalılardan A. B.’nin şahsi sorumluluğu bulunduğunu, diğer davalılar N. Y. ve S. E.’nin ise davalı Yurt Security Off Bank Ltd.direktörü olduklarını, davalı TMSF’nun da sorumluluğunun bulunduğunu iddia ederek işlemiş faizi ile birlikte 4.858,150 TL’nın vade sonu olan tarihten itibaren işleyecek %83 faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı TMSF vekili, yetki ve görev itirazında bulunmuş ayrıca davanın tasarruf mevduatı niteliği bulunmayan off-shore hesabından kaynaklanan alacağın fonun kapsamı dışında kaldığını, müvekkiline husumetin yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı Yurt Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş. vekili, yetki itirazında bulunmuş ayrıca husumetin Yurt Security Off Shore Bank Ltd.’e yöneltilmesi gerektiğini, müvekkiline husumetin yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalılar A. B. ve diğerleri vekili, yetki itirazında bulunmuş ayrıca husumetin Yurt Security Off Shore Bank Ltd.’e yöneltilmesi gerektiğini, müvekkiline husumetin yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm kanıtlara göre, davalı Yurt Security Off Shore Bank Ltd. yönünden dava atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar yönünden, davacının davalı Yurt Security Off Shore Bank Ltd.’e başvurmadan diğer davalılardan talepte bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1-Dava, davalı Oyakbank A.Ş.’nin külli halefi olduğu Yurtbank A.Ş. Kocaeli Şubesi’nde bulunan davacı mevduatının, davacının iradesi fesada uğratılarak Yurt Security Offshore Bank Ltd. hesabına gönderildiği iddiasına dayalı olarak açılmış alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, Yurt Security Offshore Bank Ltd. hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkında açılan davanın “zamansız” olduğundan bahisle reddi cihetine gidilmiş ise de, yerel mahkeme kararından sonra İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 29.11.2005 tarihli karar ile davalı bankanın külli halefi Yurtbank A.Ş.’nin ve diğer davalı Holding’in yöneticisi olan davalı A. B. hakkında, “offshore hesapları üzerinden banka vasıta kılınmak suretiyle dolandırıcılık” suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuş ve işbu ceza hükmü Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 19.10.2006 gün ve 1600-16357 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Ceza mahkemesince verilen ve kesinleşen kararın gerekçesinde, davalı A. B. ve Yurtbank A.Ş.’nin diğer bir kısım yöneticilerinin, Yurtbank A.Ş. aracılığıyla offshore hesabı açtıran 4204 kişiyi, bankayı vasıta kılmak suretiyle dolandırdıkları ve bu suretle topladıkları paraların B… Holding bünyesindeki şirketlere ucuz kredi olarak aktarıldığı, offshore bankasının paravan bir şirket olarak davalı A. B. tarafından yakınlarına kurdurulduğu açıklanmıştır. Bir başka söyleyişle, Yurtbank A.Ş.’nin söz konusu yöneticileri tarafından davacı ve onun durumundaki diğer off-shore hesabı açtıranların iradelerinin fesada uğratıldığı ve bu suretle off-shore hesaplarına para yatıran kişilerin haksız ve hukuka aykırı bir fiile maruz bırakıldıkları açıkça ortaya konmuştur.
Bu durumda, gerek ceza mahkemesindeki belirlemeler ve gerekse de Dairemize intikal eden emsal dosyalardaki aciz vesikaları da gözetildiğinde, davacının alacağını Yurt Security Off-Shore Ltd.’den tahsil edemeyeceğinin anlaşılması karşısında, diğer davalılara yöneltilen davanın zamansız olarak nitelendirilemeyeceğinin kabulü ile ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının hukuki sonuçları BK’nun 53. maddesi çerçevesinde gözetilmek suretiyle, BK’nun 41, TTK’nun 321/son ve 336/5. maddeleri uyarınca, gerek davalı A. B.’nin ve gerekse yöneticisi konumunda olduğu diğer davalıların davacının ileri sürdüğü zarardan sorumlu tutulmaları gerekip gerekmediği tartışılıp değerlendirilerek, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmek üzere anılan davalılara yönelik yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2- Bozma neden ve şekline göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/7110
K. 2012/11657
T. 12.7.2012
• FER’İ MÜDAHİL ( Katılma Yoluyla Tamyize Başvurmuş ve Sözkonusu Dilekçeyi Temyiz Defterine Kaydedilmemiş Olduğu Gibi Harcının da Yatırılmadığının Anlaşıldığı Bu Nedenle Temyiz İtirazlarının Reddedilmesi Gerektiği – Araç Satımından Kaynaklı Alacak Davası )
• ALACAK DAVASI ( Satın Alınan Aracın Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünce Elkonulduğu – Araca Kamu Gücüyle El Konulma Tarihinden İtibaren Hükmolunan Alacak Miktarına Faiz Yürütülmesi Gerektiği )
• ARACA KAMU GÜCÜYLE KONULMASI ( Tarihinden İtibaren Hükmolunan Alacak Miktarına Faiz Yürütülmesi Gerekirken Anılan Meblağa Teslim Tarihinden İtibaren Değişen Oranlarda Temerrüt Faizi Uygulanmasının Doğru Olmadığı – Araç Satımından Kaynaklı Alacak )
• TEMERRÜT FAİZİ ( Başlangıç Anının Kamu Gücüyle Elkonulma Tarihi Olması Gerekirken Teslim Tarihinden İtibaren Değişen Oranlarda Faiz Oranının Yürütülmesinin Doğru Olmadığı – Araç Satımından Kaynaklı Alacak Talebi )
818/m.101
ÖZET : Dava, taraflar arasındaki alacak istemine ilişkindir. Fer’i müdahil vekili katılma yoluyla temyiz dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını da ileri sürmüş ise de, sözkonusu dilekçe temyiz defterine kaydedilmemiş olduğu gibi, harcının da yatırılmadığı anlaşıldığından, fer’i müdahil vekilinin temyiz isteminin bu nedenle reddi gerekmektedir. Davacının temyiz itirazlarına gelince dava konusu araca kamu gücüyle el konulma tarihinden itibaren hükmolunan alacak miktarına faiz yürütülmesi gerekirken “anılan meblağa teslim tarihinden itibaren değişen oranlarda temerrüt faizi” uygulanması doğru değildir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı önceki kararda direnilmesine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar ve fer’i müdehillerden S… Turz. ve Oto San. Tic. Ltd. Şti. vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, 09.04.2003 tarihinde müvekkili şirketin davalıdan H… Marka arazi taşıtını satın aldığını, ancak 25.06.2004 tarihinde İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü tarafından ithali sırasındaki usulsüzlükten dolayı aracın zapt edildiğini belirterek, sözleşmenin feshi ile satış bedeli olan 168.000.000 TL’nin zapt tarihinden itibaren en yüksek reeskont faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, ayıba karşı tekeffüle ilişkin 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, müvekkilinin de aracı H… Sınai ve Tıbbi Gazlar AŞ.’den satın aldığını, kendisinin ithal etmediğini, nasıl ithal edildiğini de bilmediğini, zapt üzerine müvekkiline ihbar yapılmadığından temerrüt faizi isteyemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalı satıcının sattığı araçtan dolayı hukuki ayıbın meydana gelmesinde kusurlu olmasa dahi sorumlu olduğu, dava konusu aracın teminat mukabilinde davacıya verildiği, bu durumda aracın adli emanete iade edilmesi koşuluyla dava konusu meblağın davacıya ödenmesi gerektiği belirtilerek, satım sözleşmesinin iptaline, davacı tarafından ödenen 168.000 TL’nin aracın adli emanete iade edilmesi koşuluyla davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, anılan meblağa teslim tarihinden itibaren değişen oranlarda temerrüt faizi uygulanmasına karar verilmiş, taraf vekillerince kararın temyizi üzerine, Dairemizin 19.11.2009 gün ve 2009/4237 E. 2009/10957 K. sayılı ilamı ile “Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 22.2.2005 tarihli iddianamesi ile dava konusu aracın sahte evraklarla ithalinin gerçekleştirildiği iddiasıyla evrakta sahtekarlık suçundan dolayı Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesine açılan davanın henüz sonuçlanmadığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece, söz konusu ceza davasının sonucunun beklenip, tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” gerekçesiyle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazları incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkemece, Dairemiz bozma kararına uyulmayıp önceki kararda direnilmiş, verilen direnme kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/02/2012 tarih 2011/19-597 E. 2012/80 K. Sayılı kararı ile “Davacı, kendisine satılmasından önce vukubulan bir suça konu olması nedeniyle 25.06.2004 tarihinde resmi mercilerce zaptedilen aracı, zabıt tarihinden; teminat karşılığında ve koşullu olarak teslim aldığı 18.03.2005 tarihine kadar olan dönemde hiç kullanamamış; bu tarihten sonra da sicil kaydındaki şerh nedeni ile dilediği gibi tasarruf etme olanağı bulamamıştır.
Dolayısıyla, davacının satın aldığı mala, kendisinin herhangi bir kusuru olmaksızın, kamu gücüyle el konulmuş; tasarruf hakkı kısıtlanmıştır. Hal böyle olunca; satın alan davacı açısından, o maldan elde edeceği faydanın, dava konusu menkule resmi makamlarca kamu gücüne dayanılarak el konulması tarihinde ortadan kalktığının kabulü gerekir ve böylece ortaya çıkan hukuki ayıptan -satıcının ayıba karşı tekeffülüne ilişkin hükümlere göre- davalı satıcı şirket sorumludur; burada davalının hukuki ayıbın ortaya çıkmasında kusurlu olup olmaması da sonuca etkili değildir. O halde, Bakırköy 1. Ağır Ceza mahkemesinde davaya konu aracı ithal eden firma yetkilileri hakkında açılan kamu davasında verilecek kararın- ki bu dava satıcı hakkında olsa dahi- satıcının ayıba karşı tekeffülüne dayalı eldeki davaya herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Mahkemece, aynı hususlara işaretle, hukuki ayıbın varlığının ve davalı satıcının bu ayıp nedeniyle, kusurlu olup olmadığına da bakılmaksızın, sorumluluğunun kabulü ile ceza davasının sonucu beklenmeden, sonuçta; satıcının ayıba karşı tekeffülü hükümleri çerçevesinde değerlendirme yapılarak, hükme varılmış olması yerindedir.” denilerek davacının, davalı ve feri müdahil vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dairemize gönderilmesine karar verilmiştir. Dairemizce davacının işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelenmiştir.
1- Fer’i müdahil vekili katılma yoluyla temyiz dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını da ileri sürmüş ise de, sözkonusu dilekçe temyiz defterine kaydedilmemiş olduğu gibi, harcının da yatırılmadığı anlaşıldığından, fer’i müdahil vekilinin temyiz isteminin bu nedenle reddi gerekmektedir.
2- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
3- Davacının temyiz itirazlarına gelince dava konusu araca kamu gücüyle el konulma tarihi olan 25/06/2004 tarihinden itibaren hükmolunan alacak miktarına faiz yürütülmesi gerekirken “anılan meblağa teslim tarihinden itibaren değişen oranlarda temerrüt faizi” uygulanması doğru değildir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) ve ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle fer’i müdahil ve davalı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 3 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 12.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/13-623
K. 2008/641
T. 22.10.2008
• ALACAK DAVASI ( Sözleşmede Aylık Ücret Ödeneceğine Dair Bir Hüküm Bulunmadığı Halde Bu Sözleşmeyi Uygulayan ve Bu Süre Zarfında Davalı Kurumdan Aylık Ücret Hususunda Bir Talepte Bulunmayan Davacının İsteminin Reddi Gereği )
• İYİNİYET KURALLARINA AYKIRILIK ( Alacak Davası – İşten Ayrıldığı Tarihten Uzunca Bir Zaman Sonra Bu Davayı Açarak Talepte Bulunan Davacının İsteminin İyiniyet Kurallarına Aykırı Olduğu )
• AYLIK ÜCRET TALEBİ ( Alacak Davası – Sözleşmede Aylık Ücret Ödeneceğine Dair Bir Hüküm Bulunmadığı Halde Bu Sözleşmeyi Uygulayan ve Bu Süre Zarfında Davalı Kurumdan Aylık Ücret Hususunda Bir Talepte Bulunmayan Davacının İsteminin Reddi Gereği )
4721/m.2
ÖZET : Sözleşmede aylık ücret ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı halde bu sözleşmeyi uygulayan ve bu süre zarfında davalı kurumdan aylık ücret hususunda bir talepte bulunmayan davacının, işten ayrıldığı tarihten uzunca bir zaman sonra bu davayı açarak talepte bulunmuş olması iyiniyet kurallarına aykırıdır. Mahkemece değinilen bu yön gözetilerek davanın tümden reddine karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.5.2007 gün ve 2006/407-2007/164 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 26.11.2007 gün ve 2007/8824-14109 sayılı ilamı ile;
( … Davacı, avukat olduğunu ve 4.2.2001 tarihinden itibaren davalı kurumun sözleşmeli avukatı olarak görev yaptığını, sözleşme ile kararlaştırılan ücretin ödenme şekli ve miktarının 1136 Sayılı Yasanın emredici hükümleriyle ücret tarifesine aykırı olduğunu, bu itibarla davalı kurumun aylık avukatlık ücreti ödemesinin gerektiğini ileri sürerek tarihinden itibaren istifa ettiği 20.5.2004 tarihine kadar olan aylık ücretlerinin toplamı olan 10.065.000.000 TL’nın tahsilini istemiştir.
Davalı, davacıyla yapılan sözleşmede aylık ücret ödeneceğine dair hüküm bulunmadığını, talimatname uyarınca ücret ödendiğini savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, sözleşmede kararlaştırılan ücretin kamu düzenine ilişkin olan kanunun amir hükümlerine aykırı olamayacağı gerekçesiyle 10.050.000.000 TL’nın davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacı avukatın davalı kurumla yaptığı sözleşme uyarınca sözleşmeli avukat olarak 9.4.2001 tarihinde işe başladığı ve 20.5.2004 tarihinde istifa ederek işten ayrıldığı tarafların kabulünde olup,davacı ile davalı arasında imzalanan sözleşmede de davacıya tarife uyarınca ödenecek ücretin dışında ayrıca aylık ücret ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı da çekişmesizdir. Davacı bu davada Avukatlık Asgari ücret tarifesi uyarınca ödenmesi gereken aylık ücretleri talep etmektedir. Davacı 9.4.2001 tarihinde işe başlamış, görev yaptığı sürece bir takım ödemeleri tahsil etmiş ve ancak istifa ettiği 20.5.2004 tarihine kadar aylık ücretin ödenmesi gerektiğinden bahisle davalı kuruma bir bildirimde bulunmamıştır. Sözleşmede aylık ücret ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı halde bu sözleşmeyi 9.4.2001-20.5.2004 tarihleri arasında uygulayan ve bu süre zarfında davalı kurumdan aylık ücret hususunda bir talepte bulunmayan davacının, işten ayrıldığı 20.5.2004 tarihinden uzunca bir zaman sonra 7.12.2006 tarihinde bu davayı açarak talepte bulunmuş olması iyiniyet kurallarına aykırıdır. Mahkemece değinilen bu yön gözetilerek davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 22.10.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/7864
K. 2012/12795
T. 18.5.2012
• ALACAK DAVASI ( Taraflar Arasındaki Uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Kapsamında Kaldığına Göre Davaya Bakmaya Tüketici Mahkemesi Görevli Olduğu )
• TÜKETİCİ MAHKEMESİ ( Alacak Davası – 4077 Sayılı Kanunun 23. Maddesi Bu Kanunun Uygulanmasıyla İlgili Her Türlü İhtilafa Tüketici Mahkemelerinde Bakılacağını Öngördüğü )
• GÖREV ( Taraflar Arasındaki Uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Kapsamında Kaldığına Göre Davaya Bakmaya Tüketici Mahkemesi Görevli Olduğu – Alacak Davası )
4077/m.1,3,23
ÖZET : 4077 Sayılı Kanunun 23. maddesi bu kanunun uygulanmasıyla ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığına göre davaya bakmaya Tüketici mahkemesi görevlidir. Diğer gerçek kişi davalı hakkındaki davanın da bu davalıya bağlı olarak Tüketici mahkemesinde görülmesi gerekir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine dair olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir. Bu durumda mahkemece Tüketici Mahkemesi’nin görevli olduğuna dair görevsizlik kararı verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı K… İnşaat Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti’nin inşa ettiği binadan 5 numaralı daireyi inşaat halindeyken satın aldığını, bedelini davalı şirkete ödediğini, tapu alma aşamasına gelindiğinde ise davalı şirketin arsa sahibine geç ve hatalı teslim sebebiyle İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/8 Esas 2007/457 Karar sayılı kararıyla borçlandığı ve satın aldığı dairenin arsa sahibinin teminatı olması sebebiyle tapusunu alamadığını, davalı şirketin, bu ilamdaki borcu ödeme kudretinin olmadığını ve bu borç ödenmeden de tapunun alınamayacağını söylemesi sebebiyle davacı olarak 04.02.2008 tarihli “sulh ve ibranamedir” başlıklı belge uyarınca davalının ödemesi gereken 115.000,00-TL.’yi ödemek zorunda kaldığını, ancak bundan sonra satın aldığı dairenin tapusunu alabildiğini, davalı şirket yetkilisinin bu şekilde doğan borcunu ödemek için 117.000,00-TL. meblağlı bonoyu eşine, bononun arkasına şart düşerek teslim ettiğini, alınan bononun vadesinde ödenmediğini, bu sebeple İzmir 2. İcra Müdürlüğünün 2008/12925 Sayılı dosyasından takibe geçildiğini, davalının İzmir 5. İcra Mahkemesi’nin 2008/917 Sayılı dosyasıyla takibi iptal ettirdiğini, bu sebeplerle alacağı olan 115.000,00 TL.’nin 04.02.2008 tarihinden itibaren davalılardan müştereken ve müteselsilen faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı L. K. vekili, müvekkili tarafından davacıya senet verildiğini kabul ettiklerini, ancak senedin ödenmesinin fabrikanın satışı şartına bağlı tutulduğunu, bu şartında gerçekleşmediğini belirterek davanın reddini istemiştir. Davalı şirket vekili, şirketin isminin senette yer almadığını, davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1- )4822 Sayılı yasayla değişik 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Amaç başlıklı 1. maddesinde Kanunun amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde “… Bu kanun, 1. maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar.” hükmüne yer verilmiştir. Kanunun 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları, hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyeti ifade eder. Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.
Bir hukuki işlemin 4077 Sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için Kanunun amacı içerisinde yukarda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına dair bir hukuki işlemin olması gerekir. Somut uyuşmazlık, Taraflar arasındaki ilişkinin davalı satıcı şirket ( yüklenici ) ile davacı ( alıcı ) arasındaki taşınmaz satışına dair sözleşmeye dayandığı anlaşılmakla, 4822 Sayılı Yasayla değişik 4077 Sayılı Kanunun 3. maddesinde düzenlenen satım sözleşmelerinden kaynaklanmaktadır.
4077 Sayılı Kanunun 23. maddesi bu kanunun uygulanmasıyla ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığına göre davaya bakmaya Tüketici mahkemesi görevlidir. Diğer gerçek kişi davalı hakkındaki davanın da bu davalıya bağlı olarak Tüketici mahkemesinde görülmesi gerekir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine dair olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir. Bu durumda mahkemece Tüketici Mahkemesi’nin görevli olduğuna dair görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.
2- )Bozma nedenine göre tarafların temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte gösterilen sebeple kararın BOZULMASINA, ( 2 ) numaralı bentte gösterilen sebeple tarafların temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan 1.707.75 TL. temyiz harcının istenmesi halinde davalılara iadesine ve yine peşin alınan 18.40 TL temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 18.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/10-298
K. 2010/280
T. 2.6.2010
• ALACAK DAVASI ( Tedavi Eğitim ve Rehabilitasyon Giderlerinin Tahsili İstemi – Mahkemelerce Yargılamanın Usul Hükümlerine Uygun ve Gecikmeksizin Sonuçlandırılması ve Her Aşamada Gösterilmesi Gereken Özen ve Dikkatle Mümkün Olduğu )
• TEDAVİ EĞİTİM VE REHABİLİTASYON GİDERLERİNİN TAHSİLİ ( Mahkemelerce Yargılamanın Usul Hükümlerine Uygun ve Gecikmeksizin Sonuçlandırılması ve Her Aşamada Gösterilmesi Gereken Özen ve Dikkatle Mümkün Olduğu )
• GERİ ÇEVİRME KARARI ( Önceki Geri Çevirme Kararında Belirtildiği Şekilde Direnme Kararının Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ( Vekaletnamesi İbraz Edilen Vekiline ) Tebliğ Edilmesi Hususunun Yerine Getirilmesi Gerektiği )
1086/m.59,67
5502/m.Geç.1, Geç.2
ÖZET : Dava, Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişiye yaptığı tedavi, eğitim ve rehabilitasyon giderlerinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemelerce, yargılamanın usul hükümlerine uygun ve gecikmeksizin sonuçlandırılması, her aşamada gösterilmesi gereken özen ve dikkatle mümkündür.
Mahkemece geri çevirme kararının içeriğine uygun işlem yapılmayarak dosyanın aynı eksiklerle temyiz incelemesine gönderilmiş olması beklenen özen ve dikkate uygun bir davranış değildir. Tekrarlanması halinde sorumluları hakkında yasal işlem yoluna gidileceği bilinmelidir. Açıklanan nedenlerle; önceki geri çevirme kararında da belirtildiği şekilde direnme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ( vekaletnamesi ibraz edilen vekiline ) tebliğ edilmesi hususunun yerine getirilmesi ve bu eksiklik giderildikten sonra Yargıtay’a temyiz incelemesi yapılmak üzere gönderilmesi için dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1.İş Mahkemesince talebin kabulüne dair verilen 17.11.2006 gün ve 2006/449 E.-951 K. sayılı kararın incelenmesinin davalı SGKB. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 31.01.2008 gün ve 2008/5680 E.- 802 K. sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişiye yaptığı tedavi, eğitim ve rehabilitasyon giderlerinin tahsili istemine ilişkindir.
Sosyal Sigortalar Kurumu ( SSK ) ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ( Bağ-Kur ), 20 Mayıs 2006 gün ve 26173 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 16.04.2006 tarih ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun Geçici 1 ve 2. maddeleri uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumuna devredilmiştir.
Yargılama aşamasında devredilen SSK ve Bağ-Kur Kurumlarının yönetim kurullarının görevleri ve tüzel kişilikleri 24.11.2006 tarihinde sona ermiş olmakla davada yasal hasım Sosyal Güvenlik Kurumu’dur.
Devredilen kurumların leh ve aleyhine açılmış davalar, icra takipleri Kurum tarafından yürütülür ve bütün hak, yetki, yükümlülük, alacak ve borçlarıyla birlikte Kuruma geçer ( 5502 sayılı Kanun Geçici m. 1/3 ).
Dava ikamesine ehil olan her şahıs davasını bizzat veya atayacağı vekil vasıtasıyla ikame ve takip edebilir ( HUMK m. 59 ), vekâletnamenin aslını veya örneğini vermeyen vekil yargılama ile ilgili hiç hiçbir görev yapamaz ( HUMK m.67 ).
Hukuk Genel Kurulu’nun 27.01.2009 gün ve 2009/10-19 E- 2009/34 K. Sayılı ilamıyla açıklanan hususlara işaret edilerek “SSK ve Bağ-Kur Genel Müdürlüğünün, Sosyal Güvenlik Kurumuna devredilerek tüzel kişiliklerinin sona ermiş olmasına rağmen, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilmiş vekâletnamenin aslı veya örneğinin dosya içinde bulunmadığı, direnme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına tebliğ edilmediği, öncelikle direnme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına tebliğ edilmesi, ayrıca SGK adına direnme kararını temyiz eden Av. Yeşim Ersayın Antmen’den SGK tarafından verilmiş vekâletname de istenerek dosya içine alınması için dosya mahkemesine iade edilmiştir.
Mahkemece, vekaletname eksiği giderilmişse de gerekçeli karar tebliği Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına yapılması gerekirken yine SSK Genel Müdürlüğüne yapılmış; geri çevirme kararında işaret edilen bu husus eksik bırakılmıştır.
Mahkemelerce, yargılamanın usul hükümlerine uygun ve gecikmeksizin sonuçlandırılması, her aşamada gösterilmesi gereken özen ve dikkatle mümkündür.
Mahkemece geri çevirme kararının içeriğine uygun işlem yapılmayarak dosyanın aynı eksiklerle temyiz incelemesine gönderilmiş olması beklenen özen ve dikkate uygun bir davranış değildir. Tekrarlanması halinde sorumluları hakkında yasal işlem yoluna gidileceği bilinmelidir.
Açıklanan nedenlerle; önceki geri çevirme kararında da belirtildiği şekilde direnme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ( vekaletnamesi ibraz edilen vekiline ) tebliğ edilmesi hususunun yerine getirilmesi ve bu eksiklik giderildikten sonra Yargıtay’a temyiz incelemesi yapılmak üzere gönderilmesi için dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle yukarıda yazılı eksikliğin tamamlanması için dosyanın mahalline GERİ ÇEVRİLMESİNE, gerekli özen ve dikkat gösterilmediği takdirde sorumlular hakkında işlem yapılması yoluna gidileceğinin ihtarına, 02.06.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/10-382
K. 2010/441
T. 29.9.2010
• ALACAK DAVASI ( Vakıf Senedinin Uygulanmasından Doğan Davalara Bakma Görevinin Genel Mahkemelere Ait Olduğu )
• VAKIF SENEDİNİN UYGULANMASINDAN DOĞAN DAVALAR ( Bakma Görevinin Genel Mahkemelere Ait Olduğu )
• GÖREV ( Alacak Davası – Vakıf Senedinin Uygulanmasından Doğan Davalara Bakma Görevinin Genel Mahkemelere Ait Olduğu )
5521/m.1
ÖZET : Davalı vakfın 506 Sayılı Sosyal sigortalar kanununa tabi bulunmadığı, Türk Kanunu Medenisi hükümlerine göre kurulduğu, taraflar arasında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında bir sosyal güvenlik ilişkisi bulunmadığı, ortada iş mahkemelerinin görev alanını düzenleyen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi kapsamında bir uyuşmazlığın bulunmadığı, vakıf senedinin uygulanmasından doğan davalara bakma görevinin genel mahkemelere ait olduğu düşünülmeksizin, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilip yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 2.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04.06.2008 gün ve 2007/500 E., 2008/347 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.03.2009 gün ve 2008/17629 E., 2009/4217 K. sayılı ilamı ile;
( … 29/06/1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun “Müstahdem ve işçiler lehine yardım akçesi” başlıklı 468. maddesi hükmü uyarınca; “Esas mukavelede şirketin müstahdem ve işçileri için yardım sandıkları ve sair yardım teşkilatı kurulması ve idamesi maksadiyle akçe ayrılması derpiş olunabilir. Yardım maksadına tahsis olunan para ve diğer mallar, şirket mallarından ayrılarak bunlarla Medeni Kanun hükümleri dairesinde bir tesis ( vakıf ) meydana getirilir.”
13/07/1967 tarih ve 903 sayılı Kanunun 1. maddesiyle 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’ne eklenen “İstihdam Edilenlere ve İşçilere Yardım Vakıfları” başlıklı 77/A maddesi ile getirilen düzenleme uyarınca; “Türk Ticaret Kanununun 468. maddesi gereğince kurulan istihdam edilenler ve işçilere yardım vakıfları ayrıca aşağıdaki hükümlere tabidirler.” denmekte olup, maddenin son fıkrasında “Faydalananlar vakfa aidat ödedikleri veya vakfı düzenliyen hükümler onlara edayı talep hususunda bir hak bahşettiği takdirde, vakfın edalarını dava yoliyle…” talep edebilecekleri hükme bağlanmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Çalıştırılanlara ve işçilere yardım vakfı” başlıklı 110. maddesi de benzer bir düzenleme içermekte olup; “Yararlananların, vakfın edimlerinin yerine getirilmesini dava yoluyla” isteyebilecekleri belirtilmektedir.
17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun yürürlüğe girmesi üzerine “Bankalar, sigorta şirketleri, ticaret ve sanayi odaları ve borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personelinin malûllük, yaşlılık ve ölümlerinde yardım yapmak üzere bu kanunun yayımı tarihine kadar tesis veya dernek olarak kurulmuş bulunan sandıklar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren “…bu personelin, işkazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık, eş ve çocuklarının hastalık hallerinde, en az bu kanunda belirtilen yardımları sağlıyacak, birer tesis ( vakıf ) haline getirildikleri takdirde, bu teşekküllerin ve sandıkların personeli 506 sayılı Kanun uygulanmasında sigortalı sayılmayacakları belirtilmektedir.
İşlevi, tıpkı Sosyal Güvenlik Kurumu ( devredilen SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı ) gibi emeklilik sandığı niteliğinde bulunan bu vakıflar dışında bulunan, Türk Ticaret Kanunu 468. maddesi hükmü dikkate alınarak, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 77/A maddesi uyarınca tesis ( vakıf ) şeklinde yapılandırılan ve “munzam sandık-vakıf” olarak ifade de edilen yardımlaşma sandıklarından yararlananlara dava hakkı da anılan Medeni Kanun hükümleriyle tanınmıştır.
Bu tür “munzam sandık-vakıf”lara ilişkin olarak, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun “Yardımlaşma sandıkları” başlıklı 128. maddesinde; “Sigortalı çalıştırılan her türlü işlerde/ ve iş yerlerinde, herhangi ad altında kurulmuş veya kurulacak olan borç verme, emekli ve yardım sandıkları ve benzerleri, faaliyetlerine ve kuruluş amaçlarına göre ilgililere menfaatler sağlamaya devam edebilir” ifadeleriyle yer verilmiş olması, 1964 yılında kabul edilen 506 sayılı Kanunun Geçici 20. maddesinde tanımlanan, emeklilik sandığı niteliğinde bulunan vakıflar gibi bir yeniden yapılanma sürecine girip-girmeyecekleri yönünde oluşan tereddütleri gidermeye yönelik olup, amacı; “İş kazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde bu Kanunda yazılı şartlarla sosyal sigorta yardımları” sağlamak olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun, “uyuşmazlıkların çözüm yeri”ni düzenleyen 134. maddesindeki “Bu Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür.” Hükmü kapsamında ele alınarak, yardımlaşma sandıklarınca sağlanan, bir ekonomik, mali değerle ifade edilen yardımların dahi, sigorta kollarından sağlanan yardımlar gibi ele alınmasında yasaca olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda da “yardımlaşma sandıkları” na ilişkin bir düzenlemeye de yer verilmeyerek, bu yönde oluşan tereddütler giderilmiştir.
Davalı Vakfın, Türk Ticaret Kanununda ifade edilen olanaktan yararlanmak üzere, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 77/A maddesi uyarınca kurularak, yararlananlarına belirli şartlar altında ekonomik ve mali olanaklar sağlamayı amaçladığı, 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesinde tanımlanan nitelikte emekli sandığı vakfı niteliğinde bulunmadığı, Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 29.06.2000 gün ve 24094 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına ilişkin 2 Nolu Tebliği ekindeki “506 Sayılı Kanunun Geçici 20. maddesine Tabi Özel Emekli Sandıkları” başlıklı listede de davalı vakfın adının geçmediği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.12.2006 gün 2006/18-820 esas, 810 karar sayılı kararlarında da belirtildiği gibi; davalı vakfın 506 Sayılı Sosyal sigortalar kanununa tabi bulunmadığı, Türk Kanunu Medenisi hükümlerine göre kurulduğu, taraflar arasında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında bir sosyal güvenlik ilişkisi bulunmadığı, ortada iş mahkemelerinin görev alanını düzenleyen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi kapsamında bir uyuşmazlığın bulunmadığı, vakıf senedinin uygulanmasından doğan davalara bakma görevinin genel mahkemelere ait olduğu düşünülmeksizin, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilip yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 29.09.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/15-525
K. 2010/619
T. 1.12.2010
• ALACAK DAVASI ( Verilmesi Gereken Bağımsız Bölümlerin İskan Koşuluna Bağlı Olduğu – Yüklenicinin İskan İznini Sonradan Aldığı/Sözleşme Uyarınca Yükleniciden Kira Bedellerine “İfaya Ekli” Ceza Olarak Tahsilinin Talep Edilebileceği )
• ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ ( Verilmesi Gereken Bağımsız Bölümlerin İskan Koşuluna Bağlı Olduğu – Yüklenicinin İskan İznini Sonradan Aldığı/Sözleşme Uyarınca Yükleniciden Gecikme Tazminatı Talep Edilebileceği )
• İSKAN İZNİ ( Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi/Bağımsız Bölümlerin İskan Koşuluna Bağlı Olduğu – Yükleniciden Kira Bedellerine “İfaya Ekli” Ceza Olarak veya Gecikme Tazminatı İstenebileceği )
• İFAYA EKLİ CEZA ( Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi/Bağımsız Bölümlerin İskan Koşuluna Bağlı Olduğu – Sözleşme Uyarınca Yükleniciden Kira Bedellerine “İfaya Ekli” Ceza Olarak Tahsilinin Talep Edilebileceği )
• GECİKME TAZMİNATI ( Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi/Bağımsız Bölümlerin İskan Koşuluna Bağlı Olduğu – Yükleniciden Kira Bedellerine “İfaya Ekli” Ceza Olarak veya Gecikme Tazminatı İstenebileceği )
818/m.106, 158, 355
ÖZET : Alacak davası yanlar arasındaki arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak açılmıştır. Sözleşme hükmü uyarınca arsa sahiplerine verilmesi gereken bağımsız bölümlerin iskan koşulunun bağlı olduğu ve teslimin de yazılı tutanakla yapılacağı ve tutanak tarihinin teslim tarihi olacağı taraflarca kabul edilmiştir. Nitekim adı geçen mesken davacılardan birine, dükkanlar diğer davacıya protokol düzenlenmek suretiyle protokol tarihinde teslim edilmiştir. İskan izni her ne kadar yüklenici tarafından alınmışsa da sözleşmede kararlaştırılan tarihten itibaren iskan izninin alındığı tarihe kadar bağımsız bölümlerin piyasa rayiçleri ile hesaplanacak kira bedellerine “ifaya ekli” ceza olarak tahsilini davacılar talep edebilecekleri gibi; takip eden teslim tarihine kadarki süre için de “gecikme tazminatı” isteyebilirler. Mahkemece, bu hususlar gözetilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.7.2008 gün ve 2007/127 E., 2008/246 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 15. Hukuk Daire sinin 20.11.2009 gün ve 2008/6405 E., 2009/6303 K. sayılı ilamı ile;
( … Dava, yanlar arasındaki arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak açılmış olup: 6.000,00 TL ceza koşulu tazminatın davalıdan tahsili; birleşen dava ise, eksik işler bedeli olarak 6.000,00 TL maddi tazminatın tahsili istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davaların reddine karar verilmiş ve verilen karar davacılar vekillerince temyiz edilmiştir.
1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacılar vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-)Ankara 48. Noterliği’nce doğrudan düzenlenen 17.6.2002 tarihli ve 10203 yevmiye numaralı arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesini, dava dışı paydaşlar dışında davacılar da arsa sahibi sıfatlarıyla imzalamışlardır. Yüklenici davalı şirket, sözleşme konusu Ankara Çankaya İlçesi 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü’nde kayıtlı olan ve Kurukusunlar Mahallesinde bulunan 27522 ada ve 1 parsel sayılı taşınmazı; sözleşmede yazılı koşullarla inşaat yapmayı ve sözleşmede kararlaştırılan bağımsız bölümleri arsa sahiplerine teslim etmeyi yüklenmiştir.
Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin ( 3.8.1 ) maddesi hükmü gereğince, inşaat süresi sözleşme konusu arsanın boş olarak yükleniciye teslim edildiği tarihten itibaren 36 aydır. Kapsamında uyuşmazlık bulunmayan 24.3.2003 tarihli teslim tutanağı düzenlenerek inşaat yapılacak taşınmaz, yüklenici şirkete teslim edilmiştir. Yer teslim tarihine 36 ay eklendiğinde 24.3.2006 tarihinde inşaatın tamamlanması gerekir ise de, sözleşmenin ( 3.11.2. ) maddesi hükmünde de sözleşme ve eklerine göre işin tamamen bitirilmemesi durumunda yükleniciye ( 4 ) aylık ek süre verileceği ve yükleniciye verilen her bir ay için rayiç kira bedelleri toplamı kadar arsa sahibine gecikme cezası olarak ayrı ayrı ödemesi gerektiği, düzenlenmiştir. Sözleşmenin ( 3.7.3. ) maddesi hükmü değerlendirildiğinde de; arsa sahiplerine verilmesi kararlaştırılan bağımsız bölümlerin iskan ruhsatı alınmak ve tutanak düzenlenmek suretiyle teslim olunacağının yanlarca kararlaştırılmış olduğu sonucuna varılmaktadır. Başka bir anlatımla, belirtilen sözleşme hükmü uyarınca arsa sahiplerine verilmesi gereken bağımsız bölümlerin iskan koşulunun bağlı olduğu ve teslimin de yazılı tutanakla yapılacağı ve tutanak tarihinin teslim tarihi olacağı taraflarca kabul edilmiştir. Nitekim 24 numaralı mesken davacılardan Hikmet’e, 34. ve 35 numaralı dükkanlar davacı Şevket’e 19.9.2006 tarihli protokol düzenlenmek suretiyle protokol tarihinde teslim edilmiştir. İskan izni her ne kadar 21.7.2006 tarihinde yüklenici tarafından alınmışsa da 24.3.2006 tarihinden itibaren ( 4 ) ay süre ile bağımsız bölümlerin piyasa rayiçleri ile hesaplanacak kira bedellerine Borçlar Kanunu 158/11. maddesi uyarınca “ifaya ekli” ceza olarak tahsilini davacılar talep edebilecekleri gibi; takip eden teslim tarihi olan 19.9.2006 tarihine kadarki süre için de Borçlar Kanunu 106. maddesi gereğince “gecikme tazminatı” isteyebilirler. Mahkemece, bu hususların gözden kaçırılması doğru olmamıştır.
O halde; mahkemece, yapılacak iş; yukarda açıklanan hususlar gözetilerek bilirkişi aracılığıyla yerinde keşif yapılarak davacıların isteyebilecekleri ceza koşulu alacağı tutarı ile gecikme tazminatı tutarının saptanması ve taleple bağlı kalınarak varılacak sonuca göre karar vermekten ibaret olmalıdır.
Açıklanan sebeplerle karar bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre. Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 1.12.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/5101
K. 2012/9597
T. 26.6.2012
• ALACAK DAVASI (Sözleşmenin Feshedilmesi Nedeniyle Kira Parasına Dayalı Alacak – Kira Sözleşmesinde Yer Alan Kira Parasının Ödendiğine İlişkin İbareye Dayanılması/Davalı Sözleşmedeki Bu Konudaki İmzasına Karşı Çıktığından Öncelikle Söz Konusu İmzanın Davalıya Ait Olup Olmadığının Araştırılması Gerektiği)
• İMZA İTİRAZI (Peşin Ödenen Kira Parasının Tahsili – Kira Sözleşmesinde Yer Alan Kira Parasının Ödendiğine İlişkin İbareye Dayanılması/Davalı Sözleşmedeki İmzasına Karşı Çıktığından Öncelikle Söz Konusu İmzanın Davalıya Ait Olup Olmadığının Araştırılacağı)
• KİRA SÖZLEŞMESİNE DAYALI ALACAK (Sözleşmenin Feshedilmesi Nedeniyle Peşin Ödenen Kira Parasının Tahsili – Davalı Sözleşmedeki İmzasına Karşı Çıktığından Öncelikle Söz Konusu İmzanın Davalıya Ait Olup Olmadığının Araştırılması Gerektiği)
• FESHEDİLEN KİRA SÖZLEŞMESİ (Peşin Ödenen Kira Parasının Tahsili – Kira Sözleşmesinde Yer Alan Kira Parasının Ödendiğine İlişkin İbareye Dayanılması/Davalı Sözleşmedeki İmzasına Karşı Çıktığından Öncelikle Söz Konusu İmzanın Davalıya Ait Olup Olmadığının Araştırılması Gerektiği)
• PEŞİN ÖDENEN KİRA PARASININ TAHSİLİ (Kira Sözleşmesinin Feshedilmesi Nedeniyle – Kira Sözleşmesinde Yer Alan Kira Parasının Ödendiğine İlişkin İbareye Dayanılması/Davalı Sözleşmedeki İmzasına Karşı Çıktığından Öncelikle Söz Konusu İmzanın Davalıya Ait Olup Olmadığının Araştırılacağı)
818/m.249,252
ÖZET : Dava, kiralananın teslim edilmemesi nedeniyle kira sözleşmesinin feshedilmesinden doğan alacağın tahsiline ilişkindir. Davadaki uyuşmazlık kira sözleşmesinde belirlenen yıllık kira parasının davalıya ödenip ödenmediği noktasındadır. Sözleşmede kira parasının peşin alındığı yazılı ise de, davalı buna dair imzanın kendisine ait olmadığını savunmuştur. Davacının ödendiğini ileri sürdüğü kira parasını geri isteyebilmesi için öncelikle bu paranın davalıya teslim edildiğini kanıtlaması gerekir. Bu konuda kira sözleşmesinde yer alan ve kira parasının ödendiğine ilişkin ibareye dayanmışsa da, davalı sözleşmedeki bu konudaki imzasına karşı çıktığından mahkemece, öncelikle söz konusu imzanın davalıya ait olup olmadığı konusunda araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı alacak davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davalı tarafından süresi içinde istenilmekle gün tayin edilerek taraflara gönderilen davetiyelerin tebliğ edilmesi üzerine belli günde davalı vekili geldi. Hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Uyuşmazlık, 25.000 TL alacağın tahsiline ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin davalıya ait M… Pasajı’nda bulunan taşınmazını 1.2.2010 tarihinde kiralamak konusunda anlaştıklarını, bir an önce hazırlıklara başlamak isteyen davacının yıllık 25.000 TL kira parasını davalıya peşin olarak ödediğini, ancak sonradan burada daha önce başka kiracının olduğunun ve onun kira ilişkisinin devam ettiğinin ortaya çıktığını, davalının ise kendisine gönderilen ihtarnameye rağmen kiralananı teslim etmediğinden sözleşmenin feshedildiğini belirterek, davalıya peşin ödenen yıllık 25.000 TL kira parasının tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili, davacı ile kira sözleşmesi yapıldığını, ancak sözleşmeye bir yıllık kira parası 25.000 TL’nin peşin ödendiği yazılmış ise de, eski kiracı taşınmazı boşaltmadığından bu paranın davalıya ödenmediğini, sadece kira sözleşmesi düzenlenirken bu şekilde yazılmış olduğunu, kira sözleşmesinin de eski kiracı çıkmadığı için uygulanamadığını, kira sözleşmesinin teslim eden bölümündeki imzanın da müvekkiline ait olmadığını, bu konuda imza incelemesi yapılmasını istediklerini savunmuştur.
Davada dayanılan ve hükme esas alınan 1.2.2010 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme ile davalıya ait M… Pasajı No: 7-8 ve 9’da bulunan iş yeri, restoran olarak davacıya kiralanmış, sözleşmede de yıllık 25.000 TL kira parasının peşin ve net ödeneceği kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte kira sözleşmesinin düzenlenmesine karşın taşınmazın eski kiracının kiralananı boşaltmaması nedeniyle sözleşmenin uygulamaya geçmediği ve kiralananın davacı kiracıya teslim edilmediği her iki tarafın da kabulündedir. Bu nedenle davacı tarafından davalıya gönderilen 30.6.2010 keşide ve 6.7.2010 tebliğ tarihli ihtarname ile kiralananın iki gün içinde sözleşme şartlarına uygun halde teslim edilmemesi halinde sözleşmenin feshedileceği ve 25.000 TL’nin iade edilmesinin gerektiği bildirilmiştir. Davadaki uyuşmazlık kira sözleşmesinde belirlenen yıllık 25.000 TL kira parasının davalıya ödenip ödenmediği noktasındadır. Kiralananın teslim unsuru gerçekleşmediğinden sözleşmenin uygulanamadığı, hayata geçirilemediği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının peşin ödendiğini iddia ettiği kira parasını geri istemesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Bununla birlikte her ne kadar sözleşmede kira parasının peşin alındığı yazılı ise de, davalı buna dair imzanın kendisine ait olmadığını savunmuştur. Davacının ödendiğini ileri sürdüğü kira parasını geri isteyebilmesi için öncelikle bu paranın davalıya teslim edildiğini kanıtlaması gerekir. Bu konuda kira sözleşmesinde yer alan ve kira parasının ödendiğine ilişkin ibareye dayanmışsa da, davalı sözleşmedeki bu konudaki imzasına karşı çıktığından mahkemece, öncelikle söz konusu imzanın davalıya ait olup olmadığı konusunda araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde davalının yazılı sözleşme karşısında savunmasına itibar edilmediğinden bahisle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve Yargıtay duruşması için kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına takdir olunan 900 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 26.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/1150
K. 2011/3293
T. 6.6.2011
• ALACAK DAVASI (Kesin Hesap İlişkisi/İhtilaflı Olduğu – Kesin Hesap Bilirkişi Kurulu Tarafından Belirlenen Kesin Hesap Tutarınına Nakte Çevrilen Teminat Tutarı İlave Edildiği Halde Teminat Miktarının Ayrıca Tahsiline Karar Verilmesinin Hatalı Olduğu)
• KESİN HESAP TUTARI (Kesin Hesap Bilirkişi Kurulu Tarafından Belirlenen Tutara Nakte Çevrilen Teminat Tutarı İlave Edildiği Halde Teminat Miktarının Ayrıca Tahsiline Karar Verilmesinin Hatalı Olduğu – Alacak Davası)
• İLİŞİKSİZLİK BELGESİ (Alacak Davası – Sözleşme Gereğince SGK’dan İlişiksizlik Belgesi Getirmesi Gereken Davacı Yüklenicinin Prim Borcu Olup Olmadığının Araştırılması Gerektiği)
818/m. 158,355
ÖZET : Dava, davacı yüklenicinin hakedişlerinden haksız olarak kesilen gecikme cezası ve eksik iş bedelinin tahsili ve teminat mektubunun iadesi taleplerine ilişkindir. Taraflar arasındaki kesin hesap ilişkisinin ihtilaflı olduğundan kesin hesap bilirkişi kurulu tarafından davacı yüklenicinin kesin hesap alacağı tespit edilmiştir. Mahkemece bu miktara nakde çevrilen teminat tutarının ilave edilerek tahsiline karar verilmesi yerinde ise de kesin hesap alacağına ilave edildiği halde nakde çevrilen teminat miktarının ayrıca tahsiline karar verilmesi doğru değildir. Ayrıca, somut olaydaki sözleşme gereğince SGK’dan ilişiksizlik belgesi getirilmesi kararlaştırıldığı halde davacı yüklenicinin Sosyal Sigortalar Kurumu’na prim borcu olup olmadığı araştırılmadan nakde çevrilen teminat tutarının tamamının hüküm altına alınması da doğru değildir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükümün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı yüklenici hakedişlerinden haksız olarak kesilen gecikme cezası ve eksik iş bedeli 63.119:70 TL’nin tahsili ile iade edilmeyen teminat mektubu nedeniyle uğranılan zarar karşılığı şimdiki 2.000,00 TL’nin tahsilini ve teminat mektubunun iadesini istemiş, teminat mektubu 10.05.2007 tarihinde nakde çevrildiğinden ıslah talebinde bulunarak teminat tutarının da tahsilini istemiş, mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı iş sahibi tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-İşin kesin hesabı taraflar arasında ihtilaflı olduğundan kesin hesap bilirkişi kurulu tarafından çıkartılmış ve davacı yüklenicinin kesin hesaptan bakiye 38.528,55 TL alacaklı olduğu hesaplanarak bu miktardan gecikme cezası 38,74 TL ile eksik işler bedeli ve nefaset farkı tutarı 21.612,59 TL mahsup edilmek suretiyle davacı yüklenicinin kesin hesap alacağı 16.877,22 TL olarak bulunmuştur. Mahkemece bu miktara nakde çevrilen teminat tutarı 45.000,00 TL’nin ilavesi ile 61.877,22 TL’nin tahsiline karar verilmesi yerinde ise de kesin hesap alacağına ilave edildiği halde nakde çevrilen teminat miktarı 45.000,00 TL’nin ayrıca tahsiline karar verilmesi doğru olmamış, karar bu nedenle bozmayı gerektirmiştir.
3-Yanlar arasındaki sözleşmenin kesin teminatın iadesi koşullarını düzenleyen 11. maddesine göre Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan ilişiksizlik belgesi getirtilmesi ve kesin kabul tutanağının onaylanmasından sonra kesin teminat yükleniciye iade edilecektir. Somut olayda davacı yüklenicinin Sosyal Sigortalar Kurumu’na prim borcu olup olmadığı araştırılmadan nakde çevrilen teminat tutarının tamamının hüküm altına alınması da doğru olmamış, kararın açıklanan bu nedenle de bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. ve 3. bentlerde açıklanan nedenlerle kararın davalı Belediye yararına BOZULMASINA, fazla alınan temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 06.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/864
K. 2011/1231
T. 24.10.2011
• KOOPERATİFE BORÇ VERİLMESİ (Alacak İstemi – Yeniden Bilirkişi Heyeti Oluşturularak Anılan Genel Kurul Tutanakları Makbuzlar ve Ceza Dosyası Çerçevesinde İnceleme Yaptırılıp Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği)
• ALACAK İSTEMİ (Kooperatife Borç Verilmesi İddiasına Dayalı – Yeniden Bilirkişi Heyeti Oluşturularak Anılan Genel Kurul Tutanakları Makbuzlar ve Ceza Dosyası Çerçevesinde İnceleme Yaptırılıp Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği)
• BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ (Kooperatife Borç Verilmesi İddiasına Dayalı Alacak İstemi – Yeniden Bilirkişi Heyeti Oluşturularak Anılan Genel Kurul Tutanakları Makbuzlar ve Ceza Dosyası Çerçevesinde İnceleme Yaptırılıp Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği)
1086/m.275
ÖZET : Dava, davacıların davalı kooperatife borç verdiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir. Dosya içerisindeki genel kurul kararları ve makbuzlardan, davalı kooperatif yönetim kurulu üyeleri olan davacıların, davalı kooperatiften peşin bedelle bağımsız bölüm aldıkları, bu bağımsız bölümlerin üçüncü kişiye satışından elde edilen gelirle dava dışı arsa sahiplerine makbuz karşılığı ödeme yaptıkları, yine davacılar aleyhine ceza davası açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, yeniden bilirkişi heyeti oluşturularak, anılan genel kurul tutanakları, makbuzlar ve ceza dosyası çerçevesinde inceleme yaptırılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı pasif husumet ehliyeti yokluğu sebebiyle davanın reddine yönelik olarak verilen hükümün davacılar vekillerince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacılar vekili ile davalılar vekili geldi, duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacılar vekili, müvekkillerinin davalı kooperatifin yönetim kurulu üyeleri olduklarını, 18.1.1998 tarihli genel kurulda satılmasına karar verilen 3 ve 4 numaralı bağımsız bölümleri satın aldıklarını, dava dışı arsa sahiplerinin zamanında inşaatın bitirilmemesi nedenine dayalı olarak açtıkları kira tazminatı davası sırasında teminat olarak arsa sahiplerine 4 numaralı dairenin tapusunun verildiğini, bu devrin 3.5.2003 tarihli genel kurul kararına dayalı olduğunu, bu genel kurul kararı ile ferdileşmeye karşı çıkmamaları için arsa sahiplerine teminat olarak verilen daire tapusunun dava sonunda tahakkuk edecek borcun ödenmesi halinde davacılara verilmesi, borcun kooperatif üyelerince ödenmesi yönünde ve ödeme sonunda 4 numaralı dairenin davacılara devredilmesi yönünde karar alındığını, arsa sahiplerinin açtığı dava sonunda verilen kararın infaz edilmesi amacıyla başlatılan icra takibi sırasında, davacıların ödeme yapmak amacıyla 18.1.1998 tarihli genel kurul kararına istinaden satın aldıkları ve teminat olarak arsa sahibine tapusu devredilen 4 numaralı dairenin tapusunun davacılara devredildiğini, bu devir sonrasında 3 ve 4 numaralı dairelerin dava dışı A. D.’ye satılarak alınan paranın arsa sahiplerine başlattıkları icra takibine istinaden ödendiğini, bu ödemelere ilişkin olarak makbuz alındığını ileri sürerek, 18.1.1998- 3.5.2003 tarihli genel kurul kararları ve makbuzlarla sabit olan davacılar alacağı olan 106.733,00 TL’nın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, davalılardan kooperatif ortakları aleyhine bu davanın açılamayacağını, davalı kooperatifin ise borcunun bulunmadığını savunarak, davanın usul ve esastan reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, dava dışı arsa sahipleri E. ve A. D.’in davalı kooperatif aleyhine açtığı tazminat davası sonucunda toplam 87.913,18 TL alacak için icra takibi başlattıkları, davaya konu edilen ödemelerin kooperatif adına davacılar tarafından ödendiğine yönelik bir kayıt bulunmadığı gibi, kooperatif tarafından bu yönde alınmış bir karar da bulunmadığı, yapılan ödemeler karşılığı kooperatife ait olması gereken bağımsız bölümleri kooperatif adına tescillerinin gerçekleştirilmediği, davacıların dosyaya ibraz ettikleri makbuzların nitelikleri itibarıyla bu iddianın ispatı bakımından yeterli olmadığı, uyuşmazlık miktarı dikkate alındığında davacıların iddialarını kesin delil ile ispatlamaları gerektiği ve yemin deliline dayanmadıkları, kooperatifin alacaklılarına karşı sadece mameleki ile sorumlu olduğundan ortakların pasif husumet ehliyetlerinin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin diğer temyiz itirazları yerinde değildir.
2-) Dava, davacıların davalı kooperatife borç verdiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir.
Dosya içerisindeki 18.1.1998 ve 3.5.2003 tarihli genel kurul kararları ve makbuzlardan, davalı kooperatif yönetim kurulu üyeleri olan davacıların, davalı kooperatiften peşin bedelle bağımsız bölüm aldıkları, bu bağımsız bölümlerin üçüncü kişiye satışından elde edilen gelirle dava dışı arsa sahiplerine makbuz karşılığı ödeme yaptıkları, yine davacılar aleyhine ceza davası açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, yeniden bilirkişi heyeti oluşturularak, anılan genel kurul tutanakları, makbuzlar ve ceza dosyası çerçevesinde inceleme yaptırılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve Yargıtay denetimine elverişli olmayan bilirkişi raporuna itibar edilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükümün davacılar yararına BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacılar yararına takdir edilen 825,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine, peşin harcın istenmesi halinde iadesine, 24.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/5983
K. 2011/7109
T. 30.5.2011
• ALACAK İSTEMİ (Borç Bir Miktar Paradan İbaret İse Ödeme Alacaklının Verme Zamanında Oturmakta Olduğu Yerde Vuku Bulacağından Alacaklının Oturduğu Yer Mahkemesinde Dava Açılabileceği)
• YETKİLİ MAHKEME (Alacak İstemi – Borç Bir Miktar Paradan İbaret İse Ödeme Alacaklının Verme Zamanında Oturmakta Olduğu Yerde Vuku Bulacağından Alacaklının Oturduğu Yer Mahkemesinde Dava Açılabileceği)
• PARA ALACAĞINDAN DOĞAN DAVA (Ödeme Alacaklının Verme Zamanında Oturmakta Olduğu Yerde Vuku Bulacağından Alacaklının Oturduğu Yer Mahkemesinde Dava Açılabileceği)
• ALACAKLININ İKAMETGAHI MAHKEMESİ (Alacak İstemi – Borç Bir Miktar Paradan İbaret İse Ödeme Alacaklının Verme Zamanında Oturmakta Olduğu Yerde Vuku Bulacağından Alacaklının Oturduğu Yer Mahkemesinde Dava Açılabileceği)
818/m.73
1086/m.9,10
ÖZET : Dava, alacak istemidir. B.K.’nun 73. maddesinde borç bir miktar paradan ibaret ise ödeme alacaklının verme zamanında oturmakta olduğu yerde vuku bulur. Alacaklının oturduğu yer mahkemesinde dava açılmasında isabetsizlik yoktur.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı mahkemenin yetkisizliğine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkiliyle davalı arasında kırtasiye malzemesi ve fotokopi makinesi ticareti bulunduğunu, makine bedeli ödenemeyince davalının iadeyi kabul ettiğini, yanlar arasında alacak-borç ilişkisinin belirlenmesi hususunda görülen itirazın iptali davasında iade alındığı kabul edilen makine bedelinin düşümü yapılmadan alacağa hükmedildiğini belirterek makine bedeli olan 4.660.00.-TL, nin 8.10.2005 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin muamele merkezinin bulunduğu Elazığ ilinde davanın açılması gerektiğini bildirerek yetkisizlik kararı verilmesini istemiştir.
Mahkemece, H.U.M.K.nun 9. maddesi hükmü gereğince yetkili yer mahkemesinin Elazığ Sulh Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. B.K.’nun 73. maddesinde borç bir miktar paradan ibaret ise ödeme alacaklının verme zamanında oturmakta olduğu yerde vuku bulur.
Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi davalı tarafından inkar edilmediğine ve dava da para alacağına dair olduğundan, H.U.M.K.nun 10. maddesinin açık hükmü uyarınca davanın Bingöl’de açılması doğrudur. Mahkemenin bu yönleri gözden kaçırarak H.U.M.K.nun 9. maddesi uyarınca yetkisizlik kararı vermesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istenmesi halinde iadesine, 30.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/1729
K. 2011/11039
T. 5.7.2011
• ALACAK İSTEMİ ( Uyuşmazlık Konusu Olan Sigortanın Yenilenmemesi ve Bu Nedenle Davacıların Uğradıkları Zararlar Nedeniyle Tarafların Müterafik Kusurlu Olduklarının Sonucuna Varılması Gerektiği )
• MÜTERAFIK KUSUR (Alacak İstemi – Uyuşmazlık Konusu Olan Sigortanın Yenilenmemesi ve Bu Nedenle Davacıların Uğradıkları Zararlar Nedeniyle Tarafların Müterafik Kusurlu Olduklarının Sonucuna Varılması Gerektiği)
• SÖZLEŞMENİN İMZALANDIĞI İLK YIL YAPILAN HAYAT SİGORTASI ( Devam Eden Yıllarda da Banka Tarafından Yenilendiği – Uyuşmazlık Konusu Olan Sigortanın Yenilenmemesi ve Bu Nedenle Davacıların Uğradıkları Zararlar Nedeniyle Tarafların Müterafik Kusurlu Olduklarının Sonucuna Varılması Gerektiği )
4721/m.2
ÖZET : Dava, alacak istemine ilişkindir. Somut olayda, sigorta poliçesinin yenilenmesi gereken tarih itibariyle, söz konusu Yönetmelik hükümleri henüz yürürlüğe girmemişse de, daini mürtehin sıfatına sahip, kredi veren kuruluş olan ve aynı zamanda sigorta şirketinin acentesi olan davalı Bankanın sona eren davacıların murisine ait kredili hayat sigortasının yenilenmesi için, en azından muhatabına bildirim yapmak suretiyle kredi borçlusunu konu ile ilgili bilgilendirmesi, asgari özen yükümlülüğünün bir sonucu olduğu gibi Medeni Kanunun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kurallarının da bir gereğidir. Kaldı ki, sözleşmenin imzalandığı ilk yıl yapılan hayat sigortası, devam eden yıllarda da Banka tarafından yenilenmiştir. Bu durumda Bankanın, sigortanın yenileneceği ve bunun da banka tarafından yerine getirileceği konusunda, kredi müşterisi olan davacıların murisine bir güven verdiğini de kabul etmek gerekir. Ancak bu kabule rağmen, sigortanın yenilenip yenilenmediğinin de, kredi borçlusu tarafından takibi gerekeceğinden, uyuşmazlık konusu olan “2008 yılı itibariyle sigortanın yenilenmemesi” ve bu sebeple davacıların uğradıkları zararlar sebebiyle tarafların müterafik kusurlu oldukları sonucuna varılmalıdır. O halde mahkemece tarafların kusur oranları takdir edilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : Davacılar, murisleri M. L. A.’nun 30.9.2005 tarihinde Akbank, Kavaklıdere Şubesinden 128.900,00 TL konut kredisi kullandığını, bu krediden dolayı zorunlu olarak Avivasa Emeklilik ( Ak Emeklilik ) ve Hayat Sigorta A.Ş. ne 27-70 yaş kredili hayat sigortası poliçesi düzenlendiğini, teminat limitlerinin, her yıl kalan kredi üzerinden yapıldığını, muris M. L. A.’nun vefat ettiği 23.10.2008 tarihine kadar sigorta poliçelerinin, gerek mevduat gerekse kredili mevduat hesaplarından düzenli olarak ödendiğini, murisin vefatından sonra sigorta poliçesinin devreye alınması için Bankaya bildirimde bulunduklarında ise, poliçenin yenilenmediğinin anlaşıldığını. Bankaca aylık ödemelere devam edileceğinin bildirildiğini, ödeme güçlüğü sebebiyle konutu Eylül 2009 yılında satmak zorunda kaldıklarını, gerek kredili hayat, gerekse mortgage kredi sisteminin zorunlu koşullarından biri olan hayat sigortasının Bankaca yaptırılmasının zorunlu olmasına rağmen yaptırılmadığını, Bankanın bu kusuru sebebiyle zarara uğradıklarını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 4.000,00 TL tazminatın avans faizi ile birlikte davalıdan tahsil ine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, Bankanın hayat sigortası yaptırma yükümlülüğünün bulunmadığını, poliçe vadesinden sonra meydana gelen ölüm olayı nedeni ile Bankaya sorumluluk yüklenemeyeceğini savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, “tüketici kredisinin 10. maddesi gereğince, kredi ödeme süresi sonuna kadar hayat poliçesini yenileme görevinin kredili müşteriye ait olduğu, bankanın bu konuda bir sorumluluğunun söz konusu olmadığı, kaldı ki hayat sigortaları zorunlu sigortalardan olmayıp , tamamen sigorta ettirenin istemi ile düzenlenecek bir sigorta türü olduğundan, davaya konu olayda sorumluluğun tamamının davacıların murislerine ait olduğu” belirtilerek, davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacıların murisi M. L. A.’nun 30.9.2005 tarihli konut kredisi sözleşmesi ile, aylık taksitler halinde geri ödeme koşuluyla davalı bankadan 128.900,00 TL konut kredisi kullandığı, aynı yıl Ak Emeklilik ve Hayat Sigorta A.Ş. ‘ne kredili hayat sigortası yaptırıldığı, 2006 yılında 4.10.2006 tarihinde. 2007 yılında da 8.10.2007 tarihinde sigorta poliçelerinin yenilendiği, 2008 yılında ise yenilenmediği, kredi borçlusu murisin 23.10.2008 tarihinde öldüğü, dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacılar, kredi borçlusu murise ait hayat sigortasının, 2006 ve 2007 yıllarında yenilenmiş olmasına rağmen. 2008 yılında yenilenmediğini, bunun sorumluluğunun Bankaya ait olduğunu ileri sürmüşler, davalı Banka ise, sözleşmenin ilgili hükümleri gereğince Bankanın böyle bir sorumluluğunun bulunmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlıkla ilgili mevzuat ve sözleşme hükümleri incelendiğinde:
17.1.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak, 1.2.2009 tarihinde yürürlüğe giren, “Bireysel Kredilerde Bağlantılı Sigortalar uygulama Esasları Yönetmeliği”nin “Amaç” başlıklı bölümünde, “Bu Yönetmeliğin amacı, kredi kuruluşları tarafından verilen kredilerle bağlantılı olan zorunlu ve ihtiyari sigorta ürünlerinin sunumunda birlik ve güvenilirliği sağlamak, sigorta ettirenlerin, sigortalıların ve lehdarların hak ve menfaatlerini korumak ve verilecek hizmete ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” denilmekte, “Kapsam” başlıklı bölümünde ise, “Bu Yönetmelik, Türkiye’de faaliyet gösteren her türlü kredi kuruluşunun sağladığı kredilerle bağlantılı yaptırılan ihtiyari ve zorunlu sigortaları ve bu sigortalar dahilinde verilecek teminatları kapsar.” Denildikten sonra aynı Yönetmeliğin “İhtiyari Sigortalar” başlığında düzenlenen, 6. maddesinin 2. fıkrasında da, “İhtiyari sigortalarda , kredi süresi içerisinde yenileme sorumluluğu kredi kullanana, yenilemeye ilişkin bildirim yapma ve bilgilendirme sorumluluğu ise kredi kuruluşuna aittir.” Denilmektedir.
Davacıların murisi ile davalı banka arasında imzalanan Kredi sözleşmesinin, “Kredi Hayat Sigortası Hükümleri” başlığı altında düzenlenen 10. maddesinde ise, “Kredili müşteri. Banka ile mutabık kaldığı ve aşağıda yer alan prim ödeme koşulları kapsamında, dilediği sigorta şirketine banka alacağının tamamen tahsil edileceği tarihe kadar hayat sigortası yaptırmayı, kredi ödeme süresi sonuna kadar hayat poliçesini yenilemeyi ve bu sigortada Akbank T A.Ş. Kavaklıdere Şubesini dain ve mürtehin olarak göstermeyi, sigortalı süre içerisinde kredili müşterinin vefatı halinde sigorta şirketince ödenecek tazminattan o tarihteki Bankaya olan borcun mahsubundan sonra kalan meblağın kanuni mirasçılarına ( sakatlık halinde ise bankaya olan borcun mahsubundan sonra kalan meblağın kendisine ) ödenmesini, teminatın krediden kaynaklanan Banka borcunu karşılamaması durumunda, bakiye alacak meblağın kanuni mirasçılardan tahsil edilmesini kabul, beyan ve taahhüt eder.” hükmü bulunmaktadır.
8.6.2010 tarihli bilirkişi raporunda, sözkonusu sözleşme hükmü değerlendirilerek, “davacının isteminin haklı olmadığı, davalı Banka şubesinin, isteğe bağlı olarak sigorta ettiren tarafından yaptırılan hayat sigortası poliçesini yenileme ve primini ödeme sorumluluğu bulunmadığı, hayat sigortalarının zorunlu olmayıp, tamamen sigorta ettirenin isteğiyle düzenlenebilecek bir sigorta türü olduğu, önceki yıllarda Banka şubesinin acente sıfatıyla poliçeyi yenilenmiş olmasının, sözleşme hükümleri dışında ve müşteriye hizmet olarak algılanabilecek bir durum olduğu. Bankaya yasal bir sorumluluk yüklemeyeceği” belirtilmiş, mahkemece de anılan rapor benimsenerek hüküm kurulmuştur.
Oysa ki, kredi sözleşmesi sebebiyle hayat sigortası yapılmasındaki amaç, Banka yönünden kredi borcunun teminat altına alınması olduğu kadar, belli bir prim borcu getirmekle birlikte, sigortalınin da bunda menfaatinin olduğu kuşkusuzdur. Bu sebeple uyuşmazlığın çözümünde, her iki tarafın da hak ve menfaatlerinin gözetilip korunması esas alınmalıdır. Nitekim, kredi sözleşmeleriyle bağlantılı sigortaların yapılması halinde sigorta ettirenlerin, sigortalıların ve lehdarların hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla çıkarılan. “Bireysel Kredilerde Bağlantılı Sigortalar Uygulama Esasları Yönetmeliği”, 17.1.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak, 1.2.2009 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Her ne kadar, az yukarda açıklanan kredi sözleşmesinin 10. maddesindeki düzenleme ile, hayat sigortası konusunda davalı Bankaya değil, kredi borçlusuna yükümlülük getirildiği anlaşılmakta ise de, yine az yukarda sözü edilen Yönetmeliğin ilgili hükmü gereğince de, kredi süresi içerisinde sigorta poliçesini yenileme sorumluluğu kredi kullanana ait olmakla birlikte, yenilemeye ilişkin bildirim yapma ve bilgilendirme sorumluluğunun da kredi veren Bankaya ait olduğunun kabulü gerekir.
Somut olayda, sigorta poliçesinin yenilenmesi gereken tarih itibariyle, söz konusu Yönetmelik hükümleri henüz yürürlüğe girmemişse de, daini mürtehin sıfatına sahip, kredi veren kuruluş olan ve aynı zamanda sigorta şirketinin acentesi olan davalı Bankanın. 7.10.2008 tarihinde sona eren davacıların murisine ait kredili hayat sigortasının yenilenmesi için, en azından muhatabına bildirim yapmak suretiyle kredi borçlusunu konu ile ilgili bilgilendirmesi, asgari özen yükümlülüğünün bir sonucu olduğu gibi. Medeni Kanunun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kurallarının da bir gereğidir. Kaldı ki, sözleşmenin imzalandığı ilk yıl yapılan hayat sigortası, devam eden 2006 ve 2007 yıllarında da Banka tarafından yenilenmiştir. Bu durumda. Bankanın , sigortanın yenileneceği ve bunun da banka tarafından yerine getirileceği konusunda, kredi müşterisi olan davacıların murisine bir güven verdiğini de kabul etmek gerekir. Ancak bu kabule rağmen, sigortanın yenilenip yenilenmediğinin de, kredi borçlusu tarafından takibi gerekeceğinden, uyuşmazlık konusu olan “2008 yılı itibariyle sigortanın yenilenmemesi” ve bu sebeple davacıların uğradıkları zararlar sebebiyle tarafların müterafik kusurlu oldukları sonucuna varılmalıdır. O halde mahkemece tarafların kusur oranları takdir edilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün, davacılar yararına BOZULMASINA, 5.7.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/9-192
K. 2006/156
T. 12.4.2006
• ALACAK TALEBİ ( Davacının Dilekçeyle Kıdem İhbar ve Bakiye İzin Ücreti Alacağının Yatırılmasını İşverenden İstemesi/Anılan Alacaklarını Alabilmek İçin İbranameyi İmzalamak Zorunda Bırakılması – Kabulü Gereği )
• İBRANAME ( Davacının Dilekçeyle Kıdem İhbar ve Bakiye İzin Ücreti Alacağının Yatırılmasını İşverenden İstemesi/Anılan Alacaklarını Alabilmek İçin İbranameyi İmzalamak Zorunda Bırakılması – Alacak Talebinin Kabulü Gereği )
• İŞÇİLİK ALACAKLARI ( Davacının Verdiği İbraname İle Fazla Mesai Ücreti Hafta ve Genel Tatil Ücreti Alacaklarını Ayrı Ayrı Zikrederek Tamamen Aldığını İfade Etmesi – Diğer Alacaklarını Alabilmek İçin İmzalamak Zorunda Bırakılması/Kabulü Gereği )
4857/m. 41, 46, 47
ÖZET : Dava alacak talebidir. Davacı verdiği ibraname ile fazla mesai ücreti, hafta ve genel tatil ücreti alacaklarını ayrı ayrı zikrederek tamamen aldığını ifade etmiştir. Davacı işten 18.1.2002 tarihinde ayrılmasına rağmen, 22.1.2002 tarihli dilekçeyle dilekçeyle kıdem, ihbar ve bakiye izin ücreti alacağının yatırılmasını işverenden istemiş, böylelikle anılan alacaklarını alabilmek için ibranameyi imzalamak zorunda bırakılmıştır. Bu nedenle davanın kabulü gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3.İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 14.12.2004 gün ve 2004/1024-1048 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 3.10.2005 gün ve 2090-32009 sayılı ilamıyla;
( … Davacı verdiği ibraname ile fazla mesai ücreti, hafta ve genel tatil ücreti alacaklarını ayrı ayrı zikrederek tamamen aldığını ifade etmiştir. Bu durumda sözü edilen ibranameye itibar edilerek dava konusu edilen isteklerin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru değildir.
Miktar içermemesi başlı başına ibranamenin geçersizliği sonucunu doğurmaz. Fesihten sonra düzenlenen ve davacının imzasını taşıyan ibranamede, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil ücretlerinin tam olarak ödendiği başkaca alacağın kalmadığı belirtildiğine göre, anılan ibranameye değer vermek gerekir. Dairemizin, Hukuk Genel kurulunca da benimsenen kararlılık kazanmış olan uygulaması bu doğrultudadır. Bu durumda davacı taleplerinin ibraname dikkate alınarak reddine karar verilmelidir. Mahkemece davanın kabulü yoluna gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, davalıya ait Etibank Cebeci Şubesinde 8.2.2002 tarihine kadar gişe yetkilisi olarak görev yaptığını, işin niteliği gereği fazla çalışma yaptığını, hafta tatili ve Ulusal bayram günlerinde ve genel tatil günlerinde de çalışması nedeniyle ödenmesi gereken; ancak, ödenmeyen alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı işveren davaya cevabında, davacının imzasını taşıyan ibranameye dayanarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Dairece bozulmuş, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Davalı, ibranameye dayanarak savunmada bulunmuş ise de; davacı işten 18.1.2002 tarihinde ayrılmasına rağmen, 22.1.2002 tarihli dilekçeyle kıdem, ihbar ve bakiye izin ücreti alacağının yatırılmasını işverenden istemiş, böylelikle anılan alacaklarını alabilmek için ibranameyi imzalamak zorunda bırakılmıştır. Öte yandan işveren bankanın fazla mesai yapılacağına ilişkin 18.11.1998, 25.11.1998, 31.12.1998 tarihli genelgeleri yayınlamış, Valilikten mesai saatleri dışında fazla mesai yapılacağı için, gerekli önlemlerin alınması amacıyla izin istemiştir.
Bu durumda, ibranameyle, dava konusu edilen alacakların davacı tarafından tamamen alındığının belirlendiği, bu nedenle davanın reddi gerektiğine ilişkin bozma ilamındaki gerekçe, yerinde değildir. Yerel mahkemenin direnme kararı, usul ve yasaya uygundur.
Ne varki, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnmesi yerinde ise de esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 12.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/1230
K. 2012/1733
T. 19.3.2012
• KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ ( Alacak Talebi – Davalı Yönünden Feragat Nedeniyle Dava Reddedildiği Halde Lehine Ayrıca Nisbi Oranda Vekalet Ücreti Yerine Her İki Davalı Yönünden Tek Vekalet Ücretine Hükmedilmesinin Doğru Olmadığı )
• ALACAK TALEBİ ( Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinden Kaynaklanan – Mahkemece İskan Harçlarıyla Birlikte Toplam Miktarın Davalı Şirketten Tahsiline Karar Verilmesi Gerekirken Fazlasına Hükmedilmesinin Doğru Olmadığı )
• VEKALET ÜCRETİ ( Davalı Yönünden Feragat Nedeniyle Dava Reddedildiği Halde Lehine Ayrıca Nisbi Oranda Vekalet Ücreti Yerine Her İki Davalı Yönünden Tek Vekalet Ücretine Hükmedilmesinin Doğru Olmadığı )
• FERAGAT ( Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinden Kaynaklanan Alacak Talebi – Sadece Bir Davalı Yönünden Feragat Nedeniyle Dava Reddedilmesine Rağmen Her İki Davalı Yönünden Tek Vekalet Ücretine Hükmedilmesinin Doğru Olmadığı )
6100/m.312,326,330
ÖZET : Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan alacak talebine ilişkindir. Mahkemece iskan harçlarıyla birlikte toplam … TL’nin davalı şirketten tahsiline karar verilmesi gerekirken fazlasına hükmedilmesi doğru olmadığı gibi, davalı yönünden feragat nedeniyle dava reddedildiği halde lehine ayrıca nisbi oranda vekalet ücreti yerine her iki davalı yönünden tek vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan alacak talebine ilişkin olup mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Davacı arsa sahibi tarafından açılan davada kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği yapılan binada davacıya ait bağımsız bölümler ve ortak alandaki eksik iş bedelleriyle yapı kullanma ruhsat bedelinin tahsili talep edilmiş, mahkemece ortak alanlardaki eksik işler karşılığı 2.167,30 TL ve iki dairenin ruhsat bedeli karşılığı 1.747,00 TL toplam 3.914,30 TL’nin davalı şirketten tahsiline karar verilmiş, davalı Hüseyin yönünden feragat nedeniyle dava reddedilmiştir.
Mahkemece hüküm altına alınan 2.167,30 TL binanın ortak alanlarına ilişkin eksik işler bedeli olarak belirlenmiştir. Bunlarla ilgili olarak davacının talebinin arsa payıyla sınırlı olması gerekmekte olup, karşılığı da bilirkişi raporunda 666,86 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece iskan harçlarıyla birlikte toplam 2.413,86 TL’nin davalı şirketten tahsiline karar verilmesi gerekirken fazlasına hükmedilmesi doğru olmadığı gibi, davalı Hüseyin yönünden feragat nedeniyle dava reddedildiği halde lehine ayrıca nisbi oranda vekalet ücreti yerine her iki davalı yönünden tek vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamış, kararın açıklanan sebeplerle davalılar yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca kararın temyiz eden davalılar lehine BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine, 19.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/13-716
K. 2012/106
T. 29.2.2012
• ALACAK TALEBİ ( Sadece Gayrimenkul Satış Senedinde Yazılı Bedelin Alındığının Kabulüne Olanak Olmadığı – Verginin Düşük Gösterilmesi Amacını Taşıyan Bu İşlemin Vergi Dairesine İhbar Edilmesi Gereği )
• İSPAT KÜLFETİ ( Alacak Davası/Sadece Gayrimenkul Satış Senedinde Yazılı Bedelin Alındığının Kabulüne Olanak Olmadığı – Verginin Düşük Gösterilmesi Amacını Taşıyan Bu İşlemin Vergi Dairesine İhbar Edileceği )
• VERGİNİN DÜŞÜK GÖSTERİLMESİ AMACINI TAŞIYAN İŞLEM ( Alacak Davası/Ödenen Kaparo Çek İle Ödenen Bedel ve Tapudaki Satış Senedi Üzerinde Yazılı Bedelin Adi Yazılı Satış Senedindeki Bedeli Dahi Geçeceği – Sadece Gayrimenkul Satış Senedinde Yazılı Bedelin Alındığının Kabulüne Olanak Olmadığı )
• TAPU SATIŞ BEDELİNİN TAMAMININ ÖDENİP ÖDENMEDİĞİ ( Alacak Davası – Sadece Gayrimenkul Satış Senedinde Yazılı Bedelin Alındığının Kabulüne Olanak Olmadığı )
4721/m.634, 706
818/m.213
ÖZET : Dava, alacak istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; taraflar arasında yapılan protokol ve buna dair ödeme belgeleri, tapuda düzenlenen resmi satış senedi dikkate alındığında satış bedelinin tamamının ödenip ödenmediğine dair ispat külfetinin taraflarından hangisine düştüğü noktasında toplanmaktadır. Davacılar tarafından sadece tapudaki satış senedinde yazılı bedelin alındığının kabulüne de olanak yoktur. Tapudaki bedelin davacılar tarafından alındığının kabul edilmesi halinde, ödenen kaparo, çek ile ödenen bedel ve tapudaki satış senedi üzerinde yazılı bedel dikkate alındığında toplam bedel adi yazılı satış senedindeki bedeli dahi geçecektir. Bu sebeple tapu satış senedinde gösterilen bedelin davacılar tarafından alındığının kabul edilmemesi, satış bedelinin tapudaki bedel olarak gösterilmesinin sadece verginin düşük gösterilmesi amacını taşıyan bir işlem olarak varsayılması, bu durumunda da yani düşük vergi gösterilmiş olması hususunun da resen hareket edilerek ilgili vergi dairesine ihbar edilmesi gereklidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.4.2009 gün ve 2008/227 E. – 2009/130 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 2.2.2010 gün ve 2009/7505 E. – 2010/1107 K. sayılı ilamı ile;
(… Davacılar, Çankaya Kızılay mevki (1) no’lu parselde bulunan binadaki 6 adet dükkanı, 28.2.2008 tarihli protokol ile davalıya sattıklarını, 12.3.2008 tarihinde taşınmazların tapu devirlerinin de yapıldığını, protokol gereğince satış bedeli 250.000 YTL olup bu bedelin 30.000 YTL’sinin kaparo olarak ödendiğini, kalan bedelin ise tapu devrinden sonra ödeneceğinin kararlaştırıldığını, tapu devri yapıldıktan sonra kalan bedelin 170.000 YTL’lik kısmının çek verilmek suretiyle ödendiğini, kalan 50.000 YTL’lik kısmının ise ödenmediğini ileri sürerek, 50.000 YTL’nin ihtar tarihi olan 31.3.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, kurucusu olduğu “A… T… Çağdaş Eğitim ve Sağlık Vakfı”na gelir sağlamak için 6 adet dükkanı davacılardan satın aldığını, taşınmazların tahliye edilmemesi sebebiyle men’i müdahale davası açması üzerine davacıların da eldeki davayı açtıklarını, tarafların edimlerini 12.3.2008 tarihinde tapuda ifa ettiklerini, satış bedeli alınmadan tapu devrinin yapılmasının mümkün olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, taşınmazın gerçek satış bedelinin 250.000 YTL olduğu, peşin ödenen 30.000 YTL ile çekle ödenen 170.000 YTL dışında geriye kalan 50.000 YTL’lik satış bedelinin ödenmediği benimsenerek davanın kabulüne, 50.000 YTL’nin 31.3.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, davacılar tarafından davalıya satılan taşınmazların bakiye satış bedelinin ödetilmesi istemine dair olup, 28.2.2008 tarihinde haricen düzenlenen protokol sonrasında, 12.03.2008 tarihinde tapuda resmi satışın yapıldığı, aynı gün davalı A. T. tarafından keşide edilen 170.000 YTL bedelli çekin de, davalıya ait banka hesabından davacı şirket müdürü olan N. K. tarafından tahsil edildiği sabit olup, uyuşmazlık konusu değildir. Davacı, taşınmazların gerçek satış bedelinin haricen düzenlenen sözleşmede olduğu gibi 250.000 YTL olduğunu, peşin ödenen 30.000 YTL ile tapu devrinden sonra ödenen 170.000 YTL dışında kalan bakiye 50.000 YTL’lik satış bedelinin ise ödenmediğini belirterek tahsilini talep etmiş, davalı ise, tapu devri ile birlikte tüm ödemelerin yapıldığını, davacılara borçlu bulunmadığını savunmuştur. Satıcı olarak gösterilen davacı şirket müdürü N. K. ile davalı arasında haricen düzenlenen 28.2.2008 tarihli protokolde, “Sahibi bulunduğum Kızılay 9 no’lu binada bulunan … dükkanlarımı 250.000 YTL karşılığında A. T.’ye sattım. Satış kaparosu olarak 30.000 YTL aldım. Kalan kısmı, tapular verildikten sonra nakten alınacaktır.” Açıklaması bulunmakta olup, taşınmazın tapu devri 12.3.2008 tarihinde yapıldığına ve tapuda yapılan resmi senette, satıcılar tarafından satış bedelinin nakten ve tamamen alındığının belirtilmiş olmasına göre, taşınmazların daha önce harici sözleşme ile peşin olarak ödenen 30.000 YTL dışında kalan tüm satış bedelinin, nakten ve çekle yapılan 170.000 YTL’lik ödeme ile birlikte tapu devri ile beraber ödendiğinin kabulü gerekir. O halde tapu devrine rağmen, taşınmazların tüm satış bedelinin ödenmediği konusundaki ispat yükü davacılara ait olup, davacılar ise alacaklı olduklarını yasal delillerle ispat edememişlerdir. Ne var ki dava dilekçelerinde, “her türlü delil” demek suretiyle “yemin” deliline de dayanmış olduklarından, bu konuda davalıya yemin yöneltmeye hakları bulunduğu hatırlatılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, ispat yükü ters çevrilerek, yazılı şekilde ve eksik inceleme ile hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, alacak istemine dair olup, mahkemece istem kabul edilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine yukarda başlık bölümünde gösterilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkemece önceki kararda direnilmiş; kararı davalı vekili temyize getirmiştir.
Uyuşmazlık; taraflar arasında yapılan protokol ve buna dair ödeme belgeleri, tapuda düzenlenen resmi satış senedi dikkate alındığında satış bedelinin tamamının ödenip ödenmediğine dair ispat külfetinin taraflarından hangisine düştüğü noktasında toplanmaktadır.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 706. maddesine göre, taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması resmi şekilde düzenlenmiş olmalarına bağlıdır. Taşınmaz mülkiyetini devir borcunu doğuran sözleşmenin esaslı noktalarının resmi şekilde düzenlenmiş olması ve taşınmaz mülkiyetini devir borcunun ve buna karşılık diğer tarafın borçlandığı bütün edimlerin resmi şekilde düzenlenen senette yer alması gereklidir.(Oğuzman K., Seliçi Ö., Ö. S.O., Eşya Hukuku, İstanbul, 2009, s. 297 vd.)
Özellikle taşınmaz satış bedeli resmi sözleşmede doğru olarak gösterilmelidir. Bir satış sözleşmesindeki gerçek satış bedelinin resmi senette daha düşük veya daha yüksek gösterilmiş olması; böylece satış bedelinin doğru gösterilmemesi halinde hangi bedelin dikkate alınacağı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada gerçek bedel senede yansıtılmamış olmakla, bu özelliği itibariyle, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de muvazaa hükümlerinden faydalanılması gereklidir.
Bilindiği üzere, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek durumu gizleyerek, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa; bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir.(HGK’nun, 9.2.2005 gün 2005/1-19 E., 2005/42 K., HGK’nun 16.6.2010 gün, 2010/1-281 E., 2010/323 K.)
Muvazaada, daima görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile, bu işlemin aralarında geçerli olmadığına dair bir muvazaa anlaşması mevcuttur. Bazı durumlarda, bu ikisine ek olarak, tarafların gerçek iradelerine uygun olan (tarafların gerçekte istedikleri), ancak, çeşitli sebeplerle görünen işlemin arkasına sakladıkları bir gizli işlem daha bulunur. Taraflar arasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığına göre bakılarak, muvazaanın iki türünden söz edilir:
Tarafların, kendi aralarında geçerli herhangi bir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, salt üçüncü kişilere, aralarında bir hukuki işlem varmış gibi görünmek için işlem yapmaları halinde mutlak (basit) muvazaa söz konusu olur.
Buna karşılık; nispi (mevsuf) muvazaada, taraflar arasında gerçek iradelerine uygun bir hukuki işlem bulunmakla birlikte, bu işlem, kendi iradelerine uymayan, dışa karşı yapılmış bir başka hukuki işlemle gizlenir.
Bu muvazaa türü; bir sözleşmenin; niteliğinde, taraflarının şahsında, konusunda ve koşullarında söz konusu olabilir.
Bir sözleşmenin konusunda ve koşullarında muvazaa halinde, görünüşteki hukuki işlem tarafların gerçek iradelerine uygundur. Ancak, görünüşteki işlemin bazı şartları ve konusunun belli bir bölümü, aralarındaki gizli işlemden farklı düzenlenmiştir. Bu muvazaa da taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını değiştirirken sözleşmenin tamamı, yani, niteliği değil, bazı koşulları gizli sözleşmeye uymaz. Örneğin daha az miktarda vergi ödemek için, taşınmazın tapudaki satış değerinin düşük gösterilmesi, şufa hakkının kullanılmasını önlemek kullandığı takdirde fazla kazanç elde etmek maksadıyla görünüşteki (resmi) sözleşmede satış bedelinin fazla gösterilmesinde bu tür bir muvazaa vardır.
Açıklandığı üzere taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde (vasfında) da anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir. Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir. Muvazaa,sözleşmesinin tamamında değil bir bölümünde (bir unsurunda)dır(Özkaya E., İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, 2011, s.173 ).
Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz. Yazılı veya sözlü yapılabilir. Görünüşteki sözleşme şekle bağlı olsa dahi muvazaa sözleşmesinin yazılı veya resmi şekilde yapılması gerekmez. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın yazılı delil ile ispat edilmesi kuralı muvazaa sözleşmesinin yazılı olmasının geçerliliği için değil ispat edilebilmesi için aranan bir kuraldır(YİBK 5.2.1947 gün, 1945/20 E.,1947/6 K.).
Görünüşteki yazılı bir sözleşmenin aksini iddia eden tarafın HMUK 289 ve BK 13 maddeleri uyarınca iddiasını yazılı delil ile ispat etmesi zorunludur. Muvazaa sözleşmesi görünüşteki sözleşmeyi değiştirdiğine veya hükümsüz kıldığına göre ispat gücü kazanabilmesi için yazılı olması değinilen kanunların açık hükümleri gereğidir. Örneğin, tapulu taşınmazların devri şekle bağlıdır. Görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değilse de ispatı ancak yazılı delil ile mümkündür(YİBK 5.2.1947 gün, 1945/20 E.-1947/6 K.).
Somut olaya gelince:
Davacılar vekili, mülkiyeti müvekkillerine ait olan işyerlerinin 250.000,00 TL bedel ile satışı konusunda taraflar arasında 28.2.2008 tarihli protokol imzalandığını ve dükkanların davalıya 12.3.2008 tarihinde tapuda devir ve teslim edildiğini, 30.000,00 TL kaparo olarak ödendiğini, kalan bedelin ise tapuların devrinden sonra ödeneceğinin kararlaştırıldığını, tapular alıcıya devredilince kalan bedelin 170.000,00 TL`sinin çek vermek suretiyle ödendiğini, geriye kalan 50.000,00 TL`nin ise dava tarihine kadar ödenmediğini, noter ile ihtarname gönderilmesine rağmen davalının borcunu ödemediğini iddia ederek 50.000,00 TL`nin ihtar tarihi olan 31.3.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Taraflar arasında haricen düzenlenen ve satış bedeli 250.000 TL olarak gösterilen 28.2.2008 tarihli protokol bulunduğu; bu protokole istinaden davacıların satış kaparosu olarak 30.000 YTL (TL) aldıkları, tapuda devir günü ise 170.000 TL’nin davacılardan N. K. tarafından çek ile tahsil edildiği ve 12.3.2008 tarihli resmi satış senedinde ise satış bedelinin 93.000 TL olarak gösterildiği çekişmesizdir.
Ayrıca davalının da böyle bir protokolün yapılmadığına yönelik herhangi bir itirazı yoktur.
Anlaşmazlık, 50.000 TL nin ödenip ödenmediği noktasındadır.
Tarafların protokolde bedeli 250.000 TL, tapu satış senedinde ise 93.000 TL olarak göstermeleri bilindiği üzere az vergi ödemek amacıyla yapılan bir işlem olup taraflar arasındaki sözleşmenin geçersiz olmasına sebep olmayacaktır. Taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde de anlaşmaktadırlar. Sadece sözleşmenin bedeli değiştirilmektedir. Burada muvazaa sözleşmenin tamamında değil bir bölümünde gerçekleşmiştir.
Yukarıda izah edildiği üzere tapulu taşınmazların devri şekle bağlı ise de görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değildir; ancak, ispatı yazılı delil ile mümkün olacaktır. Buna göre davacılar taşınmazın adi yazılı delil ile 250.000 TL bedelle satıldığını, kaparo olarak 30.000 TL aldıklarını, tapuda devir günü ise çek ile 170.000 TL bedeli tahsil ettiklerini ispat etmişlerdir. Bedeldeki muvazaayı davacılar ispat ettiğine ve bu yolla satış bedelinin 250.000 TL olduğu ispat edildiğine göre, adi yazılı sözleşmedeki bedelin tamamının ödendiğini, yani bakiye kalan 50.000 TL nin ödendiğini ispat külfeti artık davalının üzerindedir.
Kaldı ki, taraflar arasında yapılan protokolde bedelin 250.000 TL olarak kararlaştırıldığı, bir kısım ödemelerin yapılacağı ve geri kalan bedelin de tapular verildikten sonra ödeneceği kabul edildiğine göre tapudaki satış bedeli olan 93.000 TL nin gerçek bedel olmadığının, davalının da kabulünde olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmesi gerekir ki, davacılar tarafından sadece tapudaki satış senedinde yazılı bedelin alındığının kabulüne de olanak yoktur. Tapudaki bedel olan 93.000 TL nin davacılar tarafından alındığının kabul edilmesi halinde, ödenen kaparo, çek ile ödenen bedel ve tapudaki satış senedi üzerinde yazılı bedel dikkate alındığında toplam bedel adi yazılı satış senedindeki bedeli dahi geçecektir. Bu sebeple tapu satış senedinde gösterilen bedelin davacılar tarafından alındığının kabul edilmemesi, satış bedelinin 93.000 TL olarak gösterilmesinin sadece verginin düşük gösterilmesi amacını taşıyan bir işlem olarak varsayılması, bu durumunda da yani düşük vergi gösterilmiş olması hususunun da resen hareket edilerek ilgili vergi dairesine ihbar edilmesi gereklidir.
O halde, yapılan işlem taşınmazın mülkiyetinin nakledilmesi hususunda BK.nun 213, TMK.nun 634 ve 2644 Sayılı Tapu Kanununun 26. maddeleri uyarınca geçerlilik kazanmış bulunmaktadır. Alıcının bedelden doğan borcunu tümüyle yerine getirmemiş olması resmi sözleşme ile doğan hukuki sonucu değiştiremez. Adi yazılı senetteki gerçek bedelden bir kısmının ödenmemesi satıcıya, bedelin ödenmeyen bölümünün tahsilini isteme hakkı verecektir.
Bu nedenle, aynı hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Yüksek Özel Dairece tahsili gereken bedele yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle ispat yükünün davalıda olduğuna dair direnme uygun olup; davalı vekilinin tahsiline karar verilen bedele yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 29.02.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/6-97
K. 2012/203
T. 16.3.2012
• ALACAK VE TAHLİYE DAVASI ( Yargıda Açıklık ve Netlik Prensibi Kapsamında Kararda Yalnızca “Önceki Kararda Direnilmesine” Denilmekle Yetinilmesinin Hukuka Aykırı Olduğu )
• DİRENME KARARI ( Alacak ve Tahliye Davası – “Önceki Kararda Direnilmesine” Denilmekle Verilen Kararın Hukuka Aykırı Olduğu )
• YARGIDA AÇIKLIK VE NETLİK PRENSİBİ ( “Önceki Kararda Direnilmesine” Denilmekle Verilen Kararın Hukuka Aykırı Olduğu – Alacak ve Tahliye Davası )
1086/m.381, 388, 398, 434
6100/m.294, 297, 298, Geç.3
ÖZET : Tahliye ve alacak davasında; yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Aslolan kısa kararda açıklanan hükümlere uygun bir hüküm fıkrası oluşturulmamış; “önceki kararda direnilmesine” denilmekle yetinilmiştir. Direnme kararı hukuka aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki Tahliye ve Alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.12.2009 gün ve 2009/1185-1918 Sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 30.06.2010 gün ve 2010/4421-8232 Sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : I-) Temyiz dilekçesinin reddine dair ek karara yönelik temyiz isteminin incelenmesinde:
6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı H.U.M.K.’nun 434/3.maddesi; temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödeneceğini, bunların eksik olduğunun tesbiti halinde kararı veren hakim veya mahkemenin başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içersinde tamamlanacağını, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene bildirileceğini ve verilen süre içerisinde tamamlamadığı takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceğini hükme bağlamıştır.
Bu hüküm uyarınca gönderilen muhtıranın, hukuki sonuç doğurabilmesi usulünce düzenlenmesine bağlıdır.
Mahkemece, davalı tarafa eksik temyiz giderlerinin tamamlanması için çıkarılan muhtırada masrafın yatırılacağı yer tereddüde yol açmayacak şekilde “mahkeme veznesi” olarak gösterilmesi gerekirken “dosyamıza yatırılması” ibaresi kullanılmıştır.
Oysa ki, bir işlemin tamamlanması ancak o işlemin yapılacağı merci önünde olur. Mahkemenin muhtıra yazısı bunu sağlamaya yeterli olmayıp, temyiz edeni yanıltacak mahiyettedir.
Gerçekleşen bu durum karşısında muhtıra geçersizdir.
Daha sonra da dosyaya yatırılması gereken giderler tamamlanmıştır.
Açıklanan sebeple öncelikle temyiz dilekçesinin reddine dair 26.08.2011 tarihli 2010/816 E. 2011/160 K sayılı ek kararın bozularak kaldırılmasına ve temyiz isteminin incelenmesine geçilmesine karar verilmiştir.
II- Davalı vekilinin mahkemenin asıl kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesine gelince;
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 Sayılı H.U.M.K.`nun 388. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 297 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural, 1086 Sayılı H.U.M.K.`nun 389. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 298. maddesinde de tekrarlanmış; HUMK.nun 381. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 294. maddesinde ise “Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Açıklanan hükümlerin ortaya koyduğu bu biçim, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Nitekim, uzun süre uygulanan mülga 1086 Sayılı H.U.M.K.`nun 381, 388 ve 389. maddelerinde de yer alan benzer hükümler nedeniyle, Yargıtay`ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (H.G.K.`nun 19.06.1991 gün 323/391;10.9.1991 gün 281/415 ; 25.09.1991 gün 355/440; 5.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 ; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4; 30.12.2009 gün ve 2009/2-595-2009/603; 10.11.2010 gün ve 2010/20-626-2010/568; 13.7.2011 gün ve 2011/13-516-2011/529 Sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu`nca da önceleri C.M.U.K.nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile birlikte de bu kanunun 34, 223, 230,231,232 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden “önceki hükümde direnilmesine” denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu`nun 02.02.1976 gün 1/22-25 sayılı; 12.05.1998 gün ve 1998/6-104-171 sayılı; 05.02.2002 gün ve 2001/1-417-2002/153 Sayılı kararları).
6100 Sayılı HMK’nun yürürlüğünden sonraki dönemde de H.G.K.’nun 05.10.2011 gün ve 2011/20-607 E.-604 K.sayılı kararıyla bu ilkeler aynen kabul edilmiştir.
Somut olayda da aslolan kısa kararda açıklanan hükümlere uygun bir hüküm fıkrası oluşturulmamış; “önceki kararda direnilmesine” denilmekle yetinilmiştir.
O itibarla mahkemece, 6100 Sayılı HMK (mülga 1086 Sayılı H.U.M.K.)’nun yukarda açıklanan amir hükümleri gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
Direnme kararı bu sebeple bozulmalıdır.
SONUÇ : 1-)Yukarıda (I) numaralı bentte yer alan sebeplerle Yerel Mahkemenin 26.08.2011 gün ve 2010/816 E 2011/160 K sayılı ek kararının Bozularak KALDIRILMASINA,
2-)Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, direnme kararının BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 16.03.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.